Galatasaray Şair Üçgeni

Sayı 8 - Tarih Bilinci ve Kimlik Sorunu

Her şey Salah Birsel’in “Oben ve Evrensel’e sevgilerle” diyerek 4 Nisan 1987 tarihinde imzaladığı kitabı bulmamla başladı..

“Kurutulmuş Felsefe Bahçesi”

Salah Birsel’in felsefe’den kastının ne olduğunu biliyordum, hatta kısa bir süre önce okuduğum bir yazıda da geçiyordu da tam olarak anımsamıyordum hangi yazıda yazılı olduğunu.. “Nasıl olsa anımsarım” diyerek kitabın içindekilere bakıyordum ki, “Ziya Osman Fotoğrafçıda” başlığına kenetleniverdim.. Felsefe’yi unutmak bir kenara, başka bir şey düşünmeksizin ve farkında olmadan 61. sayfayı açtım..

Okurken bir yandan Salah Birsel’e kızıyordum lafı uzattığı için, bir yandan da her cümleden keyif alıyordum.. Kitaba başlamadan önce de tahmin ediyordum, keyif alacağımı ama, hızla fotoğrafçıdaki Ziya Osman’ı görmek istiyordum.. Sonunda Salah Birsel de farketmiş olsa gerek, “konuyu toparlamak gerekirse” diye başlayan bir cümleden sonra meraklı gözlerimin bakışları içinde lafı beklediğim kişiye getirmişti..

“Ziya Osman Saba’ya göre fotoğrafçı dükkânlarında ölülere yer yoktur.”

Düş kırıklığıyla gözlerimi kitaptan ayırdım.. Oysa güzel bir anı okuyacağımı umuyordum.. Tüm kızgınlığımı bırakıp, kalan yarım sayfayı da bitirmek üzere kitaba döndüğümde düş kırıklığımın yanılgısını anladım..

“Şunu da unutmamalı ki, fotoğrafçılar da mutluluğa çok bağlıdır. Mutlu olmayan, ya da belli bir mutluluk maskesi altına sığınmayan insanları resimlerle ölümsüzleştirmek istemezler.

Ziya Osman’ın başvurduğu fotoğrafçı da onu bir süre makine karşısına oturtmuş, ona doğal durmasını, kendisini sıkmamasını, güzel şeyler düşünmesini tembihlemiş ve sonra trak, camı makinenin içinden çekerek Ziya Osman’a yaşamının en acı sözünü fırlatmıştır:

– Sizin resminizi çekemeyeceğim.

Ziya Osman onun bu sözü üzerine kızdı mı? Kızdıysa ne yaptı? Bunu bize anlatmıyor.

Ama sanırım en güzel fotoğrafların çekilmemiş fotoğraflar olduğunu düşünerek sesini çıkarmamış ve yüzünden hiç eksik etmediği o 24 ayargülücüğüyle oradan uzaklaşmıştır.”

Ziya Osman’la hiç karşılaşmadığımı söylememe gerek yok elbette ama, Salah Birsel’in “kızdı mı?” sorusuna çok kızdım.. Ziya Osman’ın ölümünden sonra Yaşar Nabi Nayır’ın yazdığı yazıdaki bir paragraf hiç aklımdan çıkmaz çünkü:

“Bazan olmayacak bir hayale kapılır, üstünde yalnız Ziya yaradılışta insanların yaşadığı bir dünya tasarlarım. Aman Allahım o nasıl bir iyilik ve mutluluk dünyası olurdu! Ne kavga, ne dövüş, ne haset, ne kin! Yalnız sevgiden, barıştan yapılmış bir dünya. Ne ordusu, ne polisi olan bir dünya. Bir ermişler dünyası… Tasavvuru bile insanın hazdan başını döndürmeğe yetecek bir hayal bu!”

Söz buralara kadar gelince, en başta kafamda asılı kalan soru işaretinin cevabının nerede olduğunu da anımsadım.. Ziya Osman’ın bir yazısındaydı felsefenin karşılığı:

“son sınıfta, fen ve edebiyat (o zaman felsefe derdik) şubeleri olarak ikiye ayrılmıştık”

Kendimi inanılmaz bir şair üçgeni içinde buluverdim birdenbire.. Ziya Osman’ın söz konusu bu yazısı; içinde Özdemir Asaf’ın Tentation adlı şiiri olduğu için aldığım Galatasaray dergisinin Şubat 1957 tarihli 30. sayısındaydı ve Ziya Osman’ın “dostluğunun başköşesi”ni ayırdığı Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölümünden sonra yazdığı “Cahit İle Günlerimiz” de bu dergideydi..

Şair Üçgenimin üç köşesindeki şairler, bir önceki paragrafta adı geçen şairlerdir.. Hepsi de Galatasaray Lisesi’nde okudukları için bu dergide isimleri geçiyor ama, bu sayının tek acı haberi Cahit Sıtkı üzerine değil:

“Elinizdeki dergiyi hazırladığımız günlerde dört acı haberle karşılaştık. Fikir hayatımızın dört büyük siması birden ebediyete göçtü. Değerli gazeteci, müellif Hakkı Tarık Us’u, Sarı Kırmızılı yuvamızın yetiştirdiği kıymetli şair Cahit Sıtkı Tarancı takip etti. Kısa bir müddet sonra da edip, muharrir ve maarifçi Reşat Nuri Güntekin aramızdan ayrıldı. Bu üç acıya son olarak Ercüment Ekrem Talu’nun vefatı ilave oldu.”

Bu kadarla kalsa yine iyi, derginin arka kapağında da bir “kaybettik” ilanıyla karşılaşıyoruz:

“Dergimizi makineye verirken değerli şair Ziya Osman Saba’nın da aramızdan ayrıldığını haber aldık.”

Bu “en yakın” iki arkadaşın, birbirlerine yakın ölümlerinin aynı dergide duyurulmasının yanı sıra, Şair Üçgenini tamamlayan Özdemir Asaf’ın dergideki şiiri de şöyle:

Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç…
Sana diyeceklerim söylemekle bitmez.
Yıllardır yaşamamdan çaldığım zamanlar
Adına düğümlendi.

Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç…
Başka şehirleri özleyelim orada seninle.
Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar
İkimize yetmez.

Özdemir Asaf’ın seslendiği kişi ne Cahit Sıtkı ne de Ziya Osman ama, yıllar sonra yazmaya başlayıp bitirmediği, hatta isim bile vermediği küçük bir şairler geçidindeki dört mısra ile üçgenin üçüncü köşesinde olmayı hakketiğini gösterir:

Sait Faik senin kalbin
“Benim kalbim bir gemidir,
Anadolu Hisarı önünde demirlidir”
Orhan Veli senin kalbin
İki yanı candarmalı Bayramoğlu’dur
Asaf Halet senin çocukluğun
Ahmak ayaklar altında ezilmiştir.
Orhan Kemal senin evin
Oda oda kurulmuştur
Ziya Osman senin sesin
Bir yamaca serilmiştir
Cahit Sıtkı senin saksın
Sardunyalı şarkılarla kafeslidir
Beşiktaş’ta .Rüştü Onur
Manavlığın gururudur.

15 Eylül 1933’te Varlık dergisinde yayımlanan Kuyu şiirini Ziya Osman’a ithaf eder Cahit Sıtkı.. Hayal Ülke şiirine “Kardeşim Cahit Sıtkı” mısrasını yazan Ziya Osman ise kardeşinden 8 yıl sonra İmkansız Tesadüfler şiirini ithaf eder..

Ben ölürsem ölürüm, bir şey değil;
Ne olursa garip eşyama olur.
Bir hayır sahibi çıkar mı dersin,
Mektuplarımı iade edecek?
Ya kitaplarım, ya şiir defterim?
Yanarım bakkal eline düşerse.

Kim bilir bu döşekte kimler yatar,
Hangi rüyaları örter bu yorgan!
El sırtında böyle zarif duramaz,
Ismarlamadır elbisem, pardösüm;
Her ayağa göre değil kunduram;
Bu kravat ben bağladıkça güzeldir;
Bu şapkayı kimse böyle giyemez.

Tereke, ölen kimseden kalan herşey demektir.. Bu yüzden yukarıdaki şiirine bu adı verir Cahit Sıtkı ve ölümünden sonra “Ziya Osman’a Mektuplar” yayımlanır; Ziya Osman’ın bir düşüne ve dolayısıyla “Düşümde”sine misafir olur;

Düşümde gördüm Cahit’i:
Banka gibi bir yer,
Aynı servise verilmişiz,
Yolumu gözler.
Baktım ki, toplanmış memurlarını
Nutuk çekmede şefimiz.
El edip geçecektim yerime
Sessiz.

Cahit bu, dayanamadı, boynuma atıldı.
Gözyaşlarını duydum yüzümde bir ara.
O, düşümde ağladı.
Bense uyandıktan sonra.

Yazılarında “arkadaşım şair Ziya Osman”; “dostum şair Ziya Osman” demekleri geri kalmayan Cahit Sıtkı, şiir serüvenine nasıl başladığını anlatırken de bu dostunun ismini anmadan edemez:

“Bende ilk şiir hevesi Galatasaray’da başladı. Bunda en sevgili dostum Ziya Osman’ın büyük dahli vardır. İlk şiirim Servet-i Fünun’da çıktı.”

derken, “Minnettar olduğum tek usta odur” dediği şairi de şöyle zikreder:

“Galatasaray onuncu sınıfta sıra arkadaşım Ziya Osman Saba’nın delaletiyle tanıdığım Baudelaire.”

Zahir Güvemli, Cahit’in ölümünden sonra yazdığı yazısını şöyle bitirir:

“Ne oldu bizim neslimize? Orhan, Sait, Cahit… Sen de gittin en nihayet… Bari ötede buluşabilsek…”

Ötede ne yaptıklarını bilemeyiz elbet ama, bence

Orhan gibi vaktinde gitmek varken
Değer mi oyalanmana

diyen Cahit’i yakalamak için acele etmiştir Ziya Osman..

Bu yazıdaki Şair Üçgenimi tamamlayan Özdemir Asaf da Ziya Osman’ın gidişi 24. yılı doldurduğu gün; 28 Ocak 1981’de dostlarının, yaşadıkları kentin kapılarını açmaları üzerine yanlarına koşar..