Euripides’in “Bakkhalar” adlı oyunu Yunan Tragedyası’na dair bir örnek teşkil etmektedir. Tragedyada, kısaca Yunanca “sofrosüyne” olarak tabir edilen ve özdenetim, denge ve ölçülülük anlamlarına gelen kavram ile esriklik ve çoşkuyla bütünleşen “mania” kavramının çelişki ve mücadelesini görürüz. Eser, Thebai kralı Pentheus1’un, kuzeni Dionysos2’un tanrılığını kabul etmemesi ve Dionysian külte karşı olması nedeniyle, Dionysos’un cezbesinde ne yaptığının farkında olmayan, birer mainad haline gelmiş Kadmos kızları (Pentheus’un annesi Agaue, teyzeleri) ve Bakkhalar tarafından öldürülmesini konu alır. Söz konusu mite ilkin Homeros’un eserinde rastlarız3. Euripides bu miti bir tragedya haline getirip sahnelemek amacıyla kaleme almıştır. Ancak ömrü buna vefa etmez. Ölümünden bir sene sonra oğlu Euripides babasının oyununu onun ömrünün son zamanlarında ayrı kaldığı Atina’da, iki senede bir (yılaşırı, bienal) yapılan Dionysia şehir şenliklerinde sahneye koyar. Eser burada birincilik ödülünü alır. Aradan geçen birkaç yüzyılı atlarsak, eserin ortaçağda sessizliğe gömüldüğünü, hatta modern zamanlara kadar rafa kaldırıldığını, üzerine pek söz söylenmediğini, söylense bile eserin başarısının aleyhinde konuşulduğunu görürüz- ta ki 1842 yılına kadar. Bu yılda Patin’in “Tragiques Grecs” adlı Bakkhalar’ı da içeren üç ciltlik eseri yayımlanır. Gözler tekrar Bakkhalar’a çevrilmiştir. Çünkü bu dönemde gündemde oyunda da sıkça altı çizilen rasyonalizasyon kavramı vardır4. Bir inanca ait kültür ve rasyonalizasyon bu tragedyada yan yanadır. Patin, Euripides’i öncekilerden farklı olarak iki açıdan ele alır: Şair Euripides ve Filozof Euripides. Sözgelimi; eserin (200) numaralı satırında bu ayrımı net bir şekilde görmek mümkündür. Burada kâhin Teiresias5 tanrıların sorgulanamazlığı üstüne konuşurken atalardan kalan törelerden bahseder6. Oysa kurulan şehir yenidir. Kuran kişi de Teiresias’ın yanı başında oturan Kral Kadmos’tur. Burada Euripides’in kendini ele verdiği ve sorgulamalarını Teiresias’ın ağzından oyunda ilk kez sahneye taşıdığı düşünülür. Euripides’in oyunu yazmasındaki amaçla ilgili olarak ise literatürde üç koldan tartışmalar süregelmiştir7: Birincisi; “Euripides kuşkucuydu; eserinde tanrıları zayıflıklarıyla ortaya koyup tanrısallığı sorguladı.” İkincisi; “Euripides kuşkucuydu; ömrünün sonunda bir çeşit ‘ölüm döşeği pişmanlığı’ içinde bu eseri yazdı. İnançsızlığın bir işe yaramadığını anlayıp caydı ve inançlı oldu.” Üçüncüsü ise; “Euripides bir görüşe bağlı değildi, sorgulayıcıydı ancak olumlu bir sorgulayıcılığı vardı. Eserinden gâyesi diğer insanların da kör inançlarını sorgulayıp dinin gereklerini gerçek şekliyle öğrenmeleriydi. Böylece vatandaşlarının inançlarını batıl ve mantıkdışı öğelerden tenzih etmek istedi.” Son görüşe istinaden; coşkulu bir anlatıma sahip Bakkhalar’da şair Euripides’in filozof Euripides’i yendiğini düşünebiliriz.
Bakkhalar’ı düşünsel-tarihsel bağlamına oturtup incelediğimizde (tevil ettiğimizde) oyunu anlamlandırmamız mümkün olur: M.Ö. 900/800 – M.Ö. 480 yılları arasındaki dönem Arkaik Yunan Dönemi olarak anılır. Bu dönemde Hesiodos, Homeros, Yedi Bilge ve Pyhtagoras yaşamıştır. M.Ö. 480 yılında Thermopiller’in Xerxes tarafından alınması ile Yunanistan Persler tarafından işgal altına alınmış olur. Bundan sonra M.Ö. 323 yılında Büyük İskender’in ölümüne kadar sürecek olan Klasik Dönem başlar. Sokrates, Platon ve Aristoteles bu dönemde yaşamıştır. Euripides de Klasik Dönem’in tragedya yazarlarındandır. Klasik dönemdeki olaylara kronolojik olarak bir göz atalım: M.Ö. 476 yılında Makedonya Kralı Alexander Philhellenos Olümpia’daki komiteye yanaşıp komite üyelerine, ülkece Olümpiad oyunlarına katılmak istediklerini söylemiş; ancak Yunan olmadığı için buna izin alamamıştı. Bunu takiben bir pazarlık yapılmış Makedonların Argos’lu Heraklidlerin soyundan geldikleri üzerinde mutabık olunmuş ve böylece oyunlara katılabilmişlerdi. Ancak bu durum yine de Yunanlıların Makedonyalılara karşı olan küçümseyici ve dışlayıcı tavrını değiştirememişti. Yunanlılar kendileri dışındaki Makedonları, Dorları ve Persleri aralarına almakta oldukça muhafazakâr davranıyorlardı. M.Ö. 451 yılında vatandaşlığın sınırlarını katı bir şekilde çizen bir yasa çıktı. Buna göre bir kişinin Yunan vatandaşı sayılabilmesi için hem anne hem babasının Yunan vatandaşı olması gerekmekteydi. Dahası Yunan vatandaşı olmayan bir kimse ülkede gayrimenkul sahibi olamamaktaydı, bir yer kiralamak içinse Halk Senatosu’nun özel izni gerekmekteydi. Bu durumdan 4760 kişi mağdur duruma düştü. Atina’da bir “yabancı olmak” oldukça zor bir durum haline geldi. M.Ö. 431 yılında Spartalılara karşı verilecek olan Peloponez Savaşları patlak verdi. Bu savaşlar, arada geçici anlaşmalar yapılmış olsa da M.Ö. 404 yılına kadar devam edecekti. M.Ö. 430 yılında eğitimsiz ve ticaretten zengin olmuş kişiler yönetimde söz sahibi olmaya başladılar. Ağzı iyi laf yapan ama uzun vadeli ve ilkeye bağlı düşünemeyen demagogların sayısı arttı. 429 yılında Perikles’in de ölümünden sonra yönetim iyice bozulmaya başladı ve –tıpkı Platon’un Devlet’inde bahsettiği gibi- demagoglar darbeyle M.Ö. 411 ve M.Ö. 404 olmak üzere iki kere ülkeye oligarşiyi getirdiler. M.Ö. 430 yıllarına dönecek olursak bu yıllarda ülkeye farklı kültlerin gelmeye başladığını da görürüz. Adetâ siyasî çöküş bir inanç açlığı oluşturmuştu: Asklepius Kültü, Trakyalı Tanrı Bendis’in Kültü, Mısırlı Tanrı Ammon’un Kültü, Dionysos’la özdeşleştirilen ve merkezi Frigya ve Lidya olan Sabazius Kültü gibi. M.Ö. 410 yılında –daha sonra Euripides’e sarayının kapılarını açacak olan- Arkhelaos8, Pydna’daki durumu kontrol altına almalarında Atinalılara yardım etti ve M.Ö. 407/6 yılında Atina Senatosu tarafından Fahri Konsolosluk unvanına layık görüldü. M.Ö. 409 yılında Atinalılar Lidya’da Pers satrap Tissaphernes’le mücadele etmekteydi ve M.Ö. 408’de onu yenmeyi başardılar. Bu süreçte Alkibiades’in satrapla uzun uzun pazarlık yaptığını Thucydides’ten okuyoruz. Ancak M.Ö. 406’da iki deniz savaşı oldu. Notium’da Spartalılar Atinalıları, ondan sonra da Atinalılar Arginusae’de Spartalıları yendi. Ancak hava muhalefeti nedeniyle kurtulan askerler denizden toplanamadı. İşte bu Alkibiades’in kariyerinin sonu demekti. Bu arada M.Ö. 408’de Euripides Makedonya’ya taşındı. Atinalılar tarafından kabul görmeyen Makedonyalılar kültür ve spor alanında kamplaşmaya çalışıyorlar ve kültürlü, yetenekli insanları ülkelerine davet ediyorlardı. M.Ö. 407/6’da Euripides vefat etti. M.Ö. 405’te de Bakkhalar 93. Olümpiadlarda Atina’da sahnelendi. 399 yılında Arkhelaos bir suikaste kurban gitti. Yine aynı yıllarda (M.Ö. 399/8) Sokrates’in mahkemesi görülüyordu. Sokrates’in başını derde sokan durumlardan biri de Aristophanes’in M.Ö. 411 yılında yazdığı “Bulutlar” adlı oyununda Sokrates’in adını bulutları tanrı olarak gören karakter için kullanmasıydı. Bu bir çeşit gönderme olarak düşünüldü. Tiyatronun gücü ters tepmişti. (Platon’un Apologos’unda (19 b-c) Sokrates’in bu konuya değindiğini görürüz.) (Son bir not olarak: Tüm bunların yanında ülkede bir de veba salgını baş göstermişti.)
Bu tarihsel bağlamdaki birçok temayı oyunda görmek mümkündür: Yabancı olmak, ülkeye geri dönüş yapmak, kabul görmemek, iftiranın def edilmeye çalışılması, yeni kültlere kapılmak, sürgün gitmek, yargılanmak, tanrılara karşı gelmek, genç (“neanias”) ve deneyimsiz yöneticilerin başta olması (Pentheus gibi), muhafazakârların bu yöneticilere olan eleştirel tutumu, baskıcı yöneticiler, demagoglar, kadınların baskı altında olması, kadın gücünden çekinen bir erkek kitle, dağlarda o dönemlerde hâlâ devam eden orgialar, Lidya’nın asyatik ve egzotik olması gibi.
Arkaik Dönem’de, Yunan’da iki görüş açığa çıktı -sonraki terminolojiyi kullanacak olursak: Töz ve Form. Bu iki fikir Yunanistan’ın etrafındaki iki manyetik levha gibi iki bölgeye yerleşmişti. Sırasıyla; İyonya ve İtalya. Evvelâ İyonya’da Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’i; daha sonra İtalya’da Kroton şehrinde yaşamış olan Pythagoras’ın adlarını zikretmeliyiz. Bu iki levhanın arasındaki düşünsel alan merkez taşı, Omphalos, ile işaretlenmiş olan ve dünyanın merkezi sayılan Delphoi Tapınağı’nda adetâ temerküz ettirildi ve Pyhtia Diotima tarafından Sokrates’in ağzına logos olarak çalındı. Sokrates’e gelmeden önce töz ve form düşüncesine bağlı olarak yine iki fikrin oluşturduğu bir gerilim daha oluşmuştu: Bir uçta, Efes’te, her şeyin özünde değişim olduğunu savunan Herakleitos’un fikirleri ve diğer uçta yine İtalya’da, Elea’da değişimin mümkün olmadığını savunan Parmenides’in görüşleri. Bunun sonucunda da “çokçular” (pluralistler) olarak anılan filozoflar açıklamalarıyla ortaya çıktılar: Dört madde kuramıyla tanınan Empedokles, “nous” kavramını ortaya atan Anaksagoras ve ilk neden yerine atomik fikri benimseyen -Pythagoras’ın oğlu Telojes’in öğrencisi- Demokritos.
Bu savları olgulamak mümkün olamadığından, deney olmadığından, Yunanlı halkın gözünde fizikçiler başarısız göründüler. Hayatta kalıcı olan bir şeyin olmadığı hissi, kuşkuculuk ve sorgulama yaygın bir hal aldı. Doğa filozoflarına olan güven sarsıldı. Bu durumda pratik felsefe ön plana çıktı. Ekonomik çöküşün olduğu her yerde olduğu gibi doğadan ahlakçılığa bir dönüş vardı. İnsanların bu zor siyasî ve ekonomik koşullar altında birbirlerine güvenmeleri de gerekiyordu. Bu nedenle ilişkiler ön plandaydı. Sokates’in diyaloglarındaki samimiyeti ve günlük dili bu şekilde ele almak gerekir. Bu dönemde de Yunanistan’da iki fikir açığa çıktı: Kendini Tanıma ve Başkasını Tanıma. İşte ilki Sokrates’in Delphoi mabedinden insanlara taşıdığı logostu: “Gnothi Seauton”. Sofistler ise başkalarını tanımak ve böylece onları yönetebilmek için gerekli bilgileri para karşılığında diğer insanlara satıyorlardı. Bir çeşit danışmanlık yapıyorlardı. Birçok konuda bilgi sahibi olduklarını göstermekten hiçbir zaman çekinmiyorlardı. İşte onlardan kendini ayırt etmeyi bilen Sokrates bu nedenle o unutulmaz sözünü söyleyecekti: “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğim.”
Dahası, ilk neden (ilke) konusunda sokaktaki insanı tatmin etmeyen açıklamalar yasaların da kaynağını sorgulamaya götürdü. O döneme kadar yasalar tanrılara dayandırılıyordu. Bu nedenle tanrılar sorgulanmaya başlandı. Bu dönemde sofistlerin arasında Prodikos gibi ateist filozoflar da vardı. Ancak modern bakış açılarını bir kenara bırakırsak; Eski Yunan’da tanrılara karşı gelmek demek devlete karşı gelmek demekti.
Platon ise fikirleriyle; form ve tözü, doğa felsefesi ve pratik felsefeyi, kalıcı olanla değişeni bir araya getirdi. Bilindiği üzere: Platon’a göre felsefenin ana ereği, insanın mutluluğu ve yetkin yaşamının sağlanmasıydı. Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilirdi. Erdemin temeli “bilgi”, özü “idealar kavramı”, gerekçesi “evrendoğum”, güvencesi “ölümsüzlük”, yaşamsal sığınağı “devlet”ti (Beş önemli kuramı: “Bilgi”, “idealar”, “ruhun ölümsüzlüğü”, “evrendoğum” ve “devlet”).
Aristoteles ise değişimi hypokeimenon kavramıyla açıklamaya çalıştı. Hypokeimenon (altta duran) değişimin içinde sürekliliği olan, değişimi taşıyan şeydi.
İşte Euripides tragedyalarına olan doğumunu böyle bir fikir havuzunun içinde yaptı (Sokrates dönemini kastediyoruz). Etrafında Protagoras ve Prodikos gibi sofistler vardı. Bakkhalarda tanrısallığın eleştirel düşünceye tâbî tutulduğunu açıkça görürüz9. Ancak -bir yazarın belirttiği gibi10– Euripides’in eleştirelliği yıkıcı değil yapıcıydı. Bu da onun Anaksagoras’tan miras aldığı bir felsefî tutumdu. Bakkhalar’daki Dionysian yaşantılama bir mânâda Apollon görüşe dayalı filozofların görüşlerine karşı gelmektedir: Taklit ve kılığa bürünme ile bir “deformasyon söz konusudur, kategorilerik değildir”. (Bobaroğlu, 2014) Platon’un Devlet’indeki düzene bir tehdit arz eder. (Pentheus’un tepkisini böyle ele almak da mümkündür.) “Poetik akıl, kurumsallığı dağıtır.” (Bobaroğlu, 2014) Aristo’nun geçiciliği anlatan düşüncelerindeki hypokeimenon fikrine uymaz. Nitekim Dionysian yaşantıda hem-hem mantığı vardır, senkroniktir. Teiresias ve Kadmos’ta olduğu gibi zaman mefhumunun değişmesine neden olabilir. Senkronikliğie örnek olarak: Dionysos hem Thebaili hem de yabancıdır. Hem Bakkhalarla beraberdir hem saraydadır. Dahası oyun boyunca ambivalant (çift-değerlikli) bir yapısı vardır. En temel olarak söyleyebileceğimiz; o oyunda hem ölümlü hem ölümsüzdür. İşte bu nedenle nefs kalesini yıkmanın, aşka düşmenin yolu, Dionysian cazibe ve sarhoşluktur. Dionysos bu şekilde Pentheus’un sarayını yıkmıştır. Sarayın yıkılmasından sonra Pentheus’ta değişim baş göstermiştir. (810. satır) Aslında saray Pentheus’un aklını, mantık örgüsünü, düzenini sembolize etmektedir. O, hesapla-kitapla elde edilecek gibi de değildir. Bu nedenle at arabası yerine yaya yürüyerek Tanrı’nın gözüne girebileceğini düşünen Teiresias (192. satır) ve onun takipçisi Kadmos –her ne kadar Tanrı’ya karşı görünen bir kusur işlememiş olsalar da- hikâyenin sonunda cezalandırılırlar11.
Tragedya boyunca her bir karakterde çılgınlığın, coşkunluğun farklı bir veçhesi görünür: Oyunun ilk Epizod’unda ilk cümle Teiresias’a aittir: “Kim var kapılarda?” Sınırlar konusundaki titizlik, kapama, saklama ve bastırma paranoyaya12 neden olmaktadır. Teirasias ve Kadmos’ta gördüğümüz delirme paranoya türünden bir delirmedir. Pentheus’ta da kısmen görülür. Sınırları korumak için adamlarını yollar. Ancak onda görülen daha çok bir “furor amoris13”’tir. Dionysos’un cezbesine kapılır. Dionysos ona önce mantık yoluyla yaklaşmış, sığırtmacı tezahür ettirmiştir. (Sığırtmaç sahnede belirmeden önce Dionysos, Pentheus’a sığırtmacı dinlemesini salık verir.) Bu aslında ona verdiği son bir şanstır. Bu da işe yaramayınca tanrısal cezbesiyle Pentheus’un ona ve gizemlerine duyduğu merak ve hayranlığı açığa çıkarmıştır. Dahası Dionysos, prologos’ta, oyunun girişinde Thebaili kadınları yerlerinden yurtlarından çıkarıp dağlara14 güttüğünü,15 onları delirttiğini16 ve “orgia17” adı verilen kutlamalara kattığını söyler. (32 – 36. satırlar). Bu kadınlar birer mainad olurlar. Kadmos’un kızları da bu kadınlar arasındadırlar. Aslında Dionysos’a bu nedenle Liber18 denmektedir. O özgürdür ve özgürleştiricidir. O izleklerini, üzümlerini bağlardan toplayıp kopardığı gibi yerinden yurdundan eder. Onların yapılarını değiştirir. Şarap olma yolunda üzümlerin ezilmesi gibi nefsanî dirençlerinin ayaklar altında ezilmesine yol verir. Bu halde talipleri çıldırırlar, Tanrı’yla dolu olmanın coşkunluğunu yaşarlar19, Dionysos’un (Euios) adını haykırırlar: “Euhoi!”/”Evohe!”. Mainadlar şarabın olgunlaşmasından önceki kekrek hâli gibidirler. Tanrısal coşkuyu (theomania), şarabı mahzende saklamak gibi, hıfzetmeyi öğrendikçe zamanla olgunlaşıp tatlanır ve tanrısal muhabbetle dolarlar. Lidya’dan Frigya’dan Dionysos ile beraber Thebai’ye gelmiş Bakkhalar işte böyle ağırbaşlı kadınlardır. Oyunda sahne üzerindekiler Mainadlar değil, Bakkhalardır ve koro bölümlerinde ölçülü olmaktan bahsederler (395, 398, 427 ve 1002. satırlar gibi.) Bu olgunlaşmış muhabbet içindeki Bakkhalar için “Thyad” kelimesi de kullanılmaktadır. Dionysian mania kitleseldir ve artık bir kişide Akl-ı Kül’e (Apollon) yönelir ondan neşretmeye başlarsa bu yeraltından patlayan suya bir sebil yapılması gibidir ki o vakit mania mantikeye dönüşür. Kişi mantis haline gelir. İşte mantike ve mania kelimelerinin akrabalığı bu esasa dayanmaktadır. Pekiyi ya Dionysos? Dionysos’un kendisi Aristo’nun “ilk hareket ettiricisi20” gibi sükût (sekinah) içindedir. Ancak tragedyada ona da trajik bir duygu yüklenmiştir. Yuva özlemi; yani nostalji21 ki melankoli ile alakalı bir kavramdır. Nostalji dışarıda ve ötede bir yuva arayışı, -antik dönemdeki mânâsıyla –melankoli ise içerde bir yuva arayışıdır.
Kaynakça:
Atkinson, J. (2002) Euripides Bacchae in its Historical Context
Bobaroğlu, Metin. (2014) Anadolu Aydınlanma Vakfı Seminerleri
Euripides, Bakkhalar Çeviri: Güngör Dilmen (2001)
Euripides, Bakkhalar Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu (1944). Güngör Dilmen (2001)
Festle, John E. (1949) Critical History and Evaluation of Euripides’ Bacchae
Hall, Manly. (1928: 2008) Tüm Çağların Gizli Öğretileri
Schure, Edouard. (1960: 1999) Büyük İnisiyeler
Dipnotlar:
1- Yunanca’da Penthos: Keder.
2-Tanrı Dionüsos bir ölümlü olan Semele ve bir ölümsüz olan Tanrı Zeus’un oğludur. Βρόμιος (Bromios): Gümbürtülü. Dionüsos’a muhtemelen yıldırımlar arasında doğmuş olduğundan dolayı takılmış bir addır./ Dithyrambos (iki kapılı)./Bakkhos./Iakhos./Euios.“Evohe” veya “euhoi” nidası buradan kaynaklanır./Pseudanor: Sahte erkek, erkek kılığına girmiş kadın.
3- Homerik Hymn VI, “Ad Bacchum.”
4- Ülkemizde ise Bakkhalar ilkin 1944 yılında Sabahattin Eyüboğlu tarafından daha sonra da Güngör Dilmen tarafından çevrilmiş, 1965 yılında İstanbul Şehir Tiyatrolarında sahnelenmiştir.
5- Saray danışmanı kör kâhin Teiresias.
6- “Tanrı inancı tartışmaya gelmez, kuşku kaldırmaz. Yeni hiçbir sav, bize atalarımızdan kalan zamanın kendi kadar eski töreleri yıkamaz. En keskin zekâların buna gücü yetmez.”
7- Eleştirmenlerin ve akademisyenlerin dikkat çektiği bir konu olarak: Oyunda Pentheus’un sarayının yıkıldığına dair tek konuşma Dionysos ve Bakkhalar arasında geçer. Belki Bakkhaların cezbedeyken tahayyül ettikleri bir durumdur. Bu husus, söz konusu tartışma açısından oldukça önemlidir. Ancak Türkiye’deki ilk sahneleme dahil oyunun yerli ve yabancı birçok temsilinde buna yeterince dikkat edilmemiştir.
8- Aynı Arkhelaos Platon’un Gorgias’ında (471 a-c) mutluluğun iyiliğe bağlı olup olmadığı konusundaki tartışmada sıkı bir şekilde eleştirilmektedir. (Annesi Alketas’ın kölesi olmasına rağmen kendini tahta çıkarması..)
9- Kadmos: “Bir tanrıya hiç yakışmıyor insan zaafları.” (1348. satır)
10- Festle, 1949.
11- Sanırım bu şekilde Güngör Dilmen’in çevirisine yaptığı önsözde sorduğu soru cevaplanabilecektir. “Kadmos ve Teiresias neden cezalandırıldı? Dionysos aşırıya mı gidiyor?”
12- Paranoia: para+nous: Akla karşı olan. Mitolojide paranoya tanrıların kurbanlarına bir kusur işletmek için gönderdiği bir güçtür. İmanı sınamak için bir çeşit mekr-i ilahî.
13- Bir anda aşık olmak, ilham gelmesi, epifani deneyimlemek.
14- “ὄρος”: Dağ. Aynı kökten erkhesthai (yun): Gelmek, gitmek ve bu fiilin intensif biçimi olan orkheisthai: dans etmek. (ορχέομαι (orkheomai): dans etmek, tepinmek.) Bu fiil bir yer adı imlemek için –tra ekiyle birleştiğinde: ορχέστρα (orkhestra) = Latin orchestra: dans alanı, tiyatroda koroya ayrılan yer. İlgili kelime orgia: cinsel anlamda azma, husye. Oreibasia: Kendini dağlara vurma.
15- οἰστράω (oistrao): sokmak (sineğin sokması) < οïστρός (oistros): 1. Kızma, kızışma. 2. At sineği. (lat. oestrus). Bir sürüyü rahatsız eder. Sokrates için de bu kelimenin kullanıldığını hatırlayalım. Aynı zamanda da “hayvanın kaslarını hareket ettirmesini sağlayarak kanının deveran etmesini sağlayıp ölmesini engeller.” (Bobaroğlu, 2014) Bu nedenle hem bir tahrik hem bir cezalandırmayı anlatır. Mitolojide Ostris Io’yu şehvete sürükler ve şehveti yüzünden onu cezalandırır. Östrojen (ing. estrogen) kelimesinin köküdür. Latince ira (gazap); İtalyanca estro (ilham, sanatsal coşku), estrosamente (hayalî olarak, tahmindışı olarak), estroso (yaratıcı, yetenekli) kelimeleriyle akrabadır. Ayrıca hysteria (“rahmin hastalığı” manasında; histerik: rahme ait. < ὑστερικός (üsterikos) < ὑστέρα (üstera): rahim) kelimesiyle ilgilidir.
16- Oyunda rastladığımız başka bir temaya ait kelime grubundan: μανία (mania): delilik, çılgınlık. (lat. mania) < Menos (yunanca): Tutku, kavgada cesaret < Ön Hint-Avrupa dilinden men-: düşünmek, aklın uyarılması, öfkelenme. İlgili olduğu kelimeler: Mind (İngilizce) = Mens (Latince): Zihin; mentalité (fr): mantalite, zihniyet; Mantis (yun): Kahin, mantike (yun): kehanet, manthanein (yun): öğrenme, bir şey için aklını kullanma, matos (yun): düşünce, irade; mnesis (yun): anma, hafıza; monere (lat): akıl vermek; Mazda (Avestan dili): Bilge; Mantra (sans): Öğüt, düşünce, maneviyat, mandhata (sans): inançlı kimse.
17- ὄργια (orgia): orji, gizli törenler. ὀργίζω (orgizo): sinirle tahrik etmek, uyarmak. ὀργιάζω (orgiazo): kutlamak. οργάω (orgao): 1. kabarmak, (meyve) olgunlaşmak, 2. (insan) coşmak, taşmak, taşkınlık yapmak > οργάσμος (orgasmos): orgazm. Organ: Kızışmış, bir iş için olgunlaşmış. Ayrıca Όργανον (organon): organ ve έργον (ergon): iş, çalışma kelimeleriyle de alakalıdır.
18- “Özgür olan”. Roma tanrısı. Sonradan Dionysos için kullanılan bir isim oldu. Romalılar Dionysos’u bu isimle benimsemişlerdi.
19- Enthousiasmos: İçine tanrı girmesi. İng. Enthusiastic: Coşkulu.
20- Muharrik-ül evvel.
21- Nostalgia: Nostos (Yuva) + Algea (Acı)