Deniz kenarında oturmuş güneşin batışını seyrediyordum. Batarken aldığı kızılımsı renk, denizin sonsuzluğunda kaybolurken bu hayranlık uyandıran güzellik, bir an sonra kaybolacak, hüznünü de beraberinde getirdi. Birden aklıma bir filozofun, ‘Felsefe, doğaya hayranlıkla başlar’ sözü geldi. İlk tözün ne olduğunu irdelerken, doğaya hayranlık duymuşlar mıydı?
Sorular sormuşlardı, İlk neden su mu, hava mı, ateş mi? Diye, dört unsur diyenler de vardı… Her şeyin ölçüsü insandır diyen Protogoras bize ne söylemek istiyordu? Doğadan, insan doğasına geçiş nasıl olmuştu?
Bu uçsuz bucaksız doğayı bırakıp insanı, Micro Cosmos’u irdelemek daha mı kolay gelmişti? Doğadan kopan bir ikinci doğa mıydı insan? Evrim teorisini koyan Darwin’in maymunundan mı türemiştik, topraktan yaratılıp sonra da burnuna hayat nefesi üflenerek yaşayan canlar mıydık? Neydi biz insanları, bitkilerden ve hayvanlardan ayıran şeyler?
Doğadaki eksik kopyaları olan mükemmeller, Platon’un ideleri neydi? Aklın neler yapabileceğini sorgulayan Kant, görülenlerle görenin arasında yeterli bağı kuramayınca ne kadar bunalmıştı kim bilir? Evren, ilişkiler bütünüdür diyen Einstein bunu söylerken ne demek istiyordu? Daha önceki bütün disiplinleri bağlaşık, birbirlerinden çıkarsayarak bütünsel bir dizgede kavramlaştıran Hegel, her birey bunu kendi için yapmalı derken haklı mıydı?
İnsanın kendisini bir laboratuar gibi kullanıp dalınç yapan mistikler neler bulmuşlardı? Simge ve sembollerle bize bir şeyler anlatmak isteyen Sufiler, Mutasavvıflar neler diyorlardı?
Güneş kaybolmuş, karanlık ve serinlik çökmeye başlamıştı. Oturduğum yerden doğruldum. Eve gidip yapmam gereken işler olduğunu düşündüm. İnsanı insan yapan emeğidir diyen Marks geldi aklıma. Ya sevgi dedim kendi kendime, ya aşk? Bütün bu arayışlara neden olan sevgi miydi? Ya da bütün bu arayışlar sevgiyi bulmak için miydi? Hepimizin hayatında sevgi vardı ve onsuz yaşayamazdık; evlat sevgisi, eş sevgisi, arkadaş sevgisi.
Ama yetmeyen birş eyler vardı. İsa Tanrı sevgisidir demişti. Anadolu Yunus Emre’siyle, Mevlana’sıyla, Hace Bektaş Veli’siyle Aşk Aşk diye bağırıyordu. Antik Mısır’da, Antik Yunan’da tapınakların kapılarında yazan “Kendini bil”deki kendi neydi? Kafamın içinde binlerce çan çalmaya başlamıştı?
İçimi sıcak bir sevinç kapladı. Bir gün daha bitti dedim, oysa her bitiş başlangıcıydı yeni bir günün.