Okuma süresi: 50.55 mintues

Eski Mısır inançlarında, tanrıya ya da tanrılara sezgi yolu ile kavranacak, içe dönük tapınma şekli olan Eski Mısır gizemciliğinde kutlanan birtakım şölenler vardır ki, bunların en önemlisi Tanrı Osiris’in Mısır ulusuna gösterdiği lütuflarına teşekkür niteliğindedir. Bu şükrediş ritüelik bir harekettir. Bu bayramlarda Tanrı Osiris’in ızdırabı, Tanrıça İsis’in arayışı ve Tanrı Seth’in mücadelesiyle ilgili üç bölümlük ritüel uygulanırdı. Şölenlerde ibadet yapıldıktan sonra, ilahiler, kasideler okunur; bu, halka ritüeli daha iyi anlatabilmek için seyirlik oyun şeklinde sergilenen en eski Mısır tiyatro örneğidir. Bu kutlamalar hakkında tarihçi Herodotos en çok bilgi verendir. Herodotos’un verdiği bilgilere göre, dinsever Mısırlıların ritüel dinlerken gösterdikleri özen, duygu ve bağlılıklarını ölçebilmek için dinle ilgili yapımlarını görmek gereklidir. Herodotos’un açıklamalarına göre, Sais’teki Neith tapınağının yanındaki gölde yapılan gösterilerde sözsüz oyunlar oynanırdı.

Busiris’teki Djed (eski Mısır inançlarında tılsım anlamındadır, göğü taşıyan 4 sütundur) bayramlarında, Osiris’in vücudunun saklandığı ağacı simgeleyen bu sütun için kutlanan şölen, tarih öncesi çağlardan gelme bir külte dayanmaktadır. Osiris öyküsünde yer alan Byblos’daki dalları kesik ağacı simgeleyen sütun şerefine yapılan Sokaris (Sokar) kültüne bağlanmaktadır. Sokaris Thebes nekropolünün ilk tanrısıdır. Tanrı Osiris Sokaris’i yutmuş olduğundan, Osiris ve Sokaris aynı kişiliğe sahiptirler. Djed ile ilgili en eski resim, Thinit çağında, II. Sülâlenin son hükümdarı Khasekhemoui (M. Ö. 2800 ilk yarısı) zamanına ait Hierakampolis’te granit taştan yapılmış bir tapınağın payesinde “İsis düğümü” şeklinde gösterilmiştir. Bir muska özelliği taşıyan bu resimde bir simge olarak uygulanmıştır. Bu tür simgeler Djedet (Mendes) ve Djedou (Busiris) isimlerinde de en eski olarak görülmektedir. Mendes ve Busiris kentleri Djed kültünün merkezi olmuş ve Sülâleler Öncesi devrinde Osiris yandaşlarının bayraktarlığını yapmıştır. Yine Sülâleler öncesinde Djed, Ptah ile birlikte Güneş kültünün simgesiydi. Djed’in Tanrı Ptah ile birlikte olmasına sebep olan Sokaris ve Osiris’te “Djed’in yükselişi” isimli rit de önemli görülmektedir. Bu yükseliş töreni, Ptah’ın onuruna, saray erkanının ve kalabalığın önünde hükümdar başkanlığında yapılırdı. “Djed’in kaldırılışı” (Sehâdjed) denilen kutlama da Firavun Amenophis III zamanında yapılmaya başlanmıştır. Firavun sülalesi ile bir Djed (tılsım) resmi olan bir payeyi kaldırma töreninde kalabalık arasında yardım edenler vardır. Bu tören sırasında rahipler kollarını açarak tapınırlar ve Bouta halkı (Pe ve Dep) önce dans ederler, sonra birbirlerine girerek dövüşürler. Bu dövüş güneyden gelen Horus’un hizmetkarlarının Seth taraftarlarıyla mücadelesini görüntülemektedir. Herodotos’un verdiği bilgilere göre, Busiris’de Djed payesinin bulunduğu yerde armağan dolu bir öküz getirilip kurban edilmekte ve etleri Mısırlılara dağıtılmaktadır. Djed bayramlarını gösteren tasvirlerde halk bayramı dans ederek kutlamaktadır. Yazılı kaynaklardan, Bubastis’te Djed bayramlarına halkın Nil ırmağından kayıklarla gelip katıldıklarını, şölende erkeklerin flüt, kadınların kastanyet çaldıklarını, kayıkla gelen Bubastis’li kadınların temsili olarak dövüştüklerini, sonradan ziyafete oturup hep birlikte şarap içtiklerini öğreniyoruz.

Yazılı kaynaklarda Djed’in (tılsım) ölüler tanrısı Osiris-Sokaris olduğundan söz edilmektedir. Dinsel özelliklerinin yanısıra, Vadi ve Delta ülkelerinin birleşmelerini anlatan politik özelliği de vardır.

Osiris mabedi kapısındaki Tanrıça İsis heykeli, kucağında kapalı bir kitap olduğu halde yere oturmuş, murakabe yapar durumdadır, yüzünde peçe vardır ve heykelin alt kaidesinde şu satırlar dikkati çeker: “Benim peçemi hiçbir ölümlü kaldıramamıştır.” Duvar resimlerinde ise başının üzerinde gönyeye benzer bir simge taşımaktadır (Gönye; tinsellikte ölçü, düzen ve uyum, teknikte ise bilimi simgeler). Tanrıça İsis, analığın, ailenin koruyucusu, ebedi güzelliğin sırrına sebep Osiris’in hem kız kardeşi, hem de eşidir. Horus’un annesidir. Eski Mısır Tanrıçası Hathor’un, eski Yunan Tanrıçaları Hera, Hebe, Demeter’in özelliklerine sahiptir. Eski Yunan ve Roma çok saygı görmüş, Hıristiyanlık zamanında İsis-Horus kompozisyonu, Meryem-İsa şeklinde görülmüştür. Bir eski öyküye göre; Tanrıça İsis, Osiris’i aramak için Horus’u Chemnis bataklığına bırakmış, Horus Chemnis bataklığında anasız büyümüş bir bebek olarak dinsel kayıtlara geçmiştir. İsis babasız çocuk büyüten dul kadınlara güzel örnek olmuştur. İsis kucağında oğlu bebek Horus’u emzirirken tasvir edilir. Horus, annesinden doğduğu haliyle saf ve temizdir, sadece annesinin doğal olan saf sütüyle beslenir. Zihni daima ilk doğduğu andaki gibi saf ve berraktır. Yani Horus, Hz. Muhammed gibi ümmidir. (Ümmi: Kelime kökü Ümm yani anne, burada temel olandır. Ümmi, annesinden doğduğu andaki hali yansıtan yaradılışla kalmış, dış dünyayla en ufak bir bilgi alışverişinde bulunmamış, aklında hiçbir imgenin bulunmadığı saf akıl ve zekanın kendisidir, ya da bu hali yansıtan insandır ki en güzel anlatımı ve simgelenmesi de bebeklik halidir.)

Horus şahin başlı, insan vücutlu olarak tasvir edilir. Doğada ancak özgür bir ortamda doğum yapabilen bir kuştur. Son derece keskin gözleri olan şahinin görüş gücü çok yüksektir. Horus, İbrani ve İslam kültürüne Horoz olarak girmiştir. Anadolu’da Kibele ana tanrıça kültünde, rahiplerin giydikleri elbiselerin ön yüzlerinde horoz motifi vardır ve bu simge Kibele tapımının Roma’ya taşınması ile Avrupa’da da tanınmıştır. Günümüzde halen Fransa’nın da sembolüdür.

M.Ö. 9-8. yy’a ait horozlu bir İbrani mühürü

İslam ‘da Bektaşi Nisan tası

Osiris-İsis-Horus, tek bir öz den türemiş üç farklı niteliği anlatmak istemektedir.

Osiris

İsis

Horus

Osiris Tümel Zeka’dır. Açılım yaparak tüm maddi alemde kendisini tezahür ettirmiştir. Bu açılım tüm evrendir, doğadır, İsis’tir, dişidir, doğurgandır, doğumun ve ölümün, yaşam zincirinin sürekliliğini sağlayan gerekli bilimin sahibidir. Yaratıcıdır, Tümel Zeka da onun içinde gizlidir, örtülüdür. Nesnel niteliklerin de tümünün sahibidir. Maddenin önce kendini, sonra da kaynağı olan özünü idrak edebileceği Horus’un da yaratıcısıdır. Osiris-İsis-Horus her üçü de birbirini içkindir.

Birçok zorunlu sınavdan geçirilerek inisiye olan adaylar, bu tapınaklarda uzun yıllar kalarak kavramsal, simgesel ve mistik içgörüye dayalı (sezgisel) bir öğreti yoluyla dönüştürülüp yeniden doğuma ve yeniden yapılanmaya kavuşturuluyordu. Yunanlılarca “Hermes Trismejists”, “Üç kez güçlü (büyük, bilge) Hermes olarak adlandırılan Hermes’in bu üçlü ünvanı, onun öğretisindeki üçlü dizgeselliğinden gelmektedir. Hermes’in bu ünlü Triadlar’ından bazıları şunlardır: Osiris-İsis-Horus, Beden-Zihin-Ruh, Bilgelik-Aşk-Adalet, Bilim-Görkem-Güzellik, Matematik-Müzik-Astronomi, Hayat-Kelam-Işık. Bütün bu ve buna benzer üçlü kavramlar birbirleriyle ilişkilendirilerek yedi dereceli bir dizge elde edilirdi. Bu Hermetik Triadlar daha sonra Philon tarafından da kullanıldı ve Hıristiyan Teslisinin kaynağını oluşturdu.

Bu üçlü dizgedeki kavramlar birbirini bütünleyerek anlayış kazandırıldığında, üçgenimizi oluşturan doğrular ortadan kalkar, Horus’un ya da Ra’nın gözü açığa çıkardı.

Mısır Hermetizm’inin Yedi Temel tikesi;

1- Chat (Khat): Terazinin yatay kolunun hemen altında bulunan dikdörtgen biçimli bir taşın üzerinde, sadece insan başı belirli olarak gösterilmiş fiziksel bedenin maddesi Chat ya da Khat’dır. Madde parçası olarak hareketsiz, donuk bir insan görünümündedir. Basit bir hammadde olarak evrende bir tuğladır (toplanan paranın tuğla olarak isimlendirilmesi). Rönesans simyagerlerine kadar gelen hammadde halindeki taştır. İşlenerek mükemmel hale ulaştırılması gerekendir.
Arapça’da da kelime kökü Cehd: Kararlı ve şuurlu gayret. Cihad: (Tasavvufta) Nefs’e karşı verilen mücadele.
Tevbe 9/73: “Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla cihad et.”
Furkan 25/52: “…onlara karşı Kur’an ile olanca kuvvetinle bir cihad aç.”

 

2- Ankh: Terazinin sol kefesinde kırmızı Kalb’dir. (Duygusal olarak dişilik sembolüdür, Ka kelime kökünden türemiştir.) Fiziksel bedene hareket veren yaşam enerjisinin simgesidir. Yaşamın anahtarıdır, görünen ile görünmeyen arasında iletişim kapısı olma özelliğini de taşır. Simgesi bütün resim ve yontularda tanrıların elinde tuttuğu, üstü yuvarlak biçimli “haç”tır. Bazen resimlerde, kafası ters üçgen olarak gösterilen stilize bir insan şeklindedir, hiyeroglif yazıda “vermek” fiili için kullanılmıştır.

Philae Tapınağı avlu girişinde Şahin “Horus” ile birlikte yaşam’ın simgesi “ankh”

3- Ka-(Kaou; çoğul): Terazinin orta dikmesinin solunda, adım atma pozisyonunda olan Ka, duyguların yer aldığı ruhsal güçtür. Adım atma pozisyonundadır ve her an yürüyüp gidebilir. Öldükten sonra yeniden doğan dehadır. “Ka”nın hiyeroglif işareti “sarılmak, kucaklamak” olarak veya yukarıya kalkmış şekilde iki kol olarak gösterilir. Çoğulu olan Kaou, insanın bütün özelliklerini, yetkinliklerini, kalitelerini içeriğinde bulundurur. Bu özelliklerinden ve yetkinliklerinden 14 istek ve duygu oluşmaktadır. Bunlar güç, istek, yaratıcılık yeteneği, dirayet, soyluluk, akıl, gizemcilik, yayılmacılık, tanıklık, tat, görme, duygu, terk etme, gıda alma ve yaşamını sürdürme olarak görülmektedir. Ra ise bütün bu Kaou’ya sahiptir. Tanrılarda “Ka”nın varlığının çok sayıda olduğu bildirilmiştir. Samimiyet ve istekle öne doğru adım atılması (sisteme yaklaşımı), öncelikle inisiye adayının bu doğrultudaki isteği olarak yorumlanabilir. Bu sahnede ölü, Tot’un önünde olumsuz itiraf denilen şeyleri de söylemek zorundaydı.

KA

KRAL HOR’un KA’sı

 

Ka-Ra; Tümel zekanın insandaki tezahürüdür (Ka’nın içinde gizlenmiş olan Nur’dur) (Nur, Ka tarafından yutulmuştur). Kara, bütün renklerin başlangıcı ve tohumudur. Tüm ışığı absorbe eder. Renk gamının bir ucunda beyaz diğer ucunda kara bulunur. Kara olmak, kararmak bir kere daha önümüze çıktı ve daha da çıkacak, sanki Mısır Ezoterizminin temel yapı taşı “Kara” ile ilgili. Daha önce gördüğümüz karaları anımsayalım: Kem ülkesi, Narmer’in ve Mercury’nin Mer’i, Karanlıklar Tanrısı Seth.

Bu kara’nın tarihsel süreçte (bulgulara göre) ne kadar geriye gittiğine bakalım. Mısır kültürü bağlamında şu bilgilerin ek olarak sunulmasında fayda vardır:

Prof. Mellaart’ın, C-14 metoduna göre M.Ö. 8000 olarak tarihlediği dünyada bulunan en eski kentsel-site ünvanına değer gördüğü, Ana Tanrıça heykellerinin, resimlerinin, kabartmalarının bulunduğu yer Anadolumuzda Çatalhöyük’tür. Sümer’den de çok öncesini yansıtan bu tarihleme Ana Tanrıçanın Anadolu’nun yerlisi olduğunu açığa vurmaktadır. Ana Tanrıça mabetlerinde (Mısır’daki gibi) öküz başı, boynuz, boğa, akbaba, koç, balta, geyik başları, Malta Haçı, üçgen süslemeler kullanılmıştır. Bir resimde Ana Tanrıça sadece başıyla temsil edilen bir koç doğurmaktadır. Bunlarda dikkat çeken unsur, bu başlardaki boynuzların ve gözlerin özellikle boyanmış olmasıdır. Bu tapımın Anadolu’da yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Eskişehir’le Afyon arasında Yazılıkaya’da; orman içinde, yeşillikler arasında bir kayaya yaslanmış üçgen çatılı, içerisinde duvara kazılı Ana Tanrıça olan bir mabet vardır. Mersin Yümüktepe, Hacılar, Can Hasan bölgeleri de bize ilginç bilgiler aktarmaktadır. Özellikle Yümüktepe’de, emsallerine göre bu en eski devirde bile şehrin taş surla çevrili olması, surun hiç harç kullanılmaksızın suların düzleştirdiği taşlarla inşa edilmiş olması, müşterek emekle yapılan amme hizmetlerinin dahi bu devirde başladığını, söylendiği gibi taş işçiliğinin ve ustalığının Babil sürgününden sonra değil, çok daha önce Anadolu’da, sonra da Mısır’da başladığını gösterir. Evlerde taş temellerin varlığına da ilk defa burada rastlanır. Kubaba, Kybebe, Kybele, Hepat, Marienen, Arinna ve Anadolu’da en eski isimlerinden biri “Ma” olan Ana Tanrıçanın en büyük simgesi kara taştır. Anadolu’nun Kuzeyinde yerleşmiş ve bir anaerkil toplum olan Amazonlar bu tapımın başlatıcıları olabilirler. Karadeniz Bölgesinde varlığını bugün de sürdüren ve Kafkas kökenli (Abhaz) Lazca olduğu söylenen dilde Toli sözcüğü Göz anlamına gelir. (Abhazca’da Laz mavi gözlü, sınır koruyucu anlamlarına gelmektedir.) Anatolia adının buradan gelmiş olacağını kuvvetle göstermektedir. Mısır’a adını veren yanarak kararmış olan bu simgenin (Kara Taş) kaynağının da Anadolu olduğu söylenebilir.

Mısırlıların İsis’i, Efes’in Artemis’i, Yunan ve Roma’nın Demeter ve Afrodit’i simgesel olarak Kara (siyah) renk ile gösterilmişlerdir. Roma’nın yedi tepesinden biri olan Platin dağının üzerinde siyah küp şeklinde kara bir taş bulunur. Magna Mater’i (Büyük Anayı) sembolize eder. Kara taşımızı daha sonra “Hacer’ül Esved” ismi ile Kabe’de görürüz. Değişik isimler altında etkisini sürdüren ve Dul olan, Anadolu’daki en eski isimlerinden biri Ma’dır, Tevrat’ta da Dul Kadın olarak adı geçen bu anamız doğurganlıkla ilgilidir. Mısır hiyeroglifinde kara renkli güvercin ölümüne kadar dul, yani yalnız bir yaşam sürdürmüş olan kadını simgeler, Anadolumuzdan yola çıkan Dul Ana Tanrıçamızın oldukça çok gezindiği görülmektedir.

KA; Yetkinleşebilme kabiliyeti olan insan, RA; Güneş, Nur tanrı
Ka ve Ra birlikteliği;

Kara, her ne kadar renk simgeselliğinde siyah olarak isimlendirilse de siyah değildir. Kara, kara olmak Mısır tradisyon’unda en temel ilkedir. En dolaysız anlamında ele alındığında karanlığı ya da “kopkoyu aşağı karanlıklar”ı ifade eder. Varoluşun ilkesi, Nur (Ra)’dır. Ra’nın ilkesi ise; Mısır devlet armasında yılan ile simgelenen Rerek ( Apep, Apepi, Apofis)’tir. Yılan biçimindedir ve Güneş tanrısı Ra’nın düşmanı, bütün kötülüklerin sebebidir. Tanrısal gücü ve saltanatı simgeler. Rerek, yeraltında oturur, ölümü ve karmaşayı simgeler. (Aslında aşağısı yukarısı, karanlık aydınlık yoktur. Bütün bunlar insan aklının ikilikte olmasındandır.)

                                                        Antik Mısır Kraliyet Arması

Güneş tanrısı Ra’nın gündüzleri görkemli kayığı ile gökyüzünü bir ucundan bir ucuna geçtiğine inanılır, gece bastırınca da Ra yolculuğunu yeraltından sürdürür. İşte o zaman Rerek, durdurmak için Ra’nın karşısına dikilir, ama kayığın önünde koruyucu olarak giden Set, elindeki hançerle saldırarak Rerek’i öldürür. Böylelikle Ra yeni bir gün için bir daha doğar. Kadim Mısır halkı Rerek’i engellemek için dualar okuyarak Ra’ya yardımcı olabileceklerine inanırlardı. [Aydınlığın ya da ışığın (Ra), karanlıkla savaşması (Rerek-Set), O’nu yenmek için değil tam tersine O’na ulaşmak içindir, aslında savaşılan karanlığın bizatihi kendisi değil, O’nu gizleyen, perdeleyen her şeydir. Hemen hemen tüm Kadim Tradisyonel öğretilerde amaç, inisiyenin bu ilke’ye (Mısırda; önce Ra, daha sonra Rerek) ulaşmasıdır. Karanlıkların daima simgesel anlamda yer altında olması, O’nun örtülü, gizli olmasındandır, yeraltını; seviyesi düşük, değersiz olarak anlaşılmaması lazımdır.] Mısır kozmogonisinde varoluş sırasıyla şöyledir.

MISIR PANTEONU
Büyük Ennead

Rerek
Ra’nın ilke’si, kopkoyu karanlık

Ra
Güneş tanrı,
Varlığın ilkesi

Şu
Hava Tanrısı

Defnut
Yağmur Tanrısı

Geb
Yeryüzü Tanrısı

Nut
Gök Tanrıçası

Osiris
Ölülerin Tanrısı

İsis
Osiris’in eşi

Set
Karanlıklar Tanrısı

Nefitis
Set’in karısı

Horus
Şahin başlı tanrı

Antik Mısır’ın oluş hikayesi kısaca şöyledir:
“Ra” önce “Şu” ve “Tefnut”u yaratır. Shu (şu), hava tanrısı olduğu ve bundan böyle, gökyüzünün ağırlığına destek olmanın görevini üstlenmiştir. Tefnut, Şu’nun karısı ve nem tanrıçasıdır. Şu ve Tefnut’tan yeryüzü tanrısı “Geb” ve nem tanrıçası gökyüzü tanrıçası Nut yaratıldı. Gökyüzü tanrıçası olarak Nut, her sabah güneşi ve yıldızları doğururdu. Nut, tasvirlerinde, elleriyle bütün dünyayı kaplar bir tarzda gösterilir ve vücudunda da güneş, ay ve yıldız resimleri vardır. Nut’a “Tanrıları doğuran Büyük Hanım, İki Ülkenin Kraliçesi” deniliyordu.

Geb ve Nut’tan Osiris, İsis, Set ve Nefitis geldi. İsis’in kız kardeşi olan Nefitis, kadınlık tanrıçası idi ve Osiris’in hüküm salonunda İsis’le birlikte tasvir edilir.

Osiris ve İsis’ten de Şahin başlı tanrı Horus gelir.

Osiris ile İsis hem eş hem de kardeştir. Osiris ile Set kardeştir, Set ile Nefitis hem eş hem kardeştir. İsis ile Nefitis kız kardeştir. Bu bilmeceyi çözer isek şöyle bir sonuca gideriz:

Osiris, İsis, Set, Nefitis aslında tek bir bütün olup doğadaki canlılığı ve bilinç sahibi İnsan’ı işaret eder.

Osiris ve Set; Mısır Tradisyon’undaki oluş ilkeleri (Nur-Kara) olan “öz”ü. İsis, Bu ana ilkeyi (insanda- Horus’ta) açığa çıkartan dişil ilkeyi. Nefıtis’te “Can-Yaşam-Nefes” olarak doğum yapabilen, doğurabilen dişil ilkeyi belirtirler.

Panteon şemasına bakarsak: 1- Varoluş’un ilkesi Nur’dan; Şu ve Tefnut. 2– Şu ve Tefnut’tan; Geb ve Nut. 3- Geb ve Nut’tan Osiris, İsis, Set, Nefitis 4- Osiris ve İsis’ten (Set ve Nefitis’in katılımı ile) Horus olmuştur.

Bu mantık dizgesinde bir yaradılış değil, evrimsel süreci gösteren bir oluş söz konusudur.

Kara (Rerek), “Eylemsizlik halinde görülen tam bir etkinliktir”, çünkü tüm nurun fışkırarak içerisinden çıkacağı, tüm varlık aleminin doğacağı ilksel olandır. Tüm tezahürün ve tüm olağanlıkların ötesinde olarak Nur’un ilkesel yönüdür. Aşırı uçların birleşmesi (aydınlık-karanlık), kavuşması işlemi yalnızca burada (kara) gerçekleşir. Tüm varlık alemi, ilksel olandan uzaklaştıkları için, Kara (örtülü, kayıtlanmış) dırlar. Mısır hermetizm’inin (ve başka tradisyonların) inisiyede nihai olarak amaçladığı son nokta, varlığın en gelişmiş kademesi olarak gösterilen bilinç sahibi insan’ın öncelikle bu Kara’nın içerdiği Nur ile tanışması, O’nu bir ayna gibi bilincinde şuurlu olarak yansıtabilmesidir. Ancak burada ulaşılması istenen sadece Nur’a ulaşmak (nur’a ulaşıp orada kalmak anlamında) değil, bu iki aşırı zıt ucun (Aslında tezat iki uç gibi görünen bizim algılayış tarzımızdır. Bu ikiliğin sınır çizgisi; İslam’da Berzah olarak tanımlanmıştır.) kavuşturulması (zıtların birliği) birleştirilebilmesidir ki, bu ayrımı mükemmel bir simgesellik ile belirtimi, (Horus-Tot özdeşleştirilmiştir) Hermes-Thot’un Mercury yani Civa ile özdeşleştirilmesidir. Civa’nın renkleri daimi olarak siyah-beyaz-siyah…..    olarak değişime uğramakta, gözlemle net bir tesbit yapılamamaktadır. Her iki renk daimi olarak biri birlerine dönüşüm içerisindedirler. Mısır Ezoterizm’i kaos ile düzeni iç içe, biri birlerinden ayrımlanamaz bir bütün olarak görür ve tüm varoluş bu bağlamda; Var oluş’un ilkesi (Ra) Nur, Nur’un ilkesi de kara (Rerek)dır, Varlık; en tekamül etmiş haliyle (Horus ya da Tot ile simgelenen) insan gizil olarak kendi ilkeleri olarak Ra’yı ve Rerek’i içerir. Varlığın gizil olarak içerdiği Rerek ise Set olarak simgelenmiştir. Set ile Rerek özdeştir. Ancak ilke olarak Rerek hiçbir varlık tarafından içerilmediği için ayrıca simgelenmiştir.

İnisiyasyon sözcüğü “giriş ve başlangıç” anlamlarına gelen “initium” sözcüğünden türetilmiştir, bu, kat edilecek olan bir yola giriştir, ya da olağan insanın dar, sınırlı yaşamındakinden farklı olan bir düzeydeki imkanların geliştirileceği yeni bir varoluşun başlangıcıdır ve inisiyasyon, en dar ve en kesin anlamında, gerçekte tohum halindeki (Osiris) potansiyel gücün, etkinin iletilmesinden yani inisiyatik bağlanmanın oluşturulmasından başka bir şey değildir. İnisiyedeki tüm hal değişimlerinin gerçekleşmesi bir yol olan bu yürüyüş ancak bu; “Karanlıkta” yapılabilir ve her ileri hal değişimi “aydınlanma” olarak betimlenir (Kur’anda; İSRA- Gece yürüyüşü Suresi).

İslam’da ise bir anlamda bu ilke Şeytan (Set-ilksel kara’nın varlıktaki tezahür) olarak adlandırılmış olup, tarihi süreçte, (yukarıda açıklanan bağlamda) bazı ezoterik yapılanmalarca “şeytanın yeryüzünün (varlık aleminin) ilahı olduğu” söylemiyle O’nu sahiplenmeleri, bu ezoterik yapılanmaların (örneğin YEZİDİLER’in) şeytana taparlar olarak dışlanmalarına ve eziyete uğramalarına sebep olmuştur. Oysaki Kur’an da, bu anlamda Şeytanı kötüleyen, lanetleyen, dışlayan ifadeler yoktur. Bilakis Allah, O’nun ilelebet insanların başına bela olmasına ses çıkarmamış, müsaade etmiştir.

ŞEY; açıkça tanımlanamaz olanı işaret eder.
TAN; Alacakaranlık
ŞEYTAN; Alacakaranlıkta olan “O” Şeydir ya da Şey’i Tan olandır.

Yahudi Kabalistlerince rakamsal sayı değeri 666 olan şeytanın, bu kod’lamanın açınımı ve sayılara karşılık gelen kavramsal anlamları ile Kabalistlerce nasıl kabul edildiğine bakalım.

Şeytan; 666 rakamına 6+60+600 olarak ulaşılır.

Rakam        Karşılık gelen Harf Değeri          Karşılık gelen anlamı
6                 V,u – Vau                                    Üreme gücünün erkek ajanı,spermler
60               S-Sammek                                   Üreme gücünün dişil ajanı,dişilik yumurtası
600             Mem                                            Üremenin kozmik durumu

Bu kotlama ve karşılık gelen anlamlarından da anlaşılacağı üzere, kabalistlerce de Şeytan; eril ve dişil özellikleri içerisinde taşıyan, üreme özelliğine sahip olan ve varoluş dünyasında açığa çıkmış olan her şeydir. Yani uçan, kaçan, kanatlı, kuyruklu başka bir alemin yaratığı değildir. 666’nın hem hayr’ı hem de şerr’i içeren bir simgeselliği vardır. Aynı zamanda Pisagorcular’ın sayısı olarak ta bilinir.

4-5 —AB (Hati) ve BA (Be; Bai): Terazinin Kalbi taşıyan kefesinin solunda yer alan bir çift kadın figürüdür. Genellikle biri çıplak diğeri giyiniktir ya da biri çok sade giysili diğeri ise çok süslü giysilerle resmedilir.

Ab, fikir ve arzuların çıktığı, kurnazlık ve bencilliğin yer aldığı karmaşık yapıların bulunduğu kısımdır. Temizlenmesi gereken yerdir. (Ab, Farsça’da “su” anlamına gelir, su ile yapılan ritüelik arınmaya da Abdest denmiştir. Su ile arınma Ritus’u ezoterik bütün yapılanmalarda görülmektedir.)

Ba ise aksine dünya ötesine de geçebilen saf fikirlerin çıktığı yerdir. Bunlar insan zihninin iki yönüdür, ama mükemmelliğe erişmemiş olan insanda sanki ikiz kardeşlermiş gibi her ikisi de beraber ve yanyanadır. Ba, Manevi dirilmenin beklendiği gizli oda’dır. İslam Tradisyon’unda “Ba” harfinin karşılığı “Adem”dir ki, buradan da “Ba=Adem”in bilinçli insan varlığının ilkesi olduğu görülür.

Nitekim İslam’da önce Nur olan Muhammed ve daha sonra O’nun Nur’un- dan da Adem yaratılmıştır. Tasavvuf Allah’ın insanı kendi suretinde yaratmasını bu manada anlar.

Ab ve Ba’nın birlikteliği bize Abba sözcüğünü vermektedir ki bu da Sami dillerde Baba anlamına gelmektedir. Ab ve Ba özellikleri ile insana giydirilmiş bu elbise kısaca Aba olmuştur. Bu Aba’nın Ra’dan oluşması, dönüşmesiyle Abara olmuştur. Yani Ra’dan tezahürü olan, Ra’yı da içeren Aba=Baba’dır. Bu Baba Abaram-Abram’mıdır acaba?

Ab; Etkindir, erkektir, başlangıç ve ilk ilkedir. Yahudi’de karşılığı Yod (Jod) dur. Ba; Edilgendir,dişidir. Yahudi’de karşılığı Boaz’dır.

Bu karşıtlar arasındaki çelişki ve çatışmadan bir sentez oluşturulur, bu devinim evrimsel doğrultuda yinelenme sürecidir. Yani Abba; kendini devamlı yenileyen, dönüşen bir evrimsel süreçtir.

Tüm Milletlerin Atası (Muhammet’in de) babası olarak daha sonra adı (Tekvin 17/5) İbrahim olacaktır. Ancak İslam’ca da lanetlenen Firavun İbrahim Peygambere ahlak dersi verir:

“Ve Firavun Abram’ı çağırıp dedi? bu senin karın olduğunu niçin bildirmedin? Niçin; Bu benim kız kardeşimdir, dedin, ben de onu karı olarak aldım? Ve şimdi, işte karın, al ve git. Ve onların hakkında Firavun adamlarına emretti; ve onu, ve karısını ve kendisine ait olan her şeyi gönderdiler.” Tekvin, Bap 12/18-20:

KA ve BE (BA) den Triad Üçlemesi – Şenlik Çadırından Karataş’a:

 

Mısır hiyeroglif simgelemesinde “Şenlik Çadırı” olarak tercüme edilen, sayısal değeri “4” olan bir şekil vardır. Bu Şenlik Çadırını Asya üzerinden en ilkel kült sayılan Şamanizm’den yola çıkarak izleyelim.

Kam Evi; Şaman Çadırı: Şaman’ın çadırı onun mabedidir. Bir şaman çadırında görülen simgeler şunlardır: Davul, Kuş heykelcikleri (Horus), Yılan resimleri (İsis), Güneş ve Hilal resimleri (Osiris ve Hermes). Çadırın orta dikmesi (direği) yerden göğe, çadırın dışına uzanır ve en ucunda kuş asılıdır. Genellikle de merdiven görünümündedir. Şaman bu Mabette kendinden geçerek (transandantal), davulunu çalıp dans ederek büyük bir şenlik ve neşe yaşar. Mabet, çadır bu şenliğin yaşandığı yerdir, yaşayan ise insandır (şaman), gerçek mabet odur.

Eski Mısır’daki Şenlik Çadırı, İbrani Kültüründe Toplanma Çadırı şekline dönmüştür. Çıkış, 37/Bap 37, 38, 39, 40’da uzunca anlatılır. Önce çadırın içine konacak Musa’nın Kutsal Sandığı (Ka), sonra Yedi Kollu Şamdan (7 ilke), son olarak da kutsal toplanma çadırı (Ba) yapılır ve Musa Yedi Kollu Şamdanın ışığı ile çadıra girer, yani sandık çadıra konur (Kabe).
Çıkış, Bap 40/33-34: “Böylece Musa işi bitirdi. O zaman bulut toplanma çadırını örttü ve Rabb’in izzeti (Ra) meskeni doldurdu.”
İbrani Ezoterizmi de Ka-ba-la adı altında incelenir.

Şimdi gelelim Mısır’a. Anlaşılan Mısırlılar bir evrim geçirmişler ki çadırdan Piramit’e geçmişler. Mısır Ezoterizminde, topluma değil sadece inisiyelere bu öğreti verildiğinden, dereceli bir hiyerarşi vardır ve Yerden Göğe yükseliş Piramit şeklinde olup zirvede sıfırlanır. Bu nokta Başrahibin olduğu zirvedir. Sırlar herkese açık değildir.

Ka aynı zamanda eski Mısır dilinde bir küpün hacmine eşit hacim ölçüsüdür. İnsanın bütün özelliklerini, yetkinliklerini, kalitesini içinde bulunduran ve yukarıda belirttiğimiz gibi 14 istek ve duygusu olan (Ka) insan, Ba’daki gizli odasının anahtarını bulup içeri girdiğinde Ruh’lanır. Anlam kazanır. Kabe olur.

Şimdi de geldik Beytullah’a. Burası Allah’ın evidir. Küp biçimindedir. Basiretin, eşitliğin, manevi gelişmenin de sembolüdür. Kare tabanı, Dört Temel Kuvvet olan Toprak, Hava, Su ve Ateş’tir. Görünümü itibariyle dengenin de simgesidir. Kabe’nin örtüsü de Kara’dır. Topluma hitap ettiğinden yeryüzünden gökyüzüne yükselirken köşe kenarlar dik olarak çıkar, Yer ile Göğün birlikteliğini (madde ve manayı) tüm dünyaya toplumsal temelde ilan eder. Madde ile mananın birlikteliğinin sırrı herkese açıktır.

Tasavvufta birinci Kabe budur. Ancak ikinci bir Kabe daha vardır ki o da Gönül’dür (Kalb, Söz, Kelam). Kabe’nin (Küp’ün) üzerine çıkıp gönül kuşunu (Anka Kuşu) uçurmak için Kalbin dönüştürülmesi gerekmektedir. Hz. Süleyman da bu kuşların dilinden iyi anlardı.

 

Anlaşıldığı gibi Piramit de, Toplanma Çadırı da, Kabe de hep “insan”dadır. Ancak bunun hitabının, anlatımının sırasıyla Mısır’da inisiyeye, İbrani’de kavme, İslam’da ise tüm topluma yapıldığı görülmektedir.

6-Akhu (Cheybi): Terazinin sol kefesinin üst solunda, küp şeklindeki taşın üzerinde, insan başlı kuştur. Memphis’te Yeniden Doğuş Kuşu, Feniks ya da Anka olarak adlandırılır. Amon’un ya da manevi ışığın aydınlattığı sihirli küp taşın üzerinden yükseklere doğru her an uçabilir. Hiyeroglif yazıda sorguçlu kara leylek olarak gösterilir. “Yararlı olmak, etkili olmak, muzaffer olmak” fiillerinde de kullanılmıştır. Tasavvufta, “Anka-i la mekan” yani “Mekansız Anka”, yeri belli olmayan, belirlenemeyen Anka’dır. Gözle görülmemesi nedeniyle vücut ve dünyanın maddi ağırlığından kurtulmuş “Kutsal Ruh”u ifade eder.

7- Ku; Atmu (Sahu); (İlahi Ruh): Resmin sol tarafındaki İsis’in simgesi Büyük Ana’nın önündeki figürü görüyoruz. Bu Osirisleştirilmiş İlahi Ruh Ku’dur.

Osiris-Ani yani Tanrı-İnsan olarak kaybetmiş olduğu boyutlarını yeniden kazanma olasılığına sahip olan insandır. Değişik biçimler içerisinde dahi değişmezliğini koruyan parçasıdır insanoğlunun. O, Ra’nın (R) harekete geçmemiş halidir.

İnsanda da uyur halde (harekete geçmemiş) bulunan “Ku”nun canlandırılarak harekete geçirilmesi gerekmektedir. Dilbilimcilere göre “R” simgesi ile gösterilen ses, doğada, tümel olanın, kalabalık grupların çıkarttığı hareketi, hareketlilik halini tanımlayan, belirleyen sestir. Toplu yürüyüşlerde (insanların veya hayvanların), büyük orman yangınlarında, büyük su kütlelerinin ataletleriyle çok yükseklerden aşağıya düşüşlerinde duyulan doğasal olan sestir. Sözel ifade kalıplarında o ifadeyi de hareketli kılar.

Akar, düşer, çağlar, yürür gibi, sözcüğe hareket getirir, onun hareketli olduğunu vurgular. Bu bağlamda; uyur haldeki ilahi varlığımız olan “Ku”muzu, hareketli hale geçirdiğimizde “Kur” ile simgeleyerek aynı zamanda da yazı dili olarak ifade etmiş oluruz.

Hareketli hale getirerek, işlerlik kazandırdığımız, İlahi Varlığımız olan “Kur”un, o An (zaman dilimi) daki haliyse “Kur’an” olacaktır. (Ku’nun uzamdaki açılımı olarak). Tümel Zeka, Nur olarak adlandırılan, ifade edilen ve bütün ezoterik yapılanmaların, insanın ulaşması gereken tek hedef olarak ortaya koymaya çalıştıkları ve bu erişimin sadece ve sadece burada (dünyada, zaman ve mekan içerisinde) olabileceğini belirttikleri ilişki halidir “Kur’an”.

Bunu “Ba” (İnsanda manevi dirilmenin beklendiği gizli oda, 5.ilke) sı ile başaran kişi ise; “Kurban” olmaktadır. Bu kendisini okuyan insandır.

Hac Suresi 22/37: “Onların (hayvan kurbanlarının) ne etleri ne de kanları Allah’a asla ulaşmaz, fakat sizin takvanız ona ulaşır.” (Takva: İnsanın Allah’tan uzaklaştıran şeylerden kaçınması)

Antik Mısır Hermetik öğretisinde bu ilişki ve metodu, Mısır’ın Ölüler Kitabında “DOUAT” kavramı ile adlandırılır. Ölüler kitabına, “Kapılar Kitabı” da denir.

DOUAT; Arkasında derin sırların bulunduğu, açılması gereken 12 kapı, gecenin 12 saati, 12 bölge olarak bildirilir. Bu kavram Yahudi’de DAAT, İslam’da DAVAAT-DAVET (çağrı-birşeyin ortaya çıkmasına sebep olma) olarak karşımıza çıkar.

DAAT; Yahudi Kabbalistler DAAT’ı şöyle tanımlar; Mutlak olanın, varoluşun içine girmesidir. Daat görünmekle kalmaz, aynı zamanda bilinirde ancak bu biliş derin düşünme ile elde edilen bir biliş değildir. DAAT, OLMAKTIR. (Kayıp 12 Sıpt’ı hatırlayalım)

DAVET, DUA (Çağrı): Kur’anda iki yüze yakın yerde geçmekte olan DUA ve DAVET kökünden kelimeler, Kur’anın en önemli temel kavramlarından birini oluşturur ve kavramı bize daha anlaşılır kılar. Davet ve Dua; Çağrı, yakarış anlamındadır. Bu köklerden türeyen kelimelerin tümünde bu anlamlar vardır. İnsanın Allah’ı çağrısı DUA, Allah’ın insanı çağrısı ise DAVET olarak adlandırılır. (Bunu karşılıklı bir manyetik çekim, cazibe gibi düşünebiliriz)

İslam KUR’ANI şöyle tanımlıyor:

Kur’an, Tebliğ yönünden nüzûl (iniş), amel ve itikat yönünden urûcdür (yükselme). Bu, kalpten Allaha yükselen dua, samimiyet, iyi niyet ve salih amel; Allah’tan kalbe doğru da feyzdir (ilhamın akışı). Burada taraflardan biri zat-ı mutlak, biri müminin kalbidir…”

Allah ile kul arasında olan manayı kula inzal (indirme) suretiyle gönderir ve kuldan Allah’a amel şeklinde urüç (yansıtarak yükseltme) ettirir.

Uruç: Kalb’ten Allah’a DUA (Samimiyet, iyi niyet, salih amel).
İnzal: Allah’tan Kalb’e doğan DAVET, feyzdir (İlham).

İslam alimlerince KUR’AN olarak nitelenen bu ilişki bir anlamda karşılıklı biri birini besleyen, geliştiren (aynı zamanda yakınlaştıran ve uzaklaştıran) bir FEED-BACK mekanizması gibi düşünülebilir. İslamda; Tüm varlık ve oluş, ilahi vahiy bir “BASİRET” konusudur.

Yani (5. ilke) BA’nın SİRET’i (Ahlakı, karakteri, tabiatı, tavır ve hareketi) tüm varlık ve oluş ile ilahi ilişkinin sırrı, konusu imiş.

Kur’anın, duyular üstü bakış, seziş ve görüş kudreti olarak tanıttığı BASİRET, görmek, görmeyi kolaylaştıran ışık, görme aracı anlamındaki “BASAR” kökünden türemiştir. Basar “Kafa Gözü” anlamına gelmektedir. Dönüp dolaşıp Hermetik Mısır kavramlarına gelmekteyiz.

İslam Alimleri; Kur’an da Basar (çoğulu; Ebsar) kelimesi ile beraberde kullanıldığından, bu kullanımda kafa gözünün insana, basiretin Allah’a izafe edildiğine dikkat çekerler ve buna dayanarak basireti, Kalb gözü olarak tanımlarlar. Basiret kalbin bakış ve görüş gücü olup varlığın iç sırları onunla yakalanır.

Mevlana Celalettin şöyle diyor:

“İnsanoğlu gözdür, gerisi deriden ibarettir. Göz ise, Dost’u yani Allah’ı gören göze denir.”

Kıyamet Suresi 14: “Gerçek şu ki insan, öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır.”

En’am Suresi 104: “Gerçek şu ki size Rabb’inizden gönül gözleri gelmiştir…”

Kaf Suresi 22: “Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin. Ama perdeni kaldırıverdik. Bugün gözün keskin mi keskin.”

İsra Suresi 14: “Oku, kendi özel kitabını, bugün sana tanık olarak öz nefsin yeter”

Zariyat Suresi 20-21: Yeryüzünde ayetler vardır görürcesine bilenler için. Benliklerinizin içinde de. Hala bakıp görmeyecek misiniz?

Fussılet Suresi 53: “Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz….”

Hac Suresi 22/3 7: “Onların (hayvan kurbanlarının) ne etleri ne de kanları Allah’a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız ona ulaşır”. (Takva; İnsanın, Allah’tan uzaklaştıran şeylerden kaçınması)

Fussılet Suresi 12: “Böylece gökleri ve yeri, yedi planlı gök olarak kendi zaman ölçüleriyle iki günde düzenledi ve her gök planına, kendisiyle ilgili görevler vahyetti”.

Hz. Muhammed şöyle diyor.

“Bu Kur’an, 7 harf (lehçe, beyan tavrı) üzre indirilmiştir. Her harfin bir zahrı (dışı), bir batını (içi), bir haddi (varış yeri), bir matlaı (doğuş yeri)vardır.”

Bu hadisi açıklarken Seyyid Ahmed Hüsameddin şöyle yazıyor:

“Bu 7 harfe mevakı’un nücûm (yıldızların doğuşbatış noktaları, burçları, seyir yolları) denir. Bunların her biri, Kur’an’ın mânasını ortaya çıkaran, bir ışıklı aynadır.”

Kur’an’ın mânasının bu vasıta ve usulle ortaya çıkmasına telâubu hurûf (harflerin güzellik sergileme yarışı) usulü denir.

Harflerin her birinin zâhir, bâtın, had, matla gibi dörder yüzü olduğundan 7 harf 28’e ulaşmış olur. Kur’an dilinde bu 28 harf, 28 müteşâbih (birbirine benzer) kelimeye denk düşmektedir. Bu müteşâbih kelimeler Kur’an’da nebi veya resul adıyla 28 peygamber olarak yer almıştır. Ayrıca, aşağı ve yukarı burçlardaki harfler ile bunların içerdikleri mâna inceliklerini de yine kemal ehlinden öğrenebiliriz. Mâna budur. Mâna, lafız ve tercüme değildir.

Harfler lafızların delalet ettiklerini bildirmeye nasıl bir araçsa, müteşâbih kelimeler de mânanın ortaya çıkarılmasında birer araçtır. Mânanın harfleri, müteşâbih kelimelerdir. Mâna geniş olduğundan 28 müteşâbih kelime onun harfleri haline getirilmiştir. İbrahim, Musa, İsa vs. birer mâna harfi, yani müteşâbih kelimedir.

Bu kelimelerin (yani peygamberlerin) her biıi Allah ile kul arasında olan mânayı kula inzal (indirme) suretiyle yansıtır ve kuldan Allah’a salih amel şeklinde uruc ettirir (yükseltir).
Antik Mısır’da 12 kapı, Yahudi’de 12 sıpt’a, İslam’da 12 müteşâbih (huruf-u mukatta) kelimeye denk düştüğü görülüyor.

Dünya’nın üç kat’ı; gökyüzü, yeryüzü, yer altı ile doğu, batı, kuzey, güney yönleri, dünyayı yaratan dört eleman; hava, ateş, su, toprak ile teslis (üçleme)’nin birlikteliği bize 12 sayısını verir.

Kudüs’ün, her biri İsrail aşiretinin adını taşıyan 12 kapısı bulunmaktadır. Hititler’de yer altı tanrıları 12 dir. İsa’nın 12 havarisi, Jakob’un 12 oğlu, İbrani halkının 12 aşireti, İsa’nın ekmeğin çoğaltılması mucizesinde 12 sepet vardır.

 

Douat, Daat, Davet ve Dua Kavramlarında;
Nur ile insan arasındaki ilişki GÜNEŞ ve AY simgeselliği ile de anlatılmaya çalışılmıştır.

Nur Suresi 35: “Allah göklerin ve yerin Nur’udur.”

Ancak Varoluşta Güneş (ziya), Ay’dan (Nur) farklı olarak tahayyül edilir.
Yunus Suresi 5: “Güneş ısı ve ışık kaynağı (ZİYA); Ay’ı hesabı ve yılların sayısını bilesiniz diye bir NUR yapıp ona evreler takdir eden O’dur” denerek Ay’ın zaman’a tabi olduğu, yani uzay-zaman-mekan’a ait olduğu vurgulanmak istenmiştir.

 

Antik Mısır Hermetik öğretisinde de Güneş, Ay ve Parlayan Yıldız simgeselliği sistemin en temel anahtar kavramlarıdır. Güneş ışınları; Kaynağında, uzayda yayılırken ve yansımasında özde aynıdır, değişmez. Güneş burada Allah’ı, Ra’yı. Ay ise (onun nurunu yansıtan olarak, pasif) doğayı, Parlayan yıldız (Aktif) ise Thot (Hermes’i) simgelemektedir.

4 Unsur; Toprak, Su, Hava, Ateş 12 ZODİAK’ın İnsana İndirgenişi

 

Douat’ın yer altındaki karanlıklar dünyasının 12 bölgesi sayısız tanrı, ruh, ve sıradan ölülerden oluşan bir halkı barındırıyordu.

“Edebi hayatlarını Osiris ve Ptah nezdinde geçirenler hiç bir işkenceye uğramıyorlardı; Ancak karanlıklarda bir çeşit uyuşukluk içinde sararıp soluyorlardı. O halde onları kurtaracak, kayığın yaklaşması idi. (Antik Mısırın çağdaşı Sümer Uygarlığında kayık, Ay ile aynı anlama geliyordu. O (kayık), gökyüzünde bir baştan bir başa sefer eden hilal idi. Ay; (Karanlığın içinden parlayan yıldız olarak) Mısır’da üç kez güçlü bilge, tanrılarla insanlar arasındaki iletişimi sağlayan, tüm bilimlerin sahibi “Thot”un kendisidir. Mısır’daki tüm mabetlerde bu kayık vardır. Anadolu’nun bazı yörelerinde her sene festival niteliğinde sokaklarda hilal görünümlü bir kayık dolaştırılarak fakirlere yardım toplanır.)

Daha önce belirttiğimiz gibi kutsal tezahürün belirmesini bir “iniş” (inzal), Tezahür etmiş olanının da (insan) kutsal’a yönelişini “çıkış” (uruç) olarak tanımlayabiliriz. Bu iniş ve çıkış aynı zamanda bilinçte olan bir seyahattır ki, bu seyahatte kullanılan araç simgesel olarak mabed’lerde ve anıt mezarlarda sıkça rastlanılan teknedir (kayık). Bu teknelerin biri yelkenli olup akıntıya karşı gitmek için (çıkışı), diğeri ise yelkensiz düz tekne olup “iniş”‘i sembolize eder. Aynı zamanda bu yolculuk Nil nehrinde de yapıldığından (ritüel olarak) bu nedenle “Kutsal”dır.

Cenaze Ritüel’inde Güneş Kayığı

Güneş kayığı Douat’ın 12 bölgesinde gece yolculuğu yapıyordu. Bu yolculuk sırasında; onlardaki saflığın parıltısı artacağı, ölülerin Osiris’te kişiliklerini bulacakları ve Osiris gibi azaları (Osiris, Karanlıklar tanrısı Set tarafından parçalanmış idi.) birbirine ekleneceği yazılıdır. (Ölü tanımlaması, yaşarken Osiris’in, Nur’un farkında olmayan insanlar için yapılmaktadır.)

(Parçalanmış olan Osiris’in ve diğer tüm ölülerin bütün parçalarının tekrar toplanarak dirilmesi bize İslam’daki Kıyamet olayını da tanımlamaktadır.) Yine, bu yolculuk sırasında “….korkmamaları, çünkü aralarına karıştıkları tanrılar arasında yiyeceğin, ekmek, et ve biranın bol olduğu” belirtilir. (İslam’da cennet, ancak huriler ve gılmanlar eksik)

Bu konuda ölüler kitabı kesindir:

“Herkes o zaman (Bu yolculuğu yapıp ta Osiris’e ulaşanlar) kalbine, aklına, ağzına, ayaklarına, kollarına ve erkeklik uzvuna sahip olacaktır.”

Yani Osiris’in parçalanmasını, O’nun kişiliğini kaybetmesi olarak anlıyoruz ki. Osiris olmak bu kişiliğin (dengede olan, bilge) yeniden kazanılmasıdır.

Osiris olunduğundaki Hermetik tanımlama bize Anadolu Tasavvufundaki EDEP kavramını hatırlatıyor. E-DE-BE ‘den türetilmiş olan EDEP sözcüğü tasavvufta (E; Eline, DE; Diline, BE; Beline) Eline, Diline;Beline hakim olabilmektir (Mısır’da bu hakimiyet kaybedilen uzuvların geri kazanılması olarak simgelenmiş). Böyle olana da EDEBLİ denir. (Tasavvuf ehli olmayanlar, bu öğretiyi almayanlar ise tasavvuf ehlince edebsiz olarak isimlendirilirler. Edip, Edebiyat sözcükleri de buradan türemiştir)

Ba’nın macerasına devam edelim.

Her ne kadar Kur’anın ilk ayeti olmasa da Ayet başına geldiği için Kur’anın ilk ayeti, başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz Besmele, yani B-ismillahi’Rahmani’r-Rahim her surenin başında (9. Sure hariç) bulunur ve birçok din bilginine göre de geçtiği her yerde ayrı bir ayet gibi kabul edilir.

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Besmele ile ilgili bize aynen şu bilgileri vermektedir.

“Besmelenin başındaki “Ba” edatı (Arap dilinde harf sayılır) son derece çekicidir. Arap dilinde bu edat yapışma, sığınma, yardım isteme; bir şeyi sebep ve araç edinme anlamlarını vermektedir. Bu incelikleri dikkate alarak Besmelenin ifade edebileceği anlamları vermeye çalışırsak, şunları söyleyebiliriz; Allah’ın adına yapışarak, O’ndan yardım dileyerek, O’na sığınarak, O’nu aracı yaparak işe başlıyorum…”

Tasavvuf ise “Ba”yı şöyle tariflemektedir: Varlığın ikinci mertebesi olan mümkün mevcutların ilkine işaret eder.

“Allah ilk önce benim nurumu yarattı. Sonra her şeyi nurumdan yarattı” hadisinde bahis konusu edilen nurdan maksat Ba’dır. Bir ile çok’un ortasında yer alan Ba’nın noktası da varlık alemine ve mevcudata (eşyaya) işaret eder.

“Besmeledeki Ba’nın altında bulunan nokta benim” diyen Hz. Ali bu sözüyle ilk taayyun’a yani ilk akl’a işaret etmiştir. Bu demektir ki; ilk taayyun’a göre alemin varlığı Ba’ya göre nokta gibidir. Tasavvufta Elif ile Allah’a, Ba ile Hz. Muhammed’e ve onun manevi hüviyetine işaret edilir. Hakikatu’l hakaik, akl-i evvel, taayyun-i evvel, akl-ı külli, ruh-i a’zam ve nur-i Muhammedi hep aynı anlama gelir.

B-ismillahi’Rahmani’r-Rahim; Meallerde şöyle tefsir edilir.
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. (Yaşar Nuri Öztürk)

Bağışlayan, Yargılayan Allah’ın adıyla başlarım. (Ömer Rıza Doğrul)
Bu tefsirlerde Besmelenin başındaki “B” açık olarak vurgulanmamaktadır. Meal’i yapılan, besmelenin “B”siz halidir.

B              ismillahi’                         Rahmani’r               Rahim
                 Allah’ın ismidir                Rahman ve               Rahim

Besmele
İslam’da Leylek

Leylek başlı, Ay ve ilim tanrısı
“TOT”

 

“B-ismillahi”: Allahın ismi Ba’dır diye okunur.

“B”yı da işin içine sokar isek ayet (remiz, işaret, simge) için şöyle diyebilir miyiz?

“Bağışlayan, Yargılayan Allah’ın ismi Ba’dır (dandır)”

Tevrat’ın da başlangıcındaki ilk ayet şöyle başlar:

Baraşit bara Elohim at erets at şemaim. (Başlangıçta Elohim gökleri ve yeri yarattı.)

Baraşit bara Elohim…. Başlangıçta Elohim yarattı….olarak tercüme edilmiştir.

Hermetik Mısır dilindeki kavramlara göre anlamlandırır isek:
1- Ba (İnsandaki cevher) – Ra (Nur, varlığın ilkesi) – Şit (Set; karanlıklar tanrısı, Ra’nın ilkesi, varlığın ilkesinin de ilkesi):

“Varlığın ilkesinin de ilkesi, varlığın da ilkesi Ba’dır, İnsandaki gizli olan Cevher’dir.”
“İnsanda bulunan Ba, hem varlığın ilkesini hem de varlığın ilkesinin de ilkesini içerir.”

2- Ba-Ra Elohim: Varlığın ilkesi olan bu Nur olan Ba (cevher) Elohim’dir.
3- at erest at şemaim: ki O göklerde ve yerdedir, (manada ve maddede)

Başlangıç anlamına gelen Raşit=Reşit gerçek anlamında iki ilkeyi’de içeriyor, ve bir anlamda bize tanımlamaların, kavramların nasıl şifrelendiği yönünde güzel bir örnek oluşturuyor.

Yani varoluşun cevheri, ilksel’i kosmos’da yani varlık aleminde imiş. Daha önceki Ka-ra kavramının incelenmesindeki vardığımız sonuçla aynı noktaya geldik.

Elohim nur olan cevherdir (Ba’dır), Bu nur ise karanlıktadır (gizlidir, açığa çıkmamıştır) gibi bir anlam çıkar. Bu bağlamda hem Tevrat hem de Kur’an vurgulamalarının Mısır Ezoterik yapılanmasındaki temel kavramlarla böylesine çakışır gibi görünmesi sadece tesadüf müdür? Konu özel olarak incelendiğinde çok fazla benzeşimlerin ortaya çıkacağı söylenebilir.

Mısır Ezoterizminde Ba, dünya ötesine geçebilen saf fikirlerin çıktığı yer olan “İnsan’’ı tanımlanmaktadır.

Bu Yedi İlke Tevrat anlatımı ile Yeşu; Bap 6 – Yedi kahinin, yedi adet koç boynuzundan yapılmış borularını çalarak (7 İlkenin armoni birliğini oluşturarak), surlara üfürmeleri ve surları yıkmaları (dejenere olan kavmi doğru yola getirmeleri) midir acaba?

Aynı şekilde Sur’a üfürme hadisesi Kur’anda da vardır. Ka’f Suresi 50/20 de; Sura üfürülünce (7 ilke harmoniye girince) inançsızlar (ölüler), Kıyam ederler (dirilirler).

Yine Kur an’-ı Kerim ‘deki “Yedi Uyurları”da unutmamak gerekir. Mısır, İspanya, Cezayir, Ürdün, Suriye, Afganistan, Doğu Türkistan ve Anadolu’muzda Efes, Tarsus ve Afşin’de yedi uyurlar (7 ilke) mağarası (insan bedeni) bulunmaktadır.

Ashab-ı kehf kıssasının özünü teşkil eden ve ölümden sonra dirilişin bir misali olan, uzun süre mağarada uyuyup yeniden uyanma hadisesi, İslam’ın dışında bazı dinlerde ve efsanelerde de yer almaktadır. Hint kutsal kitaplarından Mahabharata’da yedi kişinin, peşlerinde bir köpek olduğu halde riyazat için krallığa ve dünyaya yüz çevirdikleri nakledilmektedir. Yahudilikte ise Talmud’da Honi ha-Me’aggel adlı şahsın yetmiş yıl, Abimelek’in de altmış yıl uyuduktan sonra uyandıkları hikaye edilir. Yedi uyurların sayısı Hint-Grek- Batı geleneklerinde yedi olarak kabul edilir.

Medine Yahudileri’nin, Muhammed’in gerçek Peygamber olup olmadığını anlamak için Muhammed’e sordukları ilk soru Ashab-ı Kehf ile ilgilidir. Bu nedenle bu kıssanın önemi dolayısıyla “Kehf” (mağara) suresi adı verilmiştir. Yahudilerin böyle bir soru sormalarından dolayıdır ki bu olay İsa’dan da öncedir.Yedi uyurların Esseniler veya onların öncüleri olduğu da söylenir.

Ashab-ı kehf normalde mağara ashabı, arkadaşları olarak tercüme edilir.

Ashab (sahib’in çoğulu) sahibler ve daha çok peygamberi görmüş olup O’nunla konuşmuş olanlardır.

Kehf 1- İn, mağara 2- Sığınılacak yer, himayesine başvurulacak yerdir.
KEHF: KHF kökünden gelip aynı zamanda KIHF olarak ta okunabilir ki bunun karşılığı;

KIHF: Beyinin içerisinde bulunduğu kafa kemiğidir. Yani Akıl ve bilinç’in mağarasıdır.

Demek ki bu uyuyan 7 bilinç’in sahibinin mağarası insan kafası imiş.

Yedi uyurların ismi Kıtmir olan bir de köpeği vardır, Onların koruyucusu ve dostudur. Köpek sembolizmi, Antik Mısırda tüm kutsal yerlerin koruyucusu kara renkli ANUBİS’tir. (Delta’da Busiris eyaletinde bir ağaçla temsil edilen OSİRİS, Güney Mısır’da Memphis’te ANUBİS olarak kabul görmüş, daha sonra Abydos’ta köpek sembolü ile benimsenmiştir. Yani Anubis ile Osiris aynı kavramlardır.)

Antik Yunan Mitolojisinde de Yer altı tanrısı Hades’in Kerberos isimli köpeği, Dirilerin içeri girmesini ve girenin bir daha çıkmamasını sağlardı. Dionysos’un en sadık arkadaşı olan köpeği, kendisi çok sarhoş olduğunda O’na yol gösterir rehberlik ederdi. İslam geleneğinde bir köpek öldürmek yedi insanı öldürmek kadar günah sayılırdı. Roma’da Romus ve Romulus kardeşler bir Kurt köpeği tarafından beslenip büyütülmüştür. Orta Asya’daki Kavimler göçünde Türk kavmine yine bir Boz Kurt yol göstermiş, önderlik etmiştir.

Her ne kadar temel kavramlarda öncelikle Mısır öğelerinin ağır bastığı varsayımı güçlü olsa da, bütün gerçek Tradisyonel, Hermetik öğretilerin biri birlerinden etkilendikleri neredeyse ortak bir görüş ve temele sahip olduğu varsayımını da göz ardı etmemek gerekmektedir. Amaç ve gayemiz belli bir kültürün diğerlerine üstün ya da vasat olup olmadığını araştırmak değil, tüm insanlık kültürünün ortak değerlerini belirlemeye çalışarak, daha mükemmel bir anlayış sahibi olmak, dolayısıyla hayatı ve yaşamı anlayarak, anlamlı kılarak sürdürmektir.

Mısır Ezoterizmi; İnsanı; Ab ve Ba (Hati-Be-Bai) diye anılan canlandırıcı ve akli ruhunun şuurunda olan bir varlık olarak görüyordu. Varlığın üstün kademesi Ku (Akhu, Atmu) diye anılan kutsal ruhu ile ilahi varlığı, onda şuurdan yoksun tohum halinde mevcuttu ve de bu hayattan sonra bizzat kendisi de Osiris haline gelince gelişim göstermekteydi. Mısır Ezoterik aydınlanması bize insan aydınlanmasının son noktasının Osiris ile adlandırılan Tümele varmak değil, asıl gelişmenin yani aydınlanmanın tümele vardıktan sonra daha yeni başlayacağını bildiriyor.

Bu çalışmanın girişinde de belirtildiği gibi Aydınlanma yolunda olan bir bilinç; Her türlü simge ve kavramları bilimsel yöntemler ile kendi konuları içinde inceleyerek değerlendirmeli ve tarihsel insanlık kültürünü anlamaya çalışmalıdır.

KAYNAKÇA
1- Tarih Öncesi Çağlardan Günümüze Mısır, Ersal Yavi/Nejla Yazıcıoğlu, Yavi Yazıcı Yay.
2- Teb, Jorge Angel Livraga, Yeni Y.Kültür Derneği
3- Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti, Prof. Afet İnan, TTK
4- Yakın Doğu Mitolojisi, Prof. Dr. Fred Gladstone, M.Ü. İlahiyat Fak.
5- Mısır’ın Ölüler Kitabı, Albert Ccrampder, Ruh ve Madde Yay.
6- Mısır Uygarlığı, Ali Cengiz Üstüner, Dragon Yayınları.
9- Eski Anadolu Tarihi, Pof. Dr. Füruzan Kınal, T.T.K
10- Kralın Yeni Usu, Roger Penrose, TÜBİTAK.
11- Rakamların Evrensel Tarihi, Georges Ifrah, TÜBİTAK.
12- Şamanizm, Abdülkadir İnan, T.T.K.
13- Büyük İnisiyeler, Edouard Schure, Ruh ve Madde Yay.
14- Filozoflar Ansiklopedisi, Cemil Sena cilt:9, Remzi Kitapevi.
15- Temel Britanica, Hürriyet Yayınları
16- Kitabı Mukaddes, Birleşmiş K.M.Cemiyetleri
17- Ogni Dergisi, Sifteri Yayıncılık.
18- Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat, Remzi Kitabevi
19- Tanrı Buyruğu Kur’anı Kerim, Ömer Rıza Doğrul
20- Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Prof. Dr. Süleyman Uludağ
21- Okyanus, Ansiklopedik Sözlük, Cem Yayınevi
22- Fatiha Suresi Tefsiri, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Yay.
23- Kur’anın Temel Kavramlan, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Yay.
24- Gökkuşağı Ansiklopedisi, Arkın Ofset Basımevi
25- Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, İsmet Zeki Eyüboğlu
26- Bilim Ahlakı, Albert Bayet, İş Bankası Yay.
27- Türkiye Halkının Kültür Kökenleri, Burhan Oğuz, İstanbul Matbaası.
28- Bektaşilik ve Alevilik, Doç.Dr. Bedri Noyan Dedebaba, Ardıç Yayınları
29- İslam Ansiklopedisi, Diyanet İşleri Başkanlığı
30- Ana Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş

+ Son Yazılar