“Okuma Üzerine” Proust’un derin hayranlık duyduğu, neredeyse tüm kitaplarını ezberlediği John Ruskin’in konferanslarının yer aldığı, “Susam ve Zambaklar” adlı kitabının önsözüdür. Proust’un Ruskin’i takdim yazısıdır. Notos Yayınevi’nden kitap olarak yayımlanan “Okuma Üzerine”, Marcel Proust’un nasıl yazdığı, üslubu hakkında fikir verebilecek niteliktedir.
“Okuma Üzerine”, Marcel Proust`un birey ile kitap arasındaki ilişkiyi anlatan, büyük bir yazarın, kitapla kurulan ilişki üstüne derin düşünme denemesidir.
“Hiç kuşkusuz dostluk, bireyler arasındaki dostluk hava cıvadır ve okuma bir dostluk biçimidir. Ama en azından dostluğun samimi bir biçimidir ve bir ölüye, olmayan birine yönelik olması ona çıkarsız, neredeyse dokunaklı bir hava verir. Dahası o, öteki bütün dostluk biçimlerini çirkinleştiren her şeyden bağımsız bir dostluktur.”
“Okumada dostluk, aniden başlangıçtaki saflığına kavuşur. Kitaplarda sahte sevimlilik yoktur. Geceyi bu dostlarla geçiriyorsak, bu gerçekten istediğimiz içindir.”
Bu kitapta yazar, başlı başına okumayı anlatıyor. Okuma nedir? Neden okuruz? Hangi kitapları okurken neler hissederiz? Yazar kimdir? Nasıl okumalıyız? Okumanın, dünyaya ve insana katkısı nedir? gibi sorulara yanıt verir. Verdiği yanıtlar çoğunlukla ünlü yazar ve felsefecilerden alıntıdır. “Okumaların bende birbiri ardına bıraktığı hatıralar benim okurumda da uyanacaktır, bu çiçekli ve sapa yollarda zaman kaybetse de okuma adı verilen özgün psikolojik edim, zihinde yavaş yavaş yeniden yaratılacak ve böylece benim belirtmem gereken kimi düşünceleri şimdi kendine aitmiş gibi izleyebilecek güce sahip olacaktır.”
Özgün psikolojik edim olarak, okumayı irdelediği, bu edimin kaynaklarına yaptığı yolculuğu içeren bir anlatıdır.
“Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka zaman belki yoktur,” diyen Proust, kendi deneyimlerini merkeze alarak, okuma ediminin kendisindeki kaynaklarına, kökenlerine iniyor. Proust küçük yaşlarından itibaren okumaya başlamış ve diğer çocukların aksine daha yalnız geçen çocukluğunu, kitaplarla telafi etmişti. İşte bu kitap, ünlü yazarı henüz çok erken yaşlarında etkisi altına almış okumaya dair düşüncelerini barındırmasıyla dikkat çekiyor.
Okumak insana sorgulamalarla, düşünüşlerle ve hayallerle örülü “tinsel bir hayat” sunmaktadır ama okumanın sunduğu tinsel hayattan içeri girmek yine kişinin kendisine bağlıdır:
“…Bir okuma disiplini yaratmak, sadece teşvik edici bir şeye fazlasıyla rol yüklemektir. Okuma tinsel hayatın eşiğidir, oradaki yolu bize gösterebilir, yolu oluşturmaz.”
“…Bir anda gözlerini yepyeni bir dünyaya açarsın ve gerçek dünyaya ait her şeyin daha sahici ve daha kalıcı olduğunu görürsün. Ben bu yüzden okuma sayesinde kurulan ikinci dünyayı Platon’un idealar dünyasına benzetirim. Fenomenler dünyası yani bu dünya, idealar dünyasının sadece bir yansımasıdır ve hakikate dair her şey idealar dünyasında yer almaktır. Okumak da bu dünyaya, bu tinsel yaşama açılan bir kapıdır. O kapıdan içeri girip girmemek okuyucunun kendisine kalmıştır.”
Bu hem bir cesaret hem de bir zekâ işidir. Çünkü okuyucu adım attığı “ikinci yaşam”ın hem oyuncusu hem de senaristidir ve “özgün zekâ, okumayı kendi kişisel işleyişine bağlı kılmayı bilir.”
Okumanın dünyaya, insana ve insanlığa kattığı şey nedir, sorusuna cevap olarak Proust‘un kitabında üzerinde durduğu iki önemli sonuç:
– Tinsel bir hayata kapı açması.
– Zihni en görgülü haline kavuşturması.
Yani okumak bir bakıma insana bilmediği başka hayatlar yaşatıp, kişinin “empati kurma gücü”nü geliştirirken, aynı zamanda zihninin terbiye edilmesini yani “düşünce gücü”nün sivrilmesini de sağlamaktadır. Okumanın bu iki temel yararı insanlığa sağduyulu bir yan getirmekte ve dünyayı daha anlayışlı ve huzurlu bir yer kılmaktadır.
Ayrıca, “Okumanın yaşamımızdaki rolü sağaltıcıdır,” der Proust. Böylece okumanın, okur üzerindeki iyileştirici, tedavi edici faydasını vurgulamıştır.
Marcel Proust’un üslubuna baktığımızda ise sözüne ve yazısına yerleşen huysuzluk, halindeki ahkâmvarilik ise, hayran olduğu İngiliz eleştirmen Ruskin’in üslubuna da hayranlığının göstergesi gibidir. Önsöz olarak 84 sayfa (kitap) yazması hem yazarın çok ayrıntılı ve uzun yazmasına hem de Ruskin’e olan hayranlığına ispattır.
Proust hakkında:
10 Temmuz 1871’de Fransa’nın başkenti Paris’in güneyindeki Auteuil’de doğdu. Ailesi, oldukça varlıklı ve iyi eğitim görmüştü. Babası Achille Adrien Proust patolog, annesi Jeanne Clémence Weil ise zengin ve kültürlü bir Yahudi ailesinin kızıydı.
Proust’un hayatına damga vuran gelişme, sağlık sorunları olmuştur. İlk astım krizini on yaşındayken geçirmiş, sağlık yönünde hep sorunlu bir hayat sürmüştür.
1890’da Hukuk Fakültesi’ne ve Siyasal Bilgiler Okulu’na kaydoldu. Ancak hayatı boyunca çalışmak ile ilgili bir istek duymadı. Tek gerçek ilgi alanı edebiyat oldu. Proust, dersler aldığı felsefeci Henri Bergson’dan çok etkilendi. Dergilerde edebiyatı yazıları yazmaya başladı.
Proust’un hayatındaki en önemli figür olan annesi 1905 yılında hayata gözlerini yumunca, toplumdan uzaklaştı ve kendini daha çok edebiyata verdi.
Başyapıtı olan “Kayıp Zamanın İzinde” romanının ilk cildi “Swann’ların Tarafı” 1913 yılında yayınlandı. Dünyayı saran savaş dalgası nedeniyle romanının ikinci cildi olan “Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde” ancak 1919’da yayınlanabildi. Proust, sırasıyla Guermantes Tarafı (1920/1921), Sodom ve Gomorra, (1921-1923), Mahpus Kadın (1923), Albertine Kayıp (1925), Yakalanan Zaman (1927) ciltlerini yazdı ve yayınladı.
Proust, 1922 Ekim ayı başında bir bronşit krizi geçirdi, bunu yakalandığı zatürree izledi. Yazar, 18 Kasım 1922 tarihinde Paris’te öldü. Yazmayı bir yaşam şekli olarak algılayan yazar ölüm döşeğinde bile yazmaya devam etmiştir.
Hiçbir zaman hiç bir işte çalışmayan yazar, anne babası ile aile evinde yaşadı. Annesi büyük bir miras bırakmıştı.
Bir eşcinsel olan Proust, eşcinsellik temasını yazılarında uzun uzadıya işleyen ilk Avrupalı romancıdır. Edmund White tarafından biyografisi yazılmış, bu çalışmada yazarın cinsel tercihi çok vurgulanmıştır.
Başyapıtı “Kayıp Zamanın İzinde” hakkında:
Marcel Proust, Fransız romancı, deneme yazarı ve eleştirmendi. 20. yüzyıl Fransız Edebiya’tında bir başyapıt olarak kabul gören, en tanınmış eseri 1913-1927 yılları arasında yayınlanmış, Kayıp Zamanın İzinde (À la recherche du temps perdu) adlı 7 ciltten oluşan, kitapların kurgusun merkezinde, 4000 sayfa boyunca adı ancak bir ya da iki kere geçen Marcel adlı başkahraman yer alıyor. Bir yazar olmak istiyor, ancak hayatının “belleğini” bulmakta güçlük çektiğinden bir türlü oturup yazamıyor. Yazarlık serüveni yedi cilt boyunca sürüyor. Bir noktada yazma işinden büsbütün vazgeçmeye karar veriyor. Eserin sonlarına doğru “belleğini” kazara buluyor ve yazmaya başlayabiliyor. Ancak bu da düşündüğü kadar hoş bir şey olmuyor. “Gerçek cennetler, unuttuklarımızdır” diyor. Roman otobiyografik unsurlar taşımaktadır.
Dışavurumcu Fransız edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olan Proust’un romanları, klasik anlamda roman olmaktan çok insanı birçok bakımdan ele alan anlatılardır. İnsanı tüm iç derinliğiyle yansıtmayı bilen, bilinçaltını kurcalayan Proust, roman türüne yeni bir anlam katmıştır. Romanlarında insanı ve insan gerçeğini tüm boyutlarıyla anlatmaya çalışmıştır.
Edebiyat dünyası Proust’u yaşarken de ölümünden sonra da tartışmaya devam etmiştir. Bazıları için Proust, insanı ve insan gerçeğini en iyi anlatan parlak bir yazarken bazıları da yazdıklarını okunamayacak kadar ağır bulmaktadır.
Yazarın, dünyadaki birçok edebiyatçıyı olduğu gibi, ülkemizde de Ahmet Hamdi Tanpınar’ı etkilediği bilinmektedir. Şehir, zaman ve bellek gibi kavramlar üzerinden bakıldığında ünlü Ahmet Hamdi Tanpınar, Fransız yazar Marcel Proust’un ülkemizdeki izdüşümü gibidir. (S.K. Yazgıç).
“Kimse Proust’un mükemmelliğiyle boy ölçüşemez,” der bir röportajında Andre Aciman. Ve ekler: “Yazılarını her daim rahatlıkla kaleme alır, bir sayfa metni yazması hiç de uzun sürmez, eli çabuktur. Onu tarif edebilecek kelime basitçe dahi olur.”
Bazıları Proust’a katlanamaz, zira yazılarını okumak emek ister. Birçok insan Proust okumayı güç bulur. Proust alelade bir yazar değildir. Görüşleri indirgenmiştir. En nihayetinde vardığımız nokta sahibiyet kavramıdır. Onun eserleri sahibiyet teması üzerine kuruludur.
Proust okurken hali hazırda bildiğimiz şeyleri okuruz, bunu hiç düşünmemiştim demeniz pek mümkün değildir. Aksine milyonlarca kez aklınızdan geçmiş olan şeyleri okuyorsunuzdur. Proust daha derinlere inme zahmetine girişmez. Olayları tüm karmaşıklığı içinde ele alır. İki insan arasındaki en aptalca şeyleri yazmaya vakit ayırması muhteşemdir.
Kaynaklar:
– Marcel Proust, Okuma Üzerine, Çev: Işık Ergüden, Notos Kitap Yayınevi, İstanbul.
– psikolojivesanat.com.tr, Marcel Proust kimdir?
– trdergisi.com, Proust ve Tanpınar’ın Farkı, Suavi Kemal Yazgıç.
– bookslut.com, Andre Aciman ile röportaj