Okuma süresi: 18.12 mintues

“Felsefe Açısından Söylem ve Metin”(1) ile “Felsefe Bağlamında Söylem Metin İlişkisi”(2) başlıklı yazılarda “felsefe”, “söylem” ve “metin” kavramları ilişkilendirilmeye çalışılmıştı. Felsefî Söylem Nedir?(3) adlı yapıtın ana izleği de felsefenin bir “söylem” olarak kuruluşuna ilişkindir.

Yukarıda anılan çalışmalarda bir söylem olarak felsefe, büyük ölçüde yaratıcısı olan dilsel özne açısından ele alınmıştı. Ancak bu türden bir yaklaşımın da ötesinde, dilsel öznenin, dil öznesinin aynı zamanda tarihsel bir özne olduğu da hesaba katılarak, bu kez -böyle bir öznenin ürünü olarak- felsefenin kuruluşunu öznelerarası bir ilişki biçimi olarak da ele almak gerekli gibi görünüyor. Bu amacı gerçekleştirmenin temelde felsefi söylemi, başka özneleri de etkileyebilen, hatta etkileyen bir söz edimi, söz eylemi olarak belirlemekle bağlantılı olduğu ileri sürülebilir. Öyleyse, bu sonuca ulaşmanın temel dayanaklarını sıralamanın büyük önem taşıyacağı açıktır. Tam da bu noktada felsefe de dilin bir tür gerçekleşmesi olduğuna göre, her şeyden önce, dile ilişkin çalışmalara yönelmek ve bu çalışmaları felsefe bağlamında verimlendirmek gerekmektedir.

Genel bir deyişle, dile ilişkin çalışmaların öteden beri farklı başlıklar altında gerçekleştirildiği bilinmektedir. Antik çağdaki dilbilgisi, mantık, retorik çalışmaları; Ortaçağda hem bir öğretmen hem de bir araştırma alanı olarak beliren yedi özgür sanatın sözel yanı olarak “trivium”; daha sonraki yüzyıllarda beliren filoloji çalışmaları ve son olarak yüzyılımızda ağırlık kazanan dilbilim araştırmaları, dilin her zaman gündemde yer alan bir konu olduğuna tanıklık ediyor. Böyle bir saptama, dille ilgili tüm çalışmaların aynı zamanda felsefi nitelikli atılışlarla da yer yer büyük bağlantılar içinde olduğunu gözler önüne seriyor.

Özellikle yüzyılımızda ortaya çıkan ve ağırlık kazanan dilbilim çalışmalarında beliren görüler konu üzerinde düşünenler daha önceki dönemlerde temelleri atılan felsefe çalışmalarına götürüyor. Dilbilimcilerin, düşüncelerini sıralarken, açığa çıkarırken zaman zaman açık seçik bir biçimde dile getirmeseler de örtük olarak ileri sürdükleri temel savlar, araştırmayı -onlar için de- ister istemez felsefe bağlamına taşıyor. Bir bakıma dilbilimcilerin varlığa, varolana, insanın (öznenin) düşünme yetisine ilişkin dolaylı saptamaları ya da önvarsayımları, onları doğrudan olmasa da felsefe dünyasının içine sokuyor. Başka bir deyişle, bir varolan olarak dilin yapısı, dilbilimcileri felsefe dünyasına girme ya da felsefede olup bitenlerden haberdar olma konusunda kışkırtan varsayım niteliğini taşıyan bu belirlemelerden sonra burada, Ferdinand de Saussure’ün bir dilbilimci olarak ortaya koyduğu çığır açıcı düşünceleri Aristotelesçi gelenek içinde konumlandırmaya çalışılacak ve Saussure’ün dilbilim-dil felsefesi bağlamında daha sonraları verimlendirilen çalışmalarının felsefi söylemi anlamaya yönelik tutumlara sağlayabileceği katkı/katkılar üzerinde durulacaktır.

Aristoteles’in felsefe tarihine armağan ettiği en önemli görüşlerden biri onun varolma biçimlerine ilişkin yaklaşımlarını içeren görüşüdür. Metafizik’inde ağırlıklı bir biçimde yer alan “dynamis”- “energeia” kavram ikilisi, çeşitli kuşatımlarıyla doğal dili anlamında işlevsel olabilir.

Aristoteles, gizilgüç ya da gücül (dynamis) olduğunu düşündüğü yapıların insan bağlamında ya duyular gibi doğuştan olduğunu, ya flüt çalma becerikliliğini göstermede olduğu gibi alışkanlıktan kaynaklandığını ya da örneğin sanatsal yeteneklerde olduğu gibi çalışmayla, öğrenmeyle kazanıldığını ileri sürer.(4) Edim halinde (energeia) olan ise insan dünyası söz konusu olduğunda yetilerin, yeteneklerin bireylerce etkin kılınmasıdır. Aristoteles’in bizzat vermiş olduğu örneklerden yola çıkarak şöyle denilebilir: bina yapan varlığın, bina yapma yetisine sahip olan varlığa göre, uyanık olanın uyuyana göre, gören varlığın gözleri kapalı olan, fakat görme gücüne sahip olana göre sergiledikleri durumlarda olduğu gibi.(5)

Aristoteles’in somut örneklerden yola çıkarak ortaya koydukları dil-insan ilişkisi bağlamında verimlendirilebilir. Birey insan söz, söylem ya da söz edimi, söz eylemi olarak dili gerçekleştirir; işte bu, edimsel olana karşılık gelmektedir. Ancak insan konuşmasa da konuşma, söz söyleme yetisine sahip olan bir varlıktır. Bu onun aynı zamanda türsel sahip olduğu bir öz niteliktir. Saussure’ün dilbilim bağımsız bir çalışma alanı yapmaya çabalarken belirlediği kavramlar buradaki açıklamalara denk düşmektedir. Türe özgü olan, Aristotelesçi söyleme uygun olarak tümel olanlar da bireysel olanda ancak varlık kazanmaktadır. Varoluş bakımından tek olan insan, türünün temsilcisi olarak ilkin dil yetisine sahip olan, yine bir topluluğun üyesi olarak dili olan bir varlıktır. Birinci durumda insan, türüyle bağlantılı olarak gücü olana -dil yetisine- sahiptir; ikincisinde ise başkalarıyla ilişkisi dikkate alındığında, gücüllüğü yine dikkati çeken bir yapı olarak dile sahiptir. Söze ya da söyleme sahip oluşu, onun doğrudan doğruya edimsel yönüne ilişkindir, onu etkin kılandır. Edimsel varoluşun ardında ilkin dil ve sonra da dilyetisi yer almaktadır. Öte yandan da edimsel olan önceliğe sahiptir sunuluş bakımından; ancak çözümlemeler sonucunda dile ve dil yetisine ulaşılmaktadır. Birinci töz olarak bireysel varlık olarak insan, dili gerçekleştirir; bu gerçekleşen de söz ya da söylemdir artık. Burada açık bir biçimde görüldüğü gibi, F. de Saussure’ün kavramları olan “dilyetisi”(6) ile “söz”(7) kavramını Aristoteles’in görüşüyle bağlantılı kılmak mümkündür. Dili, toplumsal varlıklar olarak bireyler taşırlar; dil bireylerde “söz” ya da “söylem” olarak gerçekleşir. Başka bir deyişle, her tek insan, insan türünün ve topluluğunun üyesi olarak söylem oluşturma yetisini -gücül olarak- taşımaktadır. Ancak bu yetiyi tek insan ya da özne her ne kadar bireysel olarak edimselleştiriyorsa da, bireylerin ortak söylem bağlamları doğal dili denen yapıyı -kuşkusuz soyut bir biçimde- oluşturmaktadır. Dil ya da buradaki sınırlı kullanımıyla doğal dil, insanların bir arada yaşamalarından doğan, topluluğa, topluma karşılık gelendir.

Aristoteles’in Peri Hermeneias’la yaptığı değerlendirme, böyle bir saptamayı güçlendirecek niteliktedir: “Ses aracılığıyla yayılan sözcüklerin simgeleridir. Ruh durumlarının imgeleri oldukları şeylerin özdeş olması gibi, bu ifadelerin de imleri oldukları ruh durumlarının herkeste özdeş olmasına karşın, hem yazı bütün insanlarda aynı değildir, hem de konuşulan sözcükler aynı değildir.”(8) Yazılı ve sözlü ortam olarak edimsel nitelik taşıyan söylem, her bir tekte bir diğeriyle örtüşemeyecek derecede farklılık içermektedir; öte yandan teklerin içinde yer aldıkları topluluk da dikkate alındığında, farklılıklar bu kez, gücül olarak söz konusudur. Ancak bireyler arasındaki ortaklık, zihinsel yapıda, kimi filozoflara göre zihinsel nitelikli dilde ortaya çıkmaktadır. Üstelik herkesin gözü önündeki dünya, nesneler alanı, ne ise o olarak varlığını sürdürmektedir.

Zihin dili deyişini en belirgin biçimde söz konusu edenlerden biri de Guillelmus de Ockham’dır. “Terim” kavramıyla ilgili olarak yaptığı değerlendirmelerde Guillelmus de Ockham, terimi; zihinsel, yazılı ve sözlü olmak üzere üçe ayırmaktadır: “Yazılı terim, maddesel herhangi bir şey hakkında kaydedilen bir önermenin bir bölümüdür ve insan gözüyle görülebilme özelliği vardır. Sesletilen terim, yüksek sesle ifade edilen bir önermenin bir bölümüdür ve insan kulağıyla işitilebilme özelliği vardır. Kavramsal terim ise, doğal olarak herhangi bir şeyi gösteren ya da belirtilen ruh izlenimidir (yönelim-intentio); zihinsel bir önermenin bir bölümü olabilir; böyle bir önermede, bu önermenin gösterdiği şey hakkında bir varsayması, bir tahmini söz konusudur. Bu nedenle, kavramsal terimler ve onlardan oluşan önermeler, De Trinitate’nin 15. bölümünde yer aldığı gibi Augustinus’a göre, hiçbir şekilde dile özgü olmayan zihinsel sözcüklerden oluşmuşlardır (P.L., T. 42. 1047). Onlar sadece anlama gücünde (intellectus) yer alırlar ve onların yüksek sesle ifade edilen bir varlıkları yoktur, her ne kadar onlara im (gösterge) olarak bağlı olan sesletilen sözcükler yüksek sesle söylenebiliyorsa da.”(9) Burada da yine Aristotelesçi geleneğin izleri görülmektedir; kavramsal, zihinsel yön herkeste ortaktır; bu, belli bir dile özgü olmayandır. Yazılı ya da sözlü terim ise her bir bireyde başka yapıda olabilir.

Zihinsel olanın ya da anlama yetisine ilişkin olanın bütün insanlarda ortak olarak bulunduğu düşüncesi, hemen her dönemde kendine temsilci bulmuştur; örneğin Ortaçağdaki spekülatif dilbilgisi çalışmaları da yine böyle bir görüşü temele almaktadır.

Günümüzde söz konusu olan birçok yaklaşım biçimini anlamak için, yeniden Saussure’ün terminolojisine ilişkin anıştırmalarda bulunmak ya da o terminolojiyle iş görmek yararlı olacaktır. Dil yetisi varlıkça bir bakıma türe özgü olanı imlerken, dil, topluma, topluluğa ilişkin olanı, söz ya da söylem ise tümüyle bireye ilişkin olanı imler. Söylemi üreten bireydir, dilsel öznedir; her söylemin bireysel taşıyıcısı vardır.(10)

Saussure dil konusunu açığa çıkarmak üzere “dil yetisi”, “dil”, “söz” üçlü ayırımını yaparken, Chomsky benzer durumları imlemek üzere “edinç” ve “edim” terimlerine/kavramlarına yer verir. J. Lyonds’ın belirlemesine göre, “dil” ve “söz” teknik anlamda Saussure tarafından (1916) kullanılmış terimlerdir; “edinç” ve “edim” terimleri ise teknik terimler olarak dilbilime Chomsky tarafından (1965) sokulmuşlardır.(11) Yine Lyons’a göre: “İki Fransızca sözcük (dil yetisi -langage- ve dil -langue- sözcükleri B.Ç.) birbirinden, dilbilgisel ve anlambilimsel olarak birçok yönden farklıdır. (…) (i) ‘dil’ (langue), ‘dil yetisi’yle (langage) karşıtlık içinde her zaman sayılabilir bir ad olarak kullanılır; (ii) ‘dil’ (langue), doğal diller olarak genel bir biçimde dile getirileni ifade eder ve ‘dil yetisi’nden (langage) farklı olarak, aslında (a) mantıkçıların, matematikçilerin ve bilgisayar bilimcilerinin yapay, biçimsel (yani doğal olmayan) dillerini; (b) yaygın bir biçimde beden dili denilen yapılarda olduğu gibi dildışı ya da dilötesi türünden iletişim dizgelerini ya da (c) insansal olmayan iletişim dizgelerini göstermek üzere kullanılmaz.”(12)

Dil ile söz arasındaki en temel ayrıma gelince, Lyons’a göre bu ayrım şöyle gösterilebilir: “(…) temel ayrım, bir dizge (dilbilgisel kurallar kümesi ile bir sözcük hazinesi içeren) ile dizgenin (kullanılmasının) ürünleri arasında yer almaktadır.”(13)

Saussure ile Chomsky arasındaki ayrıma gelince: “Edinçle (daha tam olarak, ‘dilsel edinç’ ya da ‘dilbilgisel edinç’) Chomsky, söz konusu dili bildiğini ya da bu dilde uzman olduğunu söyleyen bireylerin beyinlerinde saklanan dil dizgesini anlar. Dilsel edinç bu anlamda her zaman tikel bir dildeki edinçtir.”(14) Bu durumda Chomsky’nin edinç olarak belirlediği yapı, yaklaşık olarak Saussure’ün dilden anladığı şeyle bir tutulabilir. Ancak Chomsky’nin “edim”i, Saussure’ün “söz”üyle özdeşleştirilemez. Çünkü Chomsky’de edim, fiil dizgesinin kullanımıdır; oysa Saussure’de söz, dil kullanımının ürünüdür.(15) Yine de bu iki yapının birbirine yakın olduğu ileri sürülebilir.

Toplumsal yapılı dilin, bireylerin çeşitli yönelimlerini dışarı vurmak üzere bireylerce kullanılmasının türleri üzerinde durulduğu ve ellili yıllardan bu yana bu konularda önemli adımların atıldığı bilinmektedir. Dilbilimcilerin yanı sıra, özellikle dil felsefesinin ünlü adları J.L. Austin ve J.R. Searle geliştirdikleri “söz edimleri kuramı”yla (speech acts theory) bu konuya büyük katkı sağlamışlardır.

Sözceleri (utterance), betimleyici (constative) ve edimsel (performative) olmak üzere ikiye ayıran Austin’e göre birinci türden sözce, sadece önerme olarak ortaya çıkarken, ikinci türde söylemekten, dile getirmekten çok yapma, eylemde bulunma söz konusudur. Burada dile yansıyan, eylemin olgusal yönüdür. Ayrıca Austin’in düzsöz edimiyle (locutionary act), edimsöz edimini (illocutionary act) ve etkisöz edimini (perlocutionary act)(16) birbirinden ayırması büyük önem taşımaktadır. Düzsöz edimi, söz edimleri kuramında kullanılan bir terimdir ve anlamlı bir sözceyi oluşturma edimini imler; yalın bir biçimde söyleme edimine işaret eder. Edimsöz edimi ise yine söz edimleri kuramında kullanılan bir terimdir. Bu terim, gerçekleştirilen, yapılmış olan bir sözceyi imlemek üzere kullanılır.(17) Austin’in yaptığı belirlemelere göre bilgilendirilen, bilgi veren, buyuran, uyaran, söz veren sözcelerin belli bir gücü vardır. Üçüncü terim olarak etkisöz edimi terimi de yine söz edimleri kuramında yer alan bir terimdir ve bu da bir konuşucunun gerçekleştirdiği sözcenin, dinleyicinin davranışları, inançları, duyguları üzerinde belli bir etkide bulunması durumunda ortaya çıkan değişimi imlemek üzere kullanılır. Konuşucunun söz edimi, dinleyici üzerinde ikna edici, caydırıcı, vazgeçirici, şaşkınlığa uğratıcı ya da yanıltıcı, doğru yoldan saptırıcı vb. türden sonuçlar doğurur.(18) Austin’e göre “edimsöz edimini etkisöz ediminden ayırmamız gerekir; örneğin, ‘bunu söylerken onu uyarmaktaydım’ deyişini, ‘bunu söylemekle onu ikna ettim ya da onu şaşırttım yahut durdurdum’ deyişinden ayırmamız gerekir.(19) J.R. Searle’ün Speech Acts(20) başlıklı yapıtında da benzer belirlemeleri bulmaktayız.

Konuya felsefi söylem açısından bakıldığında durum nedir? Her bir filozofun doğal dili söylem haline getiren tarihsel bir özne olduğu dikkate alınacak olursa, genellikle bir filozofun söyleminin içerdiği sözcelere söz edimleri kuramı açısından bakılabilir.(21) Felsefi söylemde dış dünya-düşünme-dil ilişkileri betimlenmektedir temelde.(22) Felsefi söylemi üreten bir özne olarak filozofun (konuşan/yazan bir özne olarak filozof), bir başka filozof (dinleyen/okuyan bir özne olarak filozof) üzerindeki etkisi felsefe dünyasında öteden beri gerçekleşen bir etkisöz edimine örnek oluşturabilir. Filozof, sadece diğer filozofu etkilemekle kalmaz, herhangi bir okuyucuyu da etkileyebilir, etkiler.

Konu, felsefede öteden beri theoria-praxis bağlamında da ele alınmıştır denebilir.(23) Bilindiği gibi, felsefenin dönüştürücü, etkileyici olması istenir. Felsefi söylemin tarihine baktığımızda ilkin düzsöz ediminde bulunan filozof, örtük olarak aynı zamanda edimsöz ediminde ve ardından da etkisöz ediminde bulunmaktadır. İlişkilerin her türlü -gerçek/sanal- ortamda geliştiği günümüzde felsefi söylemin etkisöz edimi olmak bakımından ele alınması ve bu yönüne dikkat çekilmesi büyük önem taşımaktadır.

Felsefi söylem theoria olarak, kavramlara ilişkin belirlemeler olarak bir düzsöz edimi biçiminde belirir; praxis olarak ise bir edimsöz ve belki de bir etkisöz edimi biçiminde ortaya çıkar ya da böyle bir sonuca varılması istenir. Felsefi söylemde olana ilişkin belirlemeler düzsöz, edimsöz edimiyle bağlantılıyken, olması gerekene ilişkin belirlemeler etkisöz edimiyle bağlantılıdır; örneğin etikte olduğu gibi. Günümüzde özellikle iletişimin son derece çeşitlendiği bir ortamda felsefi söylemin bir etkisöz edimi biçiminde kendini var etmesi, bir gereklilik gibi görünmektedir. Ancak bu durumda felsefi söylemin dönüştürücü olduğundan söz edilebilir; fakat örtük ya da gücül olan bu yanın öne çıkarılması büyük önem taşımaktadır.

Genel anlamda öyleyse dil, bireyin, tarihsel/dilsel öznenin dünyasında bir söylem olarak belirmektedir; gerçekleşmektedir. Filozof da tarihsel/dilsel bir özne olarak dili, felsefi dili aslında bir söylem biçiminde gerçekleştirir. Böyle bir bakış açısının ardında her şeyin taşıyıcısının temelde bireysel nitelikli olduğu ve dolayısıyla bireysel olanın temele alındığı bir varlık anlayışı vardır.

NOTLAR:

(1)     Betül Çotuksöken, “Felsefe Açısından Söylem ve Metin”. Mersin Üniversitesi’yle İçel Sanat Kulübü’nün birlikte düzenlediği IV. Mersin Felsefe Günlerinin “Dil ve Felsefe” (9-11 Ekim 1998) konulu toplantısında sunulan bildiri.

(2)     Betül Çotuksöken, “Felsefe Bağlamında Söylem Metin İlişkisi”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalının düzenlediği “I. Akşit Göktürk Anma Toplantısı”nda (25-26 Şubat 1999) sunulan bildiri.

(3)     Betül Çotuksöken, Felsefi Söylem Nedir? (ilk basılış tarihi: 1991, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1994) Felsefeyi taşıdığı özellikleri nedeniyle bir söylem olarak değerlendiren bir çalışma.

(4)     Aristotetle, La métaphysique, Tome II. Nouvelle édition entierement refondue, avec commantaire par J. Tricot, Librairie philosophique J. Vrin, Paris, 1953,1047 b.

(5)     a.g.y., 1048 b.

(6)     Saussure’e göre “Tümüyle ele alındığında dil yetisinin pek çok biçime büründüğü, karmakarışık bir olgular bütünü olduğu görülür. Dilyetisi birçok alana açılır: Hem fiziksel, fizyolojik ve anlıksal niteliklidir, hem de bireysel ve toplumsal özelliklidir.” Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, Yayımlayanlar: Charles Ballı ve Albert Sechehaye Albert Riedlinger’in işbirliğiyle, Çeviren: Berke Vardar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1976, s.31.

(7)     “Dilyetisinin kişisel bir istenç ve anlak eylemiyle özdeşleşen bireysel yanı. F. de Saussure’ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, toplumsal nitelikli dilden ayrı olan söz, konuşan bireyin, kişisel düşüncesini anlatmak için dil dizgesini kullanmasını sağlayan birleşimleri ve bunların dışa iletilmesini olanaklı kılan anlıksal-fiziksel düzeneği kapsar. Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Prof. Dr. Berke Vardar yönetiminde, N. Güz, E. Öztokat, O. Senemoğlu, E. Sözer, ABC Yayınevi, İstanbul-An- kara-İzmir, 1998, s.l89.

(8)     Aristotetle, Organon, De l’interpretation, trad, nouvelle et notes par Jean Tricot, Librairie Philosophique J. Vrin, Paris, 1959, 16 a.

(9)     Guillelmus de Ockham “Terimler Üzerine”, Metinlerle Ortaçağda Felsefe, Betül Çotuksöken-Saffet Babür, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1993, ss.324-325.

(10)   Emile Benveniste, Genel Dilbilim Sorunları, Çeviren: Erdim Öztokat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1994, ss.174-186.

(11)   John Lyons, Linguistics Semantics, An Introduction. Cambridge University Press, Cambridge, 1995, 1996, p.19.

(12)   a.g.y., p. 19.

(13)   a.g.y., p.20.

(14)   a.g.y., p.20.

(15)   a.g.y., p.21.

(16)   Düzsöz: “Dilbilgisine uygun olarak ve bir sözlük aracılığıyla dilin gerçekleşmiş biçimi; edimsöz ve etkisöz karşıt olarak dil dışı olgulardan soyutlanmış söz.” Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, s.90.

Edimsöz: “Konuşucuyla dinleyici arasındaki ilişkiyi etkileyen bir olgu niteliğine bürünen söz. Buyrum tümceleri, edimsöz örneklerindendir.” a.g.y., s.92.

Etkisöz: “Konuşucunun dinleyici üzerinde dolaylı biçimde bir etki yapmasını sağlayan bildiri. Örneğin bir seçim söylevinde etkisöz coşkuya, belli bir sava inanmaya yol açabilir.”a.g.y., s. 100.

(17) David Cristal, A Dictionary of Linguistics and Phonetics, Third Edition, Blackwell, 1980, 1985, 1991, Cambridge, p.171.

(18)   J.L. Austin, How To Do Things With Words, The William James Lectures delivered at Harvard University in 1955, Edited by J.O. Urmson, The Clarendon Press, Oxford, 1962, p.108.

(19)   a.g.y., p.109.

(20)   John R. Searle, Speech Acts, An Essay in The Philosophy of Language, Cambridge University Press, Cambridge, 1969, 1983.

(21)   Betül Çotuksöken’in Felsefi Söylem Nedir?, Felsefeyi Anlamak Felsefe ile Anlamak (Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1995) Kavramlara Felsefe ile Bakmak (İnsancıl Yayınları, 1998) başlıklı kitapları felsefeyi böyle belirlemektedir.

(22)   Deborah Schiffrin, Approaches To Discourse, Blackwell, Cambridge, 1994.

(23)   Konu, Antikçağdan beri gündemdedir. Özellikle, Francis Bacon’ın Novum Organum’da ortaya koyduğu düşüncelerden bu yana iyice güncellik kazanmıştır. Nermi Uygur’un Kuram Eylem Bağlamı, Çözümleyici Bir Felsefe Denemesi, (İlk yayımlanışı, 1975; Yapı Kredi Yayınları, 1996) başlıklı çalışması bu konunun en ilginç örneklerinden biridir.

+ Son Yazılar