Modernite ile gelişen kapitalist ekonomik yapılanmanın oluşumu neticesinde, kadın tüketim ekonomisinin hem bir aracı olarak kullanılmış, hem de tüketimin temel hedefi olarak kullanılarak ekonomik olarak sömürülmüştür. Kadın, örtülü bir şekilde ona idealize edilen, dayatılan sisteme ve düzene uymadığı takdirde bir şekilde mutsuzlaştırılarak iyi bir tüketici olması sağlanmıştır. Küreselleşme başlığı altında, ‘Modernite’nin ülkesel ve ulusal nitelikli bir imajı olamaz kanaati yerleştirilerek Batı değerlerinin ve gücünün bir yayılma aracı olarak da kullanıldığını görmek mümkün. Böylelikle yerel kimlik ve değerler yok edilerek, itibarsızlaştırılarak, Batı değerlerinin bütün dünyada dominant bir güç olması sağlanmıştır. Bu süreç bir yandan siyasal egemenlik düzeni oluştururken, bir yandan da ekonomik anlamda sömürünün düzenini hazırlayıp güçlendirmiştir.
Günümüz medyası kadını, televizyonuyla, radyosuyla, bin bir türlü kocaman reklam panolarıyla hiç durmadan, toplumdaki yerini belirlemede bir mesaj bombardımanına tutarken, bir yandan da onlardan nasıl ve ne olmalarını talep ediyor. Özellikle kadın cazibesi üzerinden giden medya, kadını bir seks objesi olarak kullanıyor ve “medya satar” anlayışıyla, bu iddianın içine büyük bir ustalıkla “seks satar” ı yerleştiriyor.
Özellikle ‘Moda’ kavramı üzerinden giderek konunun tarihi ve sosyolojik seyrine genel olarak değinecek olursak; modanın, antik Yunan, Roma ve Orta Çağ Avrupası’nın hiyerarşik toplumları içinde yer alan üst sınıflar arasında doğmuş olduğunu görüyoruz. Doğal olarak moda üst sınıfı ilgilendiriyor, geniş ve büyük kitleler ise geleneklere göre yaşıyordu. Aynı toplum içinde yaşayan fertlerin birbirlerini tanımaları için ‘Milli veya Yerel Kıyafetler’ kullanılıyordu. Elit sınıf ile diğer alt sınıfların ayrımı, özellikle üst sınıfların ayırt edici giysi farkını ortaya koymasıyla belirleniyordu. Bu durum alt sınıfların üst sınıflara öykünmesini artırarak günümüze kadar süregelmiştir. Bir hayli monoton ve içe dönük bir süreç geçiren Orta Çağın sonlarında XIV. Yüzyıl Avrupa’sında tüm sınıfların giyim anlayışında çok farklı çeşitlilik ortaya çıkmış. Eski yöresel, milli kıyafetlerin –modaların- yerini tüm Avrupa’yı kucaklayan bir moda almaya başlamış. Tarihin dönüşüm evreleri modanın şekillenmesinde belirleyici ve yönlendirici olmuş. Feodal dönemlerde erkek giysilerinde abartı ve özenme ön planda olup moda onlara hizmet etmiştir. Bu durum Rönesans’ı da içine alan bir dönemdir. Avrupa’da Feodal dönemden merkeziyetçi döneme geçilince bu sefer İspanyol modası tüm Avrupa’yı sarar. Moda bu dönemlerde kendi içindeki evrimini bir ‘gelişme’ süreci içinde devam ettirir. 1789’a kadar Avrupa’da saray çevresine hapsedilmiş olan moda, bu tarihten günümüze kadar evrensel bir boyut kazanır. Bugün moda, insanlık üzerinde ciddi bir despot gibi hüküm sürmekte, günümüzün Modern Ekonomisiyle çok güçlü bir birliktelik ve birbirinden beslenen bir simbiyotik (tamamlayıcı) ilişki içindedir. Fransız devriminden itibaren moda, geleneksel giyim tarzını alt tabakaların taklit etmesinden doğmamıştır. Artık moda, ‘yeni olan’dır, tüm alışkanlıkları altüst edendir, insanı ‘modern’leştirendir ve özellikle ‘kadınlar’ içindir. Ayrıca moda üstün sınıfın tekelinden çıkıp demokratikleşmiştir bir anlamda. Bu süreci Ümit Meriç’in makalesi oldukça iyi özetler;
“XX. Yüzyılın son çeyreğinde yaşayan insanların çoğu için moda, haşin ve acımasız olan hayatı güzelleştirmeye, sadece baskı ve görevin olduğu bir dünyada insana belli bir özgürlük sağlamaya ve yığınların kendilerini ifade etmesine yardımcı olmaya devam etmektedir. XX. Yüzyıldan XXI. Yüzyıla geçerken moda, Batı ülkelerinin bir iç dinamizmi olmaktan çıkmıştır. Televizyon ekranları, küçülen dünyamızı bir örnek giydirmek görevini ‘meccanen’ üstlenen birer okul olmuştur. Afrika rengine Asya kupunu katan Batılı modacı, artık sade kendi ülkesinin değil, ‘dünyanın elitleri’ni de giydirmektedir. Sözlerimizi bir formüle bağlamak gerekirse, modalar hep geçmekte; ancak modanın kendisi hiç değişmeden kalmaktadır.” (Meriç, 2000, s.38)
Kadının horlanmışlığı, ezilmişliği ve bir eşya gibi kullanılmışlığı, sınıflı toplumların tarihi kadar eskidir. Bu süreçte kadın cinsi, ezme yöntemlerinin birçoğuna tanık olmuştur. Daha güzel görünsün, daha fazla önem kazansın diye tarih boyu yapılanların birçoğu aslında kadına eziyetten başka bir şey değildir. Kadın bütün güzelliklerin simgesidir; incedir, merhametlidir, anadır, yardır vb. Ama bütün bu yakıştırmalar kadın cinsinin toplumsal konumunu pek fazla değiştirmemiştir. Kadın yine ezilendir, sömürülendir. Ancak, kadın cinsinin toplumsal yaşama ve ilişkilere damgasını vurduğu dönemlerde olmuştur. Bir yandan çok önem ve değer atfedilen bir kadın, diğer yandan içi boşaltılan, tüketimin ‘metaı’ haline getirilen bir kadın paradoksu arasında ‘KADINLIK TÜKETİLİYOR’.
Son günlerde basına kısmen yansıyan önemli bir araştırmayı yapan ABD’nin önde gelen bilim kuruluşlarından Massachusetts Institute of Technology (MIT)’ye göre;
“Kadın bedeninin erkek-egemen kültürün dayatmacı araçları yoluyla terörize edilmesi sadece modern zamanlara özgü bir saldırıdır. Kadın bedeni bu sayede açıldıkça, üzerindeki giysiler tek tek çıkarıldıkça veya bedeni örten giysiler kısaltıldıkça (çıplak giyinik) cinsel tüketime sunulan bir metaa dönüşmüştür. Bu özel mahiyetteki tüketimin nesnesi kadın bedeni, yani fazlasıyla aşırılaştırılmış dişiliği, tüketici muhataplar ise kitlesel müşteriler olur.”
“Kadın bedenindeki her organ ve unsur tırnak, ayak, bacak, kalça, bel, el, kol, göğüs, sırt, boyun, yüz, saçlar ve her şey; hem endüstriyel çarkın dönüşünde kullanılmakta hem de kitlesel cinsel tüketime sunulmaktadır. Burada kadının modern sunumda sahip olduğu ve hak ettiği tek değer, ‘dişilik’ özellikleri abartılarak, öne çıkarılarak, erotize edilerek açık bir biçimde suiistimal edilmektedir. Endüstriyel üretimin her safhasında kullanım değerine göre kadının her organı devasa bir sektörün üretim, değişim ve tüketimin sürdüğü dolaşımda iş göreceği özel bir fonksiyona karşılık olmaktadır.”
Yazının başında da bahsettiğimiz iki ana soru ile bu sorunsal daha yakından göz atalım. İlk sorumuz ‘GÜZELLİK’ üzerine odaklı;
1- Sömürü sistemi ‘Güzellik’ kavramını moda ve medya aracılığı ile nasıl istismar ediyor?
Günümüzde “güzellik” kavramı kullanılarak, kadına ne ve nasıl olması gerektiği konusunda, düzenli ve sistemli mesaj bombardımanı yapılıyor. Güzellik kavramının içi, bazı ticaret ve siyaset dünyasının otoriteleri tarafından kendi çıkarları doğrultusunda belirlenerek dolduruluyor. Suni olarak üretilmiş bu kanıya göre, her kapıyı kolayca açabilen güzellik başarının anahtarıdır. Eğer güzelseniz; biliniz ki işe girme, kariyer yapma veya başarmak istediğiniz herhangi bir şeyde öne çıkma şansınız, diğerlerine oranla daha yüksek olacaktır. Bu mesaj, yazılı ve görsel medyanın tüm alanlarında, birbirini doğrularcasına paralel bir söylem içinde vurgulanır. Gündelik hayatın en etkili araçları olan gazeteler, dergiler ve televizyonlar bu söylemlerin çığırtkanlığını yaparken sorumluluk duygusunun çok dışında hareket etmekten kaçınmaz nedense.
Öne çıkmasını istedikleri söylemler medyada, dizilerdeki kahramanlar aracılığı ve kadın programlarında belirlenen konularla sürekli olarak lanse ediliyor. Medya bu söylemleri, sanki asli bir görevi imiş gibi, her dönemde otoriterlerce belirlenen güzellik kriterlerini, geniş kitlelere ulaştırmayı kendine vazife edinmiştir.
Kadın toplumsal bir birey olarak algılanma mücadelesi verirken, kendi bedenindeki güzelliği öne çıkarmayı baş kriter edinmiştir. Özellikle estetik ameliyatları, kadınların “ideal kadın”a ulaşmada en fazla başvurdukları yol. Kadının bu yolu seçmedeki en önemli etken, istenilmeme ve beğenilmeme korkusudur. Yaratılan bu suni korku, kadının tercihlerini belirlemede önemli bir faktör haline gelmiştir. Medya özellikle orta yaş üstü kadınları hedef göstererek, yaşlanma kaygısını hissettirerek, kadını korku içine çekiyor. “Kadın ve bedeni” adlı kitabın yazarı ile yapılan söyleşide Prof. Yasemin İnceoğlu bu korkuyu şöyle dile getirir;
“Korku ve nefret çok iç içedir. Korkunun doğal sonucu nefrete dönüşür. Kadınlara dayatılan bu korku sonucunda kadın o halinden, bedeninden nefret etmeye başlıyor. Çünkü ona sunulan tablodan çok uzak. Onu telafi etmek için inanılmaz bir çabaya giriyor. Ruhsal bir yara, parçalanmışlık duygusu yaşıyor.” (İnceoğlu. Y. Kişisel Görüşme, 2010)
Güzellik kavramının büyük şehirlerdeki kadını esaret altına alması, özellikle son yirmi yıldır hızını artırarak devam ediyor. Günümüz kadını ona dayatılan bu kriterleri yerine getirmede sanki bir yarış içinde. Eğer bu yarışa katılmazsa hem eşinden hem de toplumdan dışlanacağı kaygısı içinde. Bu konuda ciddi araştırmalar yapan Prof. Yasemin İnceoğlu kadınların bu duygularını şöyle dile getiriyor;
“Ayrıldığı, aldatıldığı ya da aldatılma potansiyelini hissettiği için yapanlar var. Medyanın özellikle çok pompaladığı orta yaş üstü kadınlar, yaşlanma kaygıları ve korkuları nedeniyle estetiğe başvuruyor. Güzellik enstitüsü bunu pompalıyor. ‘Yaşlanırsanız da güzel yaşlanın,’ diyor. O da ‘Ben buna değerim,’ diye kendini şımartmak istiyor. Korku kültürü, özellikle kadınlar üzerinde beğenilmeme kaygısı yaratarak, eğer o ürünleri kullanmazlarsa çirkin yaşlanacaklarını iddia ediyor.” (İnceoğlu,.Y. Kişisel Görüşme, 2010)
2- Mass Medya kadını cinsel bir obje olarak mı kullanıyor?
Medya, kadını cinsel bir obje olarak kullanırken sömürmekle kalmayıp aynı zamanda toplumsal cinsiyet ayrımcılığının oluşmasında da öncülük ediyor. Saktanber’in de belirttiği gibi kadın, sürekli başkalarının istekleri yönünde biçimlenirken doğal olarak ‘kendi olma’ özelliğinden de o derece uzaklaşıyor. Saktanber şöyle devam ediyor;
“Daha da önemlisi medyada kurulan kadın kimlikleri giderek artan bir biçimde erkek egemen söylemlerce tanımlanan bir cinsellikle örtüşür hale gelmekte. Bu söylem ana hatlarıyla kadını pasif, kolayca el konulabilir, hükmedilir, parçalarına ayrılıp çeşitli amaçlar için kullanılabilir seyirlik bir cinsel haz nesnesine dönüştürür. Dolayısıyla kadınlar medyanın çeşitli alanlarında kendi seyredilişlerini seyrederlerken, bir yandan da onlardan talep edilen “ideal” kadının ne olduğu gösterilir ve onlara kendini benim seni sevdiğim gibi sev, benim istediğim gibi ol der”. (Saktanber, 2010, s,189)
Kadın yüzyıllardır etiketlenmenin getirdiği ağır yükün altında mücadele verirken diğer yandan da medya, kadının bireysel yolculuğunu tamamlamasına izin vermez ve aksine kadınları destekliyorum söylemlerini manipüle ederek, kadını bir çıkmazın içine çeker.’ Kadın’ ile ‘seks satar’ yan yana işlenen kavramlar haline gelmiştir.
Medyanın etkisini anlayabilmek için moda kavramını incelemek gereklidir. Modanın moda olabilmesi için, geniş kitlelere yayacak bir araca ihtiyacı bulunmaktadır. Bu açıdan modanın etkisinin medyanın etkisiyle paralel arttığından söz edilebilir. “Moda, Reklam, Medya Üçgeni” adlı makalesinde Ufuk Özdemir moda ve medya ilişkisini şöyle anlatır;
“Moda, kendini toplumda kabul ettirmek için çeşitli mekanizmalar kullanır. Bunlar yüceltme, aynileştirme, ödüllendirme ve projeksiyon olarak sıralar. Medya da daima daha açık daha tahrik edici kıyafetleri haber yapmaktadır. Bu kıyafetlere haberlerinde, “cesur”, “cüretkar”, “gözalıcı” gibi olumlu nitelemelerle yer verir. Modacılar da medyada daha çok yer almak için her zaman daha “cesur! ve cüretkar!” kıyafetler üretirler. Bunların birçoğunun en azından o dönemde herhangi bir yerde giyilmesi de mümkün değildir. Ancak, amaç bu konudaki hassasiyetin kırılmasıdır. Bu büyük ölçüde de başarılır.
Görüldüğü gibi modanın ve moda vasıtasıyla kadın kıyafetlerinde açıklığın yaygınlaşmasında en önemli unsur kitle iletişim araçlarıdır. Medyanın kitleler üzerindeki büyük gücü ahlaki değerleri etkisizleştirmek ve modern ve çağdaş yaşam biçiminin kitlelere kabul ettirilmesi amacıyla kullanılır.”
Zevk, bu toplumun sürekli özel ödülü. Fakat bu ödülü almak için bir güdü gerekiyor. İşte, bize karşılık verdirten ve ödülü alan kadınlık arzuları… Bir kadın olmak, sürekli hitap edilmek, sürekli incelenmek, arzumuzun sürekli davet edilmesi demektir; mutfakta, caddelerde, moda dünyasında, film ve edebiyatta. Kitaplardan, dergilerden, filmlerden, televizyondan, radyodan sürekli olarak kadınların neyi arzuladıklarına dair sorular yükseliyor, düşünceler sunuluyor. Arzu durmadan tanımlanıyor ve uyarılıyor. Her yerde kadınlık arzuları araştırılıyor, satın alınıyor, paketleniyor ve tüketiliyor. (Coward, 1993, s.7)
Coward, kadının meta olmasındaki gerçeği, psikolojik ve sosyolojik süzgeçten geçirerek önümüze koyar. Ufuk Özdemir ise kadın üzerinden reklam konusuna şöyle değinir;
“Reklamlar önemli ölçüde kadınlara hitap eden ürünlerin sunumunu yapmaktadır. Kadın hem nesne olarak, hem de hedef kitle olarak reklamların önemli unsurudur. Kadınlara yönelik reklamlarda kadınların güzel olma özlemi tahrik edilmekte, erkeklere yönelik olanlarda ise kadın unsuru kullanılarak ilgi çekilmeye çalışılmaktadır. Ama her halükarda iki durumda da kullanılan kadın olmaktadır. Kadının ve cinselliğin medyada ve reklamlarda kullanılması insanların buna olan yoğun merakından kaynaklanmaktadır. Uzun süredir cinsellik, hem Batı’da hem de Türkiye’de kadın dergilerinin en önemli temalarından biri olmaktadır. Genel olarak bunun nedenini, rekabetin yüksek olduğu bir alanda, seksi bir dergi kapağının ve cinsellikle ilgili konuların daha çok satacağı düşüncesi oluşturmaktadır.
İster gazete ve dergide, ister televizyonda olsun, reklamlar hem modanın yaygınlaşmasında, hem de tüketimin körüklenmesinde önemli bir faktör olarak önemli rol oynamaktadır. Reklamlarda oluşturulan kadın tipleri, sadece belli bir kesimi etkilememekte, kadınları, genç kızları, erkekleri ve çocukları, yani, ailenin bütününü etkilemektedir. Çünkü reklamlar herkese hitap eder. Özellikle, kadın ve çocuklar reklamların sadık izleyicileri ve çoğu zaman da kurbanları olarak görülmektedir. “
Kendisine, her fırsatta cinsellik aramayı ve cinselliği akla getirmeyi hedef edinen medya, zihinleri reklâmını yaptığı ürüne odaklarken kadın cinselliğinin cazibesini kullanarak dikkat çekmeye çalışıyor. Sayısı az olmakla birlikte, kadını görselde cinsel obje olarak göstermeyen reklamlarda bile, cinselliği çağrıştıran cümleler dikkat çekiyor.
Paul Knox ‘Bana bir ülkenin TV reklâmını gösterin, size o ülkenin motorunu neyin çalıştırdığını söyleyeyim’ derken aslında, herkesi reklam izlerken farkındalık seviyesi yüksek bir gözlem yapmaya davet ediyor. Kadının içinde bulunduğu duruma global ölçekte bakıldığında, ortaya çıkan tabloda görünen o ki; dünyayı biçimlendiren kapitalist gücün düzenini yürütebilmesi için kadına sözde başrol verirken, kadını kadın ve özellikle birey yapan değerleri elinden alarak asıl kimliğinden uzak, aciz bir kadın yaratıyor. Bu kısır döngünün içinde kalan kadın kendi öz değerlerini üretemediği gibi, kendine değer verildiğini sanarak yapay bir tatmin içinde sürüklenip gidiyor. Bu kaosun dışına çıkabilmiş ve mücadelesini verebilmiş kadınlar elbette var ama asıl dikkat çeken sayılarının bu denli az olması.
Medya tarafından yaratılan, aslında suni olup, olmazsa olmaz gibi dayatılan bu “ideal kadın” tipi hakkında Coward diyor ki “Kültürümüzün yarattığı ideale doğada rastlamak zordur. Büyük bir çaba harcamadan bu biçime ulaşabilen kadın çok azdır. Hemen hemen bütün kadınların bu biçimde olduğuna bizi inandıran reklam imgeleri, fotoğraflar vs.’dir. Fakat ideal, yapay olarak oluşturulur.” Aynı konuya dikkatleri çekerken gözden kaçan sinsi bir oyunla karşı karşıya kalan kadını tasvir ederek devam ediyor;
Kadınların çoğu ideal imgeyle iki anlamlı bir ilişkiyi sürdürüyorlar, -tamamen redde pek rastlanmıyor- kendini dönüştürme fantezileri yayılıyor. Fakat aynı zamanda, kadınlar arasında genellikle düşünüldüğünden daha fazla narsistik kendini doğrulama var. Vücudun parçalanması sonucunda kadınların çoğu bedenlerinin bazı bölümlerine değer biçiyorlar: Gözler, saçlar, dişler, gülümseme. Bu olumlu öz imge, kadınların bu toplumda kendilerini sevmemeleri için düzenlenen hileli zarlara karşı korunmalıdır. Ne var ki bu duygular, kadınların bedeni üzerine yerleştirilen yıkıcı ve sınırlayıcı ideallerden kaçma yolunun temellerini oluşturmak üzere pusuya yatmış günlerini bekliyorlar.(Coward, 1993, s.49)
Coward, cümlelerinde ki bu vurgulamayla kadını sorumluluk alanına çekerken, kadının da kendini kandırma rolünde olduğunu ve kendi sorunsalında daha dikkatli olması gerektiğinin altını çiziyor. Kadın kendi sorunsalını çözmede daha akıllı, duyarlı ve çözümün bir parçası olmalı. Ayrıca bu süreçte yönetimi elinde tutmalı.
Kadın bireysel yolculuğunu bir türlü tamamlayamaz. Fakat bu süreçte kendi üzerine düşen gayreti yeterince gösteremediğinden, yönetilen olmaktan kurtulamaz ve özellikle hızlı iletişim çağının en önemli aracı olan medya çarkında debelenirken vakit kaybeder. Son yüzyıl içinde kadın haklarının iyileştirilmesi yönünde gösterilen çabalar neticesinde tüm dünyada kadın için verilen mücadeleler ses getirmeye başlamıştır. Özellikle bu konuda hayatını adamış kadınlarımızın olması sevindirici olmakla birlikte, üzücü olan çoğunluğu oluşturan diğer paydanın gereken desteği vermekteki duyarsızlıklarıdır. Bu büyük paydanın bir kısmını teşkil eden bazı kadınların da, medyayı kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları da acı bir gerçek. Medya kadını kullanırken bir kısım kadınlar da “kadınlık cazibesi” kullanarak bu sorunsalı ciddi bir şekilde körüklüyor. Bu konuda özel bir çalışma yapan Sandra Magaro adlı üniversite öğrencisi makalesinde konuya medyanın etkisine vurgu yaparak şöyle diyor;
Televizyon cinsiyetçiliğinin hemen yanı başında daha büyük veri kabul edilmiş başka bir katılımcı daha vardır sinema endüstrisi. Bu endüstri ve film akademisi kadının sürekli fahişe, psikopat ev kadını, acımasız kötü kadın gibi düşük imajlı roller üzerinden ödüllendirir. Bu olumsuz ve tek tip imaj günümüz toplumunda kadının kendine bakışını da etkiler. Akademi bu roller oynayan aktrislerin popülerliğini ödüllerle ve onları onurlandırarak tanır. Aslında bu roller aktrisin bizzat kendisini aşağılamaktadır. Oysa bu roller aracılığıyla kadınların moralini bozmak yerine kadının imajını güçlendirecek bir durum yaratılmalıdır. Ne yazık ki toplumun kadına bakışı halen sorunludur ve medyada kadının cinsel istismarı tercih edilir bir durumdur.
Kadının unutmaması gereken şey, kendi bedenine biçilen ideal ölçünün, aslında toplumlara ve zamana göre değişebildiğini idrak etmesi ve bu tuzağa düşmemesidir. Ayrıca bu bilinçaltına yüklenen imaj takıntısı fiziksel görüntüden ibarettir. Asıl önemli olan, bizi çok daha güçlü kılan ve özsaygımızı besleyen değerlerimizi öne çıkarabilecek gayretlerin içinde olabilmektir.
Kadın kendi olma çabası içinde gelişimini ve değişimini sürdürmeli. Ancak bu değişimde en önemli rolü kadın üstlenmeli ve medyayı bir fırsat bilip doğru ve amacına uygun biçimde kullanmalı. Kadın tarih boyunca ona biçilen ‘sınırlı’ ve ‘birilerinin istediği gibi olma’ dayatması ile ilgili konuları çözüm odaklı ve çok etkili bir şekilde medyada işleyebilir. Kadının unutmaması gereken şey, kendi bedenine biçilen ideal ölçünün, aslında toplumlara ve zamana göre değişebildiğini idrak etmesi ve bu tuzağa düşmemesidir. Asıl önemli olan, kadını çok daha güçlü kılan ve özsaygısını besleyen değerlerini öne çıkarabilecek gayretlerin içinde olabilmektir. Kadın ne zaman ki bu söylemleri tam anlamıyla fark eder ve sorumluluğunu üstlenir, o zaman sorunsalı yöneten ve neticesini gören olacaktır.
‘Tüketim kültürü’ nün egemen olduğu günümüzde, medya, moda, ‘reklam ilişkisi’ hem modern yaşam biçiminin yaygınlaşmasında, hem de kadın görünümü ve kıyafetini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu etki, küreselleşen dünyada toplumsal değişimi ve kültürel yapıyı değiştiren ve dolayısıyla kadını sömürü aracı haline getiren faktörlerin en önemlisidir.
Sonuç olarak kadın ciddi bir çıkmazın içinde kendi olabilme mücadelesini verirken yine kendi farkındalıklarını artırma ve kadını kadın yapan değerlere sarılma çabası içinde baş aktör olarak mesafe alabilecektir. Kadın bu mücadelesinde sadece hemcinsleriyle işbirliği yapmakla kalmayıp, kadın ve erkek bütünlüğü içinde birlikte yaşama ve çözüm üretme de dayanışma içinde olmalıdır. Çatışarak, birbirini yok sayarak değil, farklılıkların kabulünü bir zenginlik sayarak, birbirine saygı duyarak çözüme gitmeliler. Bu bakış açısını geliştirebilen kadın, problemi hızla eritecektir.
KAYNAKLAR
Coward, Rosalin (1993). Kadınlık Arzuları. (A. Türker, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Tekeli, Şirin (2010). 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. İstanbul. İletişim Yayınları.
Saktanber, Ayşe (Ed.),Türkiye’de Medyada Kadın. İstanbul: İletişim Yayınları.
Meriç, Ümit (2000). Türkiye Kanatlarınızın Altında. İstanbul: Timaş Yayınları.
Özdemir, Ufuk (2003). “Türkiye’de Kadın Kıyafetinde Modernleşme Süreci ve Medyanın etkisi”, Köprü Dergisi, İstanbul, s. 84.