Umut Nedir ve Neden Kötüdür?

Bu yazının amacı “umudu” bir kelime olarak ele almak ve kökenbilimsel bir araştırmasını yapmak değildir. Bu yazıda amaçladığım şey “umudu” ameliyat masasına yatırmak ve elime neşteri almaktır. Bu neşteri kullanarak onu anlam katmanlarına ayıracak ve bunları bireyden birliğe doğru değişik mercekler kullanan mikroskobumla analiz edeceğim. Bundan dolayı bu yazı bir laboratuvar deneyi olarak değerlendirebilir. Bununla birlikte bir bilim olarak psikolojiden yararlanmış olsam da bu yazının bilimsel bir yazı olduğunu veya olacağını da iddia etmiyorum. Bu yazı bir denemedir, “umudu” ve onunla ilişkili “şeyleri” teorik ve pratik olarak anlama ve yaşamımızdaki yansımalarını araştırma denemesidir.

Şöyle bir bakıldığında umut üstüne yazılıp çizilenlerin ezici çoğunluğunun umutlu veya umutsuz olmak ile ilgili olduğu fark edilebilir. Bu eserlerde umut bir “şey”dir ve belirli veya belirsiz bir kişi, canlı veya cansız bir obje, yakın veya uzak bir zaman, dünyevi veya uhrevi bir mekan umut olarak kodlanır. Bu kod kişilerin konumsal kompozisyonlarına[1] göre değişiklikler gösterse de umutlu ve umutsuz kişilerin karakteristikleri bu denli değişken değildir: umutlu olanların en kötü ve elverişsiz durumlarda bile mutlu ve motivasyonlu, olmayanlarınsa en iyi ve elverişli durumlarda bile mutsuz ve motivasyonsuzdur. Bu bakış açısı, doğruluğunu değerlendirmek adına, kendi köşesinde kalsın ve daha temelden, tanımlardan başlayalım.

 

Umut Nedir?

Bu sorunun cevabıyla daha çok psikologlar ve filozoflar ilgileniyor, daha doğrusu umut ve umutsuzluk kavramları en çok onlar tarafından tanımlanıyor.[2] Filozoflar kavramları kendi felsefeleriyle tutarlı olarak (bazıları da bir kavramı için birden çok ve çelişik) tanımladığından dolayı ben burada başlangıç için psikolojiden bir tanım ödünç alacağım. Bu tanıma göre “Umut, gelecek ile ilgili bir amacı gerçekleştirmede sıfırdan fazla olan beklentilerdir (Rideout ve Montemuro 1986).”[3]

Yukarıdaki tanıma göre umut bir tür beklentidir ama “umudun” büyüsü “beklenti”de yoktur. Örnek olarak “Gelecekten umutluyum.” diyen birinin iyimser veya inançlı olduğu düşünülürken “Gelecekten beklentiliyim.” diyen birinin öngörülü olduğu düşünülür. Sözlükte[4] de beklenti kelimesinin tanımları “gerçekleşmesi beklenen şey” ve “bireyin belli şart ve durumların alacağı biçimler veya kendisinden beklenenler konusundaki öngörüsü”dür. Bilhassa ikinci tanımdan beklentinin bugünden geleceğe dair bir dilek-istek değil, bugünün “belli” göstergeleriyle gelecekte olacaklara dair çıkarımlar olduğu anlaşılıyor. Buna karşın umut kelimesinin etimolojik kökeni (ki ummak kelimesinin de kökü aynıdır) ise dilemek anlamına gelen um kelimesidir.[5] O halde biri bugünün “belli” göstergelerinden akıl yürütme yoluyla geleceğin belirsizliklerini aydınlatma anlamında olan diğeriyse geleceğe dair dilek olan iki kelime birbiriyle neden ve nasıl bu kadar ilişkili olabiliyor? Bunun sebebi aslında umudun da “belli” bir şeye dayanmasıdır. Yukarıdaki tanım “Bir çıkış yolu olduğuna ve yardım ile bireyin varlığında değişiklikler oluşabileceği inancı en önemli özelliğidir.”[6] cümlesiyle devam eder ve bu ilişkiyi kurduran anahtar kavramı, yani inancı karşımıza koyar. İnanç akıl yürütmeyi yönlendirir ve insanın dünyayı olduğu gibi görmesinin de önüne geçer. En kötüsü de insan kendini inançtan ve yaygın olarak ona eşlik eden yanılgıdan kurtardığını düşündüğünde bile inancın kurbanı olabilir çünkü inanca karşı akıl oldukça savunmasızdır.

Umudun “en önemli özelliği” olan inançların insanlara kazandırdıkları ve kaybettirdiklerine bakmadan önce “nasıl umutlu biri olunur?” sorusunu da cevaplamalıyım. Bazıları umudu ve korkuyu birbirine karşıt konumlandırılır[7] ve her şeyin içine her zaman bir miktar karşıtının da karıştığını iddia ederler. Bundan dolayı ben de bu soruyu cevaplayabilmek adına “korku nedir?” ve “nasıl korkak biri olunur?” sorularına cevap aradım.

 

Korku Nedir ve Nasıl Korkak Biri Olunur?

Tutarlı olmak adına korkunun tanımını da psikolojiden aldım. Gençöz’ün tanımına göre “Korku, içinde bulunduğumuz duruma değil, bu durum için geliştirdiğimiz düşüncelerimize verdiğimiz bir reaksiyondur.”[8] Demek ki korkular, korkulan şeyden değil korkan kişinin düşünce dünyasından veya psikolojisinden doğmaktadır. Peki insan ilk soluğunu “korkusuz” bir kişi olarak mı alır?

Bir önceki başlıkta umut ve beklenti arasında bir ayrım yapmıştım. Buna göre beklenti hayatta kalma ile ilgiliyken ve bir tür donanımken “umut” (birazdan bahsedeceğim gibi) bundan başka bir şeydir. Buna benzer bir ayrımı korku ile ilgili de yapacağım ve korkunun karşısına beklentiyi koyacağım. İki ikiliğin de ortak tarafı akıl yürütme ve “beklenti” olduğuna göre işimi kolaylaştırmak için umudunkine yararlı beklenti, korkununkine zararlı beklenti diyeceğim.[9] Bundan sonra şöyle diyebilirim insan ilk soluğunda “akıllı” ve “korkusuz” bir kişidir. Akıllı olmayı vurgulamanın ve aklı korkudan ayırmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü “Kişilere korku reaksiyonunu neden verdikleri sorulduğunda çoğu zaman rasyonel bir açıklama getiremezler, çünkü korku reaksiyonu durumdan değil durum için geliştirilen fikirlerden kaynaklanmaktadır.”[10] Kısaca kişi aklını kullanıp karşılaştıklarının kendisinin hayatta kalmasını olumsuz etkileyeceğine karar verdiğinde bu zararlı beklentidir ve akıl yürütme karşılaşılan şeye yönelir. Buna karşın korkular kişinin kendisine yöneliktir ve karşılaşılan şeye kişi kendisini veya eksikliğini yansıtır. Korku bir yansıtma ve yanılsamadır.

Korkular doğuştan değilse nasıl edinilir? “Kişide korku çeşitli yollardan gelişebilir; bunlardan biri koşullanmadır (conditioning).”[11] Koşullanmayı en basit şekilde tanımlarsak bir tepkiyi bir uyarıcıya göre yeniden ayarlamaktır.[12] Burada önemli olan iki nokta vardır: Birincisi korku koşullanmasının çok çabuk oluşmasıdır ki insanlarda tek tekrar bile yeterli olabilmektedir, ikincisi de “… bu deneyim ve korkular çevreye yaptığımız uyum (veya uyumsuzluğun) temelini”[13] oluşturur. Bu iki önemli noktadan anlaşılan korku koşullanmasının kişiye toplumsal bir karakter[14] kazandırdığı ve (korkuların genellikle küçükken kazanıldığı da hesaba katılırsa) kişinin kendisinin farkında bile olmadan korkuya koşullandırıldığıdır.

Bunun dışında korkular ana-babayı örnek alarak veya onların anlattıklarından simgesel olarak da kazanılabilir.[15] Bunun üzerinde uzun süre durmayacağım ama aile büyüklerinde olan korkuların onların büyüttüğü çocuklarda da görülmesi sık karşılaşılan bir şeydir. Örnek alarak öğrenmenin de bir sosyalleşme biçimi olduğu düşünülürse burada da korkunun sosyal karakteriyle karşılaşıyoruz. Korkunun kazanılmasında son etken de değişen algıdır.[16] Bu son etkenle ilgili en sık karşılaşılan örnek süt çocuklarının yüzleri ayırt edebilmesiyle yaşadığı yabancı korkusudur. Yine fark edilebileceği gibi çocuk korku nesnesine kendisini yansıtır, onu anlamaya çalışmaz ve değişen algıyla kazanılan korku da doğuştan değildir.

Düşüncelerin dünyası dışındaki dünyada yani hayatın kendisinde kusursuz bir simetrik karşıtlık bulunamaz ve aramak da boşunadır. Buna rağmen yukarıda da ifade ettiğim gibi yaygın olarak karşıt konumlandırılan şeyler birbirine benzer ve biri diğeri hakkında birtakım bilgileri barındırır. O halde karşıtlarla ilgili bu koşul kapsamında bu başlık altında incelediklerimizi umuda uyarlayabiliriz.

İlk olarak “umut” bağımsız bir umut nesnesinden kaynaklanmaz ve korkudaki gibi kişinin kendisini kendi dışındaki bir şeye yansıtmasıyla yaratılır, bir uydurmacadır. İkincisi bunun neye ve nasıl yansıtılacağı koşullanma, örnek alma, simgesel anlatılar ve değişen algılamalarla öğrenilir. Üçüncüsü bu öğrenme aniden ve anlamadan gerçekleşir ve kişide toplumsal bir karakter yaratır. Kişilerin toplumsal karakter kazanmaları da kimlik ve motivasyonu mümkün kılar.

 

Umudun Zamanı

Yazının ikinci kısmına geçmeden önce umutla ilgili bir başlıktan daha bahsetmeliyim. Bilindiği gibi, üst üste istiflenmiş anlardan oluşan zamanı insan geçmiş, gelecek ve şimdi olmak üzere üç kategoride kavrar. Geçmişte gerçekleşmiş olan bir şeyi olduğundan başka bir şey haline getirmek mümkün olmadığından umut, bir duygu olarak ana ve bir düşünce olarak geleceğe dairmiş gibi görünür. Gerçekte olansa umudun geçmiş ve geleceği, dünü ve yarını, şimdiyi aradan kaldırarak birbirine bağlamasıdır. Umuda dair düşünce geçmişte öğrenilmiş ve geleceği işaret etmektedir. Umut düşüncesi edilinildiğinde herkes için işleyen bir mekanizma olan zaman ve içerdiği girdi-çıktılar artık umutlu kişi için işlememektedir. Gelecekteki bir umut (kişi, nesne, zaman, mekan) kişinin zamanını yoldan çıkarmış ve ona diğerlerinin zamanıyla pek az kez kesişecek yeni bir yol yaratmıştır. Bu paralel bir zaman da değildir çünkü kişi hala bedeniyle bu dünyadadır ve bedeni seçimlerinin sonuçlarından etkilenmektedir. Bununla birlikte umut kişiye bugün için bir mutluluk ve motivasyon verir ve bugünü değiştirmek (kişinin status quocu veya revizyonist olmasına göre) geleceği güvence altında almak veya onu inşa etmek halini alır. Böylece geçmişin deneyimi ve geleceğin idealiyle birleştirilir, kontrol altına alınamayan bugün ortadan kaldırılır.

 

Umut Neden Kötüdür?

Şimdiye kadar umut ile ilgili söylediklerim aslında iyi şeylermiş gibi görünebilir. Neticede umutlu bir kişinin mutlu ve motivasyonlu olduğu kabul edilir ama bunları bugünü öldürmek karşılığında elde eder. Buna rağmen umutlar ve korkular kişiyi sosyalleştirirler ve ona bir kimlik verirler ama bunu da (kişisel veya kolektif) alternatif bir zaman yaratarak yaparlar. Geçmişten edindikleriyle geleceği düşünen ve idealleştiren bir insan sadece alışkanlık sahibi biridir ve Tolstoy’un “Bir insanın hayatının ikinci yarısı, ilk yarıda kazanılan alışkanlıkların sürdürülmesinden ibarettir.” deyişi doğruysa bu alışkanlık kişiyi bugün yapıp edilen, olan biten her şeye karşı kör etmektedir.

Bu alışkanlıkları, kişiler (çoğu kez) kendi istekleriyle kazanmadıkları gibi bu alışkanlara koşullandırıldıklarının da farkında olmaya bilirler. Bundan dolayı bunların sınanması da oldukça sınırlı olmakta ve sınanmaktan kurtulduğu ölçüde kuvvetlenmektedir.[17] Kuvvetli korkular ve umutlar kuvvetli kaçma davranışlarını da ortaya çıkartır.[18] Gündelik hayatta karşılaşılan bugününü boşvermiş, alternatif veya ütopik bir geçmişte ve gelecekte yaşayanlar bu kuvvetli kaçma davranışlarının örneklerini sergiler.

Bunlara ek olarak umudun kötülüğünü birkaç tip üzerinden de değerlendirmek isterim. Bunlar aşık, savaşçı, rahip ve aziz tipleridir.

 

Aşığın Umudu

Aşığın beklentisi sevdiğine kavuşmaktır. Bu sevdiği şey canlı kanlı bir insan yani bildiğimiz anlamda bir maşuk olabileceği gibi bir yer, bir zaman, bir nesne de olabilir. Aşığı diğerlerinden ayıran hasreti vuslata çevirmek isteğidir. Umut aşıkta aşkın karakterine aykırı bir ruh hali yaratır. Aşık kendi kabuğuna sığamayacak bir sel iken umut ona sakin olmasını söyler. Maşuk mutlaka birgün bakışını aşıktan yana çevirecek ve onun çabalarını görecektir. Ama aşık sevdiğinin kalbinin orta yerini hedeflemedikçe bu nasıl mümkün olabilir? Bu konuda mitolojiden bir örnek vererek devam etmek istiyorum. Yunan mitolojisinde en bilindik ve en sevilen aşk öykülerden biri Orpheus ile Eurydike’ye aittir. Orpheus, Olympos’taki tanrılarla aşık atabilecek kadar iyi bir çalgıcıydı ve günün birinde Eurydike’ye aşık olmuştu. Hemen evlendiler ama çok kısa bir süre sonra Eurydike bir yılan sokması yüzünden öldü. Ezgiler gibi ele avuca sığmaz bir yeteneği olan Orpheus cesur ve coşkun duyguları olan bir aşıktı. Sadece ama sadece isteğine ve yeteneğine güvenerek Hades’in kapılarına gitti, ölüler ülkesinden sevgilisini aldı. Hikayenin sonu üzücüdür, sabırsız Orpheus yeraltı tanrısının şartını yerine getiremez ve sevgilisini sonsuza kadar kaybeder ama hikayenin anafikri de aşkın tam olarak böyle, trajik bir şey olduğudur.[19] 

 

Savaşçının Umudu

Savaşçının amacı düşmanını alt etmektir. Bu düşman yine canlı kanlı bir insan olabileceği gibi üstünden gelinmesi gereken engel aslında savaşçının düşmanıdır. Savaşçıyı aşıktan ayıran şey birinin öncelikle güçlü öbürünün öncelikle tutkulu olması gerektiğidir. Savaşı her şeyden önce kendi gücüne güvenmelidir ama umut savaşçıyı gevşetir ve güçsüzleştirir çünkü kulaklarına çabadansa şansına, üstünlüğündense inancına güvenmesini fısıldar durur. İnancın ve şansın şimdiye kadar savaşları etkilediği inkar edilemez ama hiçbir savaş da sadece bunlarla kazanılmamıştır. Savaşçıyı zafere ulaştıran şey umudun ve korkunun bir yanılsama olduğunu kabul etmek ve şimdi, şu anda ne yapması gerekiyorsa onu yapmaktır.

 

Rahibin Umudu

Genellikle rahip kelimesi insanın aklına dinlerle bağdaştırılmış görüntüler getirir. Benim aklıma ise törensel kıyafetli din adamlarından ve belinde ince bir ip bulunan kara cübbeli keşişlerden önce gündelik kıyafetleri içerisinde doktrinlerinin misyonerliğini yapanlar geliyor. Bu anlamda dünyevi veya uhrevi olsun rahip, ana kör olan ve bugünün şartları ne olursa olsun kendisini dünyaya uyduran değil gelecekte dünyanın kendisine uyacağını düşünen kişidir. Denilebilir ki rahibin umudu kafasındaki ve kafasının içindeki dünyada yaşamaktır.

 

Azizin Umudu

Bu üç umut bir şekilde birinde birleşirse o kişi artık bir “Aziz”dir. Azizin en büyük umudu “layık”, “temiz”, “sadık” olmaktır. Gelecekteki umut, onun içinde kendisi dışındaki her şeyi yok edecek kadar köklenmiş ve bugününü bütünüyle söküp atmıştır. Umutla karşılaştığında onun kendini kabul etmesi için aziz her adımını ona uygun atar, her lokmasını ona uygun yer. Aziz, umutlarını ve korkularını teste tabi tutamadığı için bir süre sonra bunlar onu içten içe çürütmeye başlar. Bundan sonra ister semavi ister seküler bir doktrine bağlı olsun azizin dünya ile bağlantısı kalmamıştır.

 

Sonuç

Bu yazıda yapabildiğim kadarıyla umudu değerlendirmeye çalıştım. Yazının ikinci kısmında umuda dair kendi bakış açımı ortaya koyduğumu düşündüğüm için sonuç yerine yine bir mitolojik öyküyle yazıyı bitirmeyi tercih ettim.

Bilindiği gibi Zeus ile Promethus arasında bir anlaşamamazlık (veya çekememezlik) vardır. Bunun kaynağı kimi kaynaklara göre bir savaş sırasında Prometheus’un Zeus’a yağlar altında kemikler ikram ederek onu alaya alması ve Zeus’un insanlara vermediği ateşi Zeus’un emriyle yarattığı insanlara geri getirmesidir. Zeus intikam almak için Pandora’yı yaratır ve Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a gönderir. Epimetheus, Pandora’yı ve elindekini, Zeus’un intikam için kurnazca hazırladığı kutuyu kabul eder. Hikayeye göre Pandora da kendisine emanet edilen kutuda ne olduğunu bilmez ve bir gün dayanamayarak kutuyu açar. Kutudan binbir bela dışarı çıkar ve dünyaya yayılır, dibinde yalnızca umut kalır. Bu hikaye ile ilgili Nietzsche “İnsanca, Pek İnsanca”nın ilk cildinde şu bilindik yorumunu yapar: “Diğer kötülükler insana ne kadar eziyet verse de, Zeus insanların yaşamlarını kestirip atmasını istememiş, yeni eziyetler çekmesini istemişti. Bu amaçla, insana ümit verdi. Gerçekte, bu kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü insanın eziyetini uzatır.

Bununla birlikte Zeus’un Prometheus’la anlaşamamasındaki ve onu “zincirlere vurması”ndaki asıl neden sivri sakallı Prometheus’un bir kahin olmasıyla ilgiliydi. Hikayeye göre Zeus’un günün birinde bir oğlu olacak ve babasının iktidarını elinden alacaktı. Prometheus bu oğlanın anasının kim olacağını biliyordu ama Zeus’a söylemiyordu. İşte Zeus bu bilgiyi alabilmek adına Prometheus’u zincirlere vurmuştu.[20]

Mitolojik anlatılarda dün olduğu gibi bugün de insanların yararlanabilecekleri yaşama dair oldukça önemli ipuçları olduğunu düşünüyorum. Olympos’un tahtında oturan kudretli Zeus, konu kendi iktidarını korumak olunca en ufak belirsizliğe, en küçük karanlığa katlanamamışken insanlara binbir bela ve kötülükle birlikte “umudu” vermesi de bu ipuçlarından biri olabilir.


Dipnotlar:

[1] Kişinin kültürel, ekonomik ve politik konumuyla psikolojik durumu arasındaki ilişki.

[2] “Literatüre baktığımızda bu iki kavramın, daha çok felsefeciler ve psikoloji bilimi ile uğraşanlar tarafından tanımlandığını görüyoruz.” Taştan, Coşkun. “Sosyo Ekonomik Profili Düşük İllerde Yaşayan Gençlerde Umut ve Umutsuzluk: Ağrı Örneği”. Gençlik Araştırmaları Dergisi Yıl 2, Cilt 2, Sayı 4: 22-47

[3] Dilbaz, Nesrin ve Seber, Gülten. “Umutsuzluk Kavramı: Depresyon ve İntiharda Önemi”. Kriz Dergisi 1(3): 134-138

[4]www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.598c8cbd291d03.39647599

[5] http://www.nisanyansozluk.com/?k=umut&x=0&y=0

[6] Dilbaz, Nesrin ve Seber, Gülten. “Umutsuzluk Kavramı: Depresyon ve İntiharda Önemi”. Kriz Dergisi 1(3): 134-138

[7] “Kimi düşünürler umudu, korkunun zıddı olarak tanımlar.” Scioli’den aktaran Taştan, Coşkun. “Sosyo Ekonomik Profili Düşük İllerde Yaşayan Gençlerde Umut ve Umutsuzluk: Ağrı Örneği”. Gençlik Araştırmaları Dergisi Yıl 2, Cilt 2, Sayı 4: 22-47

[8] Gençöz, Tülin. “Korku: Sebepleri, Sonuçları ve Başetme Yolları”. Kriz Dergisi 6 (2): 9-16

[9] Sanırım burada bir açıklama yapmalıyım artık. Bu yazının kapsamı nesnesi belirli ama nesneden kaynaklanmayan umut ve korkudur. Korku ve kaygı ayrımını yapmak ve buradan da nesnesi belli olmayan bir umutla ilgili konuşmak bu yazının kapsamında değildir. Korku-Kaygı ayrımı için bkz. Morgan, Clifford T. (1977). Psikoljiye Giriş. Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları sf. 208

[10] Gençöz, Tülin. “Korku: Sebepleri, Sonuçları ve Başetme Yolları”. Kriz Dergisi 6 (2): 9-16

[11] Morgan, Clifford T. (1977). Psikoljiye Giriş. Konya: Eğitim Kitabevi sf. 208

[12] “Şu halde, korkuyu koşullamak için gerekli olan şey nötr bir uyarıcıyı (CS), doğal ya da koşulsuz bir korku uyarıcısıyla (US) eşleştirmektir.” Morgan, Clifford T. (1977) Psikoljiye Giriş. Konya: Eğitim Kitabevi sf. 73

[13] Morgan, Clifford T. (1977). Psikoljiye Giriş. Konya: Eğitim Kitabevi sf. 72

[14] Kişi korkularıyla sosyal veya asosyal karakter kazanbilir ama bunların ortaklaştırılması her halükarda idari açıdan kolaylıklar sağlar ve havuç-sopayı kullanılabilir kılar.

[15] Morgan, Clifford T. (1977). Psikoljiye Giriş. Konya: Eğitim Kitabevi sf. 208

[16] Morgan, Clifford T. (1977). Psikoljiye Giriş. Konya: Eğitim Kitabevi sf. 208

[17] “Duyduklarımız, gördüklerimiz, televizyon, sinema, tiyatro ve günlük konuşmalar yoluyla korkularımızın kaynağı olan düşünceleri ister istemez geliştiririz. Bu nedenle korku reaksiyonunun gelişmesinde menfi bir olayın doğrudan kişinin başına gelmesinin yanısıra, çevremizden edindiğimiz bilgiler de aynı türden reaksiyonların verilmesine sebep olabilirler. Hayatımızda yılanla ilgili hiçbir olumsuz tecrübe yaşamamış olsak dahi, yılan görmeye tahammül edemeyebiliriz. Böylece fikirlerimizin doğruluğunu test etme şansını kendimize tanımamış oluruz. Yanlış olup olmadığını test etmediğimiz fikirlerin sebep olduğu korku hissi ve bunun beraberinde gelen kaçma davranışı sonunda rahatladığımızda, sanki fikirlerimiz doğruymuş gibi düşünürüz. Böylelikle korkularımız kuvvetlenerek devam eder.” Gençöz, Tülin. “Korku: Sebepleri, Sonuçları ve Başetme Yolları”. Kriz Dergisi 6 (2): 9-16

[18] “Kuvvetli korkular kuvvetli kaçma davranışını da beraberinde getirir.” Gençöz, Tülin. “Korku: Sebepleri, Sonuçları ve Başetme Yolları”. Kriz Dergisi 6 (2): 9-16

[19] Hamilton, Edith (1942). Mitologya. Çev. Ülkü Tamer İstanbul: Varlık Yayınları sf. 72-74

[20] Zeus-Prometheus ilişkisi için bkz. Hamilton, Edith (1942). Mitologya. Çev. Ülkü Tamer İstanbul: Varlık Yayınları sf. 48-51