Okuma süresi: 14.3 mintues

Yaşamımıza, varoluşta ve doğada, herhangi bir canlının, varoluşunun sürekliliğini sağlamak üzere, özünde işleyen ve gerekli olan KORKU ile ancak “insan”ın yaşam alanında bulunan, fakat tek bilgi, bilinç ve gücümüz olan, ne yapmayacağının bilgisi [direnç/ihtiyâr] ile gereksiz ve işletilmeyebilecek bir sürecin, yani “KAYGI”nın farkını, sürekli anımsayarak devam edebiliriz.

Hepimizin, her zaman, zemin ve koşulda, herhangi bir konuda düşünebilmesi için, konunun ya da durumun kökenini, sürecini/tarihçesini, farklarını, terimlerini ve kavramsallığını bilerek ve de anımsayarak sağlanabileceği bilinciyle,
KAYGI’nın, KORKU ile olan farkını anımsa(t)ması gerekir.

Korku ile Kaygı arasındaki farklar, öncelikli üç ayrımda ele alınmaktadır:

“Kaynağı, Süresi ve Şiddeti”

KAYNAK: Korkunun kaynağını biliriz, kaygının kaynağı, belirsizdir.

SÜRE: Korku, daha kısa sürelidir, kaygı ise uzun süre devam eder.

ŞİDDET: Korku, kaygıdan daha şiddetlidir.

Korku [varoluşsal, zorunlu, geçerli, gerekli, etkili ve yetkin][amigdala’da][Kaynağı, dışarıda ve dışarıdan içeriye.]

Kaygı [anlamsız, değersiz, geçersiz, gereksiz, etkisiz ve yetkisiz][“bağlarda”]

[Kaynağı, içeride ve içeriden dışarıya.]
Bunlara, birkaç örnek olarak da şunları sıralayabiliriz…
Köpek/arı korkusu (yakındaysa/yakınlaşıyorsa)

“Köpek/arı kaygısı” (uzaktaysa/yakınlaşmasa da)

Uçak korkusu (binmeye yaklaştıkça)

“Uçak kaygısı” (binmeden ve düşmesi “düşüncesiyle”/zannıyla)

Terk edilme korkusu (“ondan daha önce terk edememe düşüncesiyle”)

“Terk edilme kaygısı” (“bir gün mutlaka” başına geleceği ”düşüncesiyle”/zannıyla)

[Deneyimleneceklerde, elde etmede, sınırlarda ve sınavlarda…]

Başaramama korkusu (zihnindeki ve “kendince” sınırsız “çözümleriyle”)

“Başaramama kaygısı” (çıkarlarının kaybedilecek olması ya da çatışmasıyla)

[Varoluş sürecinde ve gereksiniminde…]

“Ben olamama” korkusu (ötekilerin “gücü” ya da “üstünlüğüyle”)

“Ben olamama” kaygısı (aidiyet sağlayamamayla)

Kaygının çeşitleri, çeşitli yansımaları, bağlantıları ya da karıştırılan düşünce, duygu ve davranış-tutumları da söz konusudur. Kaygı, işkillenmek/vesvese ile tedirginlik ya da telâşlanma ile duyarlılık ve çekinme/çekince ile ürperti ile karakaygı(melankoli) ile de karıştırılabilmektedir. Dinsel kaygının, “dinsel inanç” ve felsefi yaklaşımın, “felsefi kaygı” olarak tanımlanması da karıştırılan ve maalesef yanlış kullanılan kavramlardandır.

Bunların yanı sıra, birilerine acımak, tepkisizlik ya da hazır-yanıt olamama düşünceleri de bir kaygı çeşidi ya da uzantısı olarak düşünülmemelidir. Bir işe, çalışmaya başlayamamak, başlanılacak işin bölünme/kesilme olasılığının varolması, adâletin yürütülmediğini görmek de kaygı konusu değildir. Geleceği bilmeye/belirlemeye çalışmanın ya da bazı şeyleri garanti altına almaya çalışmanın da keyfîlik ve çıkarcılığa düşmekten daha öte bir sonuç vermesi olanaklı değildir.

Çeşitli kaygı benzetmeleri, genelleme, indirgeme ve özdeşleştirmelerin, köktenci, toptancı ve sonuç odaklı yaklaşımların da hiçbir işe yaramayacağı gibi, kaygıyı önlemenin ya da çeşitli “kayıtsızlıkları” ortadan kaldırmanın çözümü ve aracı ise “kaygı”nın yerine SAYGIyı koymaktır. Her şeyin temelinde görebileceğimiz, varolanların, oldukları gibi kabulü ve sadece varoluşlarının yeterliliği bilinci içinde, saygı gösterme zorunluluğu ile çözülemeyecek neredeyse hiçbir kaygı durumu ya da sorunu kalmayacaktır.

“Erdemli olanlar, kaygıdan; akıllı olanlar, korkudan uzaktırlar.”

Bu farkları bilmenin, kişi ve zihin üzerindeki farklarının, olumlu etkisi ve artısına, yüzlerce olumlu ve hızlı değişim elde ettiğim/iz örneklerden biri olarak, şu deneyimimi de aktarabilirim:

Sigara ile mücadelemizde, hakların korunması, adâlet ve hukuku sağlama sürecindeki, 1996’daki ilk yasanın çıkması öncesinde ve sonrasında, bireysel, toplumsal, dernekler/vakıflar bünyesinde Sigara ve Sağlık Ulusal Kurulu olarak daha yoğun sürdürdüğümüz kurumsal çalışmalarımız döneminde, kent içi ulaşımımı, toplu taşıma araçlarının yanı sıra, araç paylaşımları yani otostop ile gerçekleştiriyordum. Araç sahiplerinin en yoğun ortak noktalarından biri de fazlasıyla sigara içiyor olmalarıydı. Beni indirene kadar da içmemeleri yönündeki ricama, olumlu karşılık alarak yolculuğumuzu tamamlıyorduk. Bu yolculuklarımdan birinde, sigarayı yaşamından çıkarmayı çok kez denemiş olmasına karşın bir türlü başaramamış olan 60’lı yaşlarındaki bir araç sahibi, son dönemde sürdürmekte olduğu sağaltım sürecinden de pek yararlanamadığını anlattı. Ben de çözüm olarak ve doğrudan, bunun kilit noktasının, aşağıda da değineceğimiz birkaç öncelikli karıştırılmaması gerekenin yanı sıra, Korku ile Kaygı arasındaki farkı bilmesiyle gerçekleşeceğini söyledim ve yukarıda değindiğim temel farklarını anlattım. Bunları anlatır anlatmaz, bu tüketimindeki yanlış ve tıkanıklığın çözümünü, hemen o anda, kendindeki yansımalarını anlamış olarak, çok büyük rahatlık ve eminlikle o andan itibaren uygulamasını ve daha sonrasında içmeme yönünde kesin bir sonuç almasını sağladı. Ben de bu farkların, daha önce paylaştığım danışanların yaşamlarındaki etkisinin yüksekliğini bir kez daha görmenin mutluluğunu yaşamıştım. Bu durum, daha sonra da yüzlerce kişide sürdüğü gibi, bu yayın ve yazı aracılığıyla daha da fazla yaşanacaktır diye ümit ediyorum. Bu sinsi maddenin zararlarını, anlama zamanı gelmiş ve geçen, bu yanlış uygulamalarındaki karar ve uygulama tutumlarını değiştirme niyetindeki tüm arkadaş ve okuyuculara çalınmış bir sivrisinek sazı olma niteliği de sağlar umarım/z.

“Değişim, ancak şimdi olabilir. 

Gelecekte ya da bir/kaç sonraki “Pazartesi gününden itibaren” değil!”

Tüm canlılar için geçerli olmak üzere, “Savaş ya da Kaç!” ilkesi üzerine kurulu doğal yaşamın bir uzantısı olarak, insanın da doğa içindeki varoluş ve yaşam mücadelesi için aynı ilke geçerli olmakla birlikte, insan için, durum, bir/kaç basamak daha yukarıdadır. Doğaya dönük gövdesinde geçerli olan bu ilkenin ötesinde, zihniyle oluşturacağı birlik ve bütünlük algısı, dünyayı ve yaşamı, bambaşka bir yapıya ve algıya taşımaktadır.

Korku ile kaygı arasındaki temel ve kavramsal farkları ele aldıktan hemen sonra, kaygıyı ortadan kaldıracak bilgi ve araçlarımıza değinme gereği de doğmaktadır.

Biraz genişçe değineceğimiz başlık ve içeriklere, bilgi ve bilincimizin, her şeyde, her zaman, zemin ve koşulda devrede olması nedeniyle öncelikle bilinmesi ve anımsanması gerekenleriyle başlayarak, kaygının ortadan kalkacağı araçların bilgisini anımsa(t)maya devam edelim…

Herhangi bir nesne/kişi, durum ya da süreçleriyle olan ilişkilerimizde, insanı insan, bizi biz yapan beynimizin ve zihnimizin gelişmişliğiyle yol almamızdaki en temel aracımız, bilme ve bildiğimizi işle(t)me durumu olan bilincimizle sağlanmakta olduğunu “bildiğimizi” varsayıyor fakat ya bu bilgimizi kullanmayı, uzun bir süre ve koşul gerektirerek ya da neredeyse hiç anımsamadığımız bir oranda kullan(a)mıyorduk. Tam bu noktada, konuşmamızdaki, araç kullanımındaki motor yeti ve beceri örneklerinde olduğu gibi, bilgimizin ve bilincimizin yükseltilmesi yönünde, çok işimize yarayacak bir merdiven imdada yetişiyor.

“Bilinç Merdiveni”

“Bilinçsiz” Yeterlilik

(Bilinçsiz Bilinçlilik)

S* ————– O* ~

Bilinçli Yeterlilik

(Bilinçli Bilinçlilik)

Bilinçli Yetersizlik

(Bilinçli Bilinçsizlik)

Bilinçsiz < Yetersizlik

(Bilinçsiz Bilinçsizlik)

[*S: İnsanı, omurgasını ve yaşamdaki döngüselliği yansıtır/anımsatır.

O: Bütünlüğü, birliği, bireşimi(tevhîdi) yansıtır/anımsatır.]

Başladığımız ya da başlayacağımız herhangi yeni bir uğraş ve süreci, o konunun ya da uğraşın bizim için gerekli olduğunu anlamamız, bilmemiz ya da haberdar olmamız, o alandaki/konudaki yetersizliğimizle başlar. Bu “yetersizlik” durumumuzu fark etmemiz, anlamamız ve kabul etmemizle de devrimimize başlar ve yolculuğumuza devam ederiz.

Bu yolculuk, herhangi bir konudaki yetersizliğimizin bilincinde olmamamızla başladığı gibi, yine öyle kalmamayı ve değişimi sağlatabilecek aracımız olan bilincimizle, farkında oluşumuzla gerçekleşir. Fakat bu en temel aydınlanma ve devrimimiz, yetersizlik seviyesi ve durumunda kaldığı sürece, pek bir işe yaramayacağından dolayı da yetersizliğin aşılıp yeterli bir seviye ve yetkinliğe çıkarılması gerekir.

Bu hafif ya da yoğun, kolay ya da zorlu, donanım ve yetkinleşme, yani yeterliliğin sağlanması ve sürdürülüyor olmasından sonra, bu sürecin kolaylaşması, daha yaygın ve elverişli duruma geçebilmesi için de tırnak içinde, yine aynı kavramın kullanımındaki benzetme ya da neredeyse bilincimizin devrede olmayacağı bir seviyeye çıkarılmış olur. Bisiklet kullanmayı bir kere öğrenip bu bilgi ve deneyimin, yaşam boyunca sürekli fakat bir daha yeni bir konu/durum olarak işlemesini ortadan kaldırması gibi.

Zihnin, bu ve buna benzer milyonlarca durumunda sürdürdüğü gibi, bu süreci, bizim de bilerek ve anımsayarak yaşamamızın, kaygının yaşamımızdaki yerinin anlamsızlığını ya da en azından oranını büyük ölçüde düşürmeyi de kişisel yönetimimizde ve olgularla olan tüm ilişkilerimizde anımsamamız gereken şu dizgeyle değerlendirelim.

Bilgiyle, deneyimle, olay/olguyla ve bunların merkezi olan zihin aracımızla sürdürdüğümüz yaşamımızda, olgu ve durumların tespiti, değerlendirilmesi, yorumlanması, belirli koşullar, dikkat, incelik (rikkat) ve özen gerektirir.

Karşılaşacağımız her türlü nesne, durum, olay ve olguda, bir süreç ve sonuç birliği ve bütünlüğü söz konusudur. Bu nesne, durum ve olgular arasındaki ilişkilerde, insanın devreye girmesi ile çok farklı ilişki ağları ve olasılıklar gündeme gelir. Milyarlarca ilişki ve olasılık içinde, yol alabilmek için, (b)ilimin de tanımı olan, bilinenlerden, bilinmeyene ulaşma yolculuğunda ve çabası içinde, çeşitli salınımlar ve döngüler de söz konusudur. Bu salınım ve döngülerde de, belirleyici olan, oranlardır. Oran tespit ederek düşünür ve oran vererek konuştuğumuz oranda var olur ve var ederiz ya da maalesef ezberlerle, cahillerin “kalıpları” ve “okumuşların” “kabulleri” ile yok ederiz. Ya da sorunun bir parçası değil çözümün bir parçası olarak, yeterince/yetkin bilgi sahibi olup bu kaygan zeminlerde, uygun araç olmadan, dayanaksız hareket etmeye çalışmayız.

Doğrusal ve/veya döngüsel yolculukların yanı sıra ve ötesinde, her bir durum, zaman, zemin ve koşulda, bilmemiz ve anımsamamız gereken ilk ve tek nokta, [%50-50] noktasıdır, yani BELKİ aralığı ya da eşiğidir. Elimizde, henüz yeteri kadar veri bulunmayan her durum, başlangıcı ve süreci için, belirsizlik ve -henüz yeterince- bilin(e)mezlik durumunu kabul etmek, anlamak ve anımsamak durumundayızdır. Geleceğe don biçmenin, henüz gerçekleşmemiş ve tamamlanmamış olanlara, olumlu ya da olumsuz bir sonuç çıkarmanın, hiçbir şeye ve hiçkimseye bir yararı da bulunmayacağını anımsayarak düşünmeli, konuşmalı, çoğu durumda ve “gereksinim(imiz)de”, olabildiğince dikkatli ve yeterince yavaş karar vermeliyizdir.

Bir şeyin yokluğunun dışındaki tüm süreç, kendi süreci ve olduğu/olacağı haliyle, öteki ucundaki KESİNLİK (YAKÎN) ile tamamlanmaktadır. Biz de bu yokluk ve kesinlik arasındaki konumumuzu, isabet kaydetmek ve haddimizi aşmamak üzere, %50’nin altında ya da üstünde [kuşku(şüphe)/zann] tutamaz, ancak tutulmaması gereken bir bilinçte, dilde ve tutumda olarak, kalarak, bekleyerek, sabrederek dengede durabilir, en başta kendimizde ve tüm ilişkilerimizde âdil olabiliriz. Kanıt (burhan) bulunmayan ya da elde edilemeyecek hiçbir durum için kaygı/kuruntu ya da kuşku/zan “üreterek” ya da “tüketerek”, ikisinden birinde bahis oynayarak hiçbir yol alamayacağımız gibi, dengede de kalamaz ve düşeriz. Bu da hem varoluşumuzu, hem kişisel yönetimimizi, hem de tüm ilişkilerimizi temelden sarsarak yıkar ve yok eder.

Bulutlu bir havanın, yağmurun yağıp yağmayacağındaki olasılık, bulutun varoluşu ne kadar yeterli bir veri gibi görünse de ancak %50-50’dir. Bizim yapmayacağımız ve yapabileceğimiz ise her iki olasılıkta da yük olmayacak bir araç olan şemsiyeyi yanımızda bulundurmaktır. Yağmurun yağacağına ya da yağmayacağına kendimizce karar vermek, kendi içimizde didişmek ya da biriyle bahse girmek, tüm varlığımızı bir tarafa koyarak kumar oynamak yerine konunun doğallığı ve yalınlığıyla, kaygılanmadan, didişmeden, durumu abartmadan, suyu görür görmez, sabunu hazırlayıp köpürtmeden geçmeyi yeğlemenin, süreçte kalmanın isabetliliğini yaşa(t)malıyızdır.

Herhangi bir iş ya da sınavda da aynı bilinçli tutumları sergileyip başarısızlık sonuçları gibi kuruntu ve kaygılarımızı artırmanın, gereksiz heyecan, yetersizlikler ve olumsuzluklar üzerine giderek düşünmenin de hiçbir yararı bulunmadığını anımsamak durumundayızdır.

Örnekler çoğaltılabileceği gibi, öncelikle yapmamamız[direnç/ihtiyâr] ve yapmamız [istenç/irâde] gerekenler arasında, dengeli aralığı, ortayı bulup, kaygı/kuruntu/evham [< vehm] ya da kuşkunun[şüphe/zan] müşterisi ve kölesi olmadan, elimizdeki veri, oran ve olanaklarla hareket etmemiz gerekmektedir.

“Zan gitmedikçe, korkudan ve kaygıdan kurtulamayız.”

OLANAK ve OLASILIK

Eski deyimleriyle imkân (olanak) ve ihtimal (olasılık) olan bu kavramların arasındaki farkı bilmemiz ve anımsamamız da çoğu kaygı durumunu ortadan kaldırabilmemize yardımcı olacak farklardır.

Olanak ile Olasılık arasındaki farkı, olabildiğince yalın bir anlatım yeğleyerek, bir kişinin, bir öğünde, kaç dilim ekmek “yiyebileceğini” düşünmek üzerinden işleyebiliriz.

“Yiyebileceği” sözündeki tırnak, kişinin, doyma eşiği ve midesindeki boşluğa işaret ettiğinde, bu, olanaklılık; kişinin, ekmek sevgisinden ya da o anki keyfi bir yeğlemesinden dolayı kaç dilim yerse tatmin olacağının belirsizliğine ve sonucuna işaret ettiğinde ise bu, olasılıktır.

Olanak ve olasılığın, kaygı durumuyla ilişkisi ise kişinin, “duygusal beslenmesinden” dolayı yani yakınlarından ve çevreden ilgi görmek istediği oranda sıra dışı bir tutum ve olasılık ortaya koymasındaki kadar keyfi ve kötüye kullanılan bir durumdur.

Dolayısıyla, kişilerin, çevresine, ilgi çekmek, birbirini kandırmak yerine kendileriyle barışık olmaları ve bütünlüklü düşünmeleri oranında, kaygıların da ortadan kalkma oranı ve olasılığı yüksektir. Kimse için başkalarını kandırmanın, kişilerin, toplumun ve evrenin zaman ve enerjisini çalma gibi bir beklentisinin ve girişiminin işe yaramayacağını bilmesi kadar kaygı önleyici bir çözüm niteliği, etkisi, katkısı ve kolaylığı yoktur.

“Kişi, her ne yaparsa, kendi yapar, kendine yapar!”

ZAMAN ve/değil/yerine/||/<>/< AN

Kaygının neden oldukları, olabilecekleri ve ortadan kaldırılmasındaki araç ve çözümlerin merkezinde, zaman ve algı yönetimi bulunur.

Yazı, burada yayımlayabileceğimizden daha geniş kapsamda olduğundan dolayı, yazının devamını/tamamını, şu adreslerden okuyabilirsiniz:

http://Bbiledegil.blogspot.com.tr/2016/06/kayg.html

FaRkLaR Sözlük başlığı için: http://www.farklar.net/sozluk/fark/7068

+ Son Yazılar