“Devingen davullar önünde çengi misali dengi dengimize tepindiydik.”
Şöyle düşünmeli: Yukarıdaki söyleme kanat açıp ferah bulan sanat aşığı öğe arkadaş, apansızın aliterasyona tutsak düşmüştür. Saptamamızı sürdürüyoruz; iz’an ve merhamet kanallarımız harekete geçiyor, aliterasyon gerçeğinin “d”, “n” ve “g” harflerini içeren büyüsü nedeniyle heyecanlanıp, matbaacı kafasıyla sözcükleri dizip, far ışığında kala kalmış kırmızı bakışlı stabilize yol tavşanlarının durumu bu memlekette naciyeye kavuşacak mıdır diye sormak geliveriyor içimizden.
Kendini Bilmezliğin Estetiği
Bilinçli bilinçsiz on sekiz yıldır halkalı gezegenin (lütfen leğenle karıştırılmasın) gadrinden kurtulmaya çalışan yoksul, dokuz kuyruklu kediyle sırtını kaşımayı artık kızılderili mizacı haline getirmeyi başarabildiği için yukarıdaki sanat aşığı elemanın ahını da, yazının jeneriğini iftiharla ortalarda bir yerde girerek, kendini holivud kiçi pususuna düşürme yoluyla çıkarmayı başarmıştır (aheste aheste).
Efendim sorun eğitim sorunudur. Aslına bakarsanız, US’un bunu konu edinmesi dehşetli yapıcı da, bu köşenin yazarının, konunun ortak bölenlerinden biri olma ya da olmama gibi vicdanî bir sorunu var. Çünkü, irdelenebildiği kadarıyla (ing. “as long as I am concerned” teriminin kahpece bir çevirisi oldu bu. Conkirikler ezlongezayemkonsörndlemeyi pek severler) kişi köşeye kapılanma çabasındaysa her şey vız gelecek tırıs gidecek, o bildiğini koruyacak, okumadığını bir başka bahara bırakacak, keyfini çıkara çıkara kendini bilmezliğin estetik evreninde yaşayacaktır. Aksi taktirde, epistema kıpılarını keskin uslamlamalar yoluyla, aynasız bir yoğunlukla aşmaya çalışırken biçimlenen satori, kişinin gözünün yaşına bakmaz. Denetim elden kaçtığında, tetiklemesi durdurulamayan lazer silahı gibi orada burada delikler açar. Yaradan göstermesin, ya da her şeye boş bakıp anlamsızca gülmeye başlarsınız, ya da sezginin metamüziği kabilinden anlamlı başlıklar altında yazılar yazarsınız. Haftada bir gün evci çıkmasında sakınca görülmeyen tehlikesizlerden sayıldığınız için tıpış tıpış gelip elinizdekini yazı işlerine teslim eder ve gevrek gülüşlerden oluşan tekinsiz nirvananıza kavuşmak amacıyla yine tıpış tıpış geri dönersiniz. Şakaya gelmeyen şeyler bunlar. Kısaca köşe adabı, vitamin değerini yitirmemesi amacıyla, güneş ışığından korunmalıdır. (“Renaissance de la Harpe celtique”… Brötanya’da Alain Stivell kardeşimiz tarafından çalgılanan bu kelt harpının tınısının kısmen kanuna benzemesi nedeniyle tiz Keltler’in Prototürkler’le olan akrabalığı araştırıla!)
İyi de bu kez pek de öyle değil gibi. US yazarları hiç kuşkusuz öğretim ile eğitim arasındaki farkı belirtik kılmışlardır. Bunlardan ikincisi bu gün bu köşenin konusu. Çift taraflı bir gönül işi bu eğitim, içinde edep de olsa gerek.
Çerçevemizi bu paragrafa alıp içine nesne koyalım; örneğin eğitim konumuz Anadolu Bilgeliği olsun. Yakalayabildiğimiz yansız tarihsel veriler kapsamında, zamanında bunun eğitiminin çok da güzel verilip alınmış olduğunu sezgileyebiliyoruz. Sonralarıysa, bilenlerin bilmeyenlere anlatabileceği, bunun asla benden beklenme yanlışlığına düşülmeyeceği nedenlerden ötürü devre, birçok yerinden “erör” vermeye başlıyor. Erörler alışkanlığa dönüşüp sıradanlaşıyor.
Meyveler dalında kalıyor. Havasından mı suyundan mı ne, kimi taze sürgünler ise yakın geçmişimize dek gelebiliyor.
Ama Garp’ın melek yüzlü, albız özlü öncü bilgelik misyonerleri de boş durmuyorlar tabiî. İşte, birkaç on yıl içinde oluşagelenlerin ardından Bilmemnere Üniversite’sinde Anadolu bilgeliğinin herhangi bir kıpısının, değil lisansüstü eğitimini aşmak, doktora kulvarında bile koşan hal fakiri kimi akademik küçük buyurganlar sizden şöyle bir hesap sorabiliyorlar örneğin: “Bu bilgelik bir zamanlar Türkistan’daydı, sonra Anadolu’ya geçti” (eee?), peki şimdi nerede? Bak bak bak. Utanmasa, doğrudan Bilmemnetere’de ya da Bilmemne Birleşik Devletleri’nde deyiverecek öylece, orada. Hadi bu yine bir derece. Kimileriyse bu konuları, Karagöz, müzik ve besin konusunda örgütleme şampiyonları türdeşlerinden hiç de geri kalmadan benimseyiveriyorlar. Ders almak gerek, ders. Adamlar zarfı bitirmişler, mazruf vampirliği yapıyorlar. Edep hırkasını buzluğa kaldırıp sayfa arasına öylece girildi, özür bile dilememe kararına varıldı. “Alsınlar canım, bilgi evrenseldir” diyen yüce gönüllü ağabey ve ablalarımız da yok değil. Yoksul o kerte yüce gönüllü olsaydı, ağzıyla jilet saçmazdı. Zaten Lazarus’u bile yeniden bıçakladılardı. Ne yapalım hocam, tabula rasa olmadan tabular azalamıyor.
Hayır, tamam alsınlar da hakkaniyete ters düşüyor. Bir de bunun yanı sıra salsa cuban tartımıyla kafamın içinde çalan o talihsiz “Vakit yok, gemi kalkıyor artık” ise Uzakdoğu işkencesine dönüşmek üzere. Pek az şey dışında, kendim için bir şey istiyorsam…; ama arada / bu toprağın akordu düşüp duruyor arkadaşlar; / yaşamaya da ölmeye de geç kalıyoruz / ufalanıyoruz, ufalanıyoruz…/
Yanar döner tabağımızda bu kez Suluca Karahöyük meyvesi var:
Mal dediğin
evde kalır
Dostlar ise
yolda kalır
İyilik
benimle gelir.
Gelecek sayı dil üzerineymiş. Şeytansofrası’na muhabbete beklerim efendim.