Süreçte Olmak

İnsanın kendine yabancılaşmasını kendine uzaklaşması olarak da algılayabiliriz. İnsanın doğduğu andan itibaren olay ve olguların akışının doğrusal olması, onun kendinden, daha doğrusu geldiği yerden uzaklaştıran en temel neden olarak ortaya çıkar. Bu çıkarsama ile insanla kendisi arasındaki tek engel zamandır. Asr Sûresi 1. âyette geçtiği gibi “Ömrüne and olsun ki insan hüsrandadır(hasrettedir).[1] Âyetin devamında “Ancak iman edip sâlih âmel işleyenler, Hakk’ı ve sabrı tavsiye edenler müstesna[2] diyerek bu hasretten-ayrılıktan-uzaklıktan kurtuluşa dikkat çeker. İnsanın kendisi ile arasındaki bu uçurumu aşmak için kendinden emin, barışçıl ve kurtarıcı işler yapmak gerektiğini, bunun için de yönelişinin(niyetinin) Tümel Oluş’un (Hakk) bir derecesi olan “kendi”ne olmasının gerektiğini ve bunu süreçte (sabır) kararlı kalarak yapabileceğinin göstergelerini verir.

İşte bu süreci başlatan aslında insanın kendine veya çevresine olan yabancılaşmasının farkındalığıdır –zira bu bir süreç değil geçip giden bir zaman dilimi/süre olmaya devam ederdi. Bu süreçle birlikte insanın düşünce dünyası da ikiye bölünür.[3] Çevresi, işleri ve ilişkilerindeki görünüşü (tezahür) (Telvin: renkten renge hâlden hâle geçiş, televvün) ile bunun kendinde yansıması (tecelli) ve kendinde olmaklığı (Temkin: televvünden kurtulup sükûna mazhar olmuş kimse) arasında gidip gelir. Ta ki kendini kendinde bulup, sevip, kendini kendinden yaratıncaya (Tekvin), kendini kendinde gerçekleştirinceye kadar…

Tarih sahnesinde ilk kez bu gerçekleştirmeyi İbrahim Peygamberde görürüz.[4] İbrahim Peygamberin baba evinden (kültür) çıkıp Kem ülkesine, çöle-karanlığa-bilinmeyene gidişi bize, hem geldiği hem de gittiği yerde yabancı olan bir yolcunun, kendini arayan insanın yolculuğunu anlatır ki insan kendini ancak bilinmeyende bulur. Zira bilinmeyen kendisidir. İbrahim Peygamberin bu gerçekliğe ulaştığının bilgisini Kur’an-ı Kerim şu âyetle verir: “Muhakkak ki İbrahim hanif olarak Allah’a yönelen bir ümmet idi, müşriklerden değildi.[5]

Burada İbrahim Peygamberin Allah’a yönelişi ontolojik olduğunu başka bir âyette geçen (Ben yüzümü semâları ve arzı yaratana hanif olarak çevirdim ve ben müşriklerden değilim.)[6]semâları ve arzı yaratana” ifadesinden anlayabiliriz. “Hanif olarak” ifade edilende ise varoluş’un kaynağına yönelişin bir olumsuzlama sonucu olduğunu yani diğerlerinden (güneş, ay ve yıldızlar örneği gibi) ayrılmasından anlayabiliriz. Böylelikle İbrahim Peygamber varlık’ın birlik ve bütünlüğüne kavuşmuş ve kendinde toplamış (ümmet) bir kimse olarak, müşriklerden (bölünmüş kişiliklere sahip kimseler)[7] olmadığını, ilâhlardan (partisyondan, kategorilerden) yüzünü çevirip Allah’a yönelişini (tevhid ilkesi; lâ ilâhe illallah) ilân etmiş olur.

Bu tevhid ilkesi tarih sahnesinde İbrahimî dinler olarak bilinen Musevîlik, İsevîlik ve Muhammedîlik’te de görülür. Musevîlikle birlikte insanın dışsal ilişkileri birliğe getirilip yasalar altında özgür kılındı. Böylelikle birbirine yabancı olan insanlar aynı yasa altında güvence altına alınmanın, sınıfsal bir ayrım olmaksızın birbirlerine denk olmanın yakınlığını yaşadılar, yaşıyorlar. İsevîlikle birlikte içsel parçalanmışlıkların ruhta birliğe getirilmesi ile insan, bedeninden özgür kılındı. Bu birliği sağlayan “ilâhi sevgi” (agape) idi ve bu sevgi altında bir araya gelenler ruhsal kardeşliğin (ihvan) yakınlığını yaşadılar, yaşıyorlar. Muhammedîlikle birlikte ise bu iki birleştirici unsur birliğe geldi. Dışarıda yasaların birliği/adalet, içeride ilâhi/aslî sevginin birliği/fazilet ile herkesi ve her şeyi kendinde birliğe getirmiş evrensel insan yolunda yaşadılar, yaşıyorlar.

Muhammed Peygamber de İbrahim Peygamber gibi yüzünü hanif olarak dine çevirdiğini söyler. Ama O İbrahim Peygamber gibi varlıkta (Rahman) değil, kimlikte (Allah) kendini aramış ve bulmuştur. Ve bu ilâhi birlik (tevhid; lâ ilâhe illallah) mesajına “Muhammeden Resulallah” ibaresini de ekleyerek evrenselin altında belirlenmiş bir isim ile kendi ismi/kimliği ile mesajı ilettiğini ilân etmiştir. Böylelikle mesajın içeriğinde kendi adını da anarak –imzasını atarak– mesajının sorumluluğunu da almıştır. Bu sorumluluğu ona yükleyen unsur, farkındalığını şuuruna taşımış olmasıdır. Şuurlu, sorumlu, saygılı, özgür ve özgünlüğü ile biricik olma idealini ortaya koymuş, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” diyerek insanlık adına da bu süreci tamama erdirdiğini ifade etmiştir. Ancak insanlığın bu ideale ulaşma süreci devam etmektedir ve her birey sürece dâhil olduğunda bu evrensel duraklara (her bir peygamberin üzerinde bulunduğu ilke üzerinden) uğrar ve bu ilkeler ışığında kendi yolunu bulur. Zira risâlet-peygamberlik tamamlansa da velâyet-dostluk bâkîdir ve Allah dostlarının hizmeti sonsuzdur.

Not: Burada bahsi geçen şahsiyetlerin/peygamberlerin kendi süreçleri doğrultusunda insanlığa bıraktıkları ilkelerin ortaya konduğu insanlık sürecinin öznel bir değerlendirmesidir. Bu sürece, yani insan olma sürecine dâhil olmayan kişilerin olduklarını iddia ettikleri yollar (Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) üzerinden değerlendirilmemiştir.

Kaynakça:

• Metin Bobaroğlu, Anadolu Aydınlanma Vakfı Sohbetleri

• Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu, 4. Cilt, Pan Yayıncılık



[1]  Kur’an-ı Kerim, Asr Sûresi, 1. Âyet. Bu âyette geçen “asr” kelimesi insana atfen kullanıldığı için “ömür” anlamında tevil edilmiştir. (Metin Bobaroğlu)

[2]  Kur’an-ı Kerim, Asr Sûresi, 2. Âyet.

[3] ”Bu tinin dünyası ikiye bölünür: Birincisi edimsellik dünyası ya da kendi kendine yabancılaşma dünyasıdır; ikincisi ise Tinin kendini birincinin üzerine yükselterek arı bilincin etherinde kendi için kurduğu dünyadır. Bu ikinci dünya o yabancılaşma ile karşıtlık içinde durur ve tam bu nedenle ondan özgür değildir; tersine, gerçekte tam olarak yabancılaşmanın iki ayrı dünyanın bilincini taşımaktan oluşan ve kendisini de kapsayan öteki biçimidir. Öyleyse burada irdelenen şey kendinde ve kendi için olduğu gibi Saltık Özün özbilinci değil, Din değil, ama edimsel dünyadan kaçış olduğu ve böylece kendinde ve kendi için olmadığı ölçüde İnançtır. Şimdinin ülkesinden bu kaçış öyleyse kendi içinde dolaysızca çifte bir doğadadır. Arı bilinç Tinin kendini ona yükselttiği öğedir; ama bu yalnızca İnsanın öğesi değil, ama ayrıca Kavramın da öğesidir; buna göre birbiri ile aynı zamanda görünürler ve birincisi ancak ikincisi ile karşıtlık içinde önümüze gelir.” Tinin Görüngübilimi, Sayfa 308, George Wilhelm Friederich Hegel, Çeviri Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi

[4]  Anadolu Aydınlanma Vakfı Sohbetleri, Metin Bobaroğlu

[5]  Kur’an-ı Kerim, Nahl Sûresi, 120. Âyet

[6]  Kur’an-ı Kerim, Enam Sûresi, 79. Âyet

[7]  AAV Sohbetleri, Metin Bobaroğlu