Okuma süresi: 21.6 mintues

Önsöz

18. ve 19. yy, Avrupa’da başta kilisenin, kral ve toprak sahiplerinin manevi, siyasi ve ekonomik baskılarının, despotizminin çatırdamaya başladığı yıllardır.

Siyaset, düşünce ve sanat alanlarında insanlar yeni ve önemli adımlar atıyor, dünyayı; kendi dünyaları yaparak yeniden kurmaya başlıyorlardı. Cumhuriyet, demokrasi, özgürlük, aklını kullanma cesareti, yeni fikirler eski anlayışları sarsarak, yıkarak, hızla ilerliyordu. Güçlü altüst oluşlarla, yeni arayışlarla, düşe kalka yeni bir dünyaya doğru yol alınıyordu. Eski bir söz, yeni bir belgi olmuş öne konmuştu: “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” Modern bir dönem başlamıştı. İnsanı ezilmekten çıkartan dönemin tini, bireyi merkeze alan düşünce akımlarını ortaya çıkarıyordu.

İşte böyle bir dönemde ortaya çıkan Yararcıların temel hedefi, insandan ve temellerinden kopmuş metafizik teorilerden, soyut düşüncelerden kurtulmaktı. Bir başka hedefi de 17 yy.dan itibaren, insanı görece özgürleştiren, yeni özgürlük fikir ve ümitleri sunan ve bu sayede bir hayli güç kazanan kapitalizme ve piyasa anlayışına etik bir destek sağlamaktı.

Çağı ileriye iten teknolojik gelişmelerin, buhar makinelerinin üretime girmesinin, imalat sanayinin ortaya çıkmasının, toprak sahiplerinin sarsıntısının, marabaların özgürleşmeye başlamasının yaşandığı tarihsel ortamda, en uzun soluklu etik teori olma özelliği kazanan Yararcılık, insanın düşünce tarihine sağlam olarak adım attı.

Bir ikilem önünde tercih yapmak, irade kullanmak gerektiğinde, seçimin ölçütü ne olmalıdır? Hangi seçenek, neye göre doğrudur? Bunun yanıtını “daha yararlı olan” diye verenler Yararcılar Okulu’nu oluşturmuşlardır.

Bu, yadırganabilecek bir yanıt olamaz. Çoğumuz da içinde olarak birçok insanın, dürüstçe söylenecek olursa, çoğu kez, düşüncesinde ve eyleminde kendi yararını seçtiğini görürüz. İlk adımda, hemen bu bir kusur, bir ayıp ya da bir suç olarak kabul edilemez. Ama bu yararlı tercihin her zaman doğru olduğunu, olacağını söylemek fazla iddialıdır. Yararın, doğruluk için zorunlu bir nedeni olduğu kanıtlanamamış, felsefi değeri olmayan, sadece doğa gözlemiyle ve niyete uygun olsun diye yakıştırılan olumsal (keyfi) bir kabuldür.

Ama yine de Yararcılar, kişilerin seçimlerini kendi doğallıklarına bağlı kalarak yaptıklarında, bunun kendilerine en çok yararı getireceğini düşünmekte çok da haksız sayılmazlar. Çünkü doğal insan da, tüm diğer doğa varlıkları gibi, sadece kendi yararına dönüktür, çünkü doğanın itkisi budur. Oysa insan olmak, olabilmek doğaya karşı durabilmek, ondan özgür olabilmektir. İnsan için doğa bir hedef değildir. Toplumsallaşmayı başaran insan için ahlak, kendi doğallığını sınırlamayı hedefler. Ayrıca doğal olarak zaten yapıla geleni onaylayacak bir anlayışa ahlak anlayışı demek de ne kadar doğrudur?

Öte yandan birçok Yararcı, konuya bu denli sıradan yaklaşmamış, doğallığı temel alsa da onu toplumsallığa ve akla uygun kılmaya çalışmıştır. Onların yaklaşımına göre, summum bonum, yani en üstün iyi, yarardır. Yararın belirtisi, ölçüsü mutluluktur. Mutluluk iyinin mihenk taşıdır. Mutluluğun belirtisi ve ölçüsü hazdır. Yararlı olan iyidir, iyiden hoşlanırız, mutlu oluruz, haz duyarız.

Giriş

Jeremy Bentham: 1748-1832

James Mill: 1773-1836

John Stuart Mill. 1806-1873

Jeremy Bentham, Yararcılığın (Utilitarianism) ilk teorik zeminini kuran kişidir. James Mill, Bentham’ın çağdaşı ve izleyicisidir. Tarihteki yeri ve önemi Bentham’dan aldığı bilgi ve anlayışı oğlu John Stuart Mill’e taşımış olmasıdır. Oğlunu okula hiç göndermemiştir. Onun eğitimini kendisi üstlenmiş ve böylece Yararcılığa sağlam bir teorisyen kazandırmıştır. John Stuart Mill de Yararcılığın, eleştiriler karşısında tutunabilmesi için onda düzenlemeler yapmış, başka düşüncelerle etkileşime sokmuş, onu genel kabule uygun kılmış önemli ve etkili bir Yararcı olmuştur.

Yararcılık, düşünce alanını çok uzun süre etkileyen ve çok tartışılan yaklaşımlardan biri olmuştur.

***

Yararcılık okulunun temelleri, Antik Yunan’a, Epikürve Aristipposfelsefesine kadar eskiye dayanmaktadır.

Epikür’e göre maddi açıdan temelsiz inançlar ve metafizik düşünceler, sözgelimi dinin verdiği Tanrı korkusu, insana acı ve korku hissettirdiğinden, insanın mutluluğunu engellediğinden dolayı faydasızdır.

İngiliz düşünürlerden, yararcı düşünceye ilk katkıda bulunan ve İngiliz ampirizmini geliştiren Francis Bacon’dır. Bacon, gerçek bilginin, din aracılığıyla değil, duyumlarımız aracılığıyla elde edildiğini ve söz konusu bilginin insanı doğaya hâkim kılacağını belirterek İngiliz ampirizminin öncüleri arasında yer almıştır. Bacon ahlak açısından iyi olanın yararlı olanla özdeşliğini kurmuş, yararlı olanı hem bireyin iyiliğini hem toplumun iyiliğini sağlama üzerinden tanımlamıştır. Thomas Hobbes’un yararcı düşüncesinde ahlak, doğal durumdaki insanın bencilliği üzerine temellenmiş ve teorisi bencil hazcılık adını almıştır. John Locke’un ahlak teorisi, Bentham’ı etkileyen teorilerdendir. Locke’a göre iyi olan şeyler, haz yaratmaya veya hazzı artırıp acıyı azaltmaya yönelen şeylerdir. Kötü ise tersidir. İnsan iradesi mutluluk tarafından belirlenir.

Jeremy Bentham:

Bentham’ın ahlak teorisinin merkezi hedonizmdir, hazcılıktır. Acıyı ve hazzı, insanı hâkimiyeti altına alan iki efendi olarak nitelemektedir.

“Doğa, insanı iki egemen efendinin; hazzın ve acının hâkimiyeti altına yerleştirmiştir. Ne yapacağımızı gösterdikleri gibi ne yapmamamız gerektiğini de yalnız onlar belirlerler. Bir yanda doğru ve yanlışın ölçütü, diğer yanda sebep ve sonuçlar zinciri onların hükmüne bağlanmıştır. Her yaptığımızda, her söylediğimizde ve her düşündüğümüzde bizi yönetirler, bağımlılığımızı kaldırmak için sarf ettiğimiz her çaba sadece onları göstermeye ve onaylamaya hizmet edecektir. Bir insan sözde onların hâkimiyetini reddetmiş görünebilir, ancak gerçekte her zaman onlara bağlı kalacaktır. Dünyevi zevklerden vazgeçmiş bir dindar bile, öteki dünyada mutluluğa erişme amacı gütmekte, diğer deyişle hazzı aramaktadır.” Bentham’ın hedonizmine göre, doğanın fizik yasalarıyla açıklanması gibi, insan davranışları da bu iki temel güdüyle, acı ve hazla açıklanmaktadır.

Benthamahlak için bilimsel bir temel bulmaya çalışmış ve söz konusu temeli gözlem olarak ilan etmiştir. Lockeve Hume’un başını çektiği ampirizmin yükselişinden etkilenerek değerlerden ve ilkelerden oluşan bir ahlak sistemi yerine, deney ve gözlemle oluşan bir ahlak sistemi önermiştir. Acı ve hazzı insan eylemlerinin nesnel ahlaki ölçütü olarak belirlemiştir.

Bentham’ın ahlak teorisi, Kant’ın iyinin ve kötünün ölçütü olarak ödevi koyduğu ahlak teorisinin bir reddi olarak görülebilir.

Bentham’a göre bir ödevi yerine getirmek, ödev olduğu için değil, insanın kendisine büyük ölçüde haz veren bir davranış olduğu içindir. Dolayısıyla ödev denilen kurgusal kavrama anlam kazandıran şey, ödevi yerine getirmenin sağlayacağı haz ya da getirmeme sonucunda çekilecek olan acının ve dış kaynaklardan gelecek olan cezanın varlığıdır. Öyleyse onur, vicdan, ödev gibi ahlaksal soyut ilkeler, aslında faydacılığın son hâlini almamış eksik ilkelerinden, ön aşamalarından başka bir şey değildir. Sonunda iyinin ve kötünün tek gerçek ölçüsü olan haz ya da acı tarafından belirleneceklerdir.

Eylemde ölçüt, çıkarı söz konusu olan taraf bireyse, onun en büyük mutluluğu; toplumsa en büyük sayıda insanın en büyük mutluluğudur. Bentham’ın ahlak teorisi, böylelikle fayda prensibi veya en büyük mutluluk prensibi olarak açığa vurulmaktadır.

İnsanlar zaten, doğal olarak, hazzı artırma ve acıyı azaltma yönünde davranma eğilimindeyken, Bentham’ın bunu ahlaki davranış ölçütü olarak belirlemesinin, bir anlamı ve bir gereğinin olup olmadığı şeklinde soru ve eleştiriler olmuştur. Bentham’ın yanıtı şu biçimdedir: İnsan kendini hazza ulaştıracak eylemi yaparken, bunu her zaman doğal ve zorunlu olarak yerine getiremeyebileceği nedeniyle, ayrıca hazzın olanaklı en büyük miktarına erişebilmek için, bu çabasının kendisi ve başkaları için de meşru sayılmasını sağlamak için desteğe ihtiyacı vardır. Yani kişi, ahlaklı olarak davrandığı duygusuyla huzur ve güven bulmak, toplumsal kabul ve destek görmek için bu ahlaki yaklaşımdan yararlanır.

Bireyin bencil hazzının bir hedef olarak doğrulanması, onaylanması, başkalarının çıkar ve hazlarını göz ardı etmeyi yüreklendiriyor gibi görünse de, Bentham kimi acılı sonuçların, aşırı ve denetimsiz bencilliği caydıracağını, cezalandıracağını ileri sürüyordu. Dört tip cezadan söz ediyordu: fiziksel ceza (bulantı), politik ceza (hapis), ahlaksal ya da törel ceza (kınama, dışlama), dinsel ceza (günah ya da farklı bir tanrı cezası).

Bentham, yarar prensibini sadece bireylerin eylemleri için değil, hükümet çalışmaları için de ölçüt olarak kabul ettiğini belirtmiştir. O, yararı ölçüt olarak belirlemede, Hume’un, yararı bütün erdemlerin ölçüsü ilan eden görüşünden etkilenmiştir. Ancak Hume’dan farklı olarak nicelikçi yararcılık anlayışını benimsemiştir. “A Fragment on Government” adlı kitabının önsözünde meşhur temel önermesini dile getirmiştir: “En büyük sayıda insanın en büyük mutluluğu, doğrunun ve yanlışın ölçütüdür. Ona göre her hukuk kuralının yarar prensibine göre ölçüleceği bir hukuk bilimine ihtiyaç vardır. Bahsettiği hukuk bilimini, “An Introduction to the Principles of Morals and Legislation” adlı eserinde geliştirmeye çalışmıştır.

Yarar prensibinin kanıtlanması Bentham’a göre olanaksız ve aynı ölçüde gereksizdir. Olanaksızdır; çünkü her şeyi kanıtlamak için kullanılan bir prensibin kendisinin kanıtlanması mümkün değildir. Yarar prensibi kanıtlar zincirinin başlangıç noktasıdır.

Bentham,en büyük mutluluk ilkesinin, bir matematik aksiyomu gibi, yanlışlığı ispatlanmadığı sürece doğru kabul edilmesi gereken bir ilke olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre tartışmasızca yarar prensibi geçerli tek ölçüttür. Doğru-yanlış, iyi-kötü kavramları ancak yarar prensibiyle anlam kazanırlar.

Benthambir hazzın hesaplanmasının olanaklı ve gerekli olduğunu savunmuştur. Bir felsefeciden ya da bir ahlakçıdan ziyade adeta bir muhasebeci gibidir.

Toplumun çıkarını etkileyecek bir eylemin eğiliminin şu şekilde hesaplanmasını önerir:

1) Eylemin ilk safhada doğurması muhtemel her ayırt edilebilir hazzın değeri hesaplanmalıdır.

2) Eylemin ilk safhada doğurması muhtemel her ayırt edilebilir acının değeri hesaplanmalıdır.

3) Eylemin ilk safhada doğurduklarından sonra doğması muhtemel her ayırt edilebilir hazzın değeri hesaplanmalıdır. Söz konusu işlem aynı zamanda ilk hazların üretken olduğunu veya ilk acıların saf olmadığını gösterecektir.

4) Eylemin ilk safhada doğurduklarından sonra doğması muhtemel her ayırt edilebilir acının değeri hesaplanmalıdır. Söz konusu işlem aynı zamanda ilk acıların üretken olduğunu veya ilk hazların saf olmadığını gösterecektir.

5) Bütün hazların değeri bir tarafta, bütün acıların değeri bir tarafta toplanmalıdır. Eğer hazların değeri fazlaysa, eylem iyi eğilimlidir ve bireyin çıkarına uygundur. Eğer acıların değeri toplamda fazla ise, eylem kötü eğilimlidir ve bireyin çıkarına uygun değildir.

6) Eylemden çıkarı etkilenecek olan insan sayısı tespit edilerek, yukarıdaki süreç her birine göre tekrarlanmalıdır. Eylemin kendisi için iyi eğilimde olduğu birey sayısı bir tarafta, eylemin kendisi için kötü eğilimde olduğu birey sayısı bir tarafta toplanmalıdır. Eğer iyi eğilim fazlaysa eylem toplumun geneli için iyi eğilimlidir. Ancak kötü eğilim fazlaysa eylem toplum için kötü eğilimlidir.

Bir başka kaynağa göre ise haz matematiği şu farklı ölçülere göre yapılmaktadır: 1)yeğinlik, 2)süre, 3)pekinlik, 4) yakınlık ya da uzaklık, 5)verimlilik, 6)arılık, 7)katılım düzeyi.

Bir eylem, Bentham’a göre yalnız sonuçlarına göre değerlendirilebilir. Bu sebeple, güdü ve sonuç ayrımı Bentham’ın teorisinde son derece önemli bir yere sahiptir. Bentham’ın güdü olarak bahsettiği olgu, haz arzusudur. Güdüler başlı başına iyi veya kötü olmayıp, yalnızca iyi veya kötü eylemlere yol açabilirler. Bentham’a göre eylemin ahlaki değerini belirleyen, sonuçtur. Yalnızca sonuç, eylemi değerlendirmede yeterli bir kriterdir. Yararcı teori, ahlak teorileri içinde sonuççu bir teori olarak değerlendirilmektedir.

Bentham, dizgesinin bencil ve bireysel olduğunu kabul ediyor ama kişisel çıkarların başkalarınınkiyle çakıştığı ya da çakışacağı için paylaşılabilir olduğunu öne sürüyordu. Ayrıca “herkes bir sayılacak, hiç kimse birden daha çok olarak sayılmayacaktır” biçiminde anlatılan ve o günlerde çok önemsenen demokratik bir ilkenin uygulanması gerektiğini savunuyordu.

John Stuart Mill:

1806 yılında Londra’da doğan ve 1873 yılında ölen John Stuart Mill, hayatı boyunca hiç okula gitmemesine rağmen, 19. yy. İngiltere’sinin en etkin entelektüelleri arasında yer almıştır.

Mill’in entelektüel gelişimini etkileyen önemli kişilerin başında, dönemin en ünlü düşünürleri arasında yer alan babası James Mill gelmektedir. James Mill ve arkadaşı Bentham, John Stuart Mill’i, Yararcılık teori ve geleneğini geliştirip devam ettirmek üzere büyük bir çaba harcayarak yetiştirmişlerdir. Yani JSM adeta yararcı bir projedir. Birçok konuda çeşitli çalışmaları olan Mill’in, etik açıdan en önemli eserleri “Yararcılık” (Utilitarianism) ve “On Liberty” (Özgürlük Üstüne) adlı eserleridir.

Genel olarak metafiziğe karşı bir duruş sergileyen ve her fırsatta olgular dünyası ile bilimsel yöntemin üstün değerini vurgulayan Mill’in yaptığı en önemli iş, Yararcı geleneğe hizmet etmiş olanların, özellikle Epikür ve Bentham’ın haz kavramına yüklediği anlamdan ötürü gelen eleştirilerden kurtulma çabası olmuştur.

Daha önceleri “bize haz veren her şey iyidir” düsturu ile hareket edilmiş, fakat hazların yalnızca niceliksel olarak değerlendirilmesi sonucunda insan yaşamı hayvani varoluş seviyesine indirgenmişti. Mill, insan hayatının hayvanların hayatı ile kıyaslanmasını, insan haysiyetini yerle bir eden bir yaklaşım olarak görür. İnsan yetilerinin tatminini gözetmeyen hiçbir şeyi mutluluk olarak kabul etmez. İnsanların sahip oldukları gurur ve haysiyet duygusu dolayısıyla bir hayvanın yerine geçmek istemeyeceklerine vurgu yapar. İnsanlar akıl sahibi varlıklar olarak deneyimledikleri hazlar arasında seçim yapma hakkına sahiptirler. Mill, niteliksel bir ayrıma tâbi tutulması gerektiğini düşündüğü hazları, yüksek hazlar ve aşağı hazlar olarak sınıflandırır. Bu konuya ilişkin şu sözleri çok meşhur olmuştur:

“Halinden memnun bir domuz olmaktansa halinden memnun olmayan bir insan olmak; mutlu bir budala olmaktansa mutsuz bir Sokrates olmak daha iyidir.”

Yine de bütün faydacı anlayışlarda olduğu gibi Mill’in doktrininde de ahlaki eylem ve ahlaki yaşamın tek amacı mutluluktur. Mill’e göre ahlak, birtakım hareket ve düsturlardır ki kendilerine uyulduğu zaman mümkün olduğu kadar bütün insanlığa, yalnız insanlığa değil tabiatlarının elverişli olduğu müddetçe bütün duygulu mahlûklara, hem nitelik hem de nicelik olarak oldukça zengin bir yaşam sunar.

Her insan yaşamın kendisine sunduğu her şeyden faydalanabilmeli, hatta daha fazlasını isteyerek ve ümit ederek çaba harcamalıdır. Elindeki ile yetinen insan, Mill’e göre daha iyi bir yaşamdan kendisini mahrum bırakmış olacaktır. İnsan kendine dönük ve ben merkezli ilgi ve kaygılara odaklansa da toplumsal olarak başkaları ile birlikte yaşamak zorundadır. Bu yüzden toplumsal kaygılara yönelik olarak sağduyu ve tedbir duygusu ile başkalarını da düşünmek ve onlar için de hareket etmek zorundadır. Bu yüzden insan, kimi zaman başkalarının mutluluğunu düşünmek sureti ile insanlığın en yüksek derecede faydası için kendi mutluluğunu da terk edebilmelidir. Bu konuda Mill şu görüşleri dile getirir:

“Hareket tarzında ‘iyi’nin, yararcı bakımdan mihenk taşı olan mutluluk, yalnızca etken olan kişinin değil tüm ilgililerin mutluluğudur.”

Birey ve toplum arasında kurulması gereken uyum ve ahenk ilişkisine dikkat çeken Mill, Hz. İsa’nın şu düsturunu temele koyar: “Başkasının size yapmasını istediğiniz şeyi siz de başkasına yapın ve komşunuzu kendiniz gibi sevin.” Bu sözün haklılığını göstermek için çalışır. Toplum içinde yaşayan her bir birey, bu düsturlar sayesinde kendi faydasına olan şey ile toplumun faydasına olan şey arasında çözülmez bir bağ kuracaktır.

Evet, mutluluk en temel arzudur ama insan, başkalarının mutluluğu söz konusu olduğunda, kendi mutluluğunu bir kenara bırakabilmelidir. Mutluluk çabasında bireysel irade ile genel irade arasında bir çelişki doğmaz. Çünkü irade mutluluğa ulaşma yolunda acıdan uzaklaşıp hazzı elde etmek için genel irade ile uyumlu bir hale sokulur. Hume’cu bir duygudaşlık etiğinin çizgisinde ilerleyen Mill, alışkanlıkların duygulara ve yaşama değer katan biricik şey olduğuna da değinir.

Mill’in yararcı görüşünde, haz ve mutluluk kavramı bireyden topluma, özelden genele doğru bir genişleme içindedir. Ona göre, gerçek bireysel haz ve mutluluk bu genişleme sayesinde mümkün olabilir.

Mill’in yararcı doktrininin iki temel dayanağı ve yaptırımı vardır. Bunların birincisi; dışsal, yani kamusal ve tanrısal kaynaklı olan yaptırımlar, suçlar ve günahlar veya ödüllerdir. İkincisi ise içsel olan, yani vicdandan gelen yaptırımlar, vicdan azabı, suçluluk duygusu veya hoşnutluktur. Nitekim eylemin sonucuna göre içimizdeki ses bizi ya ödüllendirir ya da cezalandırır.

Mill’in yararcı felsefedeki düzeltmeleri, bireysel özgürlükle ilgili düşüncelerinin her aşamasında yer almıştır. “Özgürlük Üstüne” (On Liberty) adlı eserinde onun temel kaygısı, demokratikleşmenin etkileri ve siyasal bir ideal olarak özgürlüğün, o günlerin hızla değişen dünyasında değişen rolüdür.

Bireyler özgürlüklerinden habersiz olabilirler, hatta vazgeçebilirler. Ama içsel bir durum olarak özgürlük, bireylerde daima vardır ve istendiği zaman pratiğe geçirilebilir. Özgürlük (freedom) kişinin kendi hareketlerinin sorumluluğunu üstlenmesi demektir. Bağımsızlık(autonomy) kişinin nasıl bir insan olmak istediğine ilişkin seçim yapabilmesi özgürlüğüdür. Serbestlik (liberty) söz konusu edildiğinde ise savunulan temel argüman, özgürlüğün ya da bağımsızlığın var olmasıdır. Bu durumda serbestlik, insanlara özgürlüklerini gerçekleştirme olanağı verdiği sürece iyidir.

Mill, insan özgürlüğünün üç özel alanından bahseder. Bu alanlardan ilki, tüm zihinsel, ahlaki ve dinsel konularda vicdan özgürlüğüdür. İkincisi, beğenilerde ve uğraşılarda özgürlük, yani insanın yaşamını kendine uygun bir şekilde, başkalarına zarar vermemek koşuluyla tasarlamasıdır. Son olarak üçüncüsü de başkalarına zararı olmayan herhangi bir amaç için bir araya gelme özgürlüğüdür.

John Stuart Mill, o günün koşullarında çok uç bir değerlendirmede bulunarak şöyle diyordu: “Eğer bir teki dışında bütün insanlar aynı düşüncede olsalar ve yalnız bir kişi karşıt düşüncede olsa, nasıl bir kişinin, elinde güç olduğu takdirde, insanları susturmaya hakkı yoksa insanların da bu tek kişiyi susturmaya hakkı yoktur.” Ona göre bir düşüncenin susturulması, insanlığa karşı yapılmış bir kötülüktür.

Yararcılık akımı İngiliz düşünce yaşamında öylesine güçlü olmuştur ki, Adam Smith, Malthus ve Ricardo gibi ünlü liberal ekonomistler de onun etkisinde kalarak, hukukun temel amacının “en büyük sayıdaki insanın en büyük mutluluğunu” sağlamak olduğunu söyleyen yararcı görüşe katılmış ve savunmuşlardır.

Sonuç:

Yararcılar görgücüdürler, olgucudurlar, tümevarımcıdırlar. Sistematik bir düşüncenin zorunlu adımlarını izlemek yerine, adeta, sahip oldukları iyi koşulları yitirmek korkusundan, kendilerine koruyucu, meşru kılıcı düşünce kalıpları arıyor ve bunun için de tam dedikleri gibi faydacı biçimde her bulduklarından yararlanmak istiyor gibiydiler. Belli bir ereğe, bir değere bağlanmak gündemlerinde yer almıyordu.  

Yararcıların, düşüncelerinin temeline koydukları “mutluluk” ölçütü felsefi bir kavram değildir. Mutluluk, dış dünyadaki olayların ve başka kişilerin, o ana ilişkin yarattıkları öznel ve duygusal etkilenimlerdir. Çok değişken ve kırılgandırlar. Mutluluk, tanımsız olarak kendi başına bırakıldığında, sadece boş ve anlamsız bir hedeftir. O bir şeyden ötürü varolmalı ve hedef o şey olmalıdır. Mutluluk dayanaksız ve genel bir deyiş olarak ifade edildiğinde, keyfi olarak her yere çekilebilecektir. Böylesi tanımlanışta, onu evrensel olan, zorunlu olan felsefi bir kavram görmek olanaklı değildir. Bu yüzden Yararcılar felsefe tarihinde hiç değerlendirilmeyebilirdi. Kendilerini felsefe akımı olarak nitelemek yerine “ahlakçı” olarak tanımlamaları yerinde olmuştur.

Öte yandan, o yıllarda toplumsal yaşamda hiçbir zaman akla dahi gelmeyen çoğunluğun mutluluğu düşüncesini, ilk defa toplumun gündemine sokmaları, Yararcılar adına çok önemli ve değerli bir adımdı. Böylesi bir düşüncenin, çocukluk döneminde ya da uzayan çocuksuluk koşulunda insanı çok güçlü etkilediği ve davranışlarına temel olduğu hepimizin, kendinden bilebileceği bir gerçektir. Bu yüzden de düşünce tarihi içerisindeki bir çocuksuluk aracılığıyla kişisel olgunlaşmanın öneminin gündemimize taşınması çok yerindedir.

Yararcılarla düşünsel olarak ilişkilenmeden, dizgelerindeki düzeltmeleri anlamadan, çağlarına ve düşünsel alana yaptıkları katkıları görmeden, sadece düşünsel değil duygusal olarak da anlayıp aşmadan, kısaca onlarla hesaplaşmadan, gerçek anlamda çocukluktan kurtulup olgunlaşamayız.

Sonsöz:

İnsan doğuştan doğa varlığıdır ama doğanın varlığı değildir. İnsan tine aittir. İnsan insanlığını, özgürlüğünü doğa karşısında kazanmaktadır. Doğasının güdülerini aşarak, doğanın varlığı olmaktan ahlakın, kültürün, uygarlığın varlığı olmaya sıçramakla olgunlaşabilir.

Bu da bir yarar değil mi diye sorulabilir. Unutulmamalıdır ki bir ideale, bir ereğe tutkuyla bağlanmak kişinin kendini aşmasını, soyutlanmasını sağlar. Çok ısrar edilirse ortada bir yarar bulunabilir ama yararlanan nerededir?       


Kaynaklar:

  • Barış Deveci, Bentham ve Mill’in Ahlak Anlayışı
  • Sebile Barok Diş, Bentham ve Mill’in Klasik Faydacılığı Bağlamında Mutluluk Problemi
  • Metin Aydın, John Stuart Mill’in Faydacı Ahlakı
  • Harun Anay, Hilmi Ziya Ülken’in Yararcılığa Eleştirileri
  • Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi
  • Sahakian, Felsefe Tarihi
  • Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi
  • Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü
Oğuz Atabek
+ Son Yazılar