Toplum ve Dil

Sayı 3 - Dil Sorunu

Milyonlarca yıl süren kimyasal, yaşambilimsel evrimler sonucu birkaç milyon yıl önce ilk insansı varlıklar dünya yüzünde belirdiler.

İlk insansı varlıklar savanlarda ayak üstünde yürüyorlardı. Ayak üstünde durmanın, yürümenin elverişliliğiyle, yırtıcı hayvanlarla savaşmak, avlanmak, beslenmek için taş, sopa ve bitkileri elleriyle topluyorlar, avladıkları hayvanları parçalıyorlardı. Ellerin becerikliliği, yaptıkları işlere uyumluluğu gittikçe arttırıyordu. İlk insansı varlıklar doğada buldukları nesneleri oldukları gibi kullanıyorlardı. Ellerin kullanılması vücudun üst bölümünün, kafatasının, beynin gelişmesini sağladı. Beynin gelişmesiyle insansı varlıklar doğada buldukları nesnelerden aletler yapmaya başladılar. Kabataslak da olsa ilk aletlerin yapılışı insan oluşumunun müjdesidir. Emeğin bilinci oluşturmasıyla başlayan kültürel evrim, insanların toplum halinde yaşamalarına neden olmuştur.

İnsan toplumsal bir varlıktır. İnsan ancak bir toplum içinde varlık gösterebilir. Hayvan öyle değildir. Hayvan bulunduğu ortama göre biçimlenmiştir. Kuşların kanatları, zürafaların uzun bacakları ve boyunları, mürekkep balıklarının koyu siyah renkli boyaları vardır. Bu araçlarını beslenmek, diğer varlıkların saldırılarından korunmak için kullanırlar. Hayvanların tüyleri, uzun bacakları, kanatları ve diğer özel öğeleri bulundukları ortama uyum sağlamaları, yaşam savaşı verebilmeleri için gereklidir. Zürafalar yüksek ağaçların bulunduğu, başka beslenme kaynağının bulunmadığı yerlerde yaşadıkları için uzun boyunlu ve uzun bacaklı olmuşlardır. Mürekkep balığı salgıladığı koyu siyah boya ile gizlenerek, tavşan hızlı koşarak, kuşlar uçarak düşmanlarından korunur. Beyaz ayı, tüyleri ve diğer özel organlarıyla kutuba, tropikal hayvanlar kendilerine özgü organlarıyla tropikal iklime uyum sağlar. Ortamlarından koparıldıklarında yaşam güçlerini yitirirler. İnsanda özel bir organ yoktur. Anlağı ile ortama uyum sağlar. Her iklimde yaşayabilir.

Hayvanlar düşmanlarından korunmak için gerekli ani hareketleri, içgüdüleriyle sağlarlar. İçgüdü kalıtımsaldır, fizyolojiktir. Hayvanlar bir düşmanla karşılaştıklarında ya bağırır, ya saldırır ya da kaçarlar. Bu, hayvanlara özgü kalıtımsal, zamanla gelişmiş bir yetenektir. İnsanda içgüdünün çok zayıf bir hali olan içtepi vardır. Hayvan düşmanla karşılaştığında içgüdü tepkisini gösterir. Bu tepki değişmez. İnsanın bu durumda nasıl hareket edeceği önceden bilinmez. O andaki ruhsal, fizyolojik durumuna bağlıdır. Anlağın önemli rolü vardır.

Toplum halinde yaşamak zorunluluğunda olan insanlar, edindikleri bilgileri birbirlerine ve sonraki kuşaklara aktarmak durumundadırlar. Bu gereksinim dilin oluşmasına ve gelişmesine neden olmuştur. Oluşan dil bilinci, bilinç dili geliştirmiş, karşılıklı geliştirme süreci başlamış, sürmüştür. İnsanların birbirleriyle anlaşmaları, bilgi birikimlerini birbirlerine ve sonraki kuşaklara aktarmaları dille olasıdır.

Bir toplumun ilerlemesi için dil vazgeçilmez bir öğedir. İnsan toplumlarında oluşan, gelişen bilgi birikimi kuşaktan kuşağa dille geçer. Sözcüklerin anlamlı olmasını sağlayan konuşma merkezleri çoğunlukla beynin sol yarımküresinde, azınlıkla sağ yarımküresinde alın ve şakak fuslarındadır. Eroca, 1861’de konuşma merkezinin alın fusunun üçüncü kıvrımında, Verniche 1874’te sözcükleri anlama merkezinin şakak fusunun birinci kıvrımında olduğunu bulmuşlardır. Maymunların kendilerine özgü bir dili olduğu bazı bilginlerce saptanmıştır. Blanche ve Learned otuz iki sözcüklü bir maymunca bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Maymunlar bu kadarcık sözcükle konuşabilir, öğrendiklerini uygulayabilir, yalnız diğer maymunları eğitemezler.

Dil düşünme etkileşimi, insanı insan eden, insanca özelliklerin başında gelir. İnsanın dünyaya açılmasını, dil düşünme etkileşimi sağlamıştır. Çağdaş insanın üstün bilgisi, insanların dillerini gereği gibi kullanabilmelerinden doğmuştur. İnsan çocuğa yüzyılların birikimini bırakır. İnsan dilini kullandığı andan itibaren dil, düşünme ve birbirlerini karşılıklı etkileyerek bilgi birikiminin sağlanmasına neden olmuştur. İnsan sözcükler ve kavramlarla geliştirdiği bir yöntemle, bilgi elde edebilmek için harcamak zorunda bulunduğu gücü, süreyi kazanmıştır. Gitmesi, görmesi, dokunması, bakması, işitmesi, koklaması, tatması gerekmez. Düşünmesi yeter. Yeterli bilgi birikimi vardır. Dil düşünme etkileşimi geçmişle geleceği birleştirmiş, uygarlığı yakına getirmiştir. Hayvan geçmişini bilmez, insan bilir. Hayvan geleceğini tasarlamaz, insan tasarlar. İnsan dillenmesiyle süreyi ve uzayı kazanmıştır. Başkalarının, önceki kuşakların deneyleriyle eylemde bulunur; çünkü başkalarının, önceki kuşakların deneylerini ve sonuçlarını dil sayesinde öğrenmiştir. Eğitilmiş bir hayvan kendi cinsinden başka bir hayvanı eğitemez. İnsan eğitir. Dil düşünme etkileşimi gücüyle oluşan insanca bir başarıdır. İnsanı insan yapan ve geliştiren dildir.

İnsan toplumunun kimliğini, ulus olmanın onurunu kazandıran, kendi öz malı ulusal dilidir. Dil bir ulusun kimliğidir. İnsan çocukluğundan yetişkinliğine kadar, bulunduğu toplumdaki bilgi birikimini, çocukken oynadığı oyuncaklardan, aile ocağından, okullardan, okuduğu kitaplardan, bulunduğu ortamdan, radyo, televizyon, sinema, tiyatro, gazete ve dergilerden edinir. Bu süreçte bilgisi zenginleşir, düşünme yeteneği gelişir. Dilin zenginleşmesi için konuşulan dilin sözcüklerinin, kavramlarının anlaşılır, sözcük köklerine ulaşılabilir olması gerekir. Sözcükler, köklerinden sözcüğü oluşturan dilin kurallarıyla türetilebilir. Toplumun diline giren yabancı sözcükler, girdiği dilin kurallarıyla türetilemezler. Ancak kalıp olarak bellenir, ezberlenir. Kavramlar önemlidir. Kavramlar, bilinç dışında, doğada bulunan çeşitli nesnelerin ortak niteliklerini kapsayan sözcüklerdir, tasarımlardır. Doğada bulunmazlar. Örneğin ağaç bir kavramdır, doğada yoktur. Doğada elma ağacı, armut ağacı, kiraz ağacı, vişne ağacı vardır. Ağaç kavramı, ağaçların ortak niteliklerinin algılanmasıyla beyinde oluşturulan bir tasarımdır, zihinsel bir işlevdir. Dil zenginliği kavram zenginliğidir. Aynı nesnenin çeşitli adlarının olması zenginlik değildir. Örneğin Eskimo dilinde kolun çeşitli adları vardır. Eskimo dili zengin değildir. Eskimoların dilleri zenginleşmemiş, kültürleri gelişmemiştir. Dil zenginliği kültür zenginliğinin göstergesidir.

Osmanlıca, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kullanılan, ağırlığını Arapça ve Farsça sözcüklerin oluşturduğu, Türkçe sözcüklerin az olduğu bir dildir. Osmanlıca, gelişiminde üç dönem gösterir:

1) Eski Osmanlıca: Selçuklular dönemi Türkçe’sini içine alan ve 15. yüzyılın sonuna kadar süren dönem.
2) Klasik Osmanlıca: 16. yüzyılın başından 19. yüzyılın ortasına kadar süren dönem.
3) Yeni Osmanlıca: 19. yüzyılın ortasından 1912’ye kadar süren dönem.

İlk dönem daha çok Türkçe sözcüklerin yer aldığı Osmanlıca’da 2. ve 3. dönemlerde Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı arttı. Arapça ve Farsça dil kuralları benimsendi. Klasik Osmanlıca döneminde dilin yalınlığı yitti. Fuzuli ve Baki gibi Divan şairlerinin aruz vezniyle Farsça yazdıkları şiirler biçimsel olarak güzel olsalar da halkın çoğunluğunun anlamadığı bir dilde yazıldıkları için benimsenmedi, halk içinde yayılmadı. Yalın Halk Türkçesi halk ozanlarının yapıtlarında yaşadı. Arapça ve Farsça’nın etkileri altında gelişen Osmanlıca yanında, duru bir niteliği taşıyan Halk Türkçesi yer aldı. Böylece toplumda iki ayrı dil belirdi. Osmanlıca’ya yazı dili, Halk Türkçesi’ne konuşma dili deniyordu. Konuşan halkın %98’i okuma yazma bilmediği için bu ad verildi.

Yeni Osmanlıca döneminde Arapça, Farsça sözcüklerin sayısı arttı. Batı dillerinden alınan kavramlar, deyimler Arapça ve Farsça bileşimlerle anlatıldı. Osmanlıca’ya sözcükleri giren dillerin sayısı zamanla 16’ya çıktı. Farsça, Arapça, Almanca, Ermenice, Bulgarca, Fransızca, İtalyanca, İbranice, İngilizce, Slavca, İspanyolca, Latince, Rusça, Yunanca, Cermence ve Türkçe. Birçok dillerin sözcüklerinin karıştığı Osmanlıca’da sözcüklerin kullanılmasında yanlışlıklar oldu. Örneğin Arapça’dan alınmış ve Osmanlıca’da yasa karşılığı olarak kullanılan kanun sözcüğünü Araplar kural, ilke karşılığı olarak kullanıyorlar. Arapların Yunanca’dan aldıkları, Yunanlıların aynı anlamda kullandıkları kanon sözcüğünün değişik biçimidir. Yasa sözcüğünün Arapça’da karşılığı namustur. Arapların Yunanlılardan aldıkları namos sözcüğünün değişik biçimidir. Osmanlılar bunu töre-bilimsel bir anlamda kullandılar.

Anadolu halkı duru Anadolu Türkçesi’ni kullanmayı sürdürdü. Osmanlı aydınlarının ilgisizlikleri yüzünden Anadolu Türkçe’si gelişemedi. Anadolu’da yörelerarası iletişim zorluğundan, yöre halkları arasında temas azdı. Bu yüzden Anadolu Türkçesi yöresel değişimlere uğradı. Yöresel sözcükler, deyimler oluştu. Osmanlı imparatorluğu yönetiminin, aydınların tutumları halkla aralarında kopukluklar doğurdu. Anadolu halkı yüzyıllarca boşlandı. Yalnız savaşlarda anımsandı. Dil ikiliği 1912’ye kadar sürdü. 1912’de yeni dil akımı haşladı. Karşılığı bulunan Türkçe sözcükler, yabancı sözcüklerin yerlerini almaya başladı. Bu yeterli olmadı, Türk dilinde asıl değişim Atatürk döneminde başladı. Atatürk, yıllarca boşlanmanın halkta oluşturduğu ezikliği, aydınla halk arasındaki kopukluğu gidermek ve Türk ulusunu uygar uluslar arasına katmak istiyordu. Bu nedenle, Türk tarihine, Türk müziğine, Türk diline el attı. Türk tarihi daima yabancılar tarafından incelenmiş, kendi görüşlerinin etkisiyle yazılmıştı. Türk görüşüyle, yansız otoritelerin görüşleri de dikkate alınarak incelenmesi, yeniden yazılması girişimi başlatıldı. Bu nedenle Türk Tarih Kurumu kuruldu. Türk müziğindeki, halk müziği, klasik Türk müziği ikiliğini gidermek, halk türkülerini geliştirmek, uygar uluslar topluluğu düzeyine çıkarmak için çok sesli müzik temel alındı. Türk tarihi ve Türk müziği üzerinde durmayacağım. Konumuz dildir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk, gerçekçi bir önder olduğu için, Anadolu halkını Anadolu Türkü olarak benimsedi. Orta Asya’daki Türkleri soydaşlar olarak gördü. Anadolu’da konuşulan Türkçe’yi temel saydı.

1) 1928’de Yeni Türk ABC ‘si benimsendi.
2) 1929’da okullarda okutulan Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı.
3) 1931’de Türk Dil Tetkik Cemiyeti kuruldu.
4) 1932’de Türk Dil Kurultayı yapıldı. Türk Dil Tetkik Cemiyeti, Türk Dil Kurumuna dönüştürüldü.

Türk Dil Kurumu’nun yeni Türkçe sözcükler bulmak için başvurduğu kaynaklar şunlardır:
1) Anadolu’da konuşulan yörel Türkçe sözcükler.
2) Bulunan, var olan Türkçe sözcüklerin köklerini bularak yeni sözcükler türetmek.
3) Türkçe sözcükler içeren sözlükler.

İlerleyen bilim ve teknolojinin gerektirdiği sözcükleri bulmak ve Türkçe’yi yabancı sözcüklerden temizlemek için Türk Dil Kurumu çok uğraştı. Sonuçta, Türk dilinin araştırılması, zenginleştirilmesinde büyük yol alındı. 1950’den sonra bu güzel gidişe karşıt akımlar gittikçe kuvvetlendi. Halk Evleri’nin kapatılması, Köy Enstitüleri’nin öğretmen okulları haline getirilmesi, klasik eserlerin Türkçe’ye çevrilmesinin durdurulması, TRT’de Türkçe sözcüklerin kullanımının zaman zaman yasaklanması vb. gibi olaylar, Türk kültür gelişimine indirilen darbelerdir. Buna karşın Türk Dil Kurumu’nun savaşçıları çalışmalarını sürdürdüler.

1980 yılından sonra Atatürk’ün vasiyetine karşın Türk Dil ve Tarih kurumları kapatıldı. Atatürk Dil Tarih Yüksek Kurulu kuruldu. Resmi bir kuruluş olan bu kurul gereken, istenen etkinliği gösteremedi. Bütün bu ters akımlara karşın 50 yıllık çalışmanın sonucu geliştirilen Türkçe, gelişimini yavaş da olsa sürdürecektir. Atatürk’ün başlattığı, Türk toplumunun kimliğine kavuşma heyecanı sürecek, dil devrimi amacına ulaşacaktır. Çünkü bilimsel bir uğraşıdır. Türk bilim adamları, düşünürleri kendi dillerini kullanırlarsa düşünmeleri gelişir, anlatım ve öğretim güçleri artar. Türk dili Türk ulusunun kimliğidir. Türk dil devriminin amacı, Türkçe kavramları çoğaltmak, Türk dilini sözcük türetebilir duruma getirmektir. Hızla ilerleyen bilim ve teknolojinin gerektirdiği sözcükleri Türk dil kurallarıyla, Türkçe sözcüklerin köklerinden türetmektir.

Orta Asya’dan gelen Türkler Anadolu’nun yerli halklarıyla karışmış, Anadolu halkı olmuş, yerli halkların kullandıkları sözcükler Türk diline karışarak Anadolu Türkçesi olmuştur. Hemen bütün sözlüklerde Türkçe olduğu yazılan; amaç, tanrı, baca, göl, ortak, tekel, yüce sözcüklerinin Türk diline karışmış sözcükler olduğu, Orhan Hançerlioğlu’nun son sözlüğünü yazarken yaptığı araştırmada ortaya çıkmıştır. Bu karışım tarihsel gelişimin kaçınılmaz sonucudur. Bu sözcükler Türk halkının benimsediği Türkçe sözcükler olmuştur. Orta Asya’da kalan soydaşlarımızın kullandıkları bir kısım sözcükleri, Anadolu halkı kullanmıyor. Atatürk bu gerçeği de görmüş, sözcük kökleri aranırken Anadolu Türkçesi temel sayılmış, zaman zaman Orta Asya Türkçelerine başvurmak zorunluluğu doğmuştur. Türk dilinin zenginleşmesi için yeni sözcüklerin türetilebileceği sözcükler gereklidir. Örneğin ‘istiklal’ sözcüğünün karşılığı olan bağımsızlık sözcüğünün kökü ‘bağ’dır. ‘Bağ’ kökünden 26 sözcük türetilmiştir: bağımlı, bağımlılık, bağımlaşmak, bağımlaştırmak, bağımsızlaşmak, bağımsızlaştırmak, bağımsızlık, bağlı, bağsız, bağlılık, bağsızlık, bağdaşmak, bağdaşlık, bağıntı, bağıntılı, bağıntılılık, bağış, bağışıklık, bağıt, bağlam, bağlanım, bağlantı, bağlaşma, bağlaşık. İstiklal sözcüğünün kökü kılleden, yalnızca istiklal, müstakil sözcükleri türetilmiştir.

Son olarak Atatürk’ün bir konuşmasını aktarmak istiyorum:

“Ben miras olarak hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen eremediğimizi, ilmi ve aklı rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuz-luk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek aklın ve ilmin gelişmesini inkâr etmek olur.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.”

Atatürk laikliği, bilimselliği, insancıllığı temel ilkeler sayan Türk Ulusunun sonsuza dek yollarını aydınlatacaktır.