Okuma süresi: 4.36 mintues

Kadim bilgelikle aşina olanlar 9. yüzyıl Zen yolunun ermişlerinden Qingyuan Weixin’den zuhur eden, “dağlar ve nehirler” üstüne ünlü sözü de iyi bilirler:

“Otuz yıl var ki bu yolda çalışmadan önce, dağlar sadece dağdı ve nehirler sadece nehir. Yola düştüğümde seyrimin bir yerinde dağlar birdenbire dağ olmaktan çıktı ve nehirler birdenbire nehir olmaktan çıktı. Ancak bu günlerde dağlar yeniden dağ ve nehirler yine nehir…

– Efendim bu yolun sonu nicedir?

– Başa dönmektir.”
(Lisânu’l Kavm: Cüneyd-i Bağdâdî ksa)

Qingyuan ustanın bu muammalı sözü, aydınlanma-uyanışın sadece aydınlanma-uyanış olmayan ilk hâle gerisin geri bir dönüş olduğu manasına mı geliyor acaba?

Buyursunlar efendim birlikte zevk edelim…

İlk adımda “Dağlar dağdır ve nehirler nehirdir”. Zira isim verdik bir kere ve “fark” ile başladık seyrimize. Öyle ya hepimiz çocukluğumuzdan beri isim, resim ve çerçeve koşullandırmasını kabul ettik, varlık komasına girdik ve ölümcül ayrılık virüsünü kaptık bir kere. Yani böyle baktığımızda gerçekten bir dağ, dağın gerçekte ne olduğu görüyor değiliz. Sadece daraltan bir kavram, zihinsel etiket olarak içi boş bir “dağ” görüyoruz. Bu, derin bir hipnoz haliyle kemikleşmiş kavramsal düşüncenin neden olduğu vahim bir ızdırap biçimidir. Canlılığını yitirmiş, akıştan kopmuş donukluk acısını dayatır. Bu yüzden yetişkinlik, çocukluğa kıyasla bir kafes gibidir, ne yapsan dar gelir.

Aldatıcı görünüşü öyle olsa da sabit, ayrı bir şey yok ki! (Bu nevi bir kavramsallaştırma ve etiketleme düzeyi, bize, bir dağın ne olduğunu bildiğimiz gibi aldatıcı bir izlenim verebilir.)

Aslında olan akan, her an değişen, bütün tek bir şey… Hoş, ikincisi olmadığına göre “şey” bile diyemeyiz. Tek bir eylem akışının bitmesi olmadığından ikinci bir eylemden bile bahsedemeyiz.

Uzakdoğu’da satori denilen (miraç ânı) ikinci aşamada, “Dağlar artık dağ değil ve nehirler artık nehir değil”. Basmakalıp bir biçim inşa eden, sabit bir kafes ören zihinsel etiketleme eyleminin arkasında, harikulade güzel ve kendinden geçmiş eşsiz, kaotik bir belirsizlik olduğunu, gizli hazinenin göz kırptığı “o parlama anında” doğrudan deneyimle, bizzat algılarsınız. İşte bu “cem” hâlinde nice yıllar demlenmek, öyle sermest gezinmek mümkündür. Her şeye, çoğu zaman gülerek ve bazen de ağlayarak öylece ortalıkta dolaşıyorsunuz.

Sözde “evren”in fevkalade enerjik bir akış olduğunu, her şeyin garip bir şekilde birbirine bağlı olduğunu görüyorsunuz ve aşkın bilgelik, irfan gibi bir şeyin imaları ile zevkten zevke gark oluyorsunuz; eh, yâri güzel olanın, yârinden ayrı duramayanın aklı başta, ayağı yerde ne gezer…

Üçüncü aşama olan dönüş devrinde, “Dağlar yine dağ ve nehirler yine nehir”.

Ancak bu, eski düalistik donukluğa (şirk) geri döndüğünüz anlamına gelmez. Bu, dağların ve nehirlerin gerçek doğasını bir kez gördüğünüzde, diğer insanlarla kısa yoldan iletişim kurmak adına eski etiketleri kullanmaktan çekinmeyeceğiniz anlamına gelir. Nihayetinde, neden olmasın?

Ama artık bütün hikâyenin, bu yarım yamalak görüntüden ibaret olmadığının farkındasınız. Kelimeleri onların ima ettiği ayrılık dalgasına kapılmadan zevkle kullanıyorsunuz. İçinden aynı ırmağın aktığını pekâlâ bilseniz de içinden göründüğü kaba göre izahı kolay kelimelere üflemekte ne sakınca olabilir…

İçeri ve dışarı, ben ve öteki ayrılık yaraları tamamen iyileşen biri, her yöne yayılan, herkese dokunan bir aşk ateşi gibi…

Beden, sakin; kalp, her şeyi kabul edici; zihin açık, özgür ve aydınlık, her şeye nüfuz edici…

Zihinde tutulan alışkanlık ve anılarla örülü “ben-im” sandığımız aşina evi yıkmamış, sonrasını düşünmeden, büyük bir enerjiyle her şeyi yer ile yeksan etmemiş ve en başta “dağlar ve nehirler” etiketinin ötesine geçmemiş olsaydınız, bu son rahat, dingin, sakinlik aşamasına nice varırdınız!

“Dünyâ vü ukbâyı ta’mir eylemekten geçmişiz
Her taraftan yıkılıp vîrân olan anlar bizi”
N. Mısrî

Deneyimsel olarak söylemek gerekirse, üçüncü aşama dıştan aynı gibi görünseler de temelde birinci aşamadan farklıdır; bu “Büyük Aydınlanma”nın ta kendisidir. Her duygu ve deneyime etiketler yapıştıran, istemsiz gevezelik eden, tepki makinasına dönen, donuk kafalı kukla zihin, bu seyirde hiç de “yol-araç” değildir.

“Ân’ı tevhîd eylemez illâ ki şirk ehli ider
Vahdet-i Hakk’ı DUYANın dili lâldir aklı mât”
N. Mısrî

Söz, iki sonsuz arasında bir çırpınış
Dil, boşluğun çaldığı bir saz imiş

Kalbin hoşluğunda
Kendiyle dolduğunda
Düşünce kalmaz
Dil, konuşmayı reddeder.

Acizliğini itirafla hayretle yoldan çekildiğinde neyin ne olduğu bizzat görülür vesselâm.

+ Son Yazılar