Bu yazıda kısaca dil ve akıl arasındaki bağlantıyı anlamaya çalışacağız. Kısaca, konuştuğumuz dildeki linguistik bağlantılar, bu bağlantıların beynimizde nasıl oluştuğu ve us gelişimine ne katkıda bulunduğunu incelemek yaşadığımız çağın, us çağı mı, dil çağı mı, yoksa davranış bilimleri çağı mı olduğu, yoksa hepsinin bir bütünlük içinde geliştiği insan değerinin en üst noktada olduğu bir zamana doğru ilerlediğimizi mi gösterecek bilmiyorum. Böyle bir yorum yapmak benim boyumu aşabilir, ama Michael Jordan da böyle bir yorumu yapamaz. Yapılması gereken yaşanan anın ve yaşanacak çağın yaşanmasıyla ortaya çıkacak değerler sistemidir. Bunun bugüne kadar var olanlardan farklı olacağı ve aydınlanmanın büyük bir hızla artacağı, 17. yüzyılda dahiler çağının daha yoğun bir biçimde yaşanacağıdır.
‘Nasıl konuşuyoruz’ sorusu ne kadar temel bir soruysa, ‘neden konuşuyoruz’ sorusu da o kadar temel bir soru bana göre. Neden konuşuyoruz? Daha önce konuşuyor muyduk bunu bilmiyorum. Artık konuşuyoruz ve dil kullanıyoruz konuşurken. Kuralları olan, sınırlı ve sınırsız sayıda kök kelimeleri ve kök kelimelerden üretilmiş binlerce sözcüğü olan bir dil kullanıyoruz. Biz Türkçe dilini kullanıyoruz, başkaları diğer ana dillerden birini konuşuyor.
Kullandığımız kelimelerin bir veya daha fazla anlamı var. Seçtiğimiz kelimeleri neden seçtiğimiz ise tamamıyla bize bağlı.
Dil sınırsız olanakların sınırlı kullanımı aslında. Bu sınırlar nasıl oluşuyor önce onu inceleyelim. Çocuk dili nasıl öğrenir; düşündüğümde önce ailesi ve çevresinden aldığı kelimeleri önce tek heceli olarak kullanmaya başlıyor. Çocuk dilinde başlangıçta hiçbir sınırlama yokken anlamlı kelimeler söylemeye başladığı anda düzeltmeler yapılıyor çevre tarafından. Farkında olmadan gramer bilgileri de aktarılıyor, yanlış söylenen kelimeler düzeltilmeye başlıyor. Yuturma dediğinde, çocuk yumurtayı betimlerken, zihninde yumurta diye düzeltilmeye çalışılıyor ve çocuk da yumurtayı yumurta olarak söylüyor. Böylece farkında olmadan aktarılan gramer bilgileri ve kelimeler çocuğun beyninde Chomsky’nin tanımıyla beyindeki kara kutuya veya dil organına aktarılıyor.
Başlangıçta bu bilgilerle konuşurken birden değişim başlıyor ve üretken gramer dediğimiz kendi dilimizi kullanmaya başlıyoruz. Burada konuşmak ne kadar büyük bir mucizeyse, anlaşılmamız da o kadar büyük mucize.
Dilimizi kullanmaya başlıyoruz bu noktadan sonra kendi bildiğimiz gibi. Sınırsız sayıdaki olanağı sınırlı seçimlerle kullanmaya devam ediyoruz.
Düşündüğüm şeylerden biri şu: Dünyadaki Latin harfleri taşıyan (alfabeler) abeceler 30 civarında harften oluşuyor. Bir bilgisayar programında otuz harfin ikili tekrarlı permütasyonundan başlayarak otuzlu tekrarlı permütasyonuna kadar permütasyonu yapılsa, dünyadaki bütün dillerde kullanılan bütün kelimeler ortaya çıkar mı, matematiksel olarak çok merak ediyorum. Dillere göre bu kelimelerin ayrımı yapılsa, nasıl bağlantılar bulunur acaba? Bunun nasıl yapılacağını öğrenip yakın bir zamanda yapmaya çalışacağım. Ortaya çıkan kelimelerin de tekrarlı permütasyonları olursa, dünyada söylenmemiş hiçbir şey kalmayabilir mi, bunu bilmiyorum, ama sayısal olarak evren büyüklüğünde bir değer olacağı kesin.
Kullandığımız her kelimenin bir mantıksal formu, bir de ses formu var. Gramer kurallarına göre ses formlarının nasıl olması gerektiği aşağı yukarı belirli. Mantıksal form ise kişiden kişiye değişiyor. Kişiler dili kullanırken, beyinlerinde derin yapılarında var olan kodlamaları ifade etmeye çalışıyorlar. Derin yapıda yaşadıkları ve kodladıkları tecrübeler ile hayal ettikleri ve yaşayacakları tecrübeler konusundaki kodlamalar, yüzeyde kelimelerle ifade edilmeye çalışılmakta. Çoğu zaman anlatamıyoruz, ifade edemiyorum veya inanılmaz gibi sözler kullanılan dildeki yetersizlikleri anlatıyor, anlatamadığımız, adını bilmediğimiz şeyler için şey dediğimiz gibi. Yine Chomsky tanımıyla iki temel yapısı var kullandığımız dilin. Bunlardan biri dış dil; dış dil bugüne kadar yazılmış, söylenmiş, kaydedilmiş kelimeleri ifade ediyor. Dış dil geçmiş kaynakları kullanabilmemiz için, onları öğrenebilmemiz için çok önemli. Dış dil kullanımını yeteri kadar yaptıktan sonra üretmeye başlıyoruz. Bu, iç dil dediğimiz dili oluşturuyor. İç dil bugüne kadar söylenmemiş, yazılmamış, kaydedilmemiş bütün sözleri ifade ediyor. İç dil kullanımına geçtiğimiz andan itibaren dilimizi daha zengin ve daha yaratıcı bir biçimde kullanmaya başlıyoruz.
Beynimizdeki kara kutuyu, dinlerken, kitap okurken, duyduğumuz her kelime ile farkında olarak veya farkında olmadan dolduruyoruz. Bu kelimeleri tıpkı çocuklarda olduğu gibi ses ve anlamları ile kullanıyoruz ve daha sonra da kendimiz birtakım yeni anlamlar veya yeni cümleler üretmek için kullanıyoruz. Okumak, dinlemek, gezmek, görmek, duymak çok önemli, daha doğrusu duyularımızı kullanmak çok önemli. Dış dili kullanmaya devam ettiğimiz ve iç dil sürecini yaşamadığımız için kendimizi tekrar etmeye başlıyoruz. İletişim aracı olarak kullanılan fıkralar, daha önceki insanların söyledikleri önemli sözler dış dil kullanımına ait örnekler olarak verilebilir.
Dilimizi, yaşadığımız tecrübelerdeki derin yapı kodlamalarını ifade etmek için kullanıyoruz. Bunu yukarıda ifade etmiştik. Kullandığımız kelimelerin yaşadığımız tecrübelerin içeriğine bağlı olarak ifade ettiği özel anlamlar olduğu bir gerçek. Bu açılardan bakıldığında dilin psikoloji ve davranış bilimleri ile bağlantıları açık. Dili psikoloji ile bağlantılı yaşadığımız tecrübeleri algıladığımız biçimiyle ifade ediyoruz ve bu dünyaya baktığımız algılamalarla ilgili çok zengin verileri dış dünyaya aktarıyoruz. Davranış bilimleri ile bağlantılı kullandığımız dil ile bir davranış sergiliyoruz ve yaptığımız davranışları da ifade ediyoruz yaşadığımız tecrübelerle bağlantılı olarak.
Burada dili kullanırken var olan veya geliştirdiğimiz yeterlilik gözönüne alınması gereken en önemli unsur. Yüzeyde söylediğimiz, ağzımızdan çıkan kelimelerden oluşan cümleler ile derin yapıda kurulan bağlantılar konuşan kişi için bir geri besleme aynı zamanda. Dinleyen ise bu cümleyi veya cümleleri daha farklı olarak algılayabiliyor. Bu söylem-algı arasındaki fark, iletişimin ilgilendiği konulardan biri. Örnek vermek gerekirse, aşağıdaki cümleleri inceleyelim:
1. Ahmet Ayşe’nin ayrılacağından emin.
2. Ahmet ayrılacağından emin.
Yukarıdaki cümlelerde söz konusu kişiler, dili kullanarak, beyninde var olan gramer yapısına uygun biçimde söylemlerini farkında olarak veya farkında olmadan ifade etmekte. Yapısal anlamda kelimenin ses olarak temsili ile söylenenin anlamı belirlenmekte. Yukarıdaki cümlelerden ilki Ahmet’in psikolojik durumunu ifade ederken (Ayşe’nin ayrılacağından emin), ikinci cümle doğrudan Ahmet’in durumunu mantıksal olarak ifade etmektedir. Sonuç olarak kullandığımız gramere bağlı olarak üretilen bu iki cümle çok önemli farklılıkları göstermektedir. İkinci cümleyi yeniden düzenlediğimizde ortaya şu cümle çıkar:
3. Ahmet’in ayrılacağı kesin.
Bu cümlede mantıksal form daha kesin olarak belirlenmekte, 2. ve 3. cümleler farklı yapıda görünmesine ve 1. ve 2. cümleler yüzeyde çok benzer olmasına rağmen, gramatik olarak çok farklı olmasını sağlamaktadır.
Yüzey ve derin yapı ifadeleri incelendiğinde beynimizin, aklımızın ne kadar hızlı ve ne kadar yeterli bir biçimde çalıştığını ve çok önemli farklılıkları kullandığımız dil ile anlatabildiğimizi belirtmektedir. Yeterli kelime sayısıyla beslenmiş, beynimizdeki dil organı ile yeterli bir biçimde bugüne kadar söylenmemiş şeyleri söyleyebilir ve insanlığa çok önemli katkılarda bulunabiliriz.
Kullandığımız dilin gramer, anlambilim ve kelimelerin seçiliş nedenleri ile ilgili bağlantıları, üretken gramer (doğurgan gramer de diyebiliriz) doğrudan beynimizin yarattığı ve iç dil kullanımının artmasıyla birlikte ilerlediği ve böylece insanların gelişiminin yaşanan tecrübeler, hayaller ve bunların dil ile ifade edilmesiyle gerçeklik kazandığı ve kayda geçirildiği durumda, insanlığın bunları dış olarak kullanarak gelişime yeni katkılar yapabildiği bir modeli de ifade etmektedir.
Hepimizin beyninde tecrübeler, yaşanan tecrübelerle ilgili psikolojik durumlar yüzeyde dururken, derin yapıda bunlara bağlı olan birtakım içeriksiz kodlamalar, beynimizin ve aklımızın bilmediğimiz, yalnızca birtakım postulalarla kavrayabileceğimiz ve açıklamaya çalıştığımız bölümleridir.
Dil kullanımının önemi ne kadar büyükse, bunların kayda geçirilmesi de o kadar önemli. Yapılan bu kayıtları yeniden inceleyerek bu kayıtları yapan kişi bile yeniden iç dil ile üretim yapabilmektedir. Yazarların neden kitap üzerine kitap yazdıkları bu şekilde anlaşılabilir.
Türk toplumunda yazılı bilgi kullanımı henüz yeterli seviyede gelişmiş olmadığından, sözlü bilgi ile davranışlar yönlendirilmekte, ancak bize tarif edilenler ile yaşananlar arasındaki farktan dolayı istenen sonuçlar alınamamakta ve insanların çok çeşitli konularda arzuladıkları durum ortaya çıkmamaktadır. Beynimizin ve aklımızın gelişmesi için dile olan bağımlılık, söylediğimiz her şey, bütün dünyadaki her insanın söylediği her şey, temelde beynimizde kodlanan sübjektif bir durumu ifade etmekte ve yüzeyde varolan karakutu içindeki gramere bağlı olarak sınırlandırılmaktadır. Aslında ifade edilmek istenen, sınırsızca ifade edilebilse o zaman Universal Gramer’i çok daha kolay kullanabilir hale gelebilirdik.
Sınırsız alternatiflerin sınırlı kullanımı olarak tanımlayabildiğimiz dil, hayatımızın en önemli konularından biri olmasına rağmen, çok kolay kullandığımızı sandığımız için farkında olmadan söylediğimiz şeylerle kendi dünyamızı daralttığımızın veya genişlettiğimizin farkına varamamaktayız. Yapmak istediklerimizi yapabilmek için dil, ifade edebilmemiz ve daha önce de beynimizde bunu tasarlamamız gerekmektedir. Tasarlayabilmemiz içinse beynimizi kullanabildiğimiz kadar sınırsızca kullanabilmemiz, hem kendimizin, hem aklımızın, hem de insanlığın gelişimine çok önemli katkılarda bulunacaktır.
Söylenebilecek son söz ‘ağzımızdan çıkanı önce kendimizin duyması’ gerektiğidir. Beynimiz düşündüğümüzden daha hızlı düşündüğü için bunun farkına varamamaktayız. Aydınlanmak önce bireyin kendi beyninden başlayacak ve giderek diğer aydınlanmış beyinlerle buluşması sonucu, özlenen ve istenen sınırsızca gelişme, insanlığın çok kısa dönemlerde yaşadığı gelişme süreci kesilmeden sürekli yaşanabilecektir. Yeni dahiler çağına en kısa zamanda girmemiz dileğiyle.