”Büyük âlem olan Kâinat ile küçük âlem olan insan arasında da sonsuz ilişkiler vardır. İnsanın ölümlü kısmı, parçalanan kısmıdır. İnsanın ilâhi âleme bitişik olan (Kutsal Ruh) kısmı ise ebedidir.
İnsanın kutsal ruh parçası, onu ilâhi âleme doğru çeker. İnsanın hayvani ruh kısmı da onu tabiat âlemine doğru iter. İnsan bu iki âlem arasında tıpkı bir rakkas gibi salınır durur. Fakat, insan, ilâhi âleme iştiyak ve hasret içindedir.
İnsan, ilk bakışta, hem duyu organlarının hem hayvani ruhun hem de kutsal ruhun sırlarına birden nüfuz edemez; bu sebeple de varlığı Bir değil, Çok görür.
İnsan, bu kâinat içinde, bir tarafı Nur’a, diğer tarafı da zulmete bakan iki yanlı muazzam bir varlıktır. Çünkü insanın ruhu, kutsal Tanrı’dan ölümsüz bir zerredir. Fakat insan, Tanrı’ya ulaşabilmek için cansız ve canlı bütün varlıklardan derece derece geçmek zorundadır.
Tanrı’dan çıkan ruhlar seyyareden seyyareye geçip aşağı indikçe maddileşirler, maddileştikçe de kesafetleri artmış ve maneviyatlarını da kaybetmişlerdir. Bununla beraber, madde ile daha ziyade savaşmaları sonucu olarak akıl ve irade kuvvetleri de artmıştır.
Ruhun maddeye inmesinin son yeri bu dünya yuvarlağıdır. Fakat, insan bu dünyada akıl ve iradesini yükselte yükselte tekrar eski geldiği yüksek âleme yükselebilir, yani Allah’a ulaşabilir.”