Aşık Veysel ile Kierkegaard Kaygı Üzerine Konuşsalar…

Kierkegaard’ın Kaygı Kavramı adlı yapıtındaki korku ve kaygı ayrımı dikkat çekicidir: “Korku belirli bir şeye yönelmiştir; bir nesneye bağlıdır. Kaygı ise hep belirsizdir; herhangi bir yönelimi olan bir “duygu” değil, nesnesi olmayan bir “ruhsal durum”dur. Heidegger bu ayrımı Kierkegaard’dan devralmıştır. Ayrıca aynı ayrım Jaspers’de de karşımıza çıkar. O da şöyle der: “Korku belli bir şeye yönelmiştir, kaygının ise nesnesi yoktur.” [1]

Kierkegaard’a göre insan varoluşu sorguladığı ölçüde kaygının topraklarındadır. Çünkü kaygı belirsizlik durumudur, gelecek de belirsizlik içerdiğinden gelecek insanı kaygılandırır. Varoluşsal kaygı geleceğe yönelik olarak an’da ortaya çıkar. Gelecek ise özgürlük için bir imkândır ve olasılıklar evrenidir.

Kierkegaard bize kaygının dünyada varoluşun güvensizliğinden kaynaklandığını göstermesiyle aslında insanın kendi hayatını yalnızca kendisinin yönlendirmek zorunda olduğunu anlatır. Varoluşun eylemlerle inşa edilmesine dikkat çeker. Kişi kendisinde bir Tin olduğunu kavradığında, “çocukluk” sona erer ve böylece insan kendi varoluşunu sırtlayıp taşımak zorunda kalır. Peki, insan kendine bir Tin olduğunu nasıl fark eder? Acı ile?… Hastalık ile? Şevk ile..? Aşk ile..? Sohbet ile? Felsefe ile? Kaygı ile?

Görüldüğü üzere korku, kaygı ve varoluşun içimizde titreyen ışığı filozofça bir bakışı hak ediyor. Ama ben konudaki ışığı yeterince kavrayamamış olacağım ki Kierkegaard’ı okurken derin bir karamsarlığa kapıldım; varoluşun derin sırlarını sazıyla sözüyle bize fısıldayan Âşık Veysel ozanımızı yardıma çağırdım. Veysel beni yatıştırdı ve yeniden Kierkegaard’ın sözlerine kulak vermemi sağladı.

Âşık Veysel’in sözlerinde ve sazında dile gelen bir felsefe var, bu felsefe dünyevî varoluş kaygısını iyimserlikle ve bilgelikle yoğuran bir felsefe. “Acı” yı taşımanın bambaşka bir hali… Neydi peki zihnimde Kierkegaard ve Âşık Veysel’i yan yana getiren? Burada durup, sözü imgelemin gücüne bırakıyorum: Varsayalım ki zaman ve mekânın ötesinde bir yerde Veysel ve Kierkegaard karşılaşmışlar ve Veysel çalmış söylemiş, Kierkegaard’ın da gönlü titremiş, başlamışlar sohbete:

Kierkegaard: “Veysel usta, yıllardır şunu soruyorum kendime, yanıtı var mıdır sende? “İnsan hangi ülkede olduğunu koklayıp anlamak için parmağını toprağa sokar. Parmağımı varoluşun içine sokuyorum; hiçbir kokusu yok. O halde neredeyim ben?

Veysel: Kardeşim sen toprağa yalnızca parmağını sokmuşsun ah bir de benim yaptıklarımı bilsen; “Karnın yardım kazma ile bel ile yüzün yırttım tırnak ile el ile yine beni karşıladı gül ile… İşte bu yüzden sevgili kardeşim “Benim sadık yârim kara topraktır.”

Kierkegaard: Sen yârini bulmuşsun Veysel usta… Ben ise sormaya devam ediyorum, daha doğrusu içimdeki o ses soru sormaya devam ediyor, hiç susmuyor… “Kim” beni bu Bütün’ün içine çekti ve böyle yalnız bırakıverdi? Dünya nasıl bir yer böyle?

Veysel: (sazı alır eline.) “Dünyaya geldiğim anda / Yürüdüm aynı zamanda: İki kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece…” dünya dediğin yerden ben bunu anlarım işte.

Kierkegaard: İki kapılı bir han demek… Evet, haklısın dünyaya geldik, yürüyoruz, ilerliyoruz bir yolda… Peki, ya yürüdüğümüz yolun hedefi ne? Hiç geriye bakmadan nasıl ve nereye ilerleyeceğiz?

Ben derim ki “Yaşam ileriye doğru bakarak yaşanır, geriye doğru bakarak anlaşılır.” Varoluşuma baktığımda ise bir “an” içinde kaldığımı görüyorum… Ah Veysel usta… İşte kaygı ile ilk karşılaşma anı bu… Ardından umutsuzluk geliyor ve yine titriyor ruhum… Niçin bana hiçbir şey sorulmadı? Niçin ruh pazarlayan bir satıcının malıymış gibi ben de gelip sıraya dizildim?

Veysel: Kardeşim, ben de en az senin kadar şaşırırım bu işe, ama umutsuzluğa kapılacak bir neden bulamam, sadece derim ki: “Şaşar Veysel işbu hale / Gâh ağlayan gâhi güle; Yetişmek için menzile / Gidiyorum gündüz gece. Uykuda dahi yürüyorum / Kalmaya sebep arıyorum; Gidenleri hep görüyorum / Gidiyorum gündüz gece Düşünülürse derince / Irak görünür görünce; Yol bir dakka miktarınca / Gidiyorum gündüz gece…”

Kierkegaard: Senin “1 dakka miktarınca dediğin yol ömrümüz Veysel usta… Ben yedi çocuklu bir ailenin son evladıyım. Doğduğumda babam 56, annem 45 yaşındaymış. Babam bir çobanmış ve öyle yoksulmuş ki, bir gün yoksulluk canına tak etmiş Tanrıya isyan etmiş. Ve ne gariptir ki o günden sonra talih yüzüne gülse ve işleri düzene girse de hiçbir zaman mutlu olmamış. Babam bizi Îsâ’nın acılarını anlatarak, dünyanın adaletsizliğini ve zorluklarını öğreterek eğitti. Biliyor musun? Ailemizin lanetlendiğini düşündüğüm çok olmuştur çok. Babamdan miras kalan melankoli ile öğrendim ki “Yaşam acıdır”. Çok küçük yaşta anlatılan hikâyelerden aklımda şu sahne kaldı: “Gelen geçen herkes Yüce Îsâ’nın yüzüne tükürdü ve utan! dedi… İşte bu sahne ruhumun derinliklerine kazındı, yaşamımın çekirdeği bu oldu”. Şimdi hala kendimi yersiz yurtsuz hissediyorum. Varoluşum kaygının topraklarındadır.

Veysel (sazı elinden bırakır): Madem “Yaşam ileriye bakarak yaşanır, geriye doğru bakarak anlaşılır”, diyorsun gel bir de benim küçük hikâyeme bak:

“Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım… Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan.” [2] Yine de o zindanın kapılarını aralamak istersen gel dinle sazı:

(Veysel sazı alır eline)

Anlatamam derdimi dertsiz insana

Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez

Derdim bana derman imiş bilmedim

Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz

Gülü yetiştirir dikenli çalı

Arı her çiçekten yapıyor balı

Kişi sabır ile bulur kemâli

Sabretmeyen maksudunu bulamaz

Ah çeker Âşıklar ağlar zârınan

Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan

Çağlar deli gönül ırmaklarınan

Ağlar ağlar gözyaşların silemez

Veysel günler geçti yaş altmış oldu

Döküldü yaprağım güllerim soldu

Gemi yükün aldı gam ilen doldu

Harekete kimse mani olamaz

Bunun üzerine Kierkegaard ne derdi acaba bilemedim. Ey okur sen dilersen tamamla… Ustaları, onların fikriyatını biraz hayal katarak anmaya çalıştık, kusur ettiysek affola…


Dipnotlar:

[1] Walter Schulz, “Çağdaş Felsefede Kaygı Sorunu”, s. 7-18, Korku ve Kaygı, Metis yay.1991

[2] Aşık Veysel, Deyişler (Haz: A. Kutsi Tecer), Ülkü Yayınları, Ankara 1944: s 86.