Süleyman'ın Hüküm ve Adâleti

30 Ekim 2016

İbnu Amr İbni’l-As anlatıyor:

“Resûlullah buyurdular ki: ‘Hz. Süleyman Beyt’ül Makdis’i bina ettiği zaman, Allah’tan kendisine üç imtiyaz vermesini istedi: İlahi hükme müsadif olacak hüküm talep etti; bu kendisine verildi. Kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir saltanat talep etti; bu da kendisine verildi. Son olarak Mescidin inşaatını bitirdikten sonra bu mescide sırf namaz kılmak için gelenlerin, oradan çıkarken annelerinden doğdukları gündeki gibi bütün günahları affedilmiş olarak çıkmalarını yalvardı; bu duası da kabul edildi.’” [1]

Kral Süleyman’ın bina ettiği Beyt’ül Makdes’in tarihî bir gerçekliği olmasının yanısıra sembolik bir mahiyeti de bulunmaktadır. Hatta Hz. Peygamber’in bildirdiği bu mesele manevi boyutu ile anlaşılmaya daha müsaittir.

Beyt’ül Makdes “temiz ev” anlamına gelen beyt ve makdis kelimelerinden oluşur. Beyt, içinde ikâmet edilen konuttur, ancak insanın beşeri bedeni ile oturduğu evleri ifade etmektedir. Hâlbuki İncil’de belirtildiği üzere kuddüs (temiz, mukaddes) insan Ruh’ül Kudüs’ün evi ve mabedi konumundadır [2]. Allah bilaistisna herkesin Allah’ıdır, ancak feyz ve rubûbiyeti temiz olanlar üzerindedir. Mânâsı, Allah temiz insanda ikâme eder. Bu temizlik aklî, mânevi, ahlâki vs. olgunluklarla ilgilidir. İncil’de insanı mabet edinen Ruh’ül Kudüs, Allah’ın faal kuvvetidir ve bu kudret daha ziyade hikmet ve anlayışın ifadesi için kullanılır.

Bu sebeple Hz. Süleyman’ın bina ettiği kutsal ev kendi anlayışıdır. Kendisinin hikmet ve adâletle anılması da evin Allah indinde makbul sayılmasındandır. Bu nedenle Süleyman’ın hikmeti takdir-i ilahidir. Ancak hüküm ve adalette eylem esastır. Hikmet ve adâletin göstergesi olan fiiller olmaksızın bu meziyetler de hakiki sayılamaz.

İncil’in beyanı üzere hikmet üç çeşittir. Bunlar Dünyevi Hikmet, Şeytani Hikmet ve İlahi Hikmetlerdir.

Dünyevi Hikmet hayatın içindeki mevcut olgulardan hareket ederek gündelik hayatı idame ettirmeye yarayan aklın hikmetidir. Yağmurun yağacağını onu önceleyen belirtilerden anlamak, doktorun bir hastalığın teşhisinde yararlandığı ilmî önsel sezgiler, ticaret hayatının deneyime dayalı bilgileri vs. hikmetin bu boyutuna dâhildir.

Şeytani Hikmet ereğinde ilahi bütünlüğü niyet edinmeyen hikmetlerdir. Kısmi bilgilerle olguları tanımlama yeteneği için kullanılır. Basitçe irfâni anlayıştan yoksun her nevi bilme, nihayetinde maddi olanın tahakkümü altında olacağından ve şeylerin varlık nedenlerini yine kendileri olarak idrak edeceğinden bu hikmet şeytani addedilir. Zira şeytan ‘kendinde şeyi’ mutlak töz ile bir tutmaktır. Dinsel terminoloji buna müşriklik der.

İlahi Hikmet ise nedensellik ve birlik bağlamı içinde varlığın bütünselliğini kavramak (fehmetmek) anlamındadır. Dinsel bilinç değil ama teozofi, ideolojik saplantılar değil ama arı felsefe, tanımsız dışavurumlar değil ama sanat bu hikmete dâhildir.

Hz. Süleyman ise sadece hikmet-i ilahiye değil ancak bu hikmetlerin bütününün talebinde bulunmuş ve kendisine verilmiştir.

Kendi hikmet mabedini bina eden Süleyman, Allah’a niyazda bulunup üç ayrıcalık talep etmiştir. İlki mevzuda ifade edilen hikmetlere nail olmaktı. Bu dileği kabul edilmiş ve dünyevi hikmetin kudretine mazhar kılınarak kendisine hayvanların dili öğretilmiştir, şeytani hikmetin kudretine mazhar kılınarak kendisine meleklerin ve cinlerin dili öğretilmiştir ve ilahi hikmete mazhar kılınarak da kendisinde Allah’ın dili, muhabbetullah zevki tecelli etmiştir.

Hayvanların dilini bilmek mutasavvıfa indinde insan davranışlarının nedenlerini bilmektir. Birey bağlamında bu bilime psikoloji dendiği gibi, toplumsal bağlamda adına sosyoloji denilmektedir. İkisinin birliği tinsel insanın toplumunu oluşturur.

Meleklerin ve cinlerin dilini bilmesi aklın ve doğanın yasalarını bilmesiyle ilgilidir. Zira melek meleke kökünden gelir ve kabiliyetleri ifade eder; cin ise can ile aynı kökten gelir ve dirimliliğin ifadesini taşır. Bu dirimlilik insandır, doğadır, etkilenen ve etkileyen her nevi varoluştur.

Allah’ın dilini bilmek ise bilimsel akıl, felsefi anlayış ve sanatsal sezgidir. Bunlar, akılların aklı, anlayışların anlayışı ve sanatın ruhunu ifade eder. Özet olarak, tikel tüm yaklaşımları birliğe getiren tümel ilkeler, idealar alemi Allah’ın dilidir.

Süleyman’ın ikinci dileği kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir saltanattı ve bu da kendisine verildi.

Bu gibi bir imtiyaz talebi, kıskanç ve bencil bir hükümdarın arzusu gibi görülebilir. Ancak hükümden önce hikmeti yani krallıktan ziyade irfanı istediğinden ve krallığını bunun üzerine bina edeceğinden, Süleyman’ın talebi farklı bir düzeyde anlaşılmalıdır.

Süleyman’ın krallığı ülke içinde ve diğer toplumlarla barışın ve huzurun hâkim olduğu bir krallıktır. Bunu sağlayan ise, halkına, kendisine bahşedilen hikmet ve adâletle hükmetmesidir. Adâletin olduğu yerde rıza, adâletin olmadığı yerde koşulsuz itaat ve boyun eğme vardır. Razı olan huzurlu, boyun eğdirilen huzursuzdur.

Yine de bir toplumun bilinçli olarak içinde yer alacağı hazza dönük, nefsani bir yönetim veya dinsel inançlar vasıtasıyla kandırılıp biat edeceği bir korku idaresi hâsıl olabilir. İnsanlar bundan razı da olabilirler. Ancak Allah razı değildir. Süleyman bu nedenle kimseye kendisininki gibi bir saltanat verilmemesini rica etmiştir. Huzur ve rızanın sadece hikmet ve adâlet üzerinde temelleneceği bir hükümetle sağlanmasını talep etmiştir.

Son olarak, Mescidin inşaatını bitirdikten sonra bu mescide Allah’a yönelmek için gelenlerin, oradan çıkarken, annelerinden doğdukları gündeki gibi bütün günahları affedilmiş olarak çıkmalarını yalvardı ve kendisinin bu duası da kabul edildi.

Bundaki maksat ise arınmadır. Eğer arınma beşeri bedenin arınması olsa idi, o zaman günahı taşıyan da beden olması gerekirdi. Oysa beden Allah’ın hilkati üzere lekesiz ve temizdir. Kirli ve günahkâr olan ise düşüncedir. Düşüncenin arınması ise kuruntu ve vesveselerden arınmakla mümkündür. Düşünceyi kuruntulardan, düğümlerden, takıntılardan, nefretten ve öfkeden, cehalet ve karanlıktan arındıran ise düşüncenin arınmasıdır. Düşünce olumsuzluklardan, olumlular ile arınır. Bu nevi arınmaya sağaltım adı verilir. Olumsuzluklar koşup oynamasına izin verilmeyen bir çocuğun enerjisi gibidir. Ne kadar bastırılmaya çalışılsa da çocuk bir yolunu bulup enerjisini harcayacaktır. Makul olan enerjisini doğru yola kanalize etmektir.

Düşünce kudreti iradi olarak durdurulamaz ama ona yön verilebilir. Felsefe ve sanat gibi manevi insanın en yüksek etkinlikleri, kişiyi algı dağınıklığından, yararsız düşüncelerden, yersiz kaygılardan vs. kurtarır, kendisiyle buluşturur. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın her yerde olduğunu söylerken [3], aslında belirli bir yönde olmadığını ifade etmektedir. Buradan hareketle mabette Allah’a yönelerek, oradan anadan yeni doğmuş gibi çıkma ifadesinin kişinin kendindeki Hakk ile buluşması olduğu anlaşılacaktır. Kenan Rifaî Hazretlerinin Nutk-u Şerif’inde buyurduğu üzere:

Her yerde, fakat arifin kalbindedir Allah,

Yoksa sen onu arz u semâvâtta mı sandın?

Velhasıl Süleyman’ın Allah’tan niyaz ettiği üç imtiyaz her insanın insan olma yolundaki talebidir. Süleyman’ın bu talebi Resûlullah’ın anlatıldığı şekilde beyan edilmemiş ve mukaddes kitaplarda böylece yer almamış olsa da, “besmele”nin onunla anılması bir anlamda bunu ifade eder [4]. Zira besmele, Saba melikesi Belkıs gibi, kendi dünyasında kral ve kraliçe olan her talibin beklediği cevabın ilk satırıdır.



[1]  Nesâî, Mesâcid 6, (2, 34); İbnu Mâce, İkâmetu’sSalât 196, (1408)

[2]  İncil, I. Korintoslular 6:19

[3]  Kuran-ı Kerim, Bakara Sûresi 2/115: “Doğu da Allah’ındır, Batı da. Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah’a dönmüş olursunuz. Şüphe yok ki Allah’ın lütfu, rahmeti boldur, o her şeyi bilir.”

 [4]  Kuran-ı Kerim, Neml Sûresi 27/29-31: “Belkıs dedi ki: “Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup geldi. Mektup Süleyman’dan gelmiştir. O, Bismillahirrahmânirrahîm diye başlamakta ve içinde ‘Bana karşı büyüklük taslamayın ve teslimiyet göstererek bana gelin’ denilmektedir.”