“Bir keresinde Kaygı (Cura) bir nehirden geçiyordu, bir kireç parçası gördü ve ona şekil vermeye başladı. Oluşturduğu şeye bakıp düşünürken Jüpiter geldi. Kaygı Jüpiter’den bu parçaya ruh vermesini istedi. Jüpiter memnuniyetle kabul edip kireç parçasına ruh verdi. Ardından Jüpiter parçaya kendi isminin verilmesini istedi. Kaygı ile Jüpiter arasında bu konuda bir tartışma başladı. Derken yeryüzü ayaklandı ve yaratığa kendi isminin verilmesi gerektiğini çünkü kendi parçasından yapılmış olduğunu söyledi. Üçü birden Satürn’den hakemlik yapmasını istediler. Satürn şu karara vardı: Jüpiter, sen ruhunu vermiş olduğun için yaratık öldüğünde ruhu senin olacak, sen yeryüzü, bedeni verdiğin için, bu şeyin bedenini sen alacaksın. Ama bu yaratığa ilk Kaygı biçim vermiş olduğundan, yaşadığı sürece bu yaratığa Kaygı sahip olacak. Ve aranızda isim konusunda bir anlaşmazlık olduğuna göre, gelin ona insan (homo) ismini verelim, çünkü topraktan (humus) yapılmıştır.” İlk haliyle Hyginus tarafından kaleme alınmış Latince bir masal olan yukarıdaki metin daha sonra Herder ve Goethe tarafından alıntılanmış, Heidegger ise “Varlık ve Zaman” adlı eserinde kaygı-insan özdeşliğini zaman bağına geçişte kullanmıştır[1].

Hegel’e göre, her kavram tarihte kendi bütünlüğünü, diyalektik bir süreçte döneminin tini ve özneler üzerinden olgusal bir zorunluluk olarak açımlar[2]. Kaygı kavramı, bu bağlamda Heidegger’de insanî var oluşun kavranıp tanınması için bir araçken, kavrama Batı Hıristiyan tini için bu anlamı kazandıran kişi Augustinus’tur.

Augustinus, özellikle Mezmurlar ve Pavlus’un Mektupları üzerine derin tefekkürleri. İtiraflar adlı eserinde kendi yaşam öyküsünü anlamlandırırken mitik bir boyuta taşımıştır. Eserin diyalektik çatışkıları, kişinin kaygı içindeki ruh halinin sürekliliği bir paradokstur. Diyalektiğin bilinci olarak kaygı bu bağlamda bir trajedidir. Trajedi, karşıt perspektiflerin zorunlu bir aradalığı ve gerçekliği içindeki çaresizliğin diyalektik, tümel kaygısıdır.

Hegel’e göre kendi tikelliği içinde kıvranmak bilincin gerçekliğidir. Ve öznenin diyalektiğini oluşturan da işte bu tikel-tümel diyalektiğidir. Tarih, efendilik ile köleliğin bir diyalektiği olarak yorumlanabildiği gibi, insan varoluşundaki tikelin ve tümelin bir diyalektiği olarak da kavranabilir. İnsan kendisine bir değer atfetmekle yetinmez. Kendisinin olan bu tikel değerin, herkes tarafından tümel (evrensel) olarak bilinip tanınmasını ister [3] [4]. Hegel’in tikel–tümel diyalektiğini. Sartre, sonlu-sonsuz karşıtlığı olarak tanımlamıştır [5] [6]. Yitik bütünlüğün yarattığı eksik olma gerçekliğinde kıvranan insanı, annesi ile olan ilişkisinden başlayarak, zorunlu bir efendi-köle diyalektiği beklemektedir [7].

Hem Freud hem de Lacan insanları çalışmaya, üretmeye, sevmeye, aşka ve sahip olmaya yönelten gücün, bu yitik bütünlüğe ulaşma çabası olduğunu belirtirler. Yitik bütünlüğün dünyası, sözle tanımlanamayan, dile getirilemeyen bir anı parçası olarak bilincimizin karanlık kısmını, yani Freud’un bilinçdışı, Lacan’ın Gerçek döneminin bilinci olarak adlandırdıkları kısmını oluşturur [8]. Bu bağlamda bilinçdışı, doğa ile insan arasında kendini kaygı olarak devindiren diyalektik bir bütünlüktür.

Augustinus’un “İtiraflar” adlı eserindeki duası şöyledir; Zavallılıklarımın ağırlığı ve günahlarım beni korkutuyor. Issız bir yere bile gitmeye karar vermiştim ama sen şu sözlerinle beni güçlendirerek buna engel oldun: “Mesih herkesin uğruna öldü. Öyle ki yaşayanlar artık kendileri için değil, kendileri uğruna ölmüş kişi için yaşasınlar”.[9] Görüyorsun Tanrım yaşamak için bütün dertlerimi sana devrediyorum; ve yasanın harikalarını göz önüne alacağım.[10] Güçsüzlüğümü ve cahilliğimi biliyorsun. Eğit beni, iyileştir beni.[11] Bilgeliğin ve bilginin tüm hazinelerinin saklı olduğu[12] biricik oğlun beni kanıyla kurtardı, kibirliler bana hakaret etmeyi bıraksınlar. Kurtuluş bedelimin ne değerli olduğunun bilincindeyim, onu yiyorum, onu içiyorum, onu dağıtıyorum; hala yoksul olduğumdan onu yiyip doymuş olanlar ve onu aradıklarından Tanrı’ya şükredenlerle birlikte doymak istiyorum[13] [14].

Mitin her öznesi kendi mitolojisinin trajedik zeminini o mitin yeniden inşası için zorunlu kılar. Bu bağlamda, Augustinus, “İtiraflar”da Tanah ve İncil üzerinden otobiyografik bir anlamlandırma ile miti yeniden kurmuş ve reforme ederken mitologos olarak da kavranabilir kılmıştır. Ortaçağ kilise babaları, özellikle Aquinolu Thomas, Calvin, Luther, Kierkegaard, Freud, Heidegger, Nietzsche, Sartre gibi kişiler ile kavram kendi diyalektik sürecine açılmış felsefî, ontolojik, psikolojik, antropolojik disiplinlere katılmıştır. Bilinçdışının yaratıcı imgelemi üzerinden ise sanat ve edebiyat ile kültür kodlarına işlemiştir. Augustinus bu anlamda “kaygı” kavramının tarihte açılımını belirleyen öznesi konumundadır.

Kierkegaard kaygıda diyalektiği, putperestliğin kader olarak korkuda bulduğunu söyler. Ona göre suç ve günah putperestlikte derin anlamında ortaya çıkmaz. Orada kader yüzünden suçluluk vardır. Bu trajedideki suçsuz suçludur. Oysa Yahudîlikte olan korku, yasa karşısında suçtan duyulan korkudur. Putperestlikteki kehanet, Yahudîlikteki kehanete karşılık gelir. Ama bundan dolayı kurbanı hiç kimse anlayamaz. Ve günahın gerçek bağıntısı konulmadığı sürece kurban yinelenmek zorundadır. Bu yinelenme, Hıristiyanlıkta bireyselliklerde içe döner. Bu evrede özgürlüğün suçla bağıntısı diyalektik bir zorunluluktur. Özgürlüğün olanağında geçerli olan şudur: Suç ne denli derin keşfedilirse, deha o denli büyüktür. Çünkü insanın büyüklüğü, yalnız ve yalnız ondaki Tanrı tasarımının enerjisine bağlıdır [15] [16].

Kaygı, bir dinamis olarak karşıtlarını, kendi varlığının bütünselliği için zorunlu kılar. Efendi-köle diyalektiği bu bağlamda Augustinus için; yaşam-ölüm, ruh-beden, iyi-kötü, arzu-günah, yasa-özgürlük, sonlu-sonsuz, insan-Tanrı gibi karşıtlıkları olarak vardır.

Efendi, kendi özü için olmak olan bağımsız bilinç, köle ise özü öteki için yaşamak olan bağımlı bilinçtir[17]. Kaygı, efendi ile kölenin arasındaki ilişkinin gerçekliği olarak trajediktir. Bu bağlamda Kierkegaard’da trajedinin putperest, yani bedenle kayıtlı bilinci üzerindeki anlamı kader olarak ölümdür. Bu aşamada efendi mutlak olarak kölenin varlığını belirleyen taraftır. Kader, efendi olarak yaşam karşısında ölüm korkusunu kaygı olarak köle için mutlak kılar. Köle kendi dışından belirlenmişliğinin bilinci içindeki aciz bilinçtir. Ancak insan ölümlü olduğunun bilinci sayesinde özgür olabilir. Verili varlığının olumsuzlanması olarak ölüm, doğaldan tinselliğe geçişin ayırt edici dönüşümüdür aynı zamanda. Yahudîlikte ise yasa karşısındaki birey için diğer bireyler (öteki) ile olan tanınma ve onanma diyalektiği sürekli bir gerilim olarak kaygıdır. Bu anlamda yaşamın soyut bir olumsuzluğu olmaktan çıkan ölüm, tinin sosyal ve siyasal bir uzam oluşturmasının kurucu ögesine dönüşmüştür. Kaygı ise öteki karşısındaki arzuyu, eylemi, tanınma ve kabul edilme akdinin dinamisi olarak diyalektiktir. Sürecin kararsız ve salınımlı doğası, karşılıklı olarak iki kendilik bilincinin hareketi olmasındandır. Yasa karşısındaki kurbanın gerçekliği, yani kölenin mutlak özgürlüğü bu bağlamda Hıristiyanlığa geçiş ile mümkündür. Karşıt kendilik bilinçlerinden birisinin ölüme meydan okumasıyla ve ancak yaşamsal varlığını yitirme korkusundan yani bütün zanlarından mutlak olarak kurtulduğunda yaşamın üstüne yükselebilir. Özdeş bir soyutlama konumundaki efendi değil, süreçte dolayımı gerçekleştirip somutlayan köledir. Kendi ölümü ile kendinden özgürleşen köle, kendi varlığını özbenliği olarak bulması ile kendisi için var olur ve onuruna kavuşur.

Augustinus, bu bağlamda kaygıyı kendi özünde bulduğu ve duasında dile getirdiği bir kehanet olarak tarihe derç etmiş, kaygıyı var etmiştir.


Dipnotlar:

[1] Deveci C., İsmi İnsan, Kendisi Kaygı Olsun, Heidegger’de Kaygının Varlıkbilimsel Değeri, Doğu Batı, Sayı 6, 1999.

[2] Hegel G.W.F., Seçme Parçaalar, Onur Yay. 2011.

[3] İzmir M., Öznenin Diyalektiği, İmge Kitabevi Yay. 2013.

[4] Kojeve A., Hegel Felsefesine Giriş, Yapıkredi Yay. 1996.

[5] Kojeve A., Hegel Felsefesine Giriş, Yapıkredi Yay. 1996.

[6] Sartre J.P., Varlık ve Hiçlik, İthaki Yay. 2009.

[7] İzmir M., Öznenin Diyalektiği, İmge Kitabevi Yay. 2013.

[8] İzmir M., Öznenin Diyalektiği, İmge Kitabevi Yay. 2013.

[9] İncil, 2.Korintoslular 5:15

[10] Tanah, Mezmurlar 54:23; 118:18

[11] Tanah, Mezmurlar 6:3

[12] İncil, Koloseliler 2:3

[13] Tanah, Mezmurlar 21:27

[14] Kierkegaard S., Kaygı Kavramı, Türkiye İş Bankası yay. 2015.

[15] Deveci C., İsmi İnsan, Kendisi Kaygı Olsun, Heidegger’de Kaygının Varlıkbilimsel Değeri, Doğu Batı, Sayı 6, 1999.

[16] Kierkegaard S., Kaygı Kavramı, Türkiye İş Bankası Yay. 2015.

[17] Hegel G.W.F., Tinin Görüngübilimi, İdea Yay. 1987.

Akın Candan
+ Son Yazılar