şair nedir? aktör, yazar, oyuncu nedir?
ya da ressam, heykeltraş, müzisyen, besteci?..
soruyu yeni baştan ve daha düzenli sormalı:
/ daha doğrusu kategorize etmeli, sınıflandırmalı /
1. şair, yazar, besteci,-daha sonra ressam, heykeltraş…
2. aktör, oyuncu, müzisyen (icrâ eden yani…) vs…
yazar mesela… veya şair.
muammer efendi’nin fatih’te iki gözlü bir hanesi vardır,
eşi, kayınvalidesi ve üç çocuğunla oturur,
evkafta memurdur muammer efendi.
pazar günleri su kaynatılır, yıkanılır, çamaşır yıkanır, üç metrekare banyoda.
ayda yılda bir gün adapazarı’ndan akrabalar gelir.
muammer efendi zatürreden ölür.
albümde nikahta çekilmiş bir resmi kalır.
çocuklardan en büyüğü albümü saklar bir süre; gazeteden çıkan ansiklopedilerin arasında,
orada yaşar muammer efendi bir süre…
albüm açıldıkça…
sonra?
sonra hepsi birden eskiciye verilir.
sonra?
sonra artık muammer efendi yoktur.
bu olaylar istanbul’un yüzlerce semtinde, binlerce sokağında onbinlerce hanesinde, her yerinde biribirine benzeyen değişik şekillerde, fakat her an yeni baştan yeniden olur, yaşanır…
bu biricik olayı, bu hayat hikayesini kimsecikler bilmez, muammer efendi’nin kayınvalidesi, eşi, ve çocukları dışında.
haa! bir de adapazarı’ndaki akrabalar.
ama dikkatli olan, “farkında” olan, düşleyen, hayal kurabilen, muammer efendi ile her saat her dakika beraberdir, içiçedir. onunla işe gider, onunla işten gelir. yemekte, sofrada, yatakta, banyoda, kalemde…
hep onunladır.
bir düştür bu.
sonsuz bir hayal dünyasıdır bu…
ve kesin sınırlarını “bu hayal dünyasının koyduğu” ve “gerçek gerçek” dediğimiz “gevelemenin” içinde yaşamaya mahkum olduğu dünya…
ucu bucağı olmayan muammer efendiler, selami beyler, zehra hanımlar, hatçe teyzeler…
hatta (hatta ne demek?)
ve dahi cami avlusundaki ulu çınar…
deniz kenarındaki kahve…
adanın martıları…
kediler…
büyükdere’nin derinliklerindeki istiridyeler…
ve her şey.
amma velakin bu dikkatlilerin, “farkında” olanların, düşleyen ve hayal edebilenlerin dışında (neredeyse dünyanın hepsi) kalan hodbinler, belki de nobranlar, vurdumduymazlar, ilgisizler, alakasızlar…
“küt”ler…
bunların aslında tarifi yoktur,
bunlar “küt”türler…
işte birinci kategoriden olan bu birkaç zavallı dikkatliler, düşleyebilenler, daha pervasız bir deyişle “ince olanlar”, bütün olayları, hayatın hikayelerini, mahlukatı ve nebatatı, bütün bunları gördükleri, duydukları, hissettikleri için, hislenip hayal edebildikleri için ve en önemlisi “ince” oldukları için, otururlar yazarlar.
yazılan hikayeler, romanlar, şiirler insan olmanın, “farkında” ölmanın, olabilmenin bir tecellisidir.
ama ne yapalım ki bütün bu yazılar ve çiziler “küt”ler tarafından da okunur,
“küt”ler tarafından da okunur ama onlar için değildir bu yazılan ve çizilenler…
onlar için değildirler…
besteciler mesela…
kornalar, satıcı avazeleri, tramvay dandanları, kamyon homurtuları, bağırış çağırışlardan kimseciklerin duymadığı, duyamadığı, duymak istemediği yalnızca iki kat yukarıda, pencere saçaklarına tünemiş cıvıl cıvıl öten serçeleri duyabilen, onların var olduğunun “farkında” olan adamdır, bu sesleri bir şekilde kağıda geçirebilen “ince” ruhlu bir adamdır.
daha sonra bu bir tek “o” beyin, “o” ruh tarafından ancak “bir şekilde” duyulmuş, algılanmış, hissedilmiş ve yalnızca o “bir tek şekli” ile geçerli ve güzel olan nağmeler zaptedilir…
simgelerle…
sonra gelir bir adam kendi “yorumu”na göre yirmibeş kişilik bir çalgıcılar takımına çaldırır… o nağmeleri…
sopasını kaldıra indire…
kaldıra indire…
hem de o kadar çaldırır ki, taaa “kendi yorumu” yorumlanıncaya kadar,
ve bu “şefin yorumu” seçilmiş “küt”ler tarafından dinlenir.
dinlenir çünkü kornalar, satıcı avazeleri, tramvay dandanları, kamyon homurtuları, bağırış çağırışlardan duymadıklarını, duyamadıklarını, duymak istemediklerini şimdi, burada-hem de- “şefin yorumundan” daha bir “rafine” olarak dinleyeceklerdir; akılları sıra…
(sevsinler…)
ve bu “küfler daha sonra fuayelerde, kokteyllerde, garden partilerde, entel-barlarda ve daha bir sürü yerde, hadleri ve üzerlerine vazife olmadığı halde “parça”nın kadansı, performansı, nüansı, seansı ve dansı gibi sözcüklerle hiçbir zaman duymadıkları, duyamadıkları, duymak istemedikleri, duymaya gayret bile etmedikleri o serçelerin seslerini eleştirmeye kalkacaklardır.