Okuma süresi: 5.10 mintues

“Ne cesaretle bizden umut bekliyorsunuz. Boş sözlerinizle hayallerimi ve çocukluğumu çaldınız. Ben yine de şanslı çocuklardan biriyim. İnsanlar ıstırap çekiyor, insanlar ölüyor, koca koca ekosistemler çöküyor; bir kitlesel yok oluşun eşiğindeyiz ve sizin tek konuştuğunuz şey para puldan, ebedi ekonomik büyüme masallarından ibaret!”

(Greta Thunberg , BM konuşması: “Bu ne cüret!” 17 Aralık 2018)

Ekoloji konusunda, örnek inkâr şunu söylemektir: “Tehlikede olduğumuzu biliyorum. Ama pek de inanmıyorum. O halde ne diye alışkanlıklarımı değiştireyim ki!” Bunun tersi bir inkâr da var: “Kaybımıza neden olacak sürece karşı yapacağımız fazla bir şey olmadığını biliyorum. Ama bu düşünceye katlanamıyorum ve hiçbir işe yaramazsa bile deneyeceğim.” İşte bu düşünce bizim organik gıda almamıza neden olur. Yarısı çürük ve fiyatı fazla olan organik etiketli elmaların daha sağlıklı olduğuna inanmak saflık olur. Bunları tüketici olarak satın almak istiyorsak, yararlı bir hareket yapma, inandıklarımızı gösterme, vicdanımız rahatlatmak, kolektif geniş bir projeye katılmak kuruntusudur.

İklim krizi, ekonomik krizler, tarımda yaşanan krizler, gıda güvenliği gibi sorunlarla boğuştuğumuz 21. yüzyılda, Greta Thunberg adındaki bir genç kız çıktı ve ilk önce iklim değişikliği konusunda farkındalık yaratmak için iki hafta okula gitmeyip İsveç parlamentosu önünde oturdu.  Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada kendi kuşağının öfkesini böyle dile getirdi: Bu ne cüret!!!

Greta, 2003 Stockholm doğumlu, Ağustos 2018’de iklim değişikliği ile hemen mücadele edilmesi zorunluluğu konusunda eylemlerine başladı. “İklim için okul grevi” ile medya dünyasının ilgisini çekmeyi başardı. Thunberg, halen iklim aktivistliği yapıyor. Medya ile yayılan protestosuna farklı ülkelerde farklı okullardan ve özellikle de liselerden destek geliyor. Greta ve iklim hareketi üzerine ne kadar övgü ya da komplo teori üretilirse üretilsin, yeryüzünde herhangi bir varoluş farkındalığı olan insanlar ilettiği mesajı görmezden gelemiyorlar.

Bana kalırsa gençlerin öfkesi ve hesap sorma cesareti bize yerküre ve insan ilişkisi konusunda artan bir uyanış olduğunu gösteriyor. Örneğin dünyanın ilk güneş enerjisiyle gösterilen filmi  “Aptallık Çağı” adlı belgeselde kitle olmanın toplum olmakla aynı olduğunu düşünen, herhangi bir sürü gibi boyun eğdiği kaderi aslında kendinin yarattığının farkına varmayan, varsa da bunu önemsemeyen bir insan modeli tasvir ediliyor. Şu kritik soruyu soruyor film: 21. yüzyılda dünyada bir gelecek arıyor mu?  “Aydınlanma Çağı”ndan sonra  “Aptallık Çağı”na mı girdik?  İnsanlığa uzanan yolda neler değişti, neler aynı kaldı ve insan “akıllı” bir varlık olduğu halde, farkındalığını kullanabildiği halde nasıl ve hangi mekanizmalarla gerçeği inkâr ediyor? Greta’ya göre bu yok oluşa gitme hali, gelecek kuşaklarına haklarına tecavüz etmek, cahilliğin veya aptallığın ürettiği cesaretten olabilir, belki de “Bu ne cüret?” diye haykırmasının nedeni budur.

Ekoloji ve inkâr meselesine Slavoj Zizek’in de bir yanıtı var gibi görünüyor ama bu yanıt sanıyorum Greta gibi çevrecileri hüsrana uğratacak bir yanıt. “Geri dönüşüm, organik gıda, bisiklet… Dünya böyle kurtarılmaz”[1]diyen Zizek’e göre ekoloji yeni çağın dini haline gelmiş vaziyette; derin ekoloji dünyanın sonunu apokaliptik bir yorumla tasvir ederken kıyamet senaryosunda baş aktörü “modern birey”e veriyor. Sistem böylelikle krizlerin faturasını bireysel vicdanlara kesiveriyor. Dolayısıyla birer  “günah keçisi” haline gelen ve derin ekolojiye iman eden bireyler, kefaret ödemek ve günahtan arınmak için organik piyasanın en sadık tüketicisi oluyor. 

21. yüzyılın “Aptallık Çağı” olduğu tartışmasına  Zizek’in sunduğu açıdan bakarsak şunu söyleyebiliriz; yaşananlar bir aptallık yüzünden değil bir inkâr mekanizmasının farklı boyutları nedeniyle böyle davranıyorlar. Özetle Zizek, modern insanın ekolojik kriz ile ilişkisini[2] şöyle kategorize ediyor:

1. tavır: “Böyle bir sorun yok.”

2. tavır:  Teknolojiye yaslanmak. “Endişelenmeyin, bir şey icat edilir.”

3. tavır: Derin ekoloji. “Emperyalistiz, doğayı sömürdük, kökenlere dönmemiz lazım, sonra gelsin kapitalist vergilendirme temelli çözümler: En çok kirletenleri en çok vergilendirelim, ekonomide nasılsa bir yol bulunur…”

Zizek’e göre en tehlikeli olan yaklaşım kapitalist ideolojiyi devreye sokan yaklaşım; çünkü burada çift taraflı işleyen bir mantık söz konusu. Önce şunu yapıyor: “Toplumu bırak da sen ne yaptın? Geri dönüşüm yapıyor musun? Pet şişen, kola kutunu, ambalaj kâğıtlarını geri dönüşüme verdin mi? Önce bir sen bunları yap da öyle konuş.”

Burada kişi birey olarak her daim suçlu konumuna düşmektedir: “Toplumu analiz etme, önce sen değiş.” İkinci yaptığı şeyse kişiye kolay bir yol sunuyor gibi davranmak: “Geri dönüşüme yardım et, geri kalanını da düşünme.” Kişiye kendini iyi hissettiriyor, bir sorumlu vatandaş olarak ödevlerini yerine getirmiş oluyorsun. İşte bu da gerçek sorunları yok saymanın bir yolu…[3]

Yukarıdaki tartışma sanıyorum önümüzdeki senelerde tüm insanlığı meşgul etmeye devam edecek; belki de insan yerküreyi etkileyen “jeolojik bir faktöre” dönüşecek… Tartışmaya Türkiye’den Cem Karaca ile bir noktalı virgül koyabiliriz ancak;

Bindik Bi Alamete Gidiyoruz Kıyamete…

Yol dediğin yol gibi,

Ulaşmalı bir yere
Biz dön baba dönelim,

Geliyoruz aynı yere
Bu döngü kısır döngü,

Başı var da sonu yok
Dönüyom dönemiyom
Sonunda bir çıkış yok

Cem Karaca, 1990


[1] https://t24.com.tr/haber/geri-donusum-organik-gida-bisiklet-dunya-boyle-kurtarilmaz,384391

[2] McKenzie Wark, Molecular Red, Theory for the Anthropocene, Verso, 2016

[3] http://acikradyo.com.tr/arsiv-icerigi/cuma-adli-adamlar-slavoj-zizekle-soylesi

Sezgi Durgun Özkan
+ Son Yazılar