TÜRKÜ SINIFLAMASI İÇRE
Tarikat türküleri öylesi olmaz dedik.
İşte bunun dışında;
diye sınıflamış türküyü, Cahit Öztelli Usta.
Belki de bu derleme en kapsamlı eserdi türküler konusunda…
“Evlerinin Önü”ydü, yetmiş iki yılıydı…
Folklorun değeri de o yıllar anlaşıldı…
İşte geldik bugüne…
Bunda sonra neşrolan diğer derlemelerde aynı yöntem izlenir.
Oysa ki biz türküyü, bölge bölge anmayı çok daha uygun bulduk.
Yeri geldi; diyelim: O örnek gösterilen
“Minare” türküsü var ya, belki oyun türküsü, belki de bir taşlama…
“Ayvacı” türküsüyse, belli esnaf türküsü…
“Müdür Bey’e “gelince, vardır mutlak öyküsü…
Zaten tüm türkülerin illa vardır öyküsü,
hem de şöyle heceyle illa vardır ölçüsü…
Koşma, mani, semai ritimle söylenince,
işte olmuştur türkü…
Türkünün tarihiyse, inanın belli değil;
türkü tarihi şöyle: Türk’ün tarihi neyse…
İşte bu nedenle de
Şaman dualarını
Türkünün özü sayan görüşlere rastlanır…
Hatta şamanlar için, ozanlar piri denir, aşıklar piri denir…
Alevi dedeleri, Bektaşi babaları hep şamanca gözükür..
Şamanın şamanlığı, kılından belli değil;
Yirmibirinci yüzyıl, halden belli ERENLE…
Öyle bir hale girer, şiirlerince söyler…
Güzel Muhammedin’se, “Eşyanın hakikati…
HAKİKATLERİ GÖSTER…”
Belki dediği haldir; -belki de hiç değildir…-
Şaman duası dedik; bir tanesini bulduk…
TÜRKÜ BABA: Ruhi SU. Kaynaklık eden Odur…
Köroğlu eserinde, bir güzel prologdur…
Bir oba kalkıp da yola koyuldu mu
hayvanların çanları başlarmış konuşmaya:
önde giden devenin çanı,
“BENİM AĞAM ZENGİNDİR
BENİM AĞAM ZENGİNDİR”
diye ötermiş.
Ortada giden devenin çanı,
“NEDEN, NEDEN, NEDEN”
diye ötermiş.
Arkadan gelen devenin çanı da,
“ONDAN BUNDAN, ONDAN BUNDAN,
ONDAN BUNDAN, ONDAN BUNDAN”
diye ötermiş…
Bizim bu ozan dilimiz,
doğru gören, doğru söyleyen sazımız,
dertlilere derman arayan
ŞAMAN DUALARINDAN
beri böyle yargılayıp geliyor.
Aldı:
Alacadağın, karadağın, akan suların ayincisi;
hem ayincisi,
hem oyuncusu olan
ŞAMAN KOCASI
Bakalım ne dedi:
ALLAH, BİSMİLLAH
EY TANRIM
YANILDIĞIMDA BANA YARDIM ET.
EY KOPUZUM
DOĞRU GÖR, DOĞRU SÖYLE.
ÜZENGİ AĞACININ KÖKÜNDEN OYARAK ALDIĞIM
KOPUZUM,
KIZIL ÇALI TOBULGADAN PERDELERİNİ YAPTIĞIM
KOPUZUM
YÖRÜK ATIN KUYRUĞUNDAN TEL YAPTIĞIM
KOPUZUM
DOĞRU GÖR DOĞRU SÖYLE.
SÖYLENENE UYMAZSAN,
KULAKLARIN BURARIM, SENİ YERE ÇALARIM.
OYNAYIP DURDUĞUM ANDIR BU AN
ÇAM KOKULU KOPUZUMU ELİME ALDIM,
SU YILANI GİBİ DOLANDIM DÖNDÜM.
Deyip kesti.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur derler.
Biz gelelim: Kara Hocanın oğlu Dedem Korkut’a.
Dedem Korkut’tan bir yiğit damar
Sürüp getirelim KÖROĞLUNA
Aldı,
Çardaklı Çamlıbelin kırk velisinden
kırk delisinden birisi
Yusuf’ un oğlu Koç Köroğlu.
Bakalım O da nice bir öğüt verdi
ne söyledi:
Dinle sözlerimi hey oğlum Ayvaz
Yükletin kervanı dengine bakın
Erlik meydanına girdiğin zaman
Kuşanın kılıcı çengine bakın
Düşmanın üstüne eyledim akın
Dönüşüm yok zamanım yakın
Fakir fukarayı incitmen sakın
Mal yemez tamahkâr zengine bakın
KÖROGLU her zaman kurdu meydanı
Ben bilirim yahşi ile yamanı
Aman dileyenden kesme amanı
Dertli olanların derdine bakın
Böyle yorumlamıştır Koçyiğit Köroğluyu Ruhi Baba Ustamız.
Karacoğlan dinlerken, Dadaloğlu dinlerken,
Yunus Emre dinlemek, Pir Sultanı dinlemek,
ve Beranger Ustamız, Ustamız Nazım Hikmet
O’ndan dinlemektir zevk..
Ruhi Su Ustamızın, türkülere katkısı,
kültürlere katkısı-pasaportlar utansın-gelinir mi inkardan?!..
Yaratan bizleri insan yarattı
Muhabbet insana cana muhabbet
Cümle mahlûkatın üstünde tuttu
Muhabbet insana insan olana
Ne mutlu ki bize insan olmuşuz
İnsan sevgisini gerçek bilmişiz
İnsanın dalında açıp gülmüşüz
Muhabbet insana insan olana
İnsan olan insan gelsin beriye
Kimi kara kimi çalar sarıya
Aslolan hayattır bakma deriye
Muhabbet insana insan olana
Diyen Ustam değil mi!?..
Benim Kabem İnsandır
Kuran da kurtaran da
İnsanoğlu insandır
Benim Kabem sevidir
Kuran da kurtaran da
Sevili insanlardır
Benim Kabem emektir
Kuran da kurtaran da
Emekçi insanlardır
Benim Kabem dünyadır
Kuran da kurtaran da
Dünyayı insanlardır
Diyen ustam değil mi!?…
Bir de bakalım ne der Sabahattin Eyuboğlu Ustamız da ne söyler,
Türkülerimiz için, Ruhi Su Usta için:
Bir gür ses yalın bir söyleyiş ve saygılı bir anlayışla halk
türkülerimize
Bir başka tazelik, bir başka renklilik kazandırıverdi
birden yıllar önce.
Kabukları kırıp öze giden, özle sözü bir eden bu ses
Ruhi Su’nun sesiydi ve gücünü halk sevgisinden
bilinçli ve sabırlı bir çabadan alıyordu.
Çağdaş bir yorumla eski değerlere yeni bir soluk getiriyordu.
O gün bu gündür bir köşeden tek başına
sürekli bir çağrı gibi yükselir bu Türkçe ve insanca ses…
Türkiye halkı, özellikle köylüleri yalnız türkülere
dökebilmiştir içini.
Yalnız türkülerde kurtulabilmiştir türlü baskılardan.
O kadar ki türküler Türkiyelilerin iç dünyalarını saran
damar damar yollar gibidir.
Onlardan geçerek buluyoruz, yeniden kendimizi.
Türküden kopmak Türk’ten kopmak olmuştur bizim için
Türk’se halk demektir bizim dilimizde,
Atatürk’ün adında bile…
Ama halk türküleri halkı sevmeden saymadan da söylenebilir.
Daha çok da öyle söylenegelmişlerdir zaten,
halkın masalları atasözleri gibi…
Kan ağlayan ağıtlar, yiğitçe başkaldıran koçaklamalar,
derin bir insancalık yüklü nefesler
sırıtkan yayvan ağızlarda,
eğlencelik göstermelik haline gelmişlerdir.
Bu yüzden de yurt ve dünya aydınları
can kulağıyla dinleyemez olmuşlardır türküleri
Bu yozlaşmaya “yeter!” diyor gibidir
Ruhi Su’nun yanıklığı uyanıklığa çeviren gürbüz sesi,
saza bile başını eğmeden
göğsünü gere gere türkü söyleyişi…
Türküye ve kültüre katkısı olan biri: ve Zülfü Livaneli
O da ayrı bir ekol…
Türküleri yorumu ve kendi besteleri…
Leylim Ley unutulmaz. Karlı Kayın Ormanı…
Sis nasıl unutulur?… Yer demir ve gök Bakır…
İÇİMİZDEN BİRİdir, Gökyüzü herkesindir…
Bir gözü dalgın bakar,
bir omzu düşük durur.
Bir yanı yaşlı yorgun,
bir yanı çocuk durur.
Bir yanı kar borandır,
bir yanı evvel bahar.
Bir yanı düğün bayram,
bir yanı viran durur.
Bir yanı yaşlı, bir yanı çocuk…
Çiçekleri tomurcuk,
başında deli rüzgar,
sesi sokağın sesi
yüreği bilge durur.
Kavaklar gibi yalnız,
bir çınar gibi dalgın,
biraz ürkek, yabancı,
bir yanı güleç durur.
Biraz ürkek biraz güleç…
Bir yanı bana benzer,
tanıdık biri gibi,
bir yanı sana benzer,
güzel insanlar gibi.
Öfkesi hazır durur,
sevdası hışım gibi.
Nice beladan sonra,
her yanı güneş durur.
Bir yanı ben,
bir yanı sen…
İşte eski kopuzdan, geldik bugünlerimize..
İşte eski kopuzlar, ozanların dilinde,
Aşık Dertli elinde
Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde
Bir güzel denilip de…
öylece saza dönmüş
ve hep doğru söylemiş,
öyle bir dut dalından,
yüce bir saza dönen
işte bu telli Kur’an…
GELELİM BÖLGELERE…
Bölgenin güzelliği,
Türkünün özelliği,
İnsanına gelelim,
Öyküsüne gelelim..
ÇIKAYIM GİDEYİM URUMELİNE
ARZUHAL VEREYİM BE KUZUM BEYLERBEYİNE
Trakya’dan başlasak, yirmisekiz harf desek. – (H) sesi kullanılmaz-
Kırmızı gülün (H) ali var
(H)er gün aylesem de yeri var
Bugün benim efkarım var
Ah bu gönül arzu eder
Seni seni yar seni
Der benim (H)üsmen Agam,
der benim (H)avva Bacım…
Çoğu Bektaşidir ya, kırmızı gülden söyler…
Hali var diyecek ya, (H) sesini diyemez,
o yüzden (ali) var der…
Trakya ruhumuzu en iyi diyen türküdür.
Öylesi anlamlıca bu türküyü severiz…
ALİ var diyecekken ALI var diyen çıksa,
hem de kimler söylese,
o türküyü dinlemez, o radyoyu kaparız…
Yöreye özgü ses bu.
Mübarek, yazarken de (H) sesini kullanmaz.
İstanbul’a giderken
Sıra sıra köprüler
(H) erkes şeer (Şehir) isdiyo
Ülsün mü bu külüler (Köylüler)
Deyiverir bir güzel…
(Ç) sesi kullanılmaz, (Ş) sesi kullanılmaz; bu sesler (J) olmuştur…
Örneğin: İj bir zaman, ij bir Tarakyalı’dan
Üç’le beş duymazsınız; üj’le bej duyarsınız…
(H) eeey gidi Burgaz’lılar!…
Sevgili (H) emşeriler!…
Yöreye özgü bir saz, pek de vardır denemez.
Yalnız bazı köylerde, Karadeniz misali tulumlar da işlenir.
-Ne hikmeti ilahi-
Trakya Bölgesinin Karadeniz Kıyısı ve gerçek Karadeniz Bölgesi arasında
kullanılan sözlerin benzerliği hayrettir…
Tabi ki (Haçan) demez, (Açan) der (H)üzmen Agam…
Bir de Kırkpınarlarda davul zurna havası farklı tarzda işlenir…
Yalın davul, zurna yok…
Şu bizim Esmerlermiz inanın kanon yapar…
Bir zurna fon geçerken, diğeri motif çeker.
“Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına” denilir ya genelde,
“Ben garip çingeneyim, gümüş zurna neyime!?” demiş olsalar bile,
Onlarsız dünya olmaz. Zurnanın son deliği katiyen olamazlar…
Aksi iddia ise, zurnanın zırt dediği yerler vardır ya şöyle,
aynı onun gibidir. İnsancılığa terstir
Trakya şivesiyle: Aykırı insanlığa…
İnanın, taksim yapan, peşrevler bile çeken zurnazenler rastladık.
Şu güzelim dünyada, iki insan varsa ki doğuşundan müzisyen,
Caz yapan zencilerse Darvaş’ları çıkartan Esmerler de müzisyen…
İzmir Marşı yanında Mehter marşı tarzında Rast peşrev çekenler
çok…
Romans diye bilinen Sol Minör Adagio’yu,
şöyle zevkine gelip zevkeden zurnazeni
Cumhurbaşkanlarının
Tebriklerini gördük, şu et gözümüzle de
şu dar ı dünyalarda, Kırpınar Meydanında…
“Dile de ne dilersen!
“denildiğinde ise;
bir kara mizahtır ki,
Kafa Kağ’dı istendi…
Eskice bir gelenek, yoksa BOŞ İNANÇ mıdır,
Kırkpınar günü doğan Çocuğu bir severler,
öyle hoşça tutarlar, öyle hasça görürler…
Birisini tanırız.
Siz de tanırsınız ya adını söylemeyiz.
(H)emen belirtelim ki
Çocuk diye Erkeğe , der bizim Trakyalı…
Atam Mustafa Kemal bile der bilirsiniz…
“Beri bak ÇOCUK!” diye…
Hiç, “Bana bak!” dememiş.
Tasavvuf tahsili var. Bilmez mi nedenini?!…
Karadeniz’de Uşak yaşı ne olsa olsun,
Trakya’da Çocuktur; eğer çok gençse: kızan
-Ne hikmeti ilahi-
Kıza bir şey demezler,
sade “Kız” derler işte!..
Fakat hiç sade kız yok.
Hepsi de bir çalımlı
türkülerce alımlı
şu Trakya Kızları!…
İşte biri: Denkile…
Edirne’nin ardı da bayler Meriç akar more Denkilo’m
Sular çayler (çağlar).Eşinden ayrılan ayler (ağlar)
Ay oldu mu more Dankilom duyuldun mu
Hacıoğlu Mestan gibi Dankilom vuruldun mu
Edirne köprüsü de taştan Sen çıkardın more Dankilom beni baştan
Ayırdılar beş kardaştan
Ay oldu mu more Dankilom duyuldun mu
Hacıoğlu Mestan gibi vuruldun mu
Denkile bir Rum kızı.
Eşraftan birisinin oğlu da Ona vurgun. Hacıoğlu Mestan Bey…
“Hiç olur mu efendim (!), Müslüman, Rum evlensin (!),”
Çok da ısrar ederse , “Mestan Çocuk vurulsun!”
“Hangi akıla hizmet , Hiç olur mu efendim (!), Müslüman’a varılmaz (!)
Çok da ısrar ederse , “De’Clara vurulsun!”
İşte böyle der eşraf …Rumlar ve Müslümanlar.
Hepsi de hemşehrimiz … Serhat insanları ya,
On dokuzuncu yüzyıl, kız alıp vermiyorlar, kan karıştırmıyorlar….
Gönülden vurgunları, kurşunla da vururlar…
Sonra biri Tunca’ya diğeri de Arda’ya…
Nehirler vurulmuş da, kavuşmuş birbirine ve işte sana Meriç
ve öyle diri akmış,
Ne mene kör inançsa, sevdalılar kavuşmaz sevdalar ölü kalmış..
Fakat gelin görün ki, kalkıp buna oynarlar…
Kapı gıcırdamasın, Trakyalılar oynar…
Gerçek Trakyalı da şöyle bir tuhaf bakar,
eliyle yüzün kapar…
Şükriye Tutkun Hanım “Arda boyları” der ya
Arif Şentürk Birader,
“Aman bre deryalar, kanlıca deryalar, biz nişanlıyız.
İkimiz de bir boydayız biz delikanlıyız
der ya deryalar için.
Denkile-Mestancası her iki türkünün de öyküleri aynıdır…
Ah şu Tunca boyları, ah şu Arda boyları ne sevdalar tanıktır.
Serhat Türküleri de, Rumeli Türküleri bahsi içinde geçer,
ayranlar kabarınca (Aslı Egeliyse de) Hasan Mutlucan söyler:
“Yine de şahlanıyor aman
Kol başının yandım da kır atı
Görünüyor -yandım- aman
Bize sefer yolları.
Davullar çalsınlar -aman-
-Aman da- cengi cengi var deyi
Görünüyor- yandım- aman
Bize zafer yolları…
Ve Estergon Kalesi ve Tuna Nehirleri…
Fazla kurcalamaya inanın ki pek gelmez Şeytan falan doldurur…
Hadi Kıbrıs bir yana , bu türküye üç sabah biz şahidiz efendim
ve sonra arkasından
ve “Emret Komutanım…”
-Keyfinden gelmediler. Onlar istemediler. Getirtenler utansın!..-
Çok yakın zamanlarda yine geliyordular. Çok da mı haksızdılar…
Getirtenler utansın!.. –
İstanbul’un da kendi türküleri varsa da,
İstanbul türküsü mü, yoksa Rumeli’den mi inanın ki karışır…
Bunun yanında bir de şarkı türkü karışır şu bizim Rumeli’de…
Yok Hüseyni türküler, yok nihavent türküler ancak Rumeli’de var.
(Gemilerde talim var, Bahriyeli yarim var) misali gibi yani.
Yalnız Trakyalarda bir şeye dikkat ettik.
Bir hanımın erkeğe türküsü ki ayrıdır, bir erkeğin hanıma
türküleri de ayrı…
Birbirine karışmaz şu bizim Trakya’da…
(Bahriyeli yarim var) diye hiçbir kızan söylemez…
Söylerse de kızarlar…
Rumeli’ye başlarken sunduğumuz türküyü hanımlar farklı söyler
Beyler bir farklı söyler…
Arzuhal vereyim (Mehmet) Beylerbeyine diye hanımlar söyler,
Arzuhal vereyim (Be kuzum) Beylerbeyine diye beyfendi söyler…
Serhat insanları ya, dikkatli böyle şeye…
Bir zevklere gelip de türküyü değiştirir Vardar Ovası dese…
Mayadağdan kalkan kazlar,
Al topuklu beyaz kızlar
Yarimin yüreği sızlar,
Eylenemem aldanamam,
Ben bu yerlerde duramam
Vardar ovası Vardar ovası
Kazanamadık rakı parası
Maya dağın yıldızısın
Sen annenin bir kızısın
Efendinin sağ gözüsün
Diye söyler bir güzel.
İşte Feridun Amcam, Trakya Efendisi yine rahmet istedi…
Ne kadar süslü olsa, dili sürçmez türküde Trakya İnsanının
Yeri geldi; diyelim: “Akşam da süslüydük bea!”
diyorsa Trakyalı gece fazla içmiştir;
gene fazla içmiştir…
Trakya milletin içtikleri rakıyı (h)amamlara götürsen,
üj bej kurna doldurur.
İçtiği şarap kadar suyu önüne koysan,
manda içerse çatlar…
Bir özelliği var ki, ayakta duramasa,
masa altına düşse,
yan bakılmaz kimseye… “Höt!” denmez kimselere.
Trakya esprili, uygardır Trakyalı…
– çoğu Bedreddinli ya-
Fazla içtiği halde bir çirkinlik olmayıp,
güzellik doğdu ise, bir güzel muhabbetse,
yani dem alınmışsa, engine dalınmışsa,
bunun adı süslenmek, Trakya şivesinde…
– Böyle bildik biz bunu…
Süslendik yıllarca da…
Hem de ağır makyajla.
Profilden görüle!… –
Irkın seni iklimine benzer yaratırken demiş ya Yahya Kemal
–O da bir toprağımız, aslen Üsküp’lüdür ya!-
Gerçekten ki türküler ille iklimlerince,
doğalarına benzer, o yöre insanına…
Yörenin doğasınca, sesler de bir dalgalı. Ondüleli toprakça…
Örneğin Kırmızı Gülde dalga dalga bir ses var…
-Ne hikmeti ilahi-
Bizimkiler munisse, Makedonya dalgalı,
Drama yanı serttir. Ya da bir sert dalgalı.
Hasan Çocuktan belli…
İkinci Abdülhamit. İstibdat dönemleri.
O zaman Selanik’se kıpırdanma halinde.
İşte bizim Hasan da orada bir çeteci. O yörenin türküsü…
Drama köprüsü Hasan dardır geçilmez
Soğuktur suları bre Hasan bir tas içilmez
Anadan geçilir Hasan yardan geçilmez
At martini de bre Hasan dağlar inlesin
Drama Mahpusunu da Hasan dostlar dinlesin
Eski tüfeklerdeniz bu türküyü severiz…
Ama bunun yanında Çırpınırdı Karadeniz, bakıp Türkün Bayrağına
Türküsünü de deriz… Türküler bölünür mü!?…
O günler bir kez daha tekrar geri gelmesin… O haller bitsin artık…
Biz niye bölünmüştük, onu da anlamadık…
Hiç mi ortak yan yoktu, hiç mi ortak yön yoktu? Biz niye bulamadık?
Vatanda birleşseydik, Atam’da birleşseydik, Tank sesiyle kalkmazdık…
Atam Mustafa Kemal şiveleri misali,
İstanbul şivesiyle, hakkıyla Osmanlıca konuşabilirsek de
Bilal Çocuk misali, Trakya şivesiyle eğer konuşuyorsak,
Edime Köprüsü desek, Deryaya karşı köşkler,
Hele Vardar Ovası, hele şahane gözler,
BİR ZEVKE GELMİŞİZDİR…
NEŞ’EMİZ İYİDİR İŞTE…
-Huzurda selam olsun, doğduğumuz toprağa
(Övünç gibi olmasın), doğduğumuz günlere…-
EGE ŞİVESİNDEYSE HAVA BULUTLANACAK.
FIRTINA YAKLAŞIYOR
Bre bizim efeler!- Ne hikmeti ilahi- yoldan gelmiş yorgunlar…
Bir gemim var -Efem- adalara yaslanır.
Yağmur yağar, yelkenleri -Efem- ıslanır.
Bir gün olur -Efem- deli gönül uslanır.
Ağlama fidan boylum, YOLDAN GELDİM -EFEM-
YORGUNUM
Ben o yarin hallarına -Efem- vurgunum…
Bu yorgunluk motifi, nedense çok türküde var.
Demir gibi havası, yürüyüşler değişir, haller tavır değişir
oysa ki Edremit’te…
Kullanılmaz –R– sesi. Eğer kullanılırsa; tadı kaçar türkünün…
Deniz üstü köpürüü, gemiye de binsem götürüü
Benim de şu cihana gelişim, bir güzelin hatırı…
Hiç denir mi o zaman…
İsmin (İ) halleri de, Ege’de (A) olmuştur.
Alı da verin benim barıdım(ı)a, saçmam(ı)a
Üç gün kaldı şu Muğla’dan çıkmama…
Gurbet de sebep oldu, yardan ayrı düşmeme
-Aman da aman- yaylada bülbül ötme mi-de bre!-
Benim de yarim gurbetlere gitme mi?…
Tam Türkmen şivesidir, (Ötme mi?), (Gitme mi?) ye hafif dikkat edile…
Hale Gür Bacım söyler… Sümer Ezgü Birader, Tolga Çandar Birader,
yöreye özgü sesler
Yöreye özgü sazsa cura olur herhalde…
Biraz kabak kemane…
Türküdeki seslerse efe narası gibi. Hatta bir ünler gibi…
Şöyle bir zevke gelip, gönül türkü istese,
Hikmet Kaptan’dan duyduk
-Çökertmeliler söyler- “Ünneyiver be efe!”
diyiverir bir güzel…
Gönlüne dirlik ola Özay Gönlüm’ den duyduk Ege şivelerinin
diğer özelliğini…
Denizin DİBİNDE Hatçam demirden evler
Ak gerdanın altında da çiftedir benler
O kınalı parmaklarda o beyaz eller
Yolcuyu yolundan eyleyen dilber
Derken, “gemiden “bahsetmiyor; “batıkça bir gemiden”…
“Trenden “bahsediyor. “Trendeki vagondan “ve bir de ayrılıktan…
Çünkü Ege dilinde, “Dibinde” demek ise
“Kıyısı” anlamında…
Anadolu halleri, çok yerde kullanılan genizden çıkartılan (NG) sesleri yaygın
Ah bir ataş (vee) ver cıgaramı (yageyim) yakayım.
Sen salın (gee) gel ben ardından (bageyim) bakayım.
Uzun (oluu) olur gemilering direği;
(Çatel) çatal oluu efelering yüreği…
Ah vur ataşı gavur! (Sinam) sinem (go) koyansın.
(Argıdeşlee) Arkadaşlar uygulardan uyansın.
Uzun oluu gemilering direği;
Çatel oluu efelering yüreği…
Kuvayı Milliyesiz, Ege’den bahsetmekse,
mektepler söylemeden bahsetmek gibi bir şey bir milli eğitimden
İşte bu türküdeki, “Bir ataş vee!” anlamı, çakmak isteme değil…
(Sakarı çıkarsa da Kamalı Efe gibi -bir kaza ile vurmuş Çakıcı Efemizi-)
Efelerin sıkısı ta uzaktan vururmuş sigaranın külünü…
Bu türkü bir parola Kuvayı Milliyece efeler arasmda… Asıl anlamı
şuymuş:
İşte bizim İzmir’e, İzmir’deki körfeze
gemiler geldi ise, uzun direkli öyle;
senin de çatalcası yüreğin vardır efe!
Ta uzaktan vurun ya cigaranın külünü
Gavur ataş kor ise, şu garip sinemize,
uyanın artık haydee! galkıyoz bre efe!…
anlamına gelirmiş…
Biz de böyle bilmezdik, yedi yıldır öğrendik;
Bir TÜRKMEN KOCASI ki
Dedem ALİBEY’lerden, Edremitli DEDE’den…
Ovalılar bilmezmiş,
-yamru yumru söylermiş-
bilirmiş anca dağlı…
-Paroladır goley mi!?-
(Hem bizim Dede ile hem de Tufan Hoca’yla muhabbet unutulmaz.
Her iki dostumuzla, sabahlan da aşan, hatta hiç aralıksız birkaç günleri bulan muhabbetler de ettik.
Naçiz çalışmamızı bitirmeden çok önce işte bu kısmını da Tufan Hoca’ya dedik.
İlknur Kardeşimizle hep birlikte zevk ettik.
Fakir, zeybeğe kalktı. Türküyü de söyledik.
Türkünün öyküsünü Tufan Hoca duyunca “İçim ürperdi” dedi.
“Öylesine mest olduk, dizimin bağı gitti”
Bu sözünün zevkine
işte bu türküyü de hem Dede için dedik, hem de Tufan Hoca’ya…
Gönülleri şad olsun.
Onlara ithaf ettik.
“Yok, potansiyelinden, şeker hastasıymışız! (?)…
bir de potansiyelden kalpler hastasıymışız! (?)…
diye doktor sözüyle kanlar veremesek de
(Kendi ifadesiyle) “Alp Erenler (!) kanımız “alamadan gitse de
Hatta sağlığındayken-Tabi sanatsal yönden- bazen ters düştüysek de
Bu kadar güzel insan hiç kolay yetişmiyor.
“TEKRAR MÜLAKİ OLURUZ BEZM İ EZELDE
EVVEL GİDEN AHBABA SELAM OLSUN ERENLER…”
“GÜN AKŞAMLI DEVLETLİM. ELBET BİZ DE ÖLÜRÜZ”
“GELDİ BİZİMKİ” dersin bizi karşılayınca.
Muhabbetler ederiz, üslup farklı olsa da…)
-Ne hikmeti ilahi –
“Rakı düzü severiz, ova düzü sevmeyiz…
Masmavi denizlere, zeytin yeşili dağdan
bakmaya bayılırız…
Belki Türkmenliğimiz,-övünç gibi olmasın-
Hafif (Efe) halimiz…” Dedem der ya şöyle bir
Dedemiz Alibey’in
Kültürlere katkısı gelinmez inkârlardan
“Yunan Ege’ye gelmiş ve girmiş Ayvalığa,
Edremit’e de girmiş;
Madra’ya çıkamamış, Kazdağını görmemiş.”
diye söyler hep Dedem…
Hafifçe de övünür
ince bir tebessümle, pek de belli etmeden…
İncitmek istemiyor , Dostları Midilli’den
Sıkı kavga etmişiz , İyi de, o, o zaman…
Bir dikkat etsene der , Midillili tipine, aynı bizlere benzer
Ortodoks ilahisi , şu keşişin halleri,
ezgisini sırf dinle , tasavvuf musikisi… Aynıca bizim haller..
Yemeklerimiz aynı , rakılarımız benzer…
Biz düz rakı içeriz , o da mastika içer…
Zorba’yı iyi bilen , sıkı kalkar zeybeğe…
Zeybeği iyi bilen , sıkı sirtaki çeker….
Öyle aynı oyunlar. Bir de başka oyunlar
Halkların sorunu yok. İki halk da bir güzel…
Çirkin olan kimlerdir. Onlar da bir bilinir
Kışkırtanlar utansın, kırdıranlar utansın,
benzer olan halkları. Şu güzel insanları…
diye söyler hep dedem.
Türkmen Kocası Dedem…
Dedemin bilgeliğini , keşke paylaşsa herkes,
dedemin bildiğini , keşke herkes bilseler…
(Lütfen inanın dostlar, inanın bu satırlar
Deprem öncesinindir. Bizim İlknur şahittir.)
Oyunlar benzer dedik Zeybekse oyun değil, bir ayindir demiştik.
Anthony Quinn’ce de Zorba hali de öyle…
-Yeri geldi mi acep ? Ve acep söylesek mi?
Yunanca’da “zorba”nın, Türkçe’den geldiğini,
Kiziroğlu’nda geçen ZOR BEY’den geldiğini…-
Güzelim Sirtaki’ler… Ve güzelim Rebet’ler
Bunlar Egeli hali… Bunlar bir doğaçlama,
Halkların benzer olan kültürleri söylenir
Halkların ortak olan kültürleri söylenir…
Doğaçlama deyince , demeden geçemeyiz
Selim Sırrı Tarcan’ın O değerli insanın folklora katkısını:
İkinci Meşrutiyet; Osmanlı yeni yeni, halkıyla barışmakta…
İstibdatta kalktıysa, duman da attırdıysa, artık barışılmış ya,
bir efe alayı var , bağlı Sultan Reşat’a.
“Haydi” der Selim Sırrı, “Bir de zeybek vuralım”.
Eh! böyle denilince, havasına gelince, dayanamaz efeler….
kalkarlar zeybeğe de.
Bir bakar Selim sırrı , hepsinin tarzı farklı…
“Bre, ne mene iştir?” diye sorulanda da,
aldığı cevap ise, dikkatlere şayandır.
“Bu bir hal” der efeler, “Bir doğuştur, nizamsız; öyle gelmez düzene…
O anda halin neyse , çalımın ne şekilse, işte öyle kalkarsın…
Ancak her hareketin , mutlak vardır anlamı…
Örneğin zeybek hali, genelde kartalcadır.
Kartalın sarp kayadan düzlere inişince…
O kol kaldırışları , o heybetli halleri, öyle ağır süzülüp
yere diz vuruşları aynı kartala benzer…
Ancak diz vuruşun bir de diğer anlamı,
hem bir ruhsat almadır hem de iflahın kesmek…
O neden her bir zaman sıkı efe yanında öylece ar edilip
İflah kesilircesi yere diz vurmak ayıp…
Vurulur ruhsatçası…”
Daha da doğrusuyla
Kızanlar diz vurmaz pek. Zeybek ruhsatça vurur.
Diz vurmak efe işi…
Efe de diz vururken diz toprağa değerken şöyle bir demek ister:
Bre biz efe isek Bu toprağın hatrına bu toprağın aşkına…
Diz vurup yerden kalmak şöyle kendi ekseni tek ayak üzerinde
Üç kere dönmek ise -herkesin harcı değil-
İşte biz de toprağın zekâtını da verdik
anlamlarına gelir…
Zeybek efede ayin, o yüzden demez oyun…”
diye söyler efeler…
Zeybek doğaçlamadır , zeybek özgürdür dedik.
Kol kollara girilip , birbirine sığınıp, kalkılamaz zeybeğe…
Bazen sırt sırta gelip , sırtlar bir vurulursa, o da bir dayanışma…
Ancak bugün zeybeğin bir senkron hali varsa Selim Sırrı eseri…
“Efe kimdir?” derseniz. “Nerelidir?” derseniz. “Peki kökeni nice?…”
“KARTAL KİMDE KUTSALSA,
İŞTE EFE O” deriz…
Mübarek! kartalı da , kutsal saymayan kültür, inanın bulunmuyor.
Eski Türklerde kutsal , Horasan’da da kutsal,
Selçuklu’da kutsaldır , kutsaldır Osmanlıda…
İyi güzel de mirim ,
Latin de kutsal sayar , Grek de kutsal sayar, Mısır’a kadar gider…
Ortak olan kültürdür . Halkların ortak olan kültürleri söylenir…
Giysilerine baksak :
Kimi der Grek tarzı, Efsun askeri gibi…
Kimi der çizme giymek, Eski Türklere özgü…
Kimisi der faydacı, hatta biraz maddeci…
“Yahu kardeşim!”diyor: “Efe, düşündüğünden, efe olmamıştır ki,
-bir sebep vardır kabul-
Efe, efeliğinden efe gibi düşünür.
O yüzden dağlık yerde tabi çizme giyilir.”
Efe giysilerini kimisi öyle bağlar, Dionysos kültüne…
İşte der bağbozumu…
Başlıktaki oyalar, -Efe işret ehli ya!..- işte üzüm tanesi…
Kimisi dolama der; güneşleri simgeler, işte İslami kültür,
işte Ortadoğu der, işte size Sabiler…
Başlıktaki oyaya kimisi de demez mi köylerin görüntüsü.
Dağdan görünen köydür…
Herkes öylesi haklı; hangisine ne denir…
Efe’ye de sorulsa :
Hep dolama takmam ki, çoğu yazma bağlarım;
öyle efe yazması, öyle sarı sırmalı…
Güneşten korunmaya , güneşlerde takarım
bazen terim silerim; bazen yüzümü gizler, bazen yara bağlarım…
Başlıktaki oyalar sevdiğimin işidir…
rengin anlamı var ya epey eskiden gelir sevdiğimin sevgisi…
Ne düşündü kim bilir?!…
Herkes öylesi haklı hangisine ne denir…
Halkların ortak olan kültürleri söylenir…
Kimi “Efe” sözünün “Aka”dan geldiğini Erk ve devlet ve kudret
anlamı olduğunu “Aka”nın da sonradan Ağa’ya döndüğünü
ileriye sürdüler…
Zeybek derler Özbek’çe “silahlı kişi” demek… – İşte burası doğru –
Kızan derler çocuk’tur aile efradıdır… – burası da doğrudur –
Kızan, zeybek, efe de aralarında sıra…
Kimisi de şöyle der: Böyle sıra olsa da,
Efe diye kişiye zeybek diye ezgiye dendiği de varittir…
Hatta çoğu kültürde
dağ adamı derler ya, denizle ilgisine o levent giysisine
şöyle dikkat çekerler…
Herkes öylesi haklı hangisine ne denir…
Halkların ortak olan kültürleri söylenir…
İşte bu nedenle de, kimileri bu insanlar için:
“Eski bir halkın kalıntısıdır “ dedi. Kimileri “Selçukluların kurduğu
eski bir örgüttü” dedi.
kimileri “Osmanlıydı”, kimileri de “Korsandı” dedi.
KENDİLERİNE SORSAN:
– Bu dağların sahibi kim?
– Emmim… (“Emmim” derken Osmanlı’yı kasteder.
Eğer O KAYI ise, biz de AVŞARIZ diyor.
“Dağların sahibi kim” sorusu geldiğinde,
çoğunluğu ALLAH der…
Tabi ALLAH kasteder.
MÜLKÜN SAHİBİ ALLAH; KİRACIYIZ anlamı.)
– Yiğit kime derler?
– Sözünde durana…
– İnsan dünyaya niçin gelir?
– Ölmek için…
– Şeytana inanır mısın?
– Yardımcımızdır…
(ÇOK ÖNEMLİ BURASI,BÖYLE KİM DİYEBİLİR?!
Tabi satanist değil…)
Derler törelerinde”
Diye Ruhi Su usta Efe Andını söyler, ZEYBEKLER eserinde…
Kuvayı Milliyeci, Madalyalı, beratlı diye efeyi söyler…
Böylesi bir efemiz, en başta Yörük Ali…
Yörük Ali bilinir, efelerin efesi…
Aydın Dağın oydular,
Çalıya da martin koydular.
Yörük Ali’nin adını
Hazreti Ali koydular…
Gelelim günümüze… Gördünüz mü hiç Efe?
Rengârenk giyen değil. Kendini gördünüz mü, halini gördünüz mü?
Bunca Ege’de kaldık. Kaptanını tanırız. Barmenini tanırız.
Dedesini tanırız. Efesini tanırız…
Öyle dostlar edindik.
Zeybekler OYNAMAYA, hiçbir EFE görmedik.
Zeybek, EFE de AYİN, o yüzden demez oyun…
Ya bir zeybek vurulur, ya kalkılır zeybeğe…
Öylesi doğaçlama, belki meydan okuma, kendi doğal halidir…
Gördünüz mü hiç efe?..
Cepkenli demiyoruz, bahsetmeyiz sırmadan…
Şöyle birdoksan bir boy, zebellah gibi değil…
Yaşar Kemal’den duyduk:
Şu bizim Yörük Ali , işte şunca bir adam…
Beden yüce olmaz ki , gönüldür yüce olan…
Efelik haldir mirim! efelik bir karakter…
Öyle yüce gönlü var, efe, eşkıya değil…
Efe para düşkünü hiç asla olmamıştır.
Tamam, rahat yaşar ya, çok zengin ölen efe asla görülmemiştir…
İşte bizim Atçalı… Ve bizim Kuyucak’lı…
Kartal hali olanlar
tavus kuşu misali rengarenk mi giyinir?!…
Genelde koyu renkler giyinmeyi severler.
Efenin de hasçası , salonlar görenleri,
siyah pantolonlarla siyah ayakkabıyla
bestiribeyaz çorap – görgü mektebi yokmuş –
giydiği görülmemiş…
Merasim giysisinin , ayrı anlamı vardır.
Efe hizmet ederken , merasim mi düşünür!?…
İşte bizim Atça’lı…
Kendi ifadesiyle bir çeşme kitabesi:
Çeşme elin, su elin.
Suyu sunan biz isek,
Bize aitse hizmet,
Şeref Atçalı Kel’in…
Bir de hasça bir efe:
Et gözümüzle gördük, et kulakla da duyduk
şöyle dedi bir gece:
Nere olursa olsun halkımızı severiz.
Halkımız bizi sever.
Gözümüz ileride, kökümüz tarihtedir…
– Kökenimiz Horasan, düşüncemiz oradan…
Dolu dolu destimiz var
Hızır gibi dostumuz var
Hacı Bektaş türbesinde
Sığınacak postumuz var
Denir ya bir nefeste, deriz biz son nefeste…
Safa geldi hoş geldi, kim nerden gelirse de,
kim nice gelirse de…
Nere olursa olsun, halkımızı severiz
halkımız bizi sever.
Efelik derviş hali. Derviş hizmet ehlidir.
Efe Alp Erenliktir.
Efe, gert gert kasılmaz,
efenin efeliği, bakınca anlaşılmaz,
hizmetinden bilinir.
İşte efelik hali…
Böyle efeler gördük.
Hem dünyadan geçmiştir, hem dünya adamıdır…
Ölmüş, ölmüş dirilmiş ; öylesi bir insandır…
Latince lisanında
“AD HONORES” derler ya
yani sırf ŞEREF İÇİN…
İşte öylesi haldir…
Batının şövalyesi aynı efe halidir.
Efe bir Robin Hood’dur. Robin Hood’un hali de aynı efe halidir…
Bunu baştan deseydik, hemen anlaşılırdı…
Bunca muhabbetin de ne anlamı kalırdı…
Efeden dönmeyiz ya, yüz çevirmeyiz asla. Dönelim türkülere…
Şu Köyceğiz yolları Kaldır Anşam (Ayşem) kolları
Bizim için yapılmış Şu Muğla’nın koyları
Oldu mu Anşam oldu mu Bu ballar yakışık aldı mı
Bir kere de öpmenen Gül benizin Anşam soldu mu
Zeybeklerine ise,
Cemilemin gezdiği Dağlar meşeli – imanım-
-Hayde- üç yıl oldu -Cemilem- ben bu derde düşeli
Gaydırıgubbah Cemilem nasıl, nasıl edelim biz bu işe (işi)
Nigamızı (Nikâhımızı) giysin çağrın gelsin Goca Memişe (Memişi)
hatta meşhur FERAYE Zeybeklerine ise,
Efenin eri kalkmaz. -Onlar da bir erdir ya.-
Bunlar Kadın Zeybeği…
“Kadının zeybeği de hiç olur mu?” demeyin.
Bal gibi de oluyor.
-Bazen de zehir gibi-
Birisini tanırım. Hukuk’dan arkadaşım, hukukumuz da vardır,
bizim Çakırefe’dir…
Öyle zarif kızdır ya,
aikido falan bilir. Hem de kara kuşaklı koduğunu oturtur.
Yanında bizler bile öyle ebsem dururuz.
Bunca yıllık dostumuz, öylesi övünürüz…
Bodrum’da herkes sayar…
Belinde ondörtlüsü…
Çılgınca yeşil bakar,
-karaysa efe gözü…-
Aslen de Çökertmeli…
Şimdi bir de derseniz, “ bize ne dostlarından”,
“Biz türkü dinlemeye gelmiş idik buraya,
senin dostlarını da dinlemeye gelmedik.
Bize ne Todori’den, ne edek Dayın, Amcan,
Türkmen Kocası olsun bize nedir Dedenden,
yok Hikmet Kaptanınmış, yok bir Çakırefe’nmiş…Bize nedir bunlardan!?…”
diye bir sorarsanız, aslında haklısınız…
Fakat biz de haklıyız…
Dostlarla övünürüz, dost övmeyi severiz…
Memleket övmek deriz, dostunu övmek deriz,
hamamda türküye benzer…
Öylesine güzeldir.
Eğer türkü diyeni burada anmaz isek, türküyü diyemeyiz…
Türküden bahsederken,
ülkeden bahsederken,
Ülke insan demekse , insansız geçemeyiz , insansız diyemeyiz…
Zaten de söylenilen,
dayım amcam değil ki, efem dedem değil ki, halleridir söylenen…
Kişi değil söylenen, her kim o halde ise,
o halleri taşıyan; o halleri yaşayan…
İşte o’dur söylenen…
Sözün özü ki dostlar,
Hoca’m Nasreddin misal HEPİMİZ DE HAKLIYIZ…
Ne kadar kuru olur, nice de yavan olur, Anadolu olursa,
şu Hocam Nasreddinsiz…
Hocam Nasreddin derken, Türkü derken gören yok,
saz işlerken gören var…
Hocam Nasreddin ise, elini atmış işte, öyle sazın boynuna,
bir türlü depremiyor. Hareketsiz tutuyor.
Öyle epsem duruyor.
Millet de bir sormaz mı: Ey aklı taşkın Hocam!
Şu bizim bildiğimiz, ozanlar saz işlerken,
el saz üstünde deprer, sense ebsem tutarsın.
Hoca’dan cevap size : O sizin ozanlar der,
Şu Fakir Hoca’nızın, bulduğu yer arıyor,
geldiği hal arıyor…
Ne kadar yavan olur; ne kadar olur kuru,
şu Nasreddin Hocam’sız olursa Anadolu…
Ey benim Bilge Hocam,
bulduğun yer bulalım, geldiğin hal olalım…
Yeter yahu bunaldık! Artık depremeyelim…
Çökertme’de kalmıştık, Çökertme’ye gelelim.
Şu Ege ruhumuzu en iyi diyen türküdür.
Hem bir Türkmen türküsü, hem gemici türküsü,
hem yiğitlik türküsü , hem bir sevda türküsü…
KUVAYI MİLLİYEDİR
Akrabalar ASPAT’tan, Halil Çökertmelidir.
Halil ve yoldaşları sıkı gemicidirler.
Gülsüm de Çökertmeden.