RIZÂ

İnsan Hakları - 2019

Anlık(Zihin): ”İnsan
Hakları” kavramı nereden başlar ya da başlatılmalıdır?

B (bile değil): Tüm sözcükler ve kavramlar için geçerli
olmak üzere bu kavramı da
“İnsan” ve “hakkı / hakları[/hukuk]” sözcükleri olarak tek tek
ve ayrı ayrı ele almamızı gerektirir.

Herhangi bir nesneyi, duyu verileri olarak duyumsadıktan, durumu ya da olguyu
algıladıktan sonra hem yalın, hem de karmaşık “görünümü” ile düşünsel bir
seviyeye ve işleyişe çıkarmak durumundayız. Ancak bu süreçtekilere ve bazı
“sonuçlarına”,
-tanımlayarak ve sırasıyla- ”anlamak” ve “kavramak” diyebileceğiz.

Anlık: O
zaman, “insan” sözcüğünden başlıyoruz demek ki.

B (bile değil): Evet. Bağlantı/ilişki kurmak, bağlantı kuran
anlamına gelen İnsan sözcüğünün, ünsiyet kökünden geldiğini anımsatarak daha
ayrıntılı kökenini(etimolojisini), önemli ve ayrı bir konu olarak bununla
ilgilenenlere bırakalım.
www.FaRkLaR.net/Insan sayfasından
da yararlanılabilir.]

Herhangi bir sözcük gibi, “İnsan” sözcüğünü de çözümlemeye başladığımızda, “ne
olduklarıyla” birlikte ne olmadıklarını düşünerek ve tanımlayarak yol almak
durumundayız. Öncelik de ne olduğundan çok, ne olmadığı üzerinden olmak
durumunda.
(“Hak” ya da çoğulu olan “haklar(hukuk)” sözcüğü de ayrıca değerlendirildikten
sonra zihinde anlam bütünlüğü oluşabilecektir.)

Yine herhangi bir nesneyi, olguyu ya da sözcüğü dile getireceğimizde, önce
varoluşu(ontolojisi) ve ancak daha sonra bilgisi(epistemolojisi) itibariyle o
konuya/nesneye değinebiliriz. Bir de her şey için geçerli olmak üzere bağlam
olmadan, “anlam”a ulaşamayacağımız
ı sürekli anımsamak durumundayız.

Anlık: ”İnsan”ın
ne olmadığına mı değiniyoruz öncelikle?

B (bile değil): Evet. Öncelikli, temel algı ve bilgi
olarak insanın/kişinin,
gövdesi olmadığı ya da gövdesiyle sınırlı olmadığı
nı sürekli anımsamak
durumundayız.
(Sadece varoluşumuzun da öteki olanak, koşul ve özelliklerimizin herhangi
birini göz önünde bulundurmaya gerek kalmaksızın her şey için yeterli ve
geçerli bir koşul ya da özellik olduğunu anlamak ve sürekli anımsamak üzere…)

Çok çeşitli olanakları ve özelliklerine de değinebileceğimiz gibi, öncelik,
yoğunluk ve süreklilikle, parçalarıyla değil bütün olarak düşünmeliyiz.
(Hem kendi içinde, hem de çevresindeki tüm -canlı/cansız- varolanlarla
birlikte.)

İnsanı, anne karnında ve doğduğu andan itibaren annesinden ya da bakım verenden
ayrı olmaksızın, gövdesi ve zihinsel varoluşu itibariyle ancak ilişkilerinde
değerlendirebiliriz. Annesi ya da ötekinin olmadığı yerde kendiliğini ve
benliğini, ilişki kurabileceği bir “sen” olmadan, bir başkası olmadan oluşturma
olanağı yoktur. Bu durum ve süreç, cansızları dışarıda bırakarak, bitkiler için
geçerli olmadığı gibi, hayvanlar için de geçerli değildir. Sadece “insan”a
özgüdür.

İnsan, doğaya
doğan değil yaşama doğandır.

Anlık: ”Hayır!”larımız,
“Evet”lerimizden önce geliyor…

B (bile değil): Sadece insana özgü olan başka bir olanağımız
ise ”Hayır!” diyebilmemizdir.

Doğadaki tüm varolanlar gibi insanın gövdesi de gelişerek ve değişerek sürecini
tamamlar. Gövdemiz itibariyle bitki ve hayvanların koşullarıyla birlikte bulûğa
ermesiyle tanımlanan belirli yaş, dönem ve zihinsel seviyelerden geçerek herkesle
eşit olanaklara, haklara ve kararlara sahip olmak üzere birey olmaya, reşit
olmaya hak kazanırız.

Olanaklarımız, 18 yılımızı tamamlayana kadar, ağırlıklı olarak bitki ve
hayvanlarla ortak olduğumuz gövdemizde, varoluşsal ve canlılık
gereksinimlerimize, istediklerimize gözümüzü, ağzımızı, elimizi ve
dilimizi, ”Evet”lerimizi yöneltmeyle yani “yapma isteği/bilgisi”
anlamına gelen irâdemiz aracılığıyla sağlanır.

Bu süreç, özellikle 1 yaşında, bazı sözcükleri söylemeye başlayarak; 2 yaşında,
benlik algımızın kısmen gelişmişliğiyle erk karşısında, varolduğunu
gösterebilmek üzere dışkı tutarak; 4 yaşında, kısmen başlayan öğrenim/eğitim
becerisiyle; 7 yaşından itibaren bilinçlenerek; 18’den önce dereceli olarak, 12
– 15 yaş arasında ve 15 – 18 yaş arasında, ayırd etme[temyîz] ve hukuksal cezâ
görme eşiğiyle; 16 yaşında, ebeveynin resmî izniyle dünyanın her
yerine gidebilme; yine ebeveyn izniyle 17 yaşında evlenebilme eşiklerindeki
kısmî hakları ile 18’den sonra da gözümüzü, ağzımızı, elimizi, belimizi ve
dilimizi uzatmayabileceklerimiz için ”Hayır!” diyerek, ”yapmama
bilgisi/isteği”
 olarak tanımlanan ihtiyârımız
ve muhtariyetimiz
le yani kendimize ve çevremizdekilere zarar
vermemek üzere, ancak bu koşullarla özgürlük hakkımızı elde ederiz
ve yaşamımızı, yapmayabileceklerimiz üzerinden sürdürürüz. 

Atacağımız her adımda, yapacağımız ve söyleyeceğimiz her şeyde, önce “Evet”imiz
(irâdemiz) değil ”Hayır!”ımız (ihtiyârımız) devrede olmak
zorundadır. Birilerini yaralamak, öldürmek ya da insanlık
suçlarına giren uyuşturucu (“sigara vb”. de) satmak gibi çevremize
çeşitli zarar verebilecek eylemler ise en önemli ve olmazsa olmazımız, Sağlık
ve Özgürlük
’ün yitirilmesi, hastahane ya da hapishaneyle
sınırlandırılmasıyla son bulmasıdır.

İlim ve irfanın
öncelikleri, ilkeleri olan eline, diline ve beline hâkim olmak, tüm kadîm
geleneklerin ortak uyarısıdır. Şiddet kontrolü, şiddetsizlik, zararsızlık;
başkalarını, düşünce, söz ve hareketle incitmemek; yalan kontrolü ve dürüstlük;
benimseme kontrolü ya da çalmama; eşeysel(cinsel) enerji kontrolü; mal/eşya
biriktirme kontrolü, biriktirmemek; nefret kontrolü ve merhamet; kızgınlık
kontrolü ve affetme; güçsüzlük kontrolü ve dayanıklılık; aşırılık kontrolü ve
ılımlılık; yanlışlık kontrolü ve doğruluk da insan haklarının
dışına çıkmamayı sağlayacak olan uyarılardır.
www.FaRkLaR.net/kisiselgelisim ve www.FaRkLaR.net/ilim-irfan sayfalarından
da yararlanılabilir.]

Kendi haklarımızı ve başkalarının haklarını tanımamıza yardımcı olabilecek çok
önemli iki çalışma ise bir kâğıda ya da bilgisayarda/cep telefonunda, iki ayrı
sayfa oluşturup öncelikle ”Ne yapmayabileceklerim”i/zi, ötekine ise
tam ve kesin olarak ”Hayır!” dediklerimizi,
diyebileceklerimizi yazmamızdır.


Giyinmek, öncelikle toplum (ve düzeni/sağlığı) için 

ancak daha sonra kişinin kendi içindir.

Anlık: Yazmak
bu kadar mı önemlidir?

B (bile değil): Kişi, kendini, üç ayna karşısında
tanıyabilir ve gerçekleştirebilir. 

İlk aynamız, öteki aynasında yani anne ve başka kişilerle olan
ilişkilerinde, paylaşım ve iletişimlerimizdedir.

İkincisi, doğada ya da cam/ayna, metal, kamera gibi nesnelerdeki
yansımalarındadır.

Üçüncüsü ise yazı aynasındadır, yazdıklarımızın ve
yazabileceklerimizin yansımasındadır.

Yazma eylemi, ilk ikisi gibi dolaylı olmayıp doğrudan, kişinin kendini, zihnini
ve yaşamını karşısına koyup gözlemlemesini ve düzenlemesini sağlayan, yaşamın
gelişine ya da kendi “haz ve keyfî kararlarına” düş(ür)meyebileceği eylem ve
tutumdur.

Yaparak, eyleyerek ve ”Yaptığını yaz, yazdığını yap!” ilkesiyle
ancak yazarak,
kendine hizmet etmekle herkese, insanlığa hizmet etmiş ve yaşama katılmış olur.


Bir’e hizmet, bin’e hizmet;
bin’e hizmet, bir’e hizmettir.

——————————————-

Kişi, ne
yaparsa
kendi yapar, kendine yapar.


Anlık: Kimlik, kişilik ve kendilik arasındaki ilişki ve farklar nelerdir/nasıldır?

B (bile değil): Kimliğimiz, topluluk ya da toplumda bulunan
kişilerden, gövdemiz üzerinden, kayıtla, yazılı belge olan kimlikle, kemik,
parmak/el/ayak izi, retina ve DNA gibi verilerle gözlemlenen bir
ölçüttür. Kişinin tensel varoluşu, belirlilik; tinsel varoluşu ise
erekliliktir. Düzenin ve/ya da çevrenin etkisi ve katkısı ile oluşturulmuş
olandır. 
(Kişi, ancak gövdesiyle birlikte düşünülebilse bile bireyin,
kendini, gövdesinden oluşan ya da gövdesiyle özdeş görmemesi
ni
gerektirir. Biz, gövdemiz değilizdir. Kişiler de “kadın” ya da “erkek”
değildir. Dişil ve eril gövdesine[/hayvanına] sahip varolanlardır. Bütünlük
olarak gövdeleriyle birlikte fakat anlam, değer ve haklar olarak sadece
insandır.)

Hukuk açısından da birey/kişi, gerçek ve tüzel olarak ikiye ayrılır. Birey
olması da tüzeye(hukuka) ve bilgiye dayanır.

Kişilik ise zihnimizde, düşüncelerimizde, dilimizde ve eylemlerimizde,
çevremizle ve ilişkilerimizde, yaptıklarımızda değil yapmadıklarımızda yansıyan; kişinin,
kendi takip ederek ancak farkındalıkla, bilgisi, görgüsü, kültürü, sabrı,
tahammülü, tenezzülü, ilim ve irfanı, aşk ve şevki ile ve de yokluk ile
oluşturabildiğidir.

Kendilik ise bilinenin bilenini aramakla…

SABIR GEREK
EVVELÂ

SONRA
TAHAMMÜL

SONRA
TENEZZÜL

SONRA İLİM,
İRFAN GEREK

SONRA AŞK,
ŞEVK GEREK

SONRA YOKLUK

EN SONUNDA
KİŞİLİK! [OLUŞUR]

www.FaRkLaR.net/SABIR ]

Anlık(Zihin): ”Hak”
sözcüğüne de burada mı geçiyoruz?

B (bile değil): Kişi, biyo-psiko-sosyal bir varolan
olmasıyla da sadece bir ötekinin varoluşuyla yetinemediği gibi üçüncünün ve
daha çoğunun varoluşuyla toplumsallığını gerçekleştirmektedir. Toplum
seviyesine gelemese de topluluk olarak yaşamaya başlamaktadır.

Varolmayı olabildiğince sürekli kılmak üzere temel gereksinimleriyle birlikte
düşük seviyede de olsa bazı koşullara sahip olmak durumundadır. Temel koşulları
sürekli kılmanın adı olarak “hak” sözcüğünü düşünmeye ve kullanmaya
başlayabiliyoruz.

Uygarlık, toplum ya da topluluk, iki kişiyle değil üçüncü kişinin varoluşuyla
ve haklarıyla dolayısıyla hakların çoğulu olan hukuk/tüze düzenlemesiyle
başlar. Hukuk, doğal, üretilmiş ya da türetilmiş varolanların, bulunulan bölge
ve doğal/fiziksel koşullarda paylaşımı ve çocuğa, sonraki kuşaklara aktarımıyla
yani “miras haklarına/hukuku”na dayanır.

Anlık: Hak
ve haklar üzerine bilinmesi ve karıştırılmaması gerekenler nelerdir?

B (bile değil): Hak sözcüğünün, Arapça kökenli
anlamı, doğruluk ve adâlettir.
Farsça olan Hâk sözcüğünün anlamı ise topraktır. Tek ya da çift k ile Hak/k olarak ve çoğulu olan hukuk sözcüğünün anlamı, “Adâlet”tir. Çift k ile Hakk olarak Allah anlamına gelir.

İngilizce karşılığı, Right; Fransızca karşılığı, Droit;
Almanca karşılığı, Recht;
Latince karşılığı ise Jus’tur.

Hak sözcüğü,
– tüze; 

– türenin[tüzeye/hukuka uygunluk]
gerektirdiği ya da birine ayırdığı şey, kazanım;
– dava ya da savda gerçeğe uygunluk, doğruluk;
– harcanmış/geçmiş emek;
– emek karşılığı ücret;
– doğru, gerçek

anlamlarına gelirken,
– maden, ağaç, taş üzerine, elle yazı ya da şekil oyma;
buna yakın bir anlamıyla da 
– yazıyı, yanlışı kazıma
anlamında kullanılır.

Hak ile Sıdk arasında da özel ve yakın bir
ilişki vardır. 
hak, gerçekliğin, önermeye uygunluğu;
sıdk da önermenin, gerçekliğe uygunluğudur.

Hak kavramının, hizmet, hikmet, nasip ve bereket kavramlarıyla olan
ilişkisini de ayrıca ve sürekli anımsamak gerekir.

Hak sözcüğünü, pay ve liyâkat ile
karıştırmamak ve bazı hakkımız olduğunu zannettiklerimizin kökeninde “hazzımızın”,
“beklentilerimizin”, keyfiyetimizin olup olmadığından emin olmamız gerekir.

Hak, “ayrıcalık/imtiyaz [Ar. < meyz]”, “güvence” ve “güç” olarak
görülmemeli ve kullanılmamalıdır.

Hak ile Had/Sınır arasında doğrudan bir ilişki
vardır. Salt amaç olarak düşünülemeyecek ve kullanılamayacak olan
özgürlük, hak ile sınırlanır ve hak ile sınırlanabilmektir. Özgürlük, haklılığı
ya da karşılığı olmayan tüm düşünce ve tutumları dışarıda bırakmaktır.

Hak, zorunluluk değil/yerine rızâ ile sağlanabilecek bir kazanımdır.

Mağdur hakları ile sanık hakları da birbirleriyle ilişkili olmalarının yanı
sıra ayrı koşul ve hakları içerir ve kapsar.


Hak, yerini bulur; 

taş, gediğini
bulur.

Anlık: Hakları,
anayasal haklar, kişinin vazgeçilemez ve devredilemez haklarından başlatmamız
gerekiyor sanırım.

B (bile değil): Tabii. Anayasayla devletin
sınırlandırılması, temel haklar ve birey haklarının tanınması,
korunması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesi zorunluluğuyla başlıyor.

Haklar, ifade hakkı ve tüm öteki haklar; 
sınırlandırılamaz ve sınırlandırılabilir haklar olarak ikiye ayrılır.

Hakları tesis ve teslim etmenin önceliği ve zorunluluğu, hakların haklarını,
herhangi ya da hiçbir keyfiyete düşürmemek üzere saklı ve geçerli tutmakla
sağlanmaktadır.

Kişi, kendi haklarını savunduğu, savunabildiği ve savunması, sahip çıkması
gerektiği kadar başkalarının (insan) haklarını, toplum düzenini sağlamak üzere,
hem kendinden başlayarak başkalarının, hem de başkalarından hareket ederek
kendi haklarını; ne sadece kendi hakkıyla, ne de başkalarının hakkı önde olmak
üzere, hakları ve kişisel haklarını, her zaman, zemin ve koşulda savunmak
durumundadır. 

Bilinçli bir kişi olmak ve bu doğrultuda bir yaşam sürmek üzere, ne varoluşunu,
ne de aklını başkasına ihâle edemeyeceğini sürekli olarak anlığında bulundurmak
durumundadır.

Anlık: Susma
Hakkı’mızın önceliğine de değinecek miyiz?

B (bile değil): Susma Hakkı, tüm haklarımızın yanı sıra en
temel, olağan ve tüzel(hukuksal) hakkımızdır. Susmak, strateji olarak
kullanılabilmekle birlikte bir olanak ya da araç olarak değil bir hak
olarak görülmeli, sunulmalı ve kullanılabilmelidir. Bu
hakların anımsatılması,
“sarkıtılabilecek” değil anında, en kısa sürede anımsatılması gerekendir.

Susma hakkının tarihçesinde, John Lilburne’nin tutumu ve Miranda
Uyarıları[Arizona – ABD], 1966’dan beri uygulanmaktadır.

1637 yılında, İngiliz tarihinin en renkli, en
dramatik kişilerinden biri olan John Lilburne’un, halkı, yönetime karşı
kışkırtan bir kitap yayımladığından dolayı tutuklanıp bu mahkeme önüne
çıkarılması, susma hakkı konusunda bir dönüm noktası olmuştur. Lilburne,
mahkemede, açıkça neyle suçlandığı hakkında bilgilendirilene kadar, sorulan
sorulara yanıt vermeyi reddetmiştir. Bu durum, ceza yargılaması açısından,
tarihin bize taşıdığı, susma hakkının kullanılması ile ilgili ilk durumdur.

Miranda
Uyarıları

1. Sessiz
kalma hakkınız vardır.

2.
Söyleyeceğiniz her şey, mahkemede, aleyhinize kullanılabilir.

3.
Herhangi bir soruya yanıt vermeden önce, avukat ile konuşma hakkınız vardır ve
soruları yanıtlarken, avukatınız, yanınızda bulunabilir.

4. Eğer
bir avukat tutamıyorsanız ve dilerseniz, size bir avukat belirlenecektir.

(İfade
sırasında, herhangi bir anda, soruların öncesinde ya da sonrasında,

susma hakkınızı ve avukattan yararlanma hakkını kullanabilirsiniz.)

( 1- You
have the right to remain silent.

2-
Anything you say can and will be used against you in a court of law.

3- You
have the right to an attorney.

4- If you
cannot afford an attorney, one will be appointed for you. )

Anlık: Susma
hakkımız üzerine bilinmesi gerekenler ve karıştırılmaması gerekenler nelerdir?

B (bile değil): Bir suçlama karşısında suçlamayı/ithamı
inkâr etmek üzere değil kendimizden uzaklaştırmak üzere kullanmak ve yorumlamak
gerekir. Suçsuzluğumuzu iddia etmek ile suçu/muzu inkâr etmek aynı şey olmadığı
gibi birbirinin yerine de “algılanabileceğinden” ve “yorumlanabileceğinden”,
neyi, ne kadar söyleyeceğimize ve söylemeyeceğimize çok dikkat etmeyi
gerektirir.

Tam susma, kısmî susma ve geçici susmanın aralarında bazı farklar
bulunmaktadır.

Tam susma, şüpheli ya da sanığın, muhakemenin
tüm aşamalarında, suçlamanın tümü bakımından susmasıdır. Uygulamada çok sık
rastlanılan bir susma çeşidi değildir. Şüpheli ya da sanığın, kendine yüklenen
suç hakkında, hiçbir şey açıklamaması biçiminde ortaya çıkar. Ancak, şüpheli ya
da sanığın, failliği hakkında tam bir inkârda bulunması, örneğin; “suçsuz
olduğu”nu açıklaması ya da “olay yerinde bulunmadığı”nı söylemesi de, tam susma
kapsamında değerlendirilmelidir. Şüpheli ya da sanığın, olaya ilişkin herhangi
bir açıklamada bulunmaksızın, kimliğine ve kişisel durumlarına ilişkin
bilgileri vermesi durumunda da tam susma söz konusudur.

Kısmî susma, şüpheli ya da sanığın, muhakemenin hangi aşamasında olursa olsun,
kendine sorulan sorulardan bir kısmını yanıtlayıp bir kısmını yanıtsız
bırakmasıdır. Şüpheli ya da sanığın, cinayeti işlediğini kabul edip, neden
işlediği ya da cinayet aracını nereye sakladığı konusundaki soruları yanıtsız
bırakması gibi.

Şüpheli ya da sanığın, muhakemenin bir aşamasında, olay hakkında konuşup başka
bir aşamasında susması, geçici susmadır. Örneğin, şüpheli ya da sanık,
soruşturma evresinde konuşmuş fakat koğuşturma evresinde susmuşsa ya da
soruşturma evresinde susup koğuşturma evresinde konuşmuşsa, bu, geçici
susmadır.

Sukut ile Sükût/iskât sözcüklerini de
karıştırmamak gerekir.
Sukut/ıskat/iskatdüşürme, düşürülme; yok etme; hükümsüz
bırakma; sadaka[ölünün azapsız kalması için dağıtılan]
 anlamlarında
kullanılmaktadır.
(Iskat-ı cenîn de çocuk düşürme olarak kullanılmaktadır.)

Sükût/iskât ise susturma; tartışmada yanıt veremeyecek
duruma getirme, ağzını kapattırma ve kandırma, “râzı ettirme”
 anlamlarına
gelmektedir.

Kayıtsızlık ile karşılık vermeme de karıştırılmaması gerekenlerdendir.

Bir kişinin suskunluğunu anlamamak ve anlamaya çalışmamak, sözlerini de
anlamaya niyetli, istekli olmamaktır. Ne yazık ki, işkence gibi âdil
olmayan ve orantısız güç kullanılarak yapılan insanlık dışı “uygulamalar”,
kişinin susma hakkından uzaklaştırılması ve konuşturulması için yapılan
saldırılardır. Kişi, susarak, ne ikrâr, ne de inkâr etmiş sayılamaz.


Kişilerin hatasından, yanlışından, suçundan, günahından haberimiz olabilir
ve/fakat tövbesinden haberimiz olmayabilir.
[Dolayısıyla, kimseyi baştan, kökten ve doğrudan kınamamak gerekir!]

Anlık: Susma
hakkımızın kullanımı ve yargılama sürecindeki işleyiş nasıldır?

B (bile değil): Susma hakkı, soruşturmada ve koğuşturmada
olmak üzere ayrılmaktadır. Susmanın, hakaret olarak da görülmemesi
gerektiği gibi uyarı ve destek olarak da görülebilmesi ve kullanılabilmesi
gerekir.

Susma olanağı ve hakkı, âdil yargılanma hakkı, kendine yüklenilen suçu öğrenme
hakkı, aydınlatma yükümlülüğü, savunma hakkı, bağışıklık hakkı, ifade
serbestliği hakkı, avukat yardımı hakkı, masumiyet göstergesi, silahların
eşitliği ve hukuk devleti ilkeleri, birlikte düşünülmesi ve uygulanması
gerekenlerdir.

Susma hakkı ve aleyhine kullanmama zorunluluğu, suç kuşkusu altında bulunan
kişinin, hem soruşturma, hem de yargılama sırasında, işlediği iddia edilen
suçla ilgili olarak, kendine sorulan sorulara yanıt vermeye, bu yolda kanıt
göstermeye zorlanamaması ve bu durumun, kişi aleyhine yorumlanamamasıyla
birliktedir.

Yargılama sürecinde, suçlamaya karşılık olarak araştırma ve işbirliği içinde
olunması gerekir. Araştırmada, vicdânî kanaat değil yasal kanıt öncelikli
olarak aranmalıdır. Yargılama sırasında, susmanın yorumlanmasının
genişliği, kullanıldığı aşama, avukatın, orada/yanında bulunması, zanlının
bilgilendirilmesi gerekmektedir. Duruşmada
susma, polis tarafından gerçekleştirilecek ifade alma sırasındaki susmaya
nazaran daha geniş yorumlanır. Bu görüşe göre duruşma aşamasında, sanık, panik
içinde ya da hazırlıksız olduğunu ileri süremez. Burada, kişinin bir hukukçunun
yardımından yararlandığı, haklarından haberdar olduğu ön kabulünden hareket
edilmektedir. Polisin, sorgusundan önce bilgilendirme yapması durumunda, susma,
daha dikkatli irdelenmektedir.

Anlık: Susma
hakkının istisnaları nelerdir?

B (bile değil): Kimlik bilgilerini (doğru) yanıtlama ve kendiliğinden
yapılan açıklamalar ve itiraflar, susma hakkının dışında kalmış ve tutulmuştur.

Ceza davası, ancak suçlu olduğundan şüphe edilen
kişinin, belirli olması durumunda açılabilir. CMK’nın 170. maddesinde,
iddianamede gösterilmesi gereken konular arasında, şüphelinin kimliği de
sayılmıştır. CMK’nın 147. maddesinin, 1. fıkrasının, a bendinde, şüpheli ya da
sanığın kimliğinin saptanacağını ve şüpheli ya da sanığın kimliğine ilişkin
soruları doğru yanıtlandırmakla yükümlü olduğu belirtilmektedir. Şüphelinin,
kimlik ve adresi ile ilgili bilgi vermekten kaçınması ya da gerçeğe aykırı
beyanda bulunması, dolayısıyla kimliğinin belirlenememesi durumunda, bu
belirleme yapılıncaya kadar gözaltına alınması ve tutuklanması olanaklıdır.

Susma hakkının kapsamına girmeyen başka bir istisna, kendiliğinden yapılan
açıklamalarla, itiraflarla ilgilidir. Örneğin, … nedeni ile birini
öldürdükten sonra polis merkezine giderek teslim olan kişinin, kendiliğinden
yaptığı açıklamalardan önce susturulması, avukatın getirtilmesi söz konusu
olamaz. Ayrıca, meşhut suç sırasında takip edilen kişinin söylediği sözler
bakımından hukuka aykırı kanıt var sayılamaz.

Anlık: Susabilmenin ve konuşabilmenin
yeri ve zamanını nasıl belirlediğimize göre midir tüm bunlar?

B (bile değil): Evet. Gereğince
susmak, gereğince, zamanında ve zemininde konuşmayı bilmek gerekir. Önce
susmayı, daha sonra konuşmayı becermek gerekir. Bazen de susmayı değil durumun
gereğini yapmak yeğlenmelidir.

Bilgeliğin
dudakları, bilmeyenlere kapalıdır.

Bilip de susmak ve konuşmamak ile bilip de susmak ve
saklamak da ayrı durumlardır. 

Susmanın,
barış(sulh) ve sakinliği(sükûnu) de sağlayacağını ya da sağlayabileceğini de
sürekli anımsamak gerekir.

Bazı şeyleri bilirken susmak, bilmezken konuşmak/söylemek ile eşdeğerdir.
Bazen/çoğunlukla ikisi de kötü ve yanlıştır.

( Susmak, dinlemek, konuşmak ve yazmak için binbir nedenini okumak
için…
www.FaRkLaR.net/SUS | www.FaRkLaR.net/Dinle | www.FaRkLaR.net/KONUS ] )

Kişinin sözü,
hikmet olmalı;
bakışı, ibret olmalı;
susması, ders olmalıdır.


Anlık: ”Kadın – erkek” ayrış(tır)ması ve sorunlarını da çok görüyoruz…

B (bile değil): Kadın – kadın, erkek – erkek ya da
erkek – kadın olmak üzere her türden iki kişi arasındaki ilişkiye, bel altına
düşkün bir “zihin/kişi”, kendinden hareket ederek iki kişinin arasında
eşeysel(cinsel) bir ilişki olduğu/olacağı zannını ”yükler”.
Yemeye-içmeye, karın bölgesine düşkün bir ”zihin/kişi”, iki kişi
arasındaki ilişkide, çıkar ilişkisi olduğu/olacağı zannını “yükler”.
Düşünceye, zihne odaklı ”zihin/kişi”, iki kişi arasındaki ilişkide,
ideolojik bir ilişki ve iletişim olduğu/olacağı zannını ”yükler”.

Kalbiyle bakan ”zihin/kişi” ise koşulsuz olarak,
aralarında yalnızca bir ilişki görür. Daha fazlasıyla ilgilenmez ve
zihnini, olmadık, bilinemeyecek olanlar üzere meşgul etmez. Yalnızca ve
koşulsuz saygı ve koşulsuz sevgi ilişkisi görür.

İlişkilerimizde,
kişileri ya da kişilere konuşmayı değil kişilerle iletişim kurmayı yeğlemek,
böyle bir zihin oluşturmak durumundayız. Herhangi bir kişi olmayı değil
belirli bir kişi olmayı; hayvan gibi yaşayan biri değil insan gibi hareket eden
“canlı/hayvan” olmayı yeğlemeliyiz. Birbirimizle didişmek yerine temel
uğraşımızın, (aşırı) sıcak ve soğuk gibi doğal koşullar karşısındaki
işbirliğimiz olduğunu anımsamalıyız.

Hoş (nitelikli) kişi, işiyle uğraşır;
boş kişi, kişiyle uğraşır.


————————————————————

Bir
topluluk/toplum,
en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda,
dağılmaya başlar.

————————————————————

Tek bir
kişinin üzüntüsü, tüm bireyleri mutsuz edebilir ve 

tek bir
kişinin mutluluğu da herkesin yüzünü güldürebilir. 🙂

Anlık: İnsan haklarıyla birlikte çocuklar için de
özel haklar olsa gerek… 

B (bile değil): Evet. Çocukların da neseb, miras, vasıf
ve vasiyet hakları gibi temel hakları olduğu gibi felsefî ve hukuksal
hakları da gözetilmesi gerekenlerdendir.

Çocukların, refah hakkı, korumacı hakları, yetişkin hakları ve ebeveyne yönelik
felsefi hakları olduğu gibi olumsuz, olumlu ve etkin durumlarda/koşullarda da
hukukî haklarını ayrı ayrı sağlamak ve takip etmek durumundayız.

Anlık: Adımızı
belirleme ve değiştirme olanağı da bu haklar arasında olsa gerek…

B (bile değil): Çevremizdeki tüm varolanlarla, nesneler ve
kişilerle olan doğrudan ya da dolaylı ilişkilerimizde, zihnimizin
olanakları ve gelişmişliğiyle çeşitli araçlar ve kısaltmalar,
kısayollar kullanırız. İmgeleme olanağımızı, çeşitli simgeleri kullanarak
ötekilerle paylaşır, ortak alana getiririz. Bunların en başında ad verme
olanağımız bulunur.

Nesnelere, durumlara, koşullara ve olgulara ad verdiğimiz gibi kişilere ve
kavramlara da ad vererek yaşamımızı (kısmen) “kolaylaştırarak ve hızlandırarak”,
sürekli ve güvenilirlik sağlamak üzere daha nitelikli kılmaya çabalarız. Hukuk
da felsefe ve matematik gibi sahip olduğumuz evrensel koşulların dilini
konuşmamızı ve göstermemizi daha olanaklı kılar.

Doğadaki varolanlara, zihnimizdeki bilgi ve kayıtlara ad verdiğimiz gibi çocuğumuza
ve kişilere de ad veririz. Aşımızı, işimizi ve eşimizi çeşitli koşullar ve
kişisel isteklerimizle yaşamımızdaki çoğu önemli(öncelikli) olanı, tekrar
tekrar belirlememize karşın kendi adımızı belirleme noktasında yeterince
düşün(e)mediğimiz de dikkate alınması gereken önemli noktalardan biridir. 

Ad verme olanağımız, -harf ya da rakamla- simgelendirmeye ve sese
dayalı bir araçsallıktır. Latin harfiyle iki ve üzeri harften oluşan hece ya da
sözcükleri ad “sayarken” ve tek harften oluşan bir ad vermeyi nesne ya da
kuruluşlar için kullanabilirken, Elif, Mim, Nun ad ve soyadı
kullanımının kültürümüzde yeri olmasına karşın kişi adı olarak Latin
harfiyle okunuşu ve yazılışı tek harften oluşan bir ad pek
düşünül(e)memektedir. Kişilere, güneş, çiçek gibi doğa nesneleri ve çeşitli
kavram ve imgeler yakıştırırken, sadece kendilerini anımsatabilecek bir harf ya
da araç kullanmayı, kendi “yüklemelerimiz” ve “rahatımız” için uzak
görülmektedir. Bu sorunun çözümü, dâvâ konusu ve mahkeme işlemi olmak yerine
imza sirkülerinin istenildiği gibi değiştirebilmesiyle birlikte adın da Noter
aracılığıyla değiştirilebilmesini gerektirmektedir.
[bkz. Ad/ım/ız Üzerine… ]

Anlık: Bağımlılaştırma
da insan haklarını hiçe sayan insanlık suçlarına giriyor olsa gerek…

B (bile değil): Ne yazık ki, insan haklarının
ihlâlinde çok ağır, aşırı ve orantısız suçlar bulunmaktadır. Bunlar, soykırım
başta olmak üzere işkence, şiddet, terör, düşmanlık, ırkçılık, ayrımcılık,
ötekileştirme, köleleştirme, nefret söylemleri, insan kaçakçılığı, örgen
ticareti ve özellikle de bağımlılaştırmadır.

Uyuşturucu ve özellikle de sigara kullanımının artırılması çabasındaki düşük “zihinliler”,
sadece tek adımı önemseyen pis çıkarcı ve ticarî görünüşte olan “meşrû” sigara
firmalarının ve de suç odaklarının yoğun çabaları, “hükümetlerin” ve “siyasetçilerin”
bu alandaki isteksizlikleri ve yetersizlikleriyle kısmî ya da çoklu desteği,
bireylerin kayıtsızlıkları ve akılsız “zekâları”, bu alandaki sorunların önü
alınamaz yüksek seviyelere çıkmasına neden olarak insan hakları mücadelesinin
en zayıf ve en baştaki sorunu
 durumundadır.

Sigara(tütün vb.), esrar ve çeşitli kimyasal uyuşturucu kullanıcıları, bireysel
haz ve çıkarlarını esas alarak, keyifçiliklerinin ağır bedellerini, her bireyin
sırtına, çok çeşitli sağlık, ekonomi, hukuk sorunu ve suç unsuru oluşturan
yönleriyle yüklemektedir.

Trilyonlarca dolarlık karşılığı olan bu büyük sorunun çözül(e)memesi için de
tüm dünya ve özellikle de bu konuda sessiz, “anlayışlı” kalan içmeyenler de
sanki iş ve söz birliği yapmışçasına, odaklarını, yüzlerini ve
değerli sözlerini, daha düşük oranda yaşanılan, tabii ki onların da olmamasını
dilediğimiz öteki belirgin ve yeterince tepki gösterilen ya da gösterilmeyen
insanlık suçlarına kısmen çevirmiş durumdalar. Paranın bu çaptaki gücü
karşısında durabileceğimiz tek güç olan bilgi ve bilinç sahibi olarak direnmeyi
ise önemsiz/değersiz/etkisiz görmekte ve göstermekteler.
[Bu süreç ve mekanizmaların nasıl işle(til)diği, en çok izlenen dizi olan
Breaking Bad” ve “Narcos” dizilerinde ayrıntılarıyla
görülebilir.]

Bu sorunun hemen ardından gelen büyük sorun ise kahve tüketimiyle bambaşka bir
kulvarın daha oluşturulmasıyladır. Bu ürünün de ülkeler ölçeğindeki oranı
milyarlarca dolarla ve dünya çapında da trilyonlarca dolarla dönüyor olmasıdır.

Bireylerin, tek bir içimlik olarak “gördüğü” “çıkar” ve küçük hesapların,
birileri tarafından ne kadar büyük hesaplarla ve insanlığı sömürücü,
köleleştirici “profesyonellikle” sürdürüldüğünün acı gerçeklerindendir.

İnsan Hakları’nın önemi ve önceliği, varolan değer ve olanakları
kendi elimizle bozmadan, yıkmadan ve bazı şeyleri koruyarak
gerçekleştirebileceğimizin önemsiz görülmemesiyle başlamak zorundadır.
 Bu
çözümün, aynı anda o kadar kolay ve yalın olmasından dolayı, gözünün
önündeki ve elindeki olanaklardan uzak kalmasına neden oluyor ne yazık ki.

İnsanlığın tüm sorunlarını, haksızlıklarını ve suçlarını bireysel olarak
sırtlanamayacak olsak da her birimizin, kayıtsız durarak sorunun parçası olmak
yerine çözümün bir parçası olabileceği binlerce durum, tutum,
tavır, sosyal medya paylaşımı, eylem ve söz vardır. Yeter ki, kendimize, “Çözümün
neresinden tutabilirim?”
 ve en azından, ”Sorun oluşturmaktan
ne kadar uzak durabilirim?”
 sorularını soralım.


Adâletin gerekliliği ve önceliği, 

düşmanının “adâletine”
maruz kalmamak ve
mağdur olmamak içindir.

Anlık: Şimdi
de varoluşumuzun ve ne olduğumuzun koşullarına mı değineceğiz?

B (bile değil): Temel ve fiziksel koşulların sağlanmasıyla
gövdemizin gereksinimlerini çözmüş oluyoruz. Öteki varolanlardan
ayrıştığımız özelliğimizle zihinsel koşulların da sağlanması gerekiyor. Bu
koşulların da çok sayıda ve çok daha geniş alanlarda konu edilebileceğinden
dolayı bazı sınırlandırmalara gereksinimi vardır. Bu sınırlandırmaları da
belirli ölçüler ve dengelerle sağlamak gerekir. Tam bu noktada, hukuk, adâlet, özgürlük
ve meşrûiyet
 başlıkları devreye girer.

Yaşamın, çeperdeki 360 (milyon)
derecenin/noktanın ya da kişinin bulunduğu dairenin,
tek bir merkezi vardır. O da ancak, adâlettir. Bu, atmosferdeki ve yeryüzünde bulunan merkezdir.(1)

Adâletin merkezinde ya da temelindeki magma tabakası ise rızâdır.(4) Eşitlik
değildir! 
Rızâ
, öncelikle bilgi/haber sahibi olmayı/kılmayı sağlayarak
gerçekleşebilir. Başka bir deyişle, rızânın ilk ayağı, dayanağı ve
kaynağı, bilgi/haber verme ya da alma
dır.
( Adâletin kaynağı da, hedefi de,
 durumdaki/olaydaki ilgili iki kişiden birinin, eğer çok sayıda kişi varsa
hepsinin rızâsıdır. Adâlet, insanı (haklarını/hukuku) ve de
kişinin/kişilerin rızâsını almaktır! Ya da kişinin/kişilerin rızâsını
alabilecek/alacak biçimde düşünmek, konuşmak, hareket etmek ve
yaşamaktır. )

Çeperde bulunan noktaların birleştirilebilmesi,
ilişkide olabilmesi ve kalabilmesi, dairenin sınırlarını
gösterebilecek çizgi/sınır çekilmesiyle yani tüze(hukuk)(2) ile
sağlanır. Bu daire/alan içinde, adâlet ile hukuk arasındaki patika yolların
oluş(turul)ması, olmazsa olmazımız olan özgürlüktür.(3) Özgürlük yolları(mızı)
sağlamlaştırabilmek ise geçerliliğin(meşrûiyetin) nitelikli,
ortak araçları ve koşulları(hareket/spor, felsefe, bilim ve
sanat)
 ile sağlanabilir.

https://1.bp.blogspot.com/-tUWDlutz5BI/XVrFbo9IMII/AAAAAAAAIt0/Mo5UTYeHsFwfW9aQ6H393bl8d1nanFmcwCLcBGAs/s200/1.jpg

https://1.bp.blogspot.com/-vQ5Llm7N0bU/XVrFbmmtLqI/AAAAAAAAIt4/I6nUJXWv5BIF3MnPSUO_Pd9zGCAG9johACLcBGAs/s200/2.jpg

HUKUK DAİRESİ

https://1.bp.blogspot.com/-k5_YJXX6FtE/XVrFbgrbQYI/AAAAAAAAItw/-R9TTsLoB08PVmc009YorDqANUV5tM5vQCLcBGAs/s200/3.jpg

https://1.bp.blogspot.com/-7hlIZqZZtOA/XVrFcazETPI/AAAAAAAAIt8/HQHpeYstaQwyRmUWdNDMEoEAH_ioqjKwQCLcBGAs/s200/4.jpg

 

YAŞAM:

ADÂLET ve/||/<>/< RIZÂ[BİLGİ/HABER]

( Bilgi/haber
vermek, rızânın; 

rızâ,
adâletin; 

adâlet de
yaşamın temeli(nde)dir/merkezi(nde)dir. )


———————————————————-

Özgürlük,
kişinin, 

“canının
istediği gibi davranması” değil

istemediği
hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır.


———————————————————-

Adâlet Dairesi

Adâlet, dünya barışının temelidir.
Dünya bağının sınırlarını devlet belirler.
İşte bu devlet duvarını inşâ edecek, devlete düzen sağlayacak olan hukuktur.
Siyasi güç olmaksızın hukuk, yaptırımlarını yerine getiremez.
Siyasi gücü, askeriye korur.
Askeri gücün yaşamasını ekonomi sağlar.
Ekonomik gücü halk sunar.
Halkın birliğini sağlayacak olan ise adâlettir.
——————–
(Adl’dir mucib-i salâh-ı cihan
Cihan bir bağdır, divan devlet
Devletin nâzımı şeriattır
Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk
Mülk zabteylemez illâ leşker
Leşkeri cem edemez illâ mal
Malı cem eyleyen raiyettir
Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl.)

Anlık: Kişinin
rızâsının aranılmayacağı yerler ve durumlar var mıdır?

B (bile değil): Hukuksal ve toplumsal olarak kişinin
sorumluluğunun bulunduğu çok sayıda durum ve ortam vardır. Örnek olarak kişisel
veri işlemede ve gümrükte, kendiyle, yanındaki çocuk ya da sahip olduğu
nesneyle ilgili belgeyi/kanıtı ortaya koyma sorumluluğu ve zorunluluğu
bulunmaktadır. Bu tür denetlemelerde “rızâm yoktur” deme olanağı
söz konusu olmaz.

Bunlar dışındaki bazı zorunlu, özel ve belirli durumlar dışında kişinin rızâ
olmaksızın hareket etmek doğru, hakkaniyetli ve âdil değildir.

Yaşamı oluşturan, sürekli ve nitelikli kılan, ne yapmayabileceklerimizdir. Kişi,
kendi ve başkalarının haklarından yani insanlık haklarından, varoluşsal ve
felsefî olarak vazgeçemez.

Anlık: Rızânın, her ortam ve koşulda önceliği
vardır…

B (bile değil): Ortak alanlarda, kişisel davranış
ve keyfî tutumların yanlışlığını ve birbirimize olan yükünü ve dayatmasını,
bunu tersine döndürecek biçimde ve kendimizden başlayarak değiştirmek ve
geliştirmek durumundayız. Kendi haklarımız ve beklentilerimiz neyse ve ne
kadarsa, başkaları için de aynı hakları, o derecede eşit görmeli ve kişi/insan
hakları
nı tesis ve teslim etmeliyiz.

İki kişinin arasındaki hak ve iyilik kuralları, birinin, verdiğini hemen
unutmasıyla,
ötekinin de aldığını hiç unutmamasıyla sağlanır.

Dilimizi, doğru, yerinde ve özenli kullanmak, her bir kişinin
görevidir ve kendine, topluma yaptığı yatırımdır.

Eşyalarla, kullanmak üzere, kişilerle ise sevmek üzere ilişki kurmalıyız fakat
ne yazık ki, dünyadaki kargaşanın nedenlerinden biri de eşyaların sevilmesi,
insanın kullanılmasıdır.


Ayinesi iştir/hizmettir kişinin, lâfına bakılmaz!

Anlık: Rızâ üzerine bilinmesi ve karıştırılmaması
gerekenler nelerdir?

B (bile
değil):
 Varoluşun temeli, evrensel, ortak yasa ve ilk
eşik olan rızânın oluşumunda, aklın kullanılmasının önemi ve
önceliği yüksektir.

Adâletin, “eşitlik” değil rızâya dayandığını anlamaktan
geçer. Rızâyı, içten yaşamayla birlikte sözle açık olarak dile
getirmenin de farkı büyüktür. Kişiler arasındaki bağ ve bağlanma, karşılıklı
rızâ
 ve muhabbetin sağlanmasıyla gerçekleşir. Kişileri dışarıda
tutarak ya da ötekileştirerek rızânın sağlanması
beklenilemez. Çıkar(lar)ımızı “düşünmek/istemek/beklemek” yerine hak
ettiklerimize ve/ya da hak ettiğimiz kadarına rızâ göstermek
gerekir. Hakkımızın ve hoşnutluğun, ancak rızâ ile
oluşacağını ve sağlanabileceğini sürekli anımsamak durumundayızdır.

Birlikte yapılacak işler, süreçler, yolculuklar gibi tüm ilişkilerde, zorlama
yerine tatmin, iknâ ve rızânın sağlanması yönünde çaba göstermeyi
yeğlemek gerekir. Çünkü, tatmin, iknâ ve rızânın oluşturulamadığı
süreçlerde önce birbirini yargılama sonra da birbirini yok etme düşüncesi ve
çabası oluşur. “Ast – üst” gibi dikey ilişkilerde, “üstten izin istemek ya da
müdürün izin verip vermemesi” değil üstün, durumdan ve süreçten haberdar
edilerek ve uygun koşullar sağlanarak rızâ göstermesini
beklemek ve sağlamaktır.

Benlik ve bütüncül benliğin oluşumu da sırasıyla emir altında olan, daha sonra
sorgulamaya başlanılan, sonrasında sezgisel ve beklentisiz, rızâ sahibi
olunarak, başkaları tarafından da râzı olunan ve saflaşma
aşamalarını geçmiş/geçecek olmayı gerektiren bir süreçtir. Rızâ,
bolluk, bereket ve sevgi sağlayacak bir eşiktir.

Yaşamdan ve kişilerden, çok sıradışı ve üst/üstün edimler, sonuçlar ya da “kerâmet”
“aramak/beklemek” yerine rızânın sağlanmasının yeterince yüksek bir
kerâmet olduğunu bilmek ve anımsamak yeterlidir.

Rızânın bulunduğu her yer cennetleşirken, sahip olma hırsının bulunduğu
her yer de cehenneme döner. Sürece teslim ol(a)madan ya da ol(a)mayan, hiçbir
hakkı teslim edemez.

Bazı şeylerden uzak durmak ya da durmamak, rızâ göstermenin ya
da göstermemenin göstergesidir. Rızâ, sabırı; sabır da rızâ
besler ve destekler. Ulaşamadığımıza gösterdiğimizin adı tevekkül,
ulaştığımıza gösterdiğimizin adı rızâ, kaybettiğimize
gösterdiğimizin adı da sabırdır.

“Kabul eden, boyun eğen, rıza gösteren”in adı râzî,
“süt kardeş. ya da süt emen çocuğun” adı razî/radî,
“İran’ın “Rey” şehrinden olanRey şehrine bağlı/mensup, bu
şehirle ilgili olanın ve
sırra/râza bağlı/mensup olan”
ın adı Râzî’dir.

“Bir şeyin eksilmesi, bir şeyden zarar/ziyan görme” anlamına gelenirtizâ ile
“beğenme, seçme” ve  “uygun bulma, râzı olma” anlamına gelenirtizâ ile
“süt emme” anlamına gelen irtizâ ile 
“özür dileme” ve ”biraz bahşiş alma” anlamına
gelenirtizâh arasında farklar olduğu gibi,

“İçinde bir şey saklanılan nesne” ve “ambar” anlamına gelen tahrîs ile
“hırslandır(ıl)ma” anlamına gelen ve hırs kökünden
gelen tahrîs arasında;
“kışkırt(ıl)ma” anlamına gelen ve hırz kökünden
gelen tahrîz ile ”tırmala(n)ma” ve “yakış,
kaşındırma, azdırma”
 anlamlarına gelen tahrîş sözcükleri
arasında da önemli ayrıntılar ve farklar vardır.

Anlık: Önemli
bir örnek daha verelim…

B (bile değil): Trafik ve
trafikteki durumumuz, bireysel, toplumsal bilgi ve bilinç seviyemizin ilk
göstergesidir. İnsan/kişi haklarının ve ilişkilerinin hangi
seviyede olduğunun da apaçık bir fotoğrafıdır. İlginç olanı ise kalabalık bir
alanda/yolda/kaldırımda yürürken, kol ya da omuzları birbirine çarpan kişiler
arasında pek sorun ya da kavga çıkmazken, sanırım kendini araç, yol ya da kural
hapishanesinde “gören” sürücüler arasında neredeyse terör oluşturma seviyesine
gelinmektedir.

Kişiye ait arabaların sayılarının ülkemizde çok olması [ya da artmasının “teşvik
ediliyor” olması], yolların eski olanaksızlıklara göre düzenlenmiş olması,
önceliği arabalara vermek için geçerli bir neden değildir/olamaz! Tam tersine,
konumları/sıraları en sondadır!

Bireyin ve toplumların gelişmişliğindeki/uygarlığındaki ilk göstergelerden olan
bisiklet kullanımının artırılması ve teşvik edilmesindeki önem de doğa ve insan
haklarının
 tesis edilmesindeki yeri, işlevi yüksek ve önceliklidir.
[Bu zihniyeti geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı, her birimiz haklarımıza
sahip çıkarak daha da hızlandırabiliriz! Sizin de farkındalığınız, desteğiniz
ve katılımınızla gerçekleşecektir!… 
Lütfen!!!]
ENGELLİ/LER ve/< HASTA/LAR ve/< YAŞLI/LAR ve/< ÇOCUK/LAR,
ÖĞRENCİ/LER
 ve/< HANIM/LAR ve/< YAYA/LAR ve/< BİSİKLETLİ/LER ve/< MOTOSİKLETLİ/LER ve/< ACİL
DURUM ARAÇLARI
[hasta taşıma, itfaiye, polis] ve/< TOPLU
TAŞIMA ARAÇLARI[raylı düzenekler öncelikli olmak üzere!] 
ve/< ARABA/LAR ve/< AYRICALIKLI/LAR


[her seviyedeki/konumdaki resmî makam araçları (her ne kadar güvenlikleri “önemli/öncelikli”
sayılsa da!)]

Anlık(Zihin): Peki
tüm bunlar nasıl sağlanabilir?

B (bile değil): Felsefe,
matematik ve tüze(hukuk)
 araçları
dışında hiçbir fren, bizi ve hızımızı kesebilecek, duruş mesafemizi
kısaltabilecek, anlık ve fiziksel sınırlarımızı sağlamlaştıracak kadar yardımcı
olamaz.

“Ferrari’sini Ya——–vaş——–la——-tan Kişi/Bilge”

olmaktan başka çözümümüz/çaremiz yoktur!

Felsefe ile olan-biten herşeyi, ancak
nitelikli sorgulayabilme bilgisi ve becerisi ile anlığımızı, düşünce, duygu ve
davranışları(mızı) anlama olanağı elde ederiz. Tanıyanı, tanımadığımız, yani
anlığımızın işlevlerini ve işleyişini tanımadığımız sürece hiçbir şeye
ulaşamayız

Matematik altyapısı olmadan ve bu bilinci geliştirmeden de
hiçbir gelişmeye, bilime, teknolojiye ve dünyaya ayak uydurmak olanaklı
değildir.

https://4.bp.blogspot.com/-pOrMfOfctig/XCZk06vxqgI/AAAAAAAAIRo/sKhn8clIfUoL2MfS7pkbw6LAMIBFdpyeACLcBGAs/s400/365.jpg

[ Her
gün, yüzde bir artı/fazla[+] ile yüzde bir eksi/k[-]
yapabileceğimiz ile yap”a”madığımız arasındaki, matematiksel, 

hiç mi hiç “az”
olmayan büyük farkın,
bir yıllık [ve neredeyse 40 katı olan] sonucu/bedeli
!… ]

Anlık: Yaşamımızdaki
çoğu soruna önerebileceğiniz çözümler/çareler nelerdir?

B (bile değil): Çözümlerin, karmaşada değil yalınlıkta,
ne yapmayacaklarımızda olduğunu sürekli anımsamamızda…

Eşikleri bilmekte/anımsamakta,
uçlarda ve “sonuçlarda” değil aralıklarda/süreçlerde (dengeli/dengede) yaşamamızda!…

Sonuçların, süreçlerden koparılamayacağını ve öncellenemeyeceğini, 
süreci düşünmeden ve konuşmadan, sonuçlardan bahsedilemeyeceğini akılda
tutarak, ”Sonuçta …” diyerek son sözü kendimize ait kılmadan, 
süreci göz ardı etmeden ve engellemeden konuşmamızda!…

Sorunların, esastan değil yöntemden/usûlden kaynaklandığını
çözümlerin ve önceliğin, yaklaşımlarımızda, yöntemlerimizde,
üslûbumuzda olduğunu iyice anlamamızda ve sürekli anımsamamızda!…

Herhangi bir işimizde/eylemimizde ve sözümüzde, 
hız yapmamamızda ve özen göstermemizde!
( Trafik işaretlerine uyabileceğimiz/(“)uyduğumuz(“) gibi! )

Birbirimize, dikey ya da yatay ilişki düzeylerinde, 
“ne yapacağımız” dayatmalarından vazgeçip
her birimizin, uyarı ya da zorunluluk noktasına getirmeden,
ne yapmayacaklarımızın bilinciyle hareket etmemizde!
( Kişilerin keyfîliklerinde değil hepimiz için geçerli, 
ortak gereksinim ve özgürlük alanlarına yönelmemizde!… )

Yaptığımızın ve aldığımızın “kâr”,
yapmadığımız ve verdiğimizin yarar olduğunu
 anımsamamızda!…

Herhangi (yeni) bir şeyi ya da birbirimizi anlamanın, 
anlatılan/gösterilen/paylaşılan şeyin ne olduğuna, 
ne kadar farklı ya da yeni olursa olsun, önyargısız ve 
daha önceki “bilgi/bellek kayıtlarımız”dan hareketle ya da “süzgecimiz”le değil
(en azından) anlama çabasında olmamız gereken o an ya da
belirli bir zaman/zemin sürecinde,
1. Nötr Olma | 2. (Nitelikli) Soru Sorma gerekliliğini
anımsamamızda!…
[ Anlamanın sesi olan hmmm ile! ]

Kişisel/toplumsal yönetim ve yaşam/a “oyununun”, 
“0-1 / YA, YA DA” “kuralı/mantığı” üzerin(d)e(n) değil
“HEM, HEM DE; NE, NE DE” kuralı/mantığı üzerin(d)e(n)
yaşayışımız ve işleyişimiz ile sürdürdüğümüzü anımsamamızda!…
( Elimizi, pisliğe değdi diye kesmeyip yıkadıktan sonra yemek yaptığımız
gibi! )
www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/3965 ]

Herhangi bir düşünce/konu/durum/kişi ve sürecini, 
üzerinde (yeterince) düşünmeye bile başlamadan, 
olumsuzluk, inançsızlık, karamsarlıklarımızla ve 
yanlış/isabetsiz sözlerimizle, karşılıksız ”(ön)yargılarımızla” bitirmemizin ya
da “tedbirciliğimizle” engellememizin, hiçbirimize ve hiçbir
işimize, 
ne bugün, ne de gelecekte yaramayacağını anlamamızda!…

Hiçbir canlının, bir başka canlıdan daha üstün ya da
önce olmadığının,
tüm varolanları, ancak bazı artı ya da eksileriyle değerlendirip, 
ne insanın, ne de başka bir “özellik”/”nitelik” ya da “gücün”, 
doğayı, çevreyi, ötekileri ve özellikle de hayvanları sömüremeyeceğini ve
hepimizin, hiçbir ayrım olmaksızın, birbirinden ayrılamaz bir bütünün
parçası olduğumuzu anımsamamızda!…

Kendimizi, ayakta, dikey durumda görerek
değil 
O küre/yuvarlak biçimdeki bir bütün ve
tüm bütünlüklerin önemli bir parçası olarak görüp
birbirimizle, yaşamda, doğada ve 
doğayla uyumlu bir akış/yuvarlanış içinde olmamızda!…

Eşitliği, adâlet ile karıştırmadan, hiçbir ayrım olmaksızın, hepimizin,
ancak, 
olanakların/fırsatların, tıbbın(hekimin) ve adâletin(hakimin) önünde 
ve de yaşam oyununda eşit olduğumuzu anımsamamızda…

Adâlet ve
tüze(hukuk) düzeninin/dairesinin
,
tüm ilişki ve süreçlerin merkezinde/göbeğinde olduğunu, 

yaşamın, toplumun en önemli(öncelikli) ve olmazsa olmaz koşulu olduğunu
anımsamamızda ve bunu sağlamamızda!…

( Adâlet, insanın (bir kişinin), Rızâ’sı üzerine kuruludur.
Rızâ’yı sağlayan şey de bilgi/haber vermektir. )

Ben
kurtuldum, gerisi ne olursa olsun
” saçmalıklarıyla, 
Altta kalanın canı çıksın” boşvermişliğiyle köşeleri tutarak değil
birbirimize (yeni) alanlar, olanaklar/fırsatlar açarak yaşamamızda!…

“Çoğunluğun”
değil azınlıkların, 
güçsüzlerin koşullarına göre düşünme ve hareket etmemizde!…

Çözümün bir parçası değilsek, sorunun bir parçası olduğumuzu ve
karanlıktan şikâyet edeceğimize, 
bir mum yakmamız gerektiğini anımsamamızda…

Bazen, bir “ilke(miz)” için tüm bireylerden vazgeçebildiğimiz
gibi; 
yeri/zamanı geldiğinde de, bir kişi için tüm “ilkelerimizden” 
vazgeçebileceğimizi anımsamamızda!…

Kişilerin/kendimizin değil kavram, olay/olgu, durum ya da ayrıntıların
öncelikli olduğunu
, konuların bize göre değil bizim konu/durum ve
kavramlara göre düşünüp hareket etmemiz gerektiğini,
sen / ben” sözlerinin, hedef değil hitap amaçlı kullanılması
gerektiğini anımsamamızda, birbirimizle ve kendimizle/geçmişimizdekilerle
didişmememizde!

( “Haklısın!”, “Doğrusun!” gibi haklılık/haksızlık, doğruluk/yanlışlık gibi
bir “tespitin” söz konusu olmaması, “Doğru söylüyorsun!” değil ”Doğru!” sözünün
yeterli olması gibi! )
( Kişilerle, düşük/yetersiz zihinler/kişiler; olaylarla, ortalama
zihinler/kişiler; düzenle, ileri zihinler/kişiler uğraşır. )

Yeterli ve yetkin bilgi sahibi olmadan, 
(keyfî/aşırı) yorum yapamayacağımızı anımsamamızda!…

Oy çokluğu” ile değil 
oy birliği ile karar almamızda ve uygulamamızda!…

Kötülerin içinde(ehven-i şer) nispeten daha iyi sayılan “Demokrasi”nin, 
“550 kişiyle”, “temsilî” olarak mecliste değil 
her birimizin katılımıyla, 5, 55 ya da 550’şer kişilik
buluşmalar ile 

sokaklarımızda, pazarlarımızda, meydanlarımızda!

Karşı(lıklı) durarak değil 
yanyanalıkta ve sırt sırta vermemizde!…

Komşuluk ilişkilerimizi tekrar gözden geçirip 
dayanışmayı, sürekli anımsamamızda!…

Ortak alanlarda, özellikle trafikte ve toplu ulaşımda, 
birbirimize öncelik tanımamız/sunmamız ve saygı göstermemizde!…

Mücadelenin, aramızda değil 
doğanın ve yaşamın yüklerine/açıklarına yönelik, 
birlik ve dayanışma içinde olmamızda!…
( Doğal yaşamda ve kırsal/köy yaşamındaki gibi 
imece yöntemini uygulamamızda!… )

“Niyet okuma”yı, geleceğe “don biçmeyi” bırakıp, 
bugünü/geleceği ve yaşamı(mızı), 
davranış ve tutumlarımızda inşâ etmemizde!…

Kader
’imizi, her an kendimizin oluşturduğunu/”yazdığını”;
( davranış ve tutumlarımızla, gözümüzde[bakışımızla]
dilimizde[sözlerimizle] ve elimizde[yaptıklarımızla] )
Karma’mızı, ne yapmayacaklarımızla temiz tuttuğumuzu
anımsamamızda!…

( “My Name is Earl” dizisi de izlenebilir/izlenmelidir. )

Farkındalığın
paylaşıldığı ve ümidin aşılandığı,
Yeğleme/Tercih etme” ve rica ”Lütfen” dönüştürücü
söz(cük)leriyle, 
“dayanamadığımız” kişi/”kesim”, olay/olgu, durumlar/koşullar/engeller,
“sıkıntı” ve “sorunlar/ımız” karşısında da,
varoluşsal, zihinsel denge ve sigortamızı sağlayan,
Böyle” ve “Bu da var!” sözlerini [içsel ve
sonsal]
 kullanarak, 
farkındalıklı bir yaşam sürdürmemizde!…

Sözlerin başında ya da sonunda, bilinçsiz ve yersiz/yanlış kullanılan, 
tüm düşünce ve ilişkilerimizde, doğrudan ve geri dönülemez, 
olumsuz “etkileşimler” yaratmaları nedeniyle,
az kullanılması ya da kullanırken çok dikkat edilmesi gerekenlere 
özen göstermemizde!…
“Zaten …”, “Sonuçta …”, “Aslında
…”, “Sadece …”, 

“Herkes/Hiç kimse …”, “Hep/Hiç …” ]

İşleri ve sorumlulukları
ona(şuna/buna) bırakmakta/yıkmakta değil 
kendimizin üstlenmesinde!…

Her(hangi bir) işin, sadece o işe başlayana kadar ve/veya
elimizi değdirene kadar
 olduğunu, tüm uzun/kısa
yolculukların/süreçlerin, 
tek bir adımla başladığını anımsayarak,
vazgeçmeden, ertelemeden, üşenmeden,
cesaretle, düşünme/konuşma ve eyleme geçmemizde…

Devleti, dernek/vakıfları, işimizi, evimizi ve tüm ortak
alanlarımızı, 

daha iyi/verimli yönetebilmek üzere şeffaflaşmamızda!…
Hazırcılık, kolaycılık, tembellikten uzak durup 
ekonomiyi düzeltmek ve masrafları/faturaları azaltmak üzere, 
çok tüketerek” tükenmemiz değil daha çok/verimli
ve nitelikli üretmemizde!…

Üretim ve tüketim döngüsünün, 
önce alıp sonra vererek, “alış-veriş” ile değil 
önce verip sonra alarak, “veriş-alış” döngüsü olduğunu anımsamamızda!…
( Verebileceğimiz hiçbir şey olmadığını düşündüğümüz zaman bile her şeyin
önce bir gülümseme ile başladığını anımsayarak! 🙂 )

Zihnimizi [gözümüzü, elimizi, dilimizi]; zararlılara
değil yararlılara
kötülüklere değil iyiliklere; yanlışlara değil doğrulara
çirkinliklere değil güzelliklere yönlendirmemizde!…

Olmadık alışkanlıklarımız ve bağımlılıklarımızın kısır döngüsünde değil 
aklın ve düşüncenin, 
kavramsallık, ilkesellik ve evrensellik alanlarında
buluşmamızda!…

Çocuğuna taparlık ve alaycılık alışkanlığından uzak
durmamızda!…

Kendimizi tanımanın ve gerçekleştirmenin altı alanında,
Soluk | Beslenme | Psikoloji |
Fizyoloji | Eşeysellik | İletişim
 ] 
daha etkin ve yetkin bilgi sahibi olarak kendimizi ve yaşamı yönetmemizde!…

Yaşamımızdaki, en önemliler ve/veya olmazsa olmazları anımsamamızda!…
    [ Kullanılagelenler ]         
     [ Uygulanagelenler ]
1. SAĞLIKÖZGÜRLÜK           | 1.
DOĞA ve DOĞALLIK

2. ZAMAN ve ENERJİ             | 2.
UYUM ve BÜTÜNLÜK

3. BİLGİ ve FARKINDALIK  | 3. GELİŞİM ve DEĞİŞİM
     __________________________________________

           K O Ş U L S U Z  S A Y G I
 ve  S E V G İ


Toplumsal
ve özel yaşamımızdaki tüm ilişki, iletişim ve paylaşımlarımızda,
Karıştırılmaması Gerekenler’i ve Farkında Olmamız Gerekenler’i
sürekli anımsamamızda!…

Genel ile Özel | Birincil ile İkincil
Olan | Araç ile Amaç | Süreç ile Sonuç | Kuram ile Uygulama | Korku ile Kaygı
 )

Felsefe’nin kavramsallık ışığında, 
Bilim’in terimlerini kullanarak, 
Edebiyat’ın deyimleriyle derinleştiğimiz yolculuklarımızda!…

Öncelikle
çocuklarımız ve kendimiz için 
Spor, Sanat, Felsefe ve Bilim’i teşvik etmemizde!…

Dünyanın hızına ulaşmayı, ayakta durmayı ve kendimizi savunmayı,
silah(süngü) ile değil ancak bilişim ile sağlayacağımızı,
tüketici olan “fare/telefon” kullanıcılarını değil
üretici olan klavye kullanıcılarımızı artırmamızda!…

Karbon ayak izimizin azal(tıl)acağı, 
çevrenin ve doğanın dengelerine katkıları ve artıları yüksek olan, 
uygarlığın ve teknolojinin en yalın göstergesi/aracı olan bisikletin, 
bireysel ve toplumsal alanlarımızda daha fazla bulunmasında!…

“Batı”da
/ “Doğu”da, orada burada değil yer altı ve üstü kaynaklarıyla, 
Anadolu coğrafyası, kültürü ve bilgeliğimizde!…

Vatanımıza/evimize(bayrağımıza) ve
dilimize(sancağımıza) sahip çıkmamızda!…

Çeşitli olay/olgu, durum ve koşullarda
genelleyici, indirgeyici, özdeşleştirici düşünemeyeceğimiz ve 
köktenci, toptancı, sonuç odaklı, 
keyfî ”çözüm” ve yaklaşımlarda olamayacağımızı
anımsamamızda!…

( En az 3 kuşağın [çocuk/genç – baba – dede], bilgisizlik ve
bilgeliğin 

aynı dönem, mekân ve koşullarda birarada olduğunu;
4 mevsimin sıcak ve soğuğunda da ayrı ayrı ve 
tekrar tekrar yaşamak zorunda olduğumuz gibi! )

İçimizdeki (ve dışımızdaki) tüm çocuk(luk)larımıza sarılarak ve
de 
onu/onları gölgede bırakmadan,
yaşamı(mızı), bir çocuğun gözü ve kalbiyle yaşamamızda…

Çırak ve kalfa olmadan, usta olunamayacağını,
ayırma bilgi ve becerisinin (çıraklık), 
“birleştirmekten” (ustalık) ve her şeyden önce geldiğine, 
kendimize, çevremize ve olgulara/oluşumlara zaman tanıyarak, 
değişime ve gelişime, süreçlere rızâ ve sabır göstermemizde!…

Konuşulamayacak ve konuşarak çözülemeyecek 
hiçbir konunun, ayrıntının ve sorunun olmadığını,
doğa ve olguların yönetiminde, ancak konuşarak anlaşabileceğimizi, 
ne sürekli “konuşmanın”, ne de tamamen “susmamızın”, 
yeterli/uygun olmayacağını, doğru zaman ve zeminde, 
yeterli oranda, hem konuşabilmemizin, hem de
susabilmemizin gerektiğini anımsamamızda ve 

tüm bunların dengesini kurabilmemizde!…
( Doğa ve sorunlar karşısında, derimizin kalın olmadığı, 
pençemizin bulunmadığı, fakat elimiz, dilimiz ve aklımızla, 
ancak konuşarak çözümler üretebildiğimiz gibi! )

Tüm çözümlerin, 
dışarıda, uzakta, ötekinde değil 
yalınlık ve yavaşlıkla, 
içimizdeyakınımızda ve kendimizde olduğunu anımsamamızda!…

Şu” ya da “bu”, “şöyle” ya da “böyle” olmamızın
gerekmediğini,
yaşamdan, birbirimizden ve kendimizden beklentide olduğumuz tüm kalıp ve
kabuller yerine süreçte olduğumuzun ve sadece varoluşumuzun yeterli olduğunu
anımsamamızda!…

Bir şey yapmadan ve söylemeden önce en az, saniyenin milyonda biri
kadar

kendimize, düşünme fırsatı vermek üzere, iki
küpeyi, kulaklarımızda varsaymamızda ve sürekli aklımızda
tutmamızda!…

Bir şey ki,
yapmasan da olur. YAPMA!

Bir şey ki,
söylemesen de olur. SÖYLEME!

—————————————————

Söz(cük)leri(ni)
ve tutumu/nu değiştir,
dünya(n) değişsin!

Anlık: Yaşamdaki
yerimiz ve amacımız da şu olsa gerek…

B (bile değil): Evet. Yaşam amacımız da, sürecimiz
de,

CEMÂL GÖRMEK ve/||/<>KEMÂL BULMAK ve/||/<>RIZÂ DEVŞİRMEK ’tir.

Böyle olmalıdır ve de sürmelidir. Çevremizdekilerin gönlünü yapmak
ve rızâlarını kazanmak için çaba göstermemiz gerektiği kadar uzakta
ya da tanımadıklarımızın rızâsını kazanmak durumundayız…

Tabii buna hayvanların yaşam hakkını sunmayı ve sağlamayı da eklemek gerekir.
Hayvanları, mal, kaynak ve köle olarak kullanmak, gövdelerini ya da kendileri
ve yavruları için olan ürünlerini de kendi kulvarlarında bırakmak, onları
sömürmemek, onlardan üstün ve ayrıcalıklı olmadığımızı anlamaktan geçer. “Ezberlerimizi”,
“kalıp” ve “kabullerimizi” terk edip aklımızı kullanma, adâleti, insan kadar hayvan
için de tesis etme çabamızla sağlanır.

https://2.bp.blogspot.com/-dXqxGN6da2o/XLxtK6KrNQI/AAAAAAAAIgw/1_--OlGCgJUD2YDgWlHneZWHN6IK7CuNwCLcBGAs/s400/eco.jpg


(Bir derginin “İnsan Hakları” konulu yıllık yayını
için yazılmıştır.)

Özellikle Tüze(Hukuk) alanındaki FaRkLaR’a şu adresten 
www.FaRkLaR.net/tuze ] ve
sözcükler ve kavramlar
arasındaki 
dizinlenmiş onbinlerce farka, 
FaRkLaR Kılavuzu‘ndan [ www.FaRkLaR.net ] 
sürekli ulaşabilirsiniz…