Rabbi Froman ve Barışa Adanan Bir Ömür

17 Kasım 2016

Rabbi Menachem Froman (1945 – 4 Mart 2013) hayatını İsrailli Yahudi ve Filistin halkları arasında barışın tesis edilmesine adamış bir din adamı ve barış elçisi idi. Batı Şeria’nın Tekoa yerleşim biriminin baş hahamı olan Rabbi Froman, iki halkın bir arada yaşayabileceği ve bunun yolunun da dinlerin kardeşliğinden geçtiği inancını hayatının sonuna kadar hiç kaybetmedi. Rabbi Froman, bu amaç uğruna, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu dünyanın pek çok yerinden dinî ve siyasî liderler, barış elçileri, gazeteciler ve tanınmış kişilerle resmî ve gayrı resmî görüşmeler yaparak, insanları bu hayalini gerçekleştirmeye katkıda bulunmaya çağırdı.

2010 yılında kanser teşhisi ile tedavi görmeye başlayan Rabbi Froman, ilerleyen yaşı ve hastalığına rağmen, dinî görevini ve İsrailli Araplar ile Yahudiler arasında barış görüşmelerini sürdürmeye ara vermedi. Bu süreçte kendisine sevgili eşi Hadassah Froman ile 5’i kız 5’i erkek 10 çocuğu büyük destek verdi. Rabbi Froman, insanları ırk, din, dil ayrımı yapmaksızın seven ve aynı şekilde sevilen, Hz. İbrahim’in iki oğlundan gelen iki kardeş soyun İsrail topraklarında barış içinde yaşayabilecekleri fikrine gönülden bağlanmış, vizyon ve iman sahibi, aynı zamanda son derece özgün bir karakterdi. 5 Mart 2013’te gerçekleştirilen ve yaklaşık dört saat süren cenaze töreni, binlerce Yahudi ve Filistinli sevenini, kendisinin hayatında önemli yer tutan müzik ve şiir dolu bir ortamda bir araya getirdi.

Rabbi Menachem Froman, 2009 yılında Ayşe Acar’ın hazırlayıp sunduğu Aşure adlı sohbet programının Kudüs bölümü kapsamında İsrail’de yapılan çekimlerde Metin Bobaroğlu ile bir araya gelerek barışa yönelik duasını bu kez de bir Türk TV kanalı aracılığıyla tüm dünyaya duyurmuş, program sayesinde gelişen dostluklar sonucunda eşiyle birlikte Türkiye’ye de ziyaretlerde bulunmuştu.

Rabbi Froman, kendisiyle hasta yatağında yapılmış ve 20 Temmuz 2012 tarihinde İsrail’in en eski ve en ünlü gazetelerinden biri olan Haaretz Gazetesinde yayınlanmış olan bir söyleşisinde, barışın tesis edilmesi için “ihtiyacımız olan tek şeyin birazcık iman” olduğunu vurguluyor. Barışa dair fikirlerini en iyi yine kendisi dile getirir düşüncesiyle, bu güzel insanın anısına, aşağıda sizlere bu söyleşiden bazı bölümler sunmak istiyoruz.

• Musa, tüm hayatı boyunca, halkını (vadedilen) topraklara götürmek için önderlik eder, ama oraya varınca kendisi o topraklara ayak basamaz. Ben de aynen bu durumdayım. (…) Yapılacak çok iş var, ama işi yapacak olan ben miyim, bilmiyorum. Tıpkı tüm hayatı boyunca halkını İsrail topraklarına götüren Musa gibi: “Allah’ın Rabbin sana vermekte olduğu toprağa geldiğin zaman…” Musa o topraklara kendisi girmek için çok yalvardı ama giremedi. Kadim bilgelerimiz için bu bir dua modelidir. Bu ne demek bir düşünün. Karşılık verilmeyen bu dua. Yakarışla geçen bir ömür. Başarılarla değil niyazla sürdürülen bir hayat. Bir şey yapma olanağı bulabilirim de bulmayabilirim de. Karşılık bulmayan bir dua nasıl olur da bir dua arketipi olabilir? Belki de karşılık verilmeyen dua çok müthiş bir şeydir. Musa bu topraklara geldi, ama bir şeye el koyma amacı yoktu. Önderimizin özlemi bu toprakları ele geçirmek değildi. Bizim de söz ettiğimiz tam olarak bu. Bir yanda özlem var, diğer yanda bunun senin tarafından olmasa da gerçekleşmesinin kaçınılmaz olduğu bilgisi.

“Barış bölünmez bir bütündür.” Benim amacım bizimle Filistinliler arasında barış yapmak değil; ancak bu amacımın sonucudur. İki insan ya da bir millet ile komşusu arasında yapılan barış tamamıyla aklî bir düzenleme, barış tarafına geçmek isteyen ruhun bir kararı olabilir.

• İnsanla onun toprağı (yurdu) arasında çok çok derin bir aşk olduğunu hissediyorum. Bende her zaman böyle bir imge var olmuştur. İnsan topraktan yaratılmış ve toprağa geri dönecek. İnsanla toprağı arasındaki bağ onu hayat kaynağına bağlar. Bu bağ ya aşktan ya da sahiplenmeden dolayı olur; yani toprağı sahiplenmek, onu denetim altına almak isteyebilirsiniz. Eşinizin içinde kaybolup gitmek yerine ona sahip olmak isteyebilirsiniz. (…) Rumî (Mevlânâ) diyor ki: “Şeker suda nasıl eriyip gidiyorsa insan da toprakta öylece kaybolabilir.” Bütünüyle yutulmaya, nesnel hakikatin karşısında kendinizden vazgeçmeye (feragat) yöneliminiz varsa, bu barıştır.

• Bir adam nasıl ki eşinin sahibi değildir ama onda yitip gidiyorsa –ki bir ilişkinin zevki buradadır; tıpkı şekerin suda eridiği gibi içinde kendinizi kaybedeceğiniz birinin olmasında– toprağın (yurt) ve toprak aşkının zevki de budur. Biz Tekoa’ya bunun için, karma bir topluluk oluşturmaya geldik; verme niyetiyle değil alma, öğrenme niyetiyle geldik. Ben kendi hakikatim için uğraşmıyorum, genel nesnel hakikat uğruna çalışıyorum. Son kertede, asıl soru şu: Tanrı’nın önünde kendinizden vaz mı geçiyorsunuz, yoksa onu temsil mi ediyorsunuz? Ben Tanrı’nın önünde kendimden vazgeçiyorum. Planlarınızın gerçekleşmemesi, ya da gerçekleşmesi ama bunun sizin tarafınızdan olmaması bağlamında bir feragat bu; öyle ki din, içinde barındırdığı puta tapıcılıktan arınsın.

• Yüce Tanrı’nın iş görmesi çok garip yollarla olabiliyor; ama doğrudan olanı, genel barışa hizmet etmek isteyen kimseler aracılığıyladır. Böyle bir şeye aracı olmak isteyenlerin hayatlarının amacı budur; insana yakışır bir yaşam sürmenin en dolaysız ve en basit yolu budur. Diyeceğim o ki hayatta en önemli şey hakiki (özgün) bir insan olmaktır.

• Aslolan insan olmaktır, geri kalan her şey birer araçtır. Kabbala’da Adam Kadmon’un [Kadim İnsan] ışığı Yakup babamızın ışığından daha güçlüdür. Başka bir deyişle, insanlık ışığı Yahudi ışığından daha yüksektedir. Herkesin kendisine hedef alması gereken de bence budur: İnsan olmak.

(Rahatsızlığına rağmen bir tiyatro oyunu yapma çabasına karşılık verdiği cevap) Bir theotoron: Tora’ya istinaden “toron” ve din’e istinaden “theo”; yani bir dinî tiyatro. Samuel Beckett demiş ki: “Tiyatro nedir? Bir grup insan uçurumun kenarında durup aşağıda fırtınalı bir denizde boğulmakta olan ve yardım için haykıran bir adama bakmaktadır, ama ona yardım edemezler.” Boğulan kişi aktördür (actor: hem oyuncu hem etken özne, ç.n.), uçurumun kenarındakiler ise seyirci. Tiyatroda hayat bir ıstırap olarak sunulur. Seyirci Danimarka prensi Hamlet’e yardım edemez, ama oradadır ve insanın varoluş sorunuyla yüz yüzedir. Grotowski farklı bir tanım öneriyor; tiyatroyu gece vaktinde bir tepeye benzetiyor. “O tepede biri üstüne benzin döküp kendini ateşe vermiştir ve tepenin çevresinde insanlar durmuş onu seyretmektedir; ateş yüzlerini aydınlatmaktadır.” Benim bunlardan çıkardığım, aktörün hayatını feda ettiği ve onun o benliksiz adanışının seyircilerin yüzünü aydınlattığı. Üçüncü bir tanıma göre ise tiyatroda aktörler ve seyirciler bir buçuk saatliğine de olsa yerçekimine galip gelirler. Seyirci yükselir. [Rabbi] Moishe Levinger’in dediği gibi: “Dans nedir? Biri havaya zıplar ve yerçekimine galip gelir.” Tiyatro oyunundaki kişi, kendisini özgür olmaktan alıkoyan egosunu yener. Aktörlük özgürlüktür, ayrıca kutsal kitaptaki anlamıyla sevmektir. Kesinlikle özgürlüktür bu. Bizimkisi dinî bir tiyatro, halakha’yı (dinî yasayı) gözetmesi ya da Yahudi kaynaklara dayanması anlamında değil, ama dinin amacını başarması anlamında: İnsanı özgürleştirmek ve sevmesini sağlamak.

• Kabullenmek müthiş zevklidir, çünkü o zaman sadece sen ve senin düşüncelerin yoktur; tarafsız iyi ya da nesnel hakikat senden (senin aracılığınla) konuşur. Bunun dile getirilişi muhtemelen acımasız bir yolla da olabilir. Musa değilse de halkı topraklara ayak basıyor. Biri bir işi tamamlayamıyorsa bir başkası tamamlar.

• Hastalığımın teşhis edilmesinin ardından Tzavta’da [Tel Aviv’de bir liberal-solcu toplanma merkezi] toplantı vardı. Orada ismimi Menachem Hai Shalom’a [Yaşayan Barış Menachem] çevirdim. Zamanında biri bana yaptığım her şeyin sebebinin, adımın numerolojide shalom’a (barışa) karşılık gelmesi olduğuna inandığını söylemişti. Kontrol ettim, doğruydu. Harfleri birbiriyle toplayınca “Froman” gerçekten de “barış” demek. Halakha’ya göre adınızı sinagogda değiştirmeniz gerekir, ama ben Tzavta’da değiştirdim. Oradakilere dedim ki: “Sinagog sizsiniz.”

(Ardınızda ne bırakmak isterdiniz sorusuna yanıtı) Barış. Bir de dua (ibadet). Ben dua ile yaşıyorum. Bu yaşamın kendine has bir yanı vardır. Örneğin, niyaz etmekle geçen bir hayatta söylenen en temel söz “şükürler olsun”dur. Gücüm yerinde, şükürler olsun.

Söyleşinin tamamını okumak isteyenler için:

http://www.haaretz.com/weekend/magazine/the-west-bank-s-rabbi-menachem-froman-has-the-solution-to-the-conflict-1.452325