Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin güncelliğini koruduğu şu dönemde tarih anlayışımızı ve tarih öğretimimizi yeniden sorgulamak, yapılması zorunlu işlerden biri görünüyor. Bu yazımızla, ilgili kamuoyunun, bu konu üzerinde düşünmesine ve sorular sormasına katkıda bulunabilirsek bizim için yeterli olacaktır.
İlköğretimden üniversitelerimize kadar, eğitim sistemimizde geçerli olan tarih anlayışı çok eleştirildiği için ve bu eleştirilerin yaygın olarak bilindiği varsayılarak, burada daha çok “olması gereken” üzerinde durulacak ve buna yanıtlar aranacaktır.
Tarihçiliğin günümüzde ulaştığı aşama, çok kalın çizgileriyle, aşağıdaki gibi betimlenebilir:
- Ekonomik, kültürel, sanatsal, dinsel v.b. yönleriyle, TOPLUM’un bir BÜTÜN olduğunu kabul ederek araştırmak,
- TARİH dediğimiz bilimin, diğer bilimlerden apayrı bir disiplin değil, tam tersine, diğer bilimlerin konularının tümünü kapsayan bir anlamı olduğunu kabul etmek; böylece, bir tarihsel araştırmada coğrafyayı, sosyolojiyi, antropolojiyi, ekonomiyi, istatistik bilimini, kısaca, bütün insan bilimlerini temel alarak, araştırmayı bu temele oturtarak yürütmek,
- Böyle olduğu içindir ki, artık disiplinler arası bir nitelik kazanmış olan tarih araştırmacılığının, ancak “ekip” çalışmasıyla yürütebileceğini görmek,
- Tarihin derinlerdeki gerçeğini yakalayabilmek için, “görünür, yüzeysel olan”dan öze inebilmek için karşılaştırılmalı yöntemle çalışmak,
- Yalnızca yönetenlerin – yazılı belgelerin çoğunu oluşturan ya da denetleyenlerin – değil, toplumun bütün dinamiklerinin gerçek tablosunu verebilmek; ve elbette olmuş-bitmiş, donmuş bir görüntü olarak değil, tablodaki renkleri oluşum-değişim süreçleri içinde verebilecek bir araştırma anlayışını benimsemek,
- “Nasıl bir tarih öğretimi?” sorusunun yanıtlarını da yine çok genel çizgileriyle aşağıdaki gibi sıralamak olasıdır:
- Hem tarihsel hem de eğitbilimsel açılardan amaca uygun, tutarlı, uygulanabilir bir öğretim programı. Eskilerin deyimiyle “efradını cami, ağyarını mani” bir program.
Bu programın içeriği:
- İçinde yer aldığımız “Akdeniz Uygarlık Çevresi”
- Yurdumuz Türkiye’nin ve Türkler’in Tarihi
- Çağdaş dünyayı oluşturan-belirleyen temel tarihsel-toplumsal dinamikler ve süreçler temel alınarak belirlenmelidir.
- Toplumsal tarih anlayışına göre yetişmiş ya da bu anlayışı benimseyip kendini buna göre yetiştirmiş tarih öğretmeni,
- Eğitbilimsel ilkelere uygun bir derslik ortamı
- Görsel-işitsel araç-gereçlerle zenginleştirilebilen bir ders işleme süreci.
- Amaçlanan, öğrencilerin belleklerine en çok bilgiyi yıkmak değil, öğrencilerin soru sorabilmelerini sağlayarak onları, insanlık tarihinin akışı içine sokmak. Burada öğretmenin işlevi, öğrencilere, hazır bilgileri mekanik olarak aktarmak-belletmek değil, belli basit-temel bir tarihsel durumu ya da süreci alarak, öğrencilerin zihninde bununla ilgili soru işaretleri uyandırmaktır. Bir kere, gerçek “düşünme süreci” sorularla başlatıldığında, artık öğrenciler o soruların yanıtlarını önce zihinsel ezgersizlerle bulmaya çalışacaklardır. Bu durumda da, tarihsel sorunlarla ilgili sorulara geçerli yanıtlar bulabilmek için bilgiye gereksinim duyacaklar ve işte öğretmen bu aşamada, onlara, bilimsel bilgiye ulaşmanın yolunu-yöntemini öğretecektir. Bir tarih öğretmeni, sınıfındaki öğrencilerle bu aşamaya kadar gelebilmişse, tarih öğretiminden istenen-beklenen amaç gerçekleşmiş demektir. Çünkü böylece, o öğretmenin sınıfındaki öğrenciler, “insan, geçmişini araştıran ve geleceği hakkında kaygılar taşıyan canlıdır.” Tanımına uyum sağlamış olacaklardır(**)–.
Tarih öğretiminde, yalnız “kendine” değil, “başkasına” da nesnel ölçütlerle bakabilmek, zor ama uyulması zorunlu bir diğer ilkedir.
- “Ulusal tarih bilinci”, öğretimde ulaşılması gereken temel amaçlardan biri olmaktadır. Bunun bilimselliğe aykırı bir yanı da yoktur. Çağımız, – kimi postmodernist savlara karşın – ulus toplumlar çağıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ulusumuz da, uluslaşma sürecini henüz tamamlamış sayılamaz. Bu nedenle, bizim için eğitim-öğretimde, uluslar ötesi, uluslarüstü bir temel, geçerli-uygun bir temel olamaz.
- Ulusal tarih anlayışı, toplumumuzu oluşturan çeşitli alt kümelere, ayırıcı özellikleriyle değil, birleştirici – ortak nitelikleriyle bakmayı gerektirir. Sanıldığının tersine ayrılıkları (farklılıkları) kurumlaştırmak, geleceğin değil, geçmişin değer yargılarındandır. Çok tartışılan “İnsan Hakları” sorunu da, toplumumuz için, uluslaşma sürecimiz tamamlandığında çözülmüş olacaktır.
- Tarih öğretiminin amacının “Ulusal tarih bilinci kazandırmak” olması, elbette, kendimize ve karşımızdakilere değişik ölçütlerle bakmamızı gerektirmez. Doğrusu, bunun tersidir. Eğer kendimize, nesnel ölçütlerle bakabiliyorsak, karşımızdaki “diğerleri”ni de ancak o zaman nesnel ölçütlerle değerlendirebiliriz.
Tarih öğretiminde olması gerekenlerle ilgili birkaç çizgiyi, şimdilik bu kadarıyla sunmakla yetiniyoruz ve okurlarımıza, gerçek sorularla dolu bir düşünce yaşamı diliyoruz.
(*) Nevzat Aksoy – Tarih Öğretmeni (MEF Okulları Bilim Kurulu Üyesi)
(**) Tanımın sahibi: Prof. Dr. Işık Bökesoy’dur.