Karl von Frisch’in 12 Aralık 1973 tarihli Nobel Konferansı’nda yaptığı konuşmanın özet çevirisidir.

Çiçeklerin açık renklerini sadece renge karşı duyarlı ziyaretçiler için bir adaptasyon olarak anlamak mümkündür. Bu durum, arının renk duyarlılığı konusundaki deneylerin başlangıcı olmuştu:

Deneyler ve Araştırmalar:

Arılar renklere karşı duyarlı mıdır?

Dışarıda bir masa üzerine, grinin farklı tonlarından kâğıtların arasına bir renkli kâğıt koydum ve bunun üzerine şeker şurubu ile doldurulmuş bir küçük cam tabak yerleştirdim. Yakınlardaki bir arı kovanından arıların bu rengi tanımaları için çalışma yapmaları ve bunu grinin tonlarından ayırma yeteneklerini göstermeleri mümkün olacaktı. Arıların çok fazla miktarda toplanmalarını önlemek için yemler arasına zamansal aralıklar koydum. Bu aralıkların konulmasından sonra sadece öncü (gözcü) arılar seyrek şekilde boş kâseye geldiler ve yuvalarına geri uçtular; besleme masası terk edilmiş olarak kaldı. Ancak, bir öncü arı kâseyi dolu olarak bulduğu ve başarılı şekilde yuvasına geri döndüğünde, birkaç dakika içinde, tarlacı grubun tamamı geri gelmişti.

Tabağı dolu halde bulan öncü arılar karşılaştıkları durumu kovana bildirmiş miydi?

Tarlacı arıların hareket tarzını kovana geri döndükten sonra görebilmek amacıyla, cam gözeneklere (pencere) sahip bulunan bir gözlem kovanına küçük bir koloni yerleştirildi ve bunun hemen yanına da bir besleme kabı konuldu. Bireysel tarlacı arılar, belirli bir sisteme göre sıralanmış renkli noktalarla işaretlendi. Şimdi, gözlem kovanında insanı hayrete düşüren bir resim gözüküyordu: geri dönen arılar ballarının içeriklerini emilmesi için diğer arılara devretmeden önce, yönü sağa ve sola doğru değişen kapalı halkalar halinde hareket etmeye başlamışlardı (halka dansı / round dance). Bu halka dansı renkli noktalarla işaretlenmiş arıların, geri dönen arıların arkalarından gelmesine ve beslenme yerine doğru hareket etmelerine sebebiyet verdi.

Ancak bir kovandan olan tarlacı arılar, her zaman aynı besleme kaynağına doğru uçmamaktadır. Tarlacı (yem arayan) gruplarının oluşumu sırasında birisinin yem toplama işini karahindibadan, diğerinin yoncadan ve bir üçüncüsünün ise unutmabeni (miyozot) çiçeğinden yapması mümkündür. Hatta çiçeksi bitkilerde yiyecek tedariki bazen nadir hale gelmekte ve bir “beslenme molası” ortaya çıkmaktadır.

Arılar bireysel olarak birbirlerini tanıyorlar mı?

Bu soruya yanıt vermek için, aynı deney kovanından iki grubun toplama işini ayrı şekilde yaptıkları iki besleme kabı yerleştirdim. Bir beslenme molası esnasında, her iki grup da, bal peteği üzerinde kaldılar ve birbirleriyle karıştılar ya da iç içe geçtiler. Daha sonra kabın biri yeniden dolduruldu. Dolu kaptan gelen arılar yaptıkları danslarla sadece kendi grubunu değil, boş kabı araştırdıkları olağan beslenme yerine uçarak buna yanıt veren ikinci grubun arılarına da uyarı verdiler.

Ancak, arıların olağan durak yerleri cam kaplar değil de çiçeklerdir. Bu nedenle, deneyde değişikliğe gidildi; yiyecek toplama işini ıhlamur ağacından yapan, diğeri ise akasyalardan yapan iki grup oluşturuldu. Şimdi önümüzdeki resim değişikliğe uğradı. Beslenme molası sonrasında, ıhlamur çiçeklerinden dönüş yapan arılar sadece ıhlamur çiçeklerinden toplama yapan arıların tekrar uçmasını sağladılar; akasya çiçeklerinden yem toplayan arılar onların yaptıkları dansı hiç dikkate almadılar.

Diğer taraftan, arılar akasya çiçeklerinden dönüşlerini başarılı şekilde yaptıkları zaman ise, akasya grubu üyeleri dans eden arının hemen yanı başına doluştu, arkasına dizildi ve uçup giderken, ıhlamur çiçeklerinden beslenen arılar onların dansına hiçbir ilgi göstermediler. Yonca arılarının bazıları da, durumun gereğine bağlı olarak, her iki besin kaynağını kullanmayı öğrendiler. Ancak bedenlerine iliştirilmiş olan özel çiçek kokusunun belirleyici olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum, beslenme yerindeki eteri yağlar veya sentetik kokular aynı etkiyi yarattıkları zaman teyit edilmiştir.

Beslenme devam ederken, eski tarlacıların yanı başındaki besin kaynağında yeni arılar toplandı. Bunlara da dans ile uyarı yapılmıştı. Ancak, hedeflerini nasıl buluyorlardı?

Kovanın hemen yanı başındaki beslenme yerine nane yağı konuldu. İlaveten, meranın yakınındaki muhtelif yerlere küçük karton levhalara şeker şurubu bulunan kaplar konuldu; levhaların bazıları nane yağı, diğerleri ise eteri yağlarla kokulandırıldı. Sonuç anlaşılır niteliktedir: beslenmenin başlamasından bir iki dakika sonra, gözlem kovanından yeni arılar sadece tarlacı arıların yanındaki besleme bölgesinde gözükmekle kalmadılar, aynı zamanda da meradaki belirli mesafeye yerleştirilmiş bulunan diğer nane kaplarında da ortaya çıktılar. Ancak, diğer kokulandırılmış kaplara hiç dokunulmadı. Lavanta, rezene, kekik ve benzerlerinin kokularının hiçbir çekiciliği olmadı. Beslenme yerindeki koku başka bir koku ile ikame edildiğinde, kovandan ayrılan arıların amacı buna uygun şekilde değişiklik gösterdi. Kendilerini dans eden arıların üzerindeki kokunun kılavuzluğuna bıraktılar.

Koku ya da koku alma duyusu çok basit, ancak çok etkili bir iletişim aracıdır. Şeker şurubunun miktarının azalmasıyla orantılı olarak halka dansı yavaşlamakta ve toplama işlemi devam etse dahi dans durmaktadır. Diğer taraftan, daha yoğun (daha tatlı) şeker şurubu daha canlı ve uzun soluklu halka danslarına sebebiyet vermektedir. Besin kaynağının tanıtımının etkisi böylece zenginleştirilmekte ve iyi bir besin kaynağına gelinmesi üzerine aktif hale gelen tarlacı arının karnındaki bir koku bezesi ile ilaveten artış göstermektedir.

1923’den 20 yıl sonra da deneyleri devam ettirerek en güzel noktanın gözümden kaçmış olduğunun farkına vardım. Daha sonra, ilk olarak, besleme kaplarını kovanın yanı başına koymak yerine birkaç yüz metre ileriye yerleştirdim ve beni hayretler içinde bırakan durum, arıların kovana yakın kaplara çok az ilgi gösterirken hemen daha uzak mesafede yiyecek aramaya başlamalarıydı. Bunun tersi durum ise, daha önce olduğu gibi, tarlacı arılar kovana daha yakın şekilde yerleşik oldukları zaman meydana gelmiştir.

Arılar mesafe ile ilgili olarak herhangi bir sinyal vermekte midir?

Bir gözlem peteğinden iki tarlacı arı grubu oluşturulmuştur. Kovandan 12 metre uzağa bir besleme yeri yerleştirilmiş ve diğeri ise 300 metrelik bir mesafeye konulmuştur. Gözlem kovanının açılması üzerine hayretler içinde kaldığım durum, uzun mesafeden gelen tarlacı arıların kuyruk sallama dansları yaparken yakın mesafedeki tüm tarlacı arıların dairesel danslar yapmasıydı. Yakın mesafeye konulmuş bulunan besleme kabının aşamalı alarak daha uzak mesafelere götürülmesi, yaklaşık olarak 50 metrelik bir mesafede, dairesel olarak yapılan dans şeklinin kuyruk sallama dansına dönüşmesine yol açmıştır. İkinci besleme kabı yine aşamalı olarak yakın mesafeye ve ilk besleme yerini geçecek şekilde kovana yakın mesafeye getirilmiştir. Yaklaşık 50 metrelik aynı kritik mesafede, kuyruk sallama dansları, dairesel danslar haline gelmiştir. Kuyruk sallama dansına uzunca bir süre tanıklık yapmış, ancak bunun polen toplayıcıları için tipik hareket tarzı olduğunu düşünmüştüm. Benim hatam, söz konusu zaman dilimi içinde, polen sepetli arıların her zaman için şeker şurubu toplayıcılardan daha uzun bir mesafeden geldikleri hususundan kaynaklanıyordu.

Böylece, dairesel dansın kovandaki üyeleri (arıları) sembolik olarak kovana hemen yakın bölgede araştırma yapmaya davet eden bir sinyal olduğu açığa çıkmış ve müteakip deneylerle de teyit edilmiştir. Kuyruk sallama dansı, bu arıları daha uzun, nadiren muhtelif kilometreleri içeren mesafelere göndermektedir. “50 metreden az” veya “50 metreden uzak” sinyali kendi başına fazla yarar sağlamayacaktır. Ancak, esasında, kuyruk sallama dansının hızı, artan mesafeyle birlikte düzenli bir şekilde olmak üzere değişiklik göstermektedir; ritmi azalmaktadır. Daha uzun mesafeler sembolik olarak daha uzun kuyruk sallama süreleriyle ifade edilmektedir.

Melek Merve Toktamış
+ Son Yazılar