Yunanlılar, Antik Kem Ülkesi’ne (Mısır) gizemli, esrarengiz, anlaşılmaz şey anlamına gelen Egypt adını vermişlerdir. Bunun en büyük nedeni, ezoterik yapılanma ve kültürün bu Antik Kem Ülkesi’nin her yerinde görülmesidir. Bu yapılanma ise Hermetizm’dir.
Bilim, dinsel denen düşüncelerde sadece insanların birtakım ortak tasarılarını görür; bunların özünü, kaynağını ve gelişimini inceler. Bu düşünceleri birtakım alay ve şakalara konu yapacak yerde, onlarda insanların düşünce tarihini ilgilendiren çok değerli bilgiler bulur. Toplumbilim, dinsel olayların üzerine iyi niyet ve anlayışla eğilmekte, onlara birer “insan olayı” gözüyle bakmaktadır. Aydınlarımızın çoğunda, bilimin bu bakış açısını anlayamayan güçsüz, zavallı ve çekingen bir bilim anlayışı hakimdir.
Bilimselliği benimseyen özgür tavrımız ile yine bilimin bulgu ve bilgilerine dayanarak bu kültürü anlamaya çalışmak gerekli olmaktadır.
İslamiyet’in ilk yıllarındaki toplumsal ve bilimsel alanlardaki gelişme ve ilerlemeler daha sonraki yıllarda nasıl ki tam tersi bir yapıya büründüyse, 3500-4000 yıllık çok uzun denebilecek bir zaman periyodunda Antik Mısır Hermetik öğretisinde de (Mitos, Ritüelller, Kavramlar…vs.) amaca ve geleneğe uygun olmayan değişimlerin kaçınılmaz olması mümkündür. Bu nedenle bu Kadim Uygarlığı ve Ezoterizm’ini değerlendirirken çok dikkatli olunmalı, özellikle temel kavramlarının daha sonraki ezoterik yapılanmalardaki yansımalarını da göz önüne alarak gerçek doğruları tespit etme yoluna gidilmelidir. Yalnızca bilinen Antik Mısır Hermetik bilgileri ile yola çıkıp değerlendirme yapmaya çalışmak bizi içinden çıkılmaz bir bataklığa sürükler.
Antik Mısır Uygarlığının ihtişamı, daimi bir cazibe merkezi olduğundan, “İlk Ara Devre” olarak adlandırılan M.Ö 2181-2133’lerde büyük karışıklıklar ve denizci kavimlerin istilaları ile çalkalanmıştır. Bilhassa daha sonraları Hiksos istilası ile gündeme gelen; Hiksos Krallarının, Firavunun tanrısal gücüne (gizlerine, sırlarına) sahip olma istekleri ile Hermetik yapı daha da içine kapanmış, öncelikle halk tarafından uygulanan cenaze ritüelleri ve ezoterik bilgiler, sırrın saklanabilmesi uğruna aslından uzaklaştırılmış değiştirilmiş olabilir. Bu nedenle daha çok “Yeni İmparatorluk” M.Ö 1650- 1085 devirlerine ait olduğu bilinen ve “Ölüler Kitabı”nda da konusu edilen “Ağızın açılması kitabı”..vs. gibi ritüellerin irdelenmesiyle değerlendirme yaparak kesin yargılara varmak akılcı olmamaktadır. Bu nedenledir ki; değerlendirmelerde Ezoterizm’in tarihsel süreçteki izini sürmek. Antik Yunan, İbrani, İslami.. vs. Hermetik anlayışları ile çakışan noktalarını buluşturmak, bu öğretinin hem doğrulanmasına hem de daha iyi anlaşılmasına olanak tanıyacaktır.
Mistik okullar da;
• Mensuplarına bilim öğrenmeyi öğütler, ancak bunun çağdaş ve pozitif bilim olması yönünde hiçbir dileği ve koşulu yoktur.
• Mensuplarına dogmatik yoldan edilgin (pasif) bir sevgi ve aşk vermeye uğraşır. Bu, bilim ve akla dayalı aktif ve dinamik bir sevgi değildir.
• Mensuplarına bilge olmayı tavsiye eder ve bunu, yine gizli anlamlar bilimi ile tümel varlığa duyulan “aşk”ın birleşmesi şeklinde algılar. Gizli Anlamlar Bilimi ise dogmatiktir.
Bilim ve bilimselliğin kavramlarını onun dışında kalan simgelerle uzlaştırma ya da birlikte kullanma hakkını hiç kimse kendinde bulamaz. Aydınlanma yolunda olan bir bilinç; her türlü simge ve kavramları bilimsel yöntemlerle kendi konuları içinde inceleyerek değerlendirmeli ve tarihsel insanlık kültürünü anlamaya çalışmalıdır. Dinsel ve geleneksel dogmalarla, boş inançlarla mücadele etmenin bir yolu da budur.
Eski Mısır Uygarlığı ile ilgili elimizdeki mevcut veriler şunlardır:
• Her çeşit hiyeroglif metinler. (Resimle, sembolik ve fonetik olarak 3 şekilde anlamlandırılır). Mabet ve mezar duvarlarındaki, tasvirler, yazıtlar, boyanmış resimler, simgeler, heykeller.
• Arkeolojik ve antropolojik bulgular.
• Mevcut mimari yapılar ve yapım teknikleri.
• Eğitim ve öğretim tarzı, edebiyat, ahlak, bilim ve sanatı ilgilendiren metinlerdir.
Konunun çok geniş ve kapsamlı olması nedeniyle önemli gördüğümüz konuları mümkün olduğunca kısa ve öz olarak sunmaya gayret ederek Mısır ile ilgili şu genel bilgiler söylenebilir:
Kuzeyi Delta “Aşağı Mısır” “Akdeniz Mısır’ı”, güneyi ise Vadi “Yukarı Mısır” “Afrika Mısır’ı” olarak adlandırılan Antik Mısır’ın en eski ismi Kem Ülkesi’dir.
(Kem; 1- karanlık, yanarak kararmış, 2- Asya’da Yenisey (kutsal nehir- Nil nehri gibi) ırmağına verilen isim; Kam’lığın (Shaman)’lığın en katı uygulandığı yer. [Kam’lık da Kara Kam ve Beyaz Kam diye iki ayrı kişilikte uygulanır.])
Anlamlarına geldiği gibi; Grekçe’ye; khemeia-kemia (öz-su, öz) anlamında, Arapça’ya da el-kimiya, el-simiya olarak geçmiştir. Antik Mısır ve Grekçe anlamlarındaki iki ayrı tanımlama ile karanlık=öz eşitliği ile aslında Mısır Tradisyonu’nun temel “ilke”si olan “kara”nın nasıl bir “öz” olduğunu KA-RA bahsinde göreceğiz.
Delta ve Vadi (Aşağı ve Yukarı Mısır)nin simgesel birleşmesi
Kem Ülkesi’nde beylik diyebileceğimiz “Sepatlar”a rastlarız. Vadi Mısır’ında 22, Delta Mısır’ında ise 20 Sepat vardır. Sepatlar; Saru denilen ihtiyarlar meclisi tarafından idare edilirdi. Bu Sepatlar’ın her biri Ejderha, Köpek, Şahin, Akrep, Yılan, Çakal, Boğa, Koç, Kartal, Aslan gibi simgeleri olup bunlarla tanınırlardı. (Asya’daki şaman kabile ve boylarının da birer simgesel hayvanı vardı.)
Mısırda M.Ö 4000’lerde birbirlerinden ayn ayrı gelişmiş iki medeniyet göze çarpmaktadır. Daha sonra bu medeniyetler tek bir krallık altında birleşmişlerdir. En eskisi olan (1. Medeniyet) Vadi (Yukarı Mısır) Medeniyeti. 2. Medeniyet ise Delta (Aşağı Mısır) Medeniyetidir.
Yapılan arkeolojik ve antropometrik bulgulara göre; Vadi Mısır’ında bu devreye ait mezarlardaki kemik ve kafatası yapıları, uzun boylu ve uzun kafalı Afrikalı insan tipi ile geniş ve orta kafalı Asiyanik karakterdeki insan kalıntılarına ait olduğunu göstermiştir. Asya kökenli insanların tam olarak bilinmeyen bir tarihte deniz yolu ile geldikleri sanılmaktadır. İkinci Medeniyet olan Delta Mısır’ının halkı ise doğrudan doğruya Asya’dan gelmiş geniş kafalı, güneydekilere nazaran daha kısa boyludur.
Vadi ve Delta Krallıklarının birleşmesi
|
![]() |
|
Aşağı Mısır Kraliyet tacı | Aşağı ve Yukarı Mısır’ın birleştirilmiş tacı |
Eski İmparatorluk dönemi firavunlarına ait kafatası ve kemik yapıları ise şöyledir: Uzun boylu ve uzun kafalı Afrikalı tip ve geniş kafalı Asianik tip, özellikle Yeni İmparatorluk devri ve sonrasında Asianik tip firavunların egemenliği göze çarpar (M.Ö 1580).
Delta ve Vadi’deki iki krallığın birleşmesini sağlayan, Şahin Horus’un sayesinde başarılı olduğu belirtilen Kral Narmer’dir.
Eski Mısır dilinde;
N’r; Nar; balık
Mr; Mer; Yontma kalemi; Piramit; Su Kanalı anlamlarına gelmektedir.
KRAL “NAR-MER”İN MISIR HİYEGROLİFİNDEKİ İFADESİ
N’r = Nar = Balık = Nar (tümel, ile tikellerin birliği) – Balık yumurtaları ve Nar taneleri
M’r = Ustaların kullandığı yontma kalemi (ustalık, emek harcama)
Nar seslendirmesiyle ifade edilen N’r Arapça’da; 1- Nur; Işık 2- Nar; ateş, tanrısal aşk ateşi olarak kavramlaşmıştır.
Balık;
Mısır Tanrıçası İsis, “uçurumun büyük balığı” olarak betimlenir.
Kur’an-ı Kerim’de “ebedi yaşamın simgesi”, Hıristiyanlıkta “İsa’ya ve ona inananların simgesidir.” (Son akşam yemeğinde havarilerle beraber balık yenmiştir). (Tümele erişilmiştir).
Yunanca İchthys Balık demektir. (İ) esus, (CH) ristos, (TH) eu, (S) oter’in parantez içindeki ilk harflerinin kısaltılmışı olarak; Tanrı-Oğul-Kutsal Ruh anlamlarında İsa’yı tanımlar.
Hint Tanrıçası Kali, “balık gözlüdür”.
Çin tanrıçası Kwan-Yin, “balık tanrıçası” idi.
Yunanca Rahim anlamına gelen Delphos sözcüğü aynı zamanda balık anlamına da gelir. Tevrat’ta Yunus peygamberin öyküsü anlatılır. (Peygamberin balık tarafından yutulması simgesi)
Balığın çok yumurta yapması onu Bereket, sürekli sürü halinde dolaşması da Birlik sembolleri yapmıştır.”
Mısırda halkın bol bol yediği taze ya da kurutulmuş balık, kral veya rahip gibi “her türlü kutsallaşmış” şahıslara yasaklanmıştı. Anadolumuzda bazı Bektaşi ve Mevlevilerin de balık yemekten imtina ettikleri bilinmektedir.”
|
|
Anadolu Kibele’si ve Nar | Nar’lı Para |
Antik Mısır’daki N’R=Nar; balığın yumurtalarındaki doğurganlığın ve bolluğun simgesi olarak aynı seslendirme ile Anadolu’da Kibele kültünde Hayat ağacının meyvesi ve dişilik simgesi olarak görülür. Kırmızı çatlağı, kanlı usaresi ve sayısız taneleriyle kadın rahminin yumurtalarıyla özdeşleştirilmiştir. Anadolu Kibele kültünün Avrupa kıtasına götürülmesiyle Roma Yunan ve uygarlıklarında kabul görmüştür. Avrupa kıtasında narın meyve olarak bu simgeselliği Anadolu menşelidir.
Anadolu’nun bazı yörelerinde düğünlerde, gerdeğe girerken gelinin eline nar verilir, gelin de narı yere vurup parçalayarak “bu nar taneleri kadar çocuğum olsun” dileğinde bulunur.
Helenistan’da Hera ve Afrodite’in alametiydi ve meyvesinin Dionysos’un kanından oluştuğuna inanılırdı.
Roma’da gelinlerin başı nar dallarıyla süslenirdi.
Kilise de bunu tanrısal mükemmelliğin ve hatta Kilise’nin bizatihi kendisinin sembolü haline getirmiştir.
Antik Mısır dilindeki;
KEM Yanarak kararmış
AMON AM; sevgi – ON; varlık
AMON: Sevgi Varlığı
HORUS (Horos) Horoz
ATON AT; ad, Nam – ON; varlık
ATON: Varlığın Kendisi
APİS AP; götüren, götürme – İS; his
APİS: Hisleri alıp götüren
İSİS His Tanrısı
KA Kap
THEBES TE; TH; THE; TEO. Tanrı
BETH; BEYT; Ev, Çadır
Thebeth; Tebet; Tibet; Thebes; Teb; Tanrı Evi (Tibet aslında bir tapınak adı olup daha sonra yöreye adını vermiştir)
TENGRİ Orta Asya’da Tanrı
TEN Eski Mısır dilinde ölmüş kişinin adı, ünvanı
RA Güneş – Nur
AMONRA Kozmik Sevgi Güneşi
İSRAİL İS; his, algı, duygulanım, zeka, akıl gibi insann tüm değerleri RA; Nur- İL(EL); Ruh, Tanrı İSRAEL Tanrısal Nurun zekası, hisleri
(Demek ki İsrael bir kavim adından ziyade Tanrısal Nur’un zekası olabilen ya da olabilenlerdir. Dünya hakimiyeti ise böyle olabilen kişiler için geçerlidir)
gibi etimolojik kökenleri Asya (Ural-Altay, Hint-Avrupa, Kafkas) dil ailesine ait sözcüklerin bulunması. Ayrıca, Orfeus’tan bize nakil olan şu bilgiye göre, Apollon mabetlerinde ilkbaharda gece ile gündüzün eşit olduğu günlerde kutlanan bayramda Tanrının (Avrupa ve Asya’nın kuzeyinde bulunan çok büyük bir kıta olarak adlandırılan) Hiperboreo ülkesinden kuğuların çektiği arabasıyla yola çıktığını müjdelemesi sonucunda Eski Mısır halklarının kökeninin çoğunluğunun Asyalı olduğunu ve zaman içerisinde yerlisi olan Afrikalılarla karışarak Mısır Medeniyetinin temellerini attıklarını söyleyebiliriz. (Orfeus’un Doğu değil de Kuzey Asya’yı işaret etmesi de ilginçtir.)
Bu büyük Medeniyetin doğuşu ve gelişmesini bulgular ışığında incelediğimizde, bilimde, sanatta, eğitim ve öğretimde tüm yetkelerin bir sınıf (kast) üzerinde toplandığı görülmektedir. Bu sınıf “Rahipler”dir. Eski Mısır’da Rahipler sınıfı, halkın dinsel gereksinmesini güçlendirmekle görevli değillerdir. Rahipler, yalnızca tanrının hizmetkârlarıdır. Hiçbir zaman Tanrı inancı ile ilgili aydınlatmada ya da halka moral verme çalışmaları olmamıştır. Rahipler, yalnızca tanrının hizmetkârları olup kendi inançlarını tanrıya bildirmişlerdir. Rahip “hemneter” (Tanrının hizmetkârı), tapınak “hetneter” (Tanrının evi) olarak geçmektedir. Rahipler, tapınağın temiz tutulması, korunması, kült eşyalarının bakımı ile görevliydiler.
Eski İmparatorluk döneminde, rahiplik yılın belirli günlerinde, yapılan ayinlerle gelen süre içinde görülüyordu. Rahiplik, Eski İmparatorluk devrinde ek iş olarak kabul ediliyordu. Örnek verirsek, bir sanatçı aynı zamanda Tanrı Ptah’ın bir yargıcı, aynı zamanda Maat’ın rahibi olarak görülüyordu. Kadın rahibeler de Tanrıçaların hizmetkârları sayılıyordu. Bu dönemde rahibin esas işi, kendi mesleği oluyordu.
Orta İmparatorluk döneminde rahiplik bir meslek, bir devlet memuriyeti olmuştu. Orta İmparatorluk döneminde rahiplik çok önemli bir meslek olarak Eski Mısır toplum yaşamında kendini göstermiştir. Rahiplik, en üst kademelerinde, halk tarafından da önemsenmiş ve kentin bağlı olduğu nom’daki başrahip nomark olarak devlet yönetiminde yer almıştır. Bu rahip Firavun’un temsilcisi olarak siyasi konularda söz almakta ve Baş rahip olarak yüksek rütbeli memur olarak yer almaktadır. Hükümdar yerine hükümet işlerine hasretmiştir. Başrahiplik babadan oğula geçmezdi. Eski Mısır uygarlığında, rahipler meclisini teşkil eden rahiplerin değişik görevler vardı. Görevleri ve işlerini ayin dışında da yaparlardı. Rahipler meclisinin onayı ile de dinsel görevlerde de değişik gruplara ayrılmışlardı: cenaze rahipleri; cenazeyi kaldıran rahipler; mumyalama işlerini denetleyen rahipler; tören rahipleri; tapınak işleri ile meşgul olan rahipler; tanrı heykelinin yıkanması, temizlenmesi, onanması ile meşgul olan rahipler; Ruhban sınıfının üst düzey rahipleri Başrahiplik işleriyle meşgul olurlardı. Alt düzey rahipleri ise Tapınak ve cenaze işleri ile ilgilenirlerdi. Ayrıca, ruhban sınıfından olmayan erkek ve kadın görevliler de vardı. Ruhban sınıfın üst düzey rahiplerine “hemou neter” (Tanrının hizmetkârları, Başrahibe de “İtou neter” (Tanrısal baba) denilirdi. Bir tapınağın ruhban ve hizmetkâr kadrosu bulunmaktaydı. Heliopolis’teki Tanrı Re tapınağının ruhban kadrosunun başkanına verilen ünvan “Our Mau” (Büyük Gören) idi. Tanrı Re’nin büyük rahibi hem Heliopolis kentinin sahibi, hem de Tanrı Aton’un kahiniydi. Memphis’teki Ptah tapınağının Başrahibi “Our Kherp nemat” (sanatın büyük üstadı) ünvanını almıştı. Aşağı ruhban sınıfındaki görevliler arasında da fark vardı. En alt kademede olan “Oueb” tekil “Ouebou” çoğul, (saf olanlar) kült eşyalarının bakımı ile görevliydiler. Tapınağın temizliği ile ilgilenenler, kült eşyalarının bakımı, heykellerin temizliği ve onarılması gibi görevleri vardı. Törenler “Oueb”ler Tanrı heykelini taşırlardı. Başlarında Ouebou’nun başı, Tanrı Amon’un Baş rahibi nezaretinde günlük ibadete katılırlardı. Bazı rahipler, Abydos’daki Osiris ayininde Başrahip bulunmaz, ayini yöneten, Oueb’lerin başkanını görevlendirerek tapınak dışında da görevlileri yönetmesini isterdi. Tapınak dışındaki görev yapacak olan Oueb’lere “Kheriou-hebet” denilen rahip, ritüele uygun şekilde geçmesi ile görevliydi ayrıca Kherou-hebet’lerden oluşan bir grup rahip tören esnasında ilâhiler söyleyerek katılırlardı. İçlerinden bir Kheriou-hebet, yüksek sesle ritüel okurdu. Yalnız, bu Kheriou-hebet’in deneyimli olması, sesini ritüelin gidişine göre ayarlaması gerekirdi. İlâhiler söyleyerek katılan rahiplerin koro şefine “heri-tep” denilirdi. Törenin zamanını bildiren saatçi’ler güneşin ve yıldızların seyrine göre vaktini ayarlayarak tören zamanını belirtirdi. Oruç tutularak günleri tayin eden takvimciler vardı. “İmiouset-a” denilen rahipler en aşağı işlerde görevliydiler. Tapınağın içinde el ile yapılan bütün işleri görürlerdi. Aşağı ruhban sınıfı dört gruba ayrılmıştı, her grup bir ay süre ile Tapınaktaki görevini yapardı. Bu gruplara, Ptolemaios çağı yazılarında “phyle” denirdi. Bunlar çalışmadıkları zaman dinsel görevini uygulamadıkları gibi, sivil yaşam sürdürürlerdi. Eski İmparatorluk döneminde ruhban sınıfının halk arasında üstün niteliği vardı. Orta İmparatorluk döneminde ise ruhban sınıfının üstün niteliği kaybolarak, az bahsedilerek ancak görevini yerine getirenler “mükemmel hizmetkarlar” olarak görülmüştür. Aşağı ruhban sınıfında, ilâhiler söyleyen sedacılara (şarkıcılar) onlara refakat eden müzisyenlere rastlamak mümkündür. Şarkıcıların ve müzisyenlerin, genel olarak “Ama”ları (görmeyenleri) seçilirdi. Tapınaktaki görevli kadınları Hükümdarın eşi yönetirdi. Bilindiği gibi, hükümdarın eşi, aynı zamanda Tanrı Amon’un eşi olarak bilinirdi. Özellikle Thebes hanedanları zamanında ve Gerileme devrinde Tanrı Amon’un Başrahibesi hükümdarın eşinin yerine geçer, rahibeleri ve kadın hizmetkârları yönetirdi. Tapınağın kadın rahibesi “Ouebouit” aşağı ruhban sınıfı gibi gruplara ayrılırdı; her grup onlar gibi bir ay çalışır, diğer zamanını sivil olarak geçirirdi. Rahibelerin yanlarında, eski Yunanlıların “pallaeid” dedikleri müzisyen, şarkıcı, dansçı olarak dinsel törenlerde görev alanlar, rahibe sınıfına ait olmayıp sivil yaşamlarını sürdürmekteydiler. Mısırda kehanet inancının da çok eski zamanlardan beri var olduğu görülmektedir. I. Ammenemmes’in (M.Ö 2000-1900) zamanında yaşamış kahin-rahip Neferrekou, bir kehanetinde “Bir kurtarıcının dünyaya geleceğini” bildirmektedir.
Son zamanlarda Amon Başrahipliği babadan oğula intikal eden irsi bir mahiyet almıştır, XI. Ramses’ten sonra (M.Ö 1085) bizzat krallık sülalesini kurmayı başarmışlardır. Dini işlerin siyasi işlerle başbaşa yürümesi, Mısır devletini başka sebep ve amillerin de etkisiyle zaafa uğratmış ve krallığın zayıflamasına neden olmuştur. Rahiplerin sosyal yapı içerisindeki etkinliği nasıldı? Onlar din-devlet birlikteliğiyle halkı sömüren imtiyazlı bir grup muydular? Yoksa, uyuşuk, mistik, dogmatik birer din görevlileri miydiler? Hem Eğitim, Öğretim, Sanat, Sağlık (Tıp) alanlarında öğretmen, hem de Mabetlerde (Ezoterik iç bünyede) öğrenen (öğrenci-görevli rahip) olarak, 4000 yıl süren bu uygarlığın gelişmesinde nasıl böylesine etkili olabildiklerini daha iyi anlayabilmemiz için çözümlenmiş metinlerden birkaç örnekleme yapmakta büyük yarar vardır.
Eğitim – Öğretim
Eski Mısır Uygarlığından kalan harabelerde, okul olarak kullanılan yerler tespit edilebilmiştir. Bu okullar mabetlerin yanında olup, rahipler tarafından idare edilir ve öğretim yapılırdı. Hatta büyük-rahip Krallığın öğretim ve eğitim şefi ünvanını taşımakta ve günümüzdeki Milli Eğitim Bakanlığı statüsünde idi. Ramseum mabedinin bir kısmında bu okullardan birinin harabeleri içinde, rahipler tarafından çocuklara egzersiz olarak yazdırılan müsveddeler bulunmuştur. Bu okullardaki rahip öğretmenler öğrencilere hem yazıyı hem de hayatta gerekli olan çeşitli bilgileri öğretiyorlar, bir taraftan da eğitimin faydalarını telkin ediyorlardı. Örneğin, öğrencilere telkin olarak yazdırılan şu cümleler, bu konu için birer örnek oluşturmaktadır: “Cahil bir adam yüklü bir hayvana benzer, okumuş ise bu hayvanı (kendini) sevk ve idare edendir.”
Orta İmparatorluk devrinin bir filozofu, oğlunu okula götürüp bıraktıktan sonra, onu teşvik amacıyla nasihatlerini yazı ile bildiriyor ve diğer meslekleri birer birer sıralayarak, onların mahzurlarını belirtiyor ve yazıp okuma öğrenmenin her tür meslekten üstün olduğunu söylüyor. Bu nasihatler bin yıl sonra bile Mısır’da revaçta olmuş ve Yeni İmparatorluk zamanında okuyup yazma öğrenenler daha da çoğalmıştır.
“Kalbini ilme ver ve onu öz annen gibi sev.”
“Hiçbir şey, bilmek kadar kıymetli olamaz.”
“Her meslek bir şefe tâbi olmayı amirdir; sadece bilgili bir insan kendi kendini idare edebilir.”
“Bu dünyada hakiki tek bir saadet vardır, o da gündüz kitapları şevkle toplamak ve bunları gece okumaktır.”
Bu cümleler üzerinde dikkatle durmaya değer. Çünkü eski Mısırlılar bilgiye değer vererek onun önemini belirtmişler ve kitapların bir araya toplanabileceğini, hatta bunları gece okuma imkanına sahip olabildiklerini kaydetmişlerdir. Bir öğretmen talebesine şöyle hitap ediyor: “Vaktini istemekle kaybetme! Elindeki kitabı oku ve senden iyi bilenlerin nasihatlerini dinle.”
Rahip öğretmen, sadece okutmakla değil, aynı zamanda çocukların ahlâki durumlarıyla da ilgilidir, onlardan birine yazılı olarak nasihatte bulunurken şöyle diyor:
“Bana haber verdiler ki sen okuyup yazmayı bırakmış, kendini zevke vermişsin, içki kokan yerlerde sokak sokak dolaşıyormuşsun. Bu içki yüzünden insanlar senden kaçıyorlar. Sen, dümeni doğru yola gitmeyen bir gemiye benziyorsun, sen ilahsız bir mabet, ekmeksiz bir ev gibisin. Seni düz duvara tırmanırken görenler, senden koşarak kaçıyorlar. Çünkü sen onları kırıyorsun. Ah! sen bilmiyor musun ki kuvvetli içkiler insanları harap eder. Sen bunlardan vazgeç.”
Bütün bu nasihatlerden sonra, öğretmen kendi hayatından da örnekler vererek, onu doğru yola sevk etmek için ümidini kesmediğini ifade ediyor. İşte bütün bu sözlerden anlaşılıyor ki, okuma ve yazı öğretmeyi üzerine alan insanlar, çocukların her türlü durumu ile ilgilidir ve onları doğru yola sevk etmek için uğraşırlar. Eski İmparatorluk devirlerinden birtakım atasözü mahiyetinde olan cümleler de öğretim sırasında yazdırılmaya başlanmıştır. Örneğin, Vezir Ptah-Hotep’e izafe olunan bir “Yaşama Hüneri ve Görgü” kitabında kaydedilmiş cümleler dikkate değer:
“Herkesten bir şeyler öğrenebilirsin. Hak ve doğrulukla hayatta en ileri gidebilirsin. Sözlerinde daima temkinli ol. Yükselmiş olanları küçümseme. Haberleri ulaştırma hususunda sadık ol. Kendine dinlenmek için muayyen bir vakit ayır”.
“İlminden dolayı kibirli olma, kendi gururunu bilgilerinin içine koyma. Alimlerden olduğu gibi, cahillerden de nasihat dinle. Eğer sen yüksek bir mevki işgal edersen, hep iyi olan şeyleri iste, öyle ki senin tabiatında hiçbir hata olmasın. Doğruluk çok fevkalâdedir ve devam eder. Babam beni doğruluk içinde büyüttü, işte bana bıraktığı en iyi şey bu olmuştur.”
Bunlar, hem ilke olarak ezberlenecek ve kopya cümlelerdir, hem de söylem bakımından işlenmiş veciz ifadelerdir. Bu filozof aynı zamanda amirine karşı takınacağı tavırlar hakkında da oğluna şöyle diyor:
“Seni selamladığı vakit yüzünü yere eğ ve seni selamlamadan sakın konuşma; o güldüğü zaman gül, bu onun kalbi için hoş olacaktır. Ne vakit senden yüksek birisi ile beraber yemek yersen, onun önündeki tabağa değil, ancak kendi önüne konulan yemeklere bak.”
“Eğer sana, büyük bir kimse tarafından sır olan bir vazife verilirse, onu hiçbir şey saklamadan olduğu gibi naklet, hatta sana bundan dolayı üzüntü verecek şeyler olsa dahi. Kendini kötü laflardan koru ve kaba konuşma.”
“Kendi yakınlarına cömert davran, zira bir gün sana bir felâket gelirse, seni sadece onlar selamlayacaklardır ve bundan dolayı sen memnun olacaksın.”
“Mala karşı haris olma. Bu tedavisi mümkün olmayan bir fenalıktır ki, dostları ve akrabaları birbirinden ayırır. Bu, bütün fenalıkların bir kaynağıdır.”
“İmkan bulduğun zaman bir yuva kur ve karını sev.”
Yeni İmparatorluk devrine ait diğer edebi yazılar arasında atasözleri ve nasihatler de vardır:
“Eğer başkasının evine girersen, orada hatalı olan şeylere gözlerini dikme. Eğer gözlerin onları görürse, susmasını bil. Dışarıda kimseye bahsetme, seni işitenler bir hata, bir cinayet işleyebilirler.”
“Sırları açığa vurmaktan çekin. Üst derecedeki amirlerine öfke ile cevap verme. O sana acı söylediği zaman, sen ona sakince cevap ver ve onu teskin et. Onun öfkesi geçince, sana yeniden dönecektir.”
“Kalbini herhangi bir kimseye doğru yöneltme. Yanlış bir laf dudaklarından çıkınca başkası bunu tekrarladığı vakit sen düşman kazanırsın. Bir insan dili ile mahvolur. İnsan vücudu her türlü cevapların bir deposudur; bunların içinden iyisini seç ve söyle, fenasını ise kendi vücudunda sakla.”
“Fazla içme, çünkü eğer düşer ve uzuvlarından biri kırılırsa, sana hiç kimse elini uzatmaz. Arkadaşların ‘Bu sarhoşu dışarı atın’ derler.”
“Saygılı ol. Senden yaşlı veya üst derecede birisi içeri girdiği vakit ayağa kalk, fakat her şeyden evvel ailene saygı göster. Anne ve babanın eline su dök. Annene bol ekmek ver ve onu seni taşıdığı gibi taşı. O senin büyük yükünü kaldırmıştır ve seni üç sene müddetle emzirmiştir. O, seni okuyup yazman için okula koymuş ve sana evden ekmek ve bira getirmiştir.”
“Kalemini başkalarına fenalık yapmak için sakın kullanma. Ne ölçülerde ne de tartmada hile yapma.”
“Adil ol, zenginlerin çıkarı için fakirlerin hakkını yeme ve onları iyi giyinmiş olmadıklarından dolayı geri gönderme.”
Rahip Öğretmenlerin görevleri oldukça önemli ve zordur. Çünkü ilk olarak beş yüze yakın hiyeroglif işaretinin ve onların anlamının öğretilmesi gerekmektedir. Ondan sonra, öğrenciler bunların kelime ve fonetik işaretlerini ve eklerin nasıl yazılacağını öğrenirler ve böylece abideler üzerindeki yazıları okumaya başlarlar, bundan sonra da kitapları okuyabilmek için hiyeratik işaretleri de bilmek zorundadırlar. Bu nedenle gençlerin hiyerogliften ayrı yazı şeklini de öğrenmeleri ve bunları bir araya getirerek yazmaları gerekir. Bu şekilde yetişenler, iyi yazı yazmasını öğrenebilirler, yerli ve yabancı kelimelerin yazılışını ezberlemiş olurlardı. Bu yazı öğrenme sırasında çocuk kopya ederken eski edebiyatı ve klasik metinleri de okumuş ve bellemiş oluyordu. Yeni İmparatorluk zamanındaki okullarda, küçük Mısırlıların kopya ettikleri yazılar, yukarıda örneklemeye çalıştığımız, Orta İmparatorluk devrinin edebi ve ahlaki metinleridir.
Tapınaklar, zamanımızdaki üniversiteler görünümündeydi ve burada çağın konuları olan matematik, geometri, gökbilim, mantık, doğa bilimleri, sanat, müzik, felsefe gibi konularda eğitim görülürdü. Eğitim sistemi ezoterik olup özellikle Hiksos istilasından sonra son derece katı bir şekilde uygulanmıştır.
Bilim
Matematik ve Geometrinin Mısır’ın ilk tarihi devirlerinden itibaren ilerlemiş olduğu görülmektedir. Rhind papirüslerinde matematik ve geometri ile ilgili birçok temel esas, ilmi bir şekilde belirtilmiştir.
Astronomi biliminde çağdaşları olan Kaide kavimlerinin bilgileriyle paralellik vardır. Yıldız Kataloglarında 5. derecede küçük olup gözle görülmesi imkansız olan yıldızları bile net bir şekilde not etmişlerdir. Gökbilime dayanarak gerçeğe çok yakın olarak 360 günlük takvimi hesaplamışlardır. Günlük zamanı (24 saati) tam kesinlikle tespit etmişler, tarihi olayların saatini bile kaydetmişlerdir. Gece ve gündüz ayrımı yapabilen 24 saat taksimatlı su saatini icat etmişlerdir. Nil nehrindeki taşmalar büyük bir hassasiyetle gözlemlenmiş ve hesaplanarak kayıtlara geçirilmiştir. Taşmalar için taşıntı havuzları yapılmıştır.
Tıp-Sağlık
Eski Mısırlıların Tıp üzerindeki bilgileri ise çağına göre bilimsel bir zaferdir. Tıbbı geliştiren ise yine Rahipler olmuştur. Tıp ilminin temeli olan üç esası metodik olarak ilk defa uygulayanlardır. Bunlar: 1- İnsan vücudu ve fonksiyonları üzerine bilinenler. 2- Hastalık çeşitleri ve tedaviler. 3- Hastalıktan korunma çareleri. Eski Mısır’da hekimlerin yetiştirildiği Mabetlere bağlı okullar vardı. Hekimler devlet memuruydu. Tüm sağlık ve tedavi hizmetleri ücretsiz yapılmaktaydı. Ebers papirüsünde kaydedildiği üzere yedi yüz çeşit ilaç ismi tavsiye edilmiştir. Bu ilaçlardan bazılarının reçeteleri Grekler aracılığıyla Romalılara, oradan da Avrupa’ya geçerek uzun yıllar uygulama alanı bulmuştur. Mısır Tıbbında bir de Baş Hekimlik müessesesi vardır ki, Osiris okuluna bağlı bir Senatoryum’un Direktörüne “Büyük Peygamber” denilmektedir. Ebers Papirüsünde bu hekimin göz hastalıkları için bulunan bir ilacın mucidi olduğu yazılıdır.
Papirüslerdeki kayıtlara göre en çok teşhis edilmiş hastalıklar şunlardır: Göz hastalıkları, kemik veremi, çocuk felci, anemi, romatizma, apandisit, mide karın ve mesane hastalıkları, varis, ülser, çıbanlar, sara, ve diş çürümeleri. Frengi ve kanser tanısına rastlanmamıştır. Sık sık banyo yapılması, oturulan yerlerin ve civarların temiz tutulması, yiyeceklerin yıkanarak yenmesi gibi özelliklerin Mısır halkında geleneksel bir anlayış olduğunu da görmekteyiz.
Rahipler için de uyulması gereken kurallar vardır. Bunlar, sünnet olunması, saçların üç günde bir kesilmesi, iki kez gündüz iki kez gece yıkanılması, beyaz elbise giyilmesi, domuz eti ve fasulye yenilmemesi, suyun kaynatılarak içilmesi, haftada 3 ya da 4 günde bir oruç tutularak mide ve bağırsakların temizlenmesidir. Mumyalama işi apayrı bir meslektir ve hekimlikle bir ilgisi yoktur.
Mimari ve Sanat
Mimari ve mühendislik tekniği üzerinde ne yazık ki teorik bilgi olarak doküman bulunamamıştır (Mimarlar ve yapıcılar bilgilerini sır olarak saklarlardı). Ancak mevcut yapılar, özellikle mabetler ve piramitler, mükemmel birer teknik ve üstün bir taş işçiliği sergilemektedir. Günümüzde piramitlerin (ehramların) yapılış tekniği ile ilgili 7-8 teori varsa da, öne sürülen bu teorilerin teknik olarak mümkün olmadığı kabul edilmiştir. Yani 20. yy’ın akıl ve bilimi bu işi henüz çözememiştir. Mabetlerdeki hacimsel büyüklükler, yontma taş işçiliğinin zorluğu ve kalitesi, mabet içi süslemeler ve dev heykelleriyle ortaya çıkan yapıtlara ise Avrupa Uygarlığı ancak 3000 sene sonra erişebilmiştir. Mısır sanatı duvar kaplamaları, kilimler, işlemeler, mükemmel oymalı mobilyalar, tüller, porselenler, mineli sırlı işler, fligranlı camlar, parlak madenden aynalar ve göz kamaştırıcı ziynet eşyaları arasında, çok yanlı hayatın bütün yanlarına karşı karikatüre varıncaya kadar duyarlı, renk tutkusuna sahip, yeni biçimler yaratan olağanüstü bir üslupta açığa çıkar.
Uadjit: İlahi tanrısal göz, insanın tanrıyı tanrının da insanı görebildiği akıl ve idrakin gözüdür. Mısır’ın gerek edebiyatında gerekse plastik sanatında, ‘şahin’e büyük yer verildiği görülür, bu kuşun en güçlü organları gözleri olup çok keskin görme yeteneğine sahiptir. Horus’un bir gözünün Ay, diğerinin Güneş olduğuna inanılırdı. Gözler dünyaya geliş ve gidişte de ışığa açılan ve kapanan pencerelerdir. Mumyaların konulduğu lahitlerin üzerinde de göz resimlerine rastlanır.
![]() |
İki sütun arasında Aşağı Mısır’ın koruyucusu “Uadjit” ilahi tanrısal göz ile kutsal böcek “Scarab”ın Tanrı Kherpi’nin kanatlı başı içindeki şekliyle, iki yanda Aşağı Mısır’ın simgesi Kobra yılanları ve lotus çiçekleri. |
Bu, hiyeroglif aracılığıyla sesçil olarak dile getirilen vucat adıyla bilinir. Hiyeroglif gösterimi arka sayfadaki gibidir. Vucat hem bir insanın hem de bir şahinin gözüydü; saydam tabakanın iki parçasını, gözbebeğini ve insan gözünün kaşını içeriyordu, bunlara alt kısımda şahinin ıralayıcı özelliği olan renkli iki işaret ekleniyordu.
Mısırlılar, sığa ölçüleri (gerek tahıllar gerek sıvılar) için üleşkeleri (kesirli sayıları) olanaklı kılan hesaplamalarda, şahin-tanrı Horus’un gözünün (vucat) farklı parçalarını kullanıyorlardı. Bunlar yarım, çeyrek, sekizde bir, on altıda bir, otuz ikide bir, altmış dörtte bir olup, bu gösterim vucat’ı altı parçaya ayırmaktan ibarettir: 1/2, 1/4, 1/8, 1/16, 1/32, 1/64.
Matematiksel olarak bu serinin toplamı (kesirleri sonsuza kadar devam ettirirsek) hiçbir zaman l’i aşamaz.
“Günün birinde bir yazman çırağı ustasına vucat’tan yola çıkarak elde edilen üleşkeler toplamının ancak 63/64 değerini verdiğini söylediğinde, birimi tamamlamak için gerekli olan 1/64’ü, koruması altında bulunan hesaplayıcıya her zaman Tot verir yanıtını almış.”
Scarab: Kınkanatlı böcekler sınıfından olup adı bok böceğidir. Karnını kocabaş hayvanların dışkılarıyla doyurur. Boyu iki santimetreden fazladır, rengi karadır. Bok böcekleri hayvan dışkılarının üstüne üşüşerek yaklaşık iki santimetre çapında yuvarlaklar meydana getirirler.
|
|
Scarab |
Khepri (Güneşin Doğuşu) |
Başlarının arka bölümünü mala gibi kullanarak dışkıları yoğururlar. Dışkı yuvarlarının içine dişi böcekler hemen yumurta bırakırlar, erkeği ile dişisi işbirliği yaparak yuvarı bu iş için hazırlanmış çukura yuvarlayıp taşıyarak gömerler. Böylece dünyaya gelecek kurtçuklar yine karın doyurmaya elverişli bir ortam bulduğu gibi, dışkının gömüldüğü topraklar da gübre bakımından zenginleştirilmiş olur. Devamlı pisliğin içinde yaşamasına rağmen art ayaklarıyla pislenmiş yerlerini kısa zamanda ve sürekli temizlemesinden ötürü arınmanın simgesi olarak kabul edilmiştir. Sabah güneşi tanrısının adıdır. Böceğin yumurtasını top şeklinde yuvarlaması “var oldu”, “doğdu” anlamına gelir. Mumyalama işlemi sırasında ölünün kalbi çıkarılır, yerine seramikten yapılmış bir scarab yerleştirilirdi.
Kherpi: Mısır güneş tanrısının, özellikle sabah güneşi tanrısının adıdır. Ra sembolü ile belirtilen abidelerdeki kabartma şekillerde scarab böceği ile simgelenirdi. Burada Ra, “var olacak” veya “doğacak” anlamına gelir ve böceğin yumurtasını bir top şeklinde yuvarlaması ile anlamlandırılır.
Lotus Çiçeği: Suyun altında yetişen çok nadide bir çiçektir. Her türlü simgenin dışında, bütün niteliklerin üzerindedir ve tinsel yükselmeyi “gerçekleştirmiş” bireyde, evrensel bilincin değişmez biçimde var olduğunu gösterebilen insandır. O gerçek Mürşittir, öğrencilerini de kendisi gibi yapabilendir.
Kobra Yılanı: Yılan, genetik gelişimden payını almamıştır, ne tüyleri ne de ayakları gelişmiştir, duyma organından da yoksundur. Diğer canlı yaratıklardan farklı olarak, hem dişil hem de eril karakterin imajını yansıtır ve gereğinde her iki cinsin de rolünü üstlenir. Hermes (Mercury) ve Asklepios’un asalarında birer yılan sarılıdır. Uzunlamasına görünümüyle fallik, kıvrılıp dairesel bir duruma girince de dişiliğin yapısı ve sembolizmine uğrar. Genel anlamda fallüsü andırdığından eril bir simgedir. Dairenin (çemberin) dinamiğidir, süreklilik gösteren hareketlerin de sembolüdür. Yılda birkaç kez deri değiştirmesi ve sürekli kendini yenilemesiyle değişimin simgesidir. Bölünen bir parçasının canlılığını koruması ve gövdesini yeniden yenilemesiyle yaşam gücünün simgesidir. Tüm yaşamını Toprak Ana’nın bağrında sürdürdüğünden, tam anlamıyla toprağın hayat vericiliği ve doğuruculuğu ile özdeşleştirilmiştir. Kobra yılanının eril simge olarak fallüsten ziyade sperm’e çok benzemesi onu daha anlamlı kılmaktadır.
Ezoterizm (Tr. İçrek, İçrekçilik – Ar. Batınilik): Konusu doğa olan, özellikle de insan ve insanın iç dünyası ile ilgili olaylarla uğraşan (psikoloji, parapsikoloji), yöntem olarak bildirmeye değil buldurmaya yönelik olan, bunu simgesel ve alegorik bir anlatım diliyle ve dereceli bir sistemle yalnızca inisiyelerine sunan öğretidir.
Simgeleri geometrik şekiller, nesneler, bitkiler, hayvanlar, harfler, sayılar ve bunların kombinezonları, gök cisimleri vb.’dir. Bu simgeler, bir ya da daha fazla anlam yüklendirilmiş kavramlar’dır. Birçok zorunlu sınavdan geçirilerek inisiye edilen adaylara bu simgeler açık olarak bildirilmez, adayın istek ve emeği karşılığında buldurulurdu. Değerli olan buldurmak idi.
Antik dönemde çeşitli yerlerde resmi dinlerin dışında oluşturulan ve ezoterik yapılanma içinde bulunan öğretiler yapılmaktaydı. Bu öğretilerden en ünlüleri şunlardır:
Mısır’da : Memphis ve Teb
Yunan’da : Orphik Mabetler, Pythagoras Okulu, Eleusis Okulu
İran’da : Zerdüşt Tapınağı
Filistin’de : Essenien Tapınağı (Daha sonra Lut Gölü ve Mısır’da da açılmıştır.)
Roma’da : İsis Tapınakları (Mısır’da da aynı isimle vardır.)
Kudüs’te : Süleyman Tapınağı
Doğuda : Tibet Tapınakları
Hint’te : Krişna, Brahma, Budha Tapınakları’dır.
Bütün bu tapınaklarda ortak simge “Üçgen” ya da “Triad”dır.
Antik Yunan Kültür ve Felsefesi toplayıcılık ve üreticilik açısından önemli bir merkezdir. Ancak Orpheus (M.Ö. 1000), Pythagoras (580-497), Tales (600), Solon (640-559) gibi Antik Yunan düşünürlerinin de Antik Mısır Öğretisi aldıkları bilinmektedir. Bu öğretiler daha sonra İslam düşünür ve alimlerince (İbn Rüşt, İbn Sina, İbn Haldun, Muhyiddin-i Arabi) benimsenip açıklanmış, İslam alimlerince Avrupa’ya tekrar tanıtıldıktan sonra Batıda aydınlanma hareketi başlamıştır. Uzak Doğu ve Hint Ezoterizmi’nin de Antik Mısır’da rafine hale geldiği göz önüne alınırsa, Mısır Ezoterizm’i (Hermetizm) öncelikle önem kazanmaktadır.
İlmin, Sanatın, Müziğin ilahı olarak adlandırılan Tanrıların Katibi “Tot”a Yunanlılar Hermes demişler ve Hiramus, Hermese, Hürmüz, Hermes-ül Hiramise, Hermis, İdris isimleriyle Ortadoğu ve Avrupa Kültürlerine geçerek Anadolumuzda da “Ermiş” olarak bilinen Hermes-Tot; tek bir kişinin adı değil, o konuma, o “hal”e gelmiş her kişinin ortak adı olmuştur. Karaleylek “İbis” olarak simgelenir. Hermes kendisinden sonra gelen dinleri, ezoterik ve mistik yapılanmaları derinden etkilemiştir.
Hermes Öğretisi (Hermetizm), Antik Mısır’da tapınaklarda (en büyükleri Thebes ve Memphis) halka kapalı, yalnızca kendi üyelerine dereceli bir sistemle sunulmaktaydı.
Leylek günümüzde de yeni doğanın müjdecisi olarak kabul edilir.
Uadjıt İslam’da Göz
İskenderiyeli Clemens’in (150-217) Stromat’larda bize bildirdiğine göre, Hermes’e ait 42 kitap vardır. Bunlar astronomi, astroloji, cosmografia, geometri, matematik, coğrafya ve din ile dinsel törenlere vb. aittir.
Yunanlılarca Hermes olarak kodlandırılmış olan sözcük aslen “HRM”dir. Grek ve Latin dilleri yazıya aktarıldığında, ünlü ve ünsüz harfler kullanılarak ifade yazı kalıplarında dondurulmuş olur. Oysa Antik Mısır, Arami, Asuri, Keldani, Süryani, İbrani ve Arabi dillerin yazı yapısında ünlü harfler yoktur. Yazı dili ünsüzlerle kurulur ve okunurken ünlendirilir. Bu ise dile olağanüstü bir zenginlik katar. Dinler öncesi soyut (hermetik) kavramlar, Uzak Doğu, Orta Doğu, Mezopotamya ve Antik Mısır Uygarlıklarında gelişip kendisinden sonraki dinlerinde temel kavramları haline dönüşmüştür.
(Antik Mısır Hermetizm’i sahip olduğu bilgileri topluma aktarmanın bir yolu olarak, inisiyasyon içerisindeki öğretiyi cenaze ritüellerine taşımasıdır ki günümüzde de dinlerde bu devam etmektedir.
İlahların çeşitli hayvanlar ile simgelenmesi hem evrimi hem de bütün bu (hayvansal) huyların insanda da oluşu ile ilgilidir. Mevlana Celalettin Rumi, Mesnevisi’nde de bu anlamda yüzlerce hayvan hikayesiyle, insandaki hayvani huyları mükemmel bir şekilde vurgular. Bu ve benzeri anlatımları yine çocuk hikayelerinde ve masallarda da görürüz.)
Nuh Peygamberde bu hayvanları ile birlikte Ararat (Akadca; Uruatri, Qumran metinlerinde; Urarat, Kur’anda; Cudi) dağına çıkar. Uruatri; dağlık bölge, yüksek memleket, herhangi bir şeyin en uç zirvesi. Çoğu peygamber ve ulu kişi de çobanlık yaparak bu hayvanlarını güdmüştür.
Nuh Tufanı öncesi bu hayvanların bir gemide toplanması
Bu Uygarlıkların (ve de dinlerin) kavşak noktasında bulunan Anadolu’muzda da bu kavramlar gerek sözel, gerek simgesel, gerekse de ritüelik ve alegorik olarak “Anadolu Kültürünün” temel yapıtaşlarını oluştururlar. (Türkiye Karayollarındaki bütün kamyonların..vs. taşıtın arkasında görülen Göz simgesini dünyanın hiçbir ülkesinde göremezsiniz, keza Denizli şehrinin giriş kavşağındaki Horoz (Horus) heykelini de. Birçok şehirde bulunan kutsal balıklı göllerle, yedi uyurlar mağaralarını da….). Bilinen insanlık tarihinin hemen hemen tamamına yakınına ev sahipliği yapmış, ve bütün bu kültürleri kendi kültürüne yansıtmış Anadolu insanının ve aydınının bundan habersiz oluşu ise trajikomiktir. Bu nedenledir ki bu kültür yarı dogmatik bir yapıya dönüşmüştür. Türk Aydını Çağdaşlaşma uğruna bu kültürü görmezlikten gelmiş, halkının dogmalar batağında boğulmasına seyirci kalmıştır.
Hermetik Öğretinin etkisi altında gelişmiş İbrani ve Arabi kültürlerinde harflerin sayılarla eşleştirilmesi ve yerlerinin değiştirilerek anlam kombinasyonları oluşturulması geleneği hermetiktir. Buna birkaç örnek verirsek:
HRM: Hiram – RHM: Rahim – HMR: Hamur, Hamr, Hamurabi – RHMN: Rahman – IHRM: İhram – EHRM: Ehram – MHRM: Mahrem gibi.
Sayı kombinasyonlarıyla yapılan anlamlandırmalara örnekleme yapacak olursak (harflerin sayı değerleri toplamlarına göre):
Ehad (Bir) 13 + Ahavah (Sevgi) 13 = YHVH (Yehova: 26)
Adem (45) – Havva (19) = YHVH (26)
Nahash (Yılan) 358 = Mashıyah (Mesih) 358
Şemah (Tohum) 138 = Menahem (Kutsal Ruh) 138
Bütün bu özellikler Antik Yunan’da ve İslam Tasavvufunda da vardır. İbrani Mistisizmi ve İslam Tasavvufunda kullanılan bu yöntemin kökeni olduğu belirtilen Hermetik öğretide de, 22 harften oluşan Mısır Hiyeratik Alfabesinde her harf bir sayıya karşılık geliyor, her harf ve sayıda üçgenlerle gösterilen üçlü bir yasaya bağlı olarak her birinin madde, akıl ve mana aleminde bir yansıması bulunduğu gösterilmiş oluyordu.
Yunanlıların Tot’a vermiş oldukları bir isim diğer isim de Mercury (Civa)’dir. Güneş ışınlarına en fazla maruz kalan, güneşe en yakın gezegendir.
Mer, Eski Mısır dilinde Piramit demektir. Diğer ismi olan Hermes (Hrm) = Ehram da aynı anlamdadır.
Eski Yunanca’da ise Mer, Kara, Karanlık demektir.
Mercury Kimyada civanın simgesidir, sıvı olan tek elementtir, siyah ve beyazı içinde barındıran gümüşi gri bir rengi vardır. En büyük özelliği ise diğer elementlerin arındırılmasında kullanılmasıdır. Yani arıtıcıdır.
Hermes’in söylemlerine bakalım:
“Ruh perdelenmiş bir ışıktır. Onu ihmal edersen kararır ve söner, ama onun kandiline kutsal aşk yağı koyarsan, ölümsüz bir ışık halinde yanar durur.”
“Toprağın çocuğu; Kelam sendedir de ondan. Sende bulunup da işiten, gören ve hareket eden şey Kelamın ta kendisidir, Kutsal Ateştir, Yaratıcı Kelamdır.”
“Osiris semadadır, fakat Osiris aynı zamanda her insanın kalbindedir. Kalpteki Osiris, semadaki Osiris’i tanırsa, o zaman insan tanrısal bir ermiş olur ve parçalanan Osiris tekrar toparlanır.”
“Tanrı Baha’dır; Kelam da Oğul, her ikisinin oluşturduğu bütünlük ise Hayat’tır.”
“Hakikati herkesin anlayış derecesine göre açıkla. Ruh üstü örtülü bir nurdur ki ancak Aşk ile ebedi olarak parlar; aşksız ise sönüp gider.”
“Asıl insan Nur’dur. İnsanlar bu nuru tanımazlar ve onu fark edemezler; ancak hakikat budur. Nur her yerde, her kayada ve her taşta vardır. Bir insan nur olan Osiris ile birleştiğinde, tikel tümelle birleşmiş olur ve o zaman nuru, o perdeler arkasında gizlense de yine her şeyi görür.”
“Bir insan bilgi ile törenlerin ve ayinlerin (ritüel) üstüne yükselir ve Osiris’e ererse, Nur’a, o her şeyin başlangıcı ve sonu olan ve baştan başa nur ile çağlayan Amon-Ra’ya varır.”
Antik Mısır’da, Kentlere göre Rahiplerin değişik şekilde yorumladıkları Kozmogoniler (Evren Doğum) vardı. Bunlardan üç tanesi önemlidir. Her bir kozmogonide Tanrı “Tot” vardır.
1- Heliopolis Kozmogonisinde, Osiris-İsis-Horus üçlemesinden sonra “Tot” diğer tanrılar grubundandır.
2- Hermopolis Kozmogonisinde, Yaratıcı Tanrı “Tot” bir söz (kelam) ile sekizli tanrı grubunu kurmuştur. Noun’un (İlk Okyanus) ortasında bir yumurtadan (soyut anlamda yeniden doğuşu simgeler) Güneş çıkmış, gökyüzünde yükselmiştir.
Daha eski bir anlayışta ise; Güneş, okyanusta yüzen Lotus çiçeğinden fışkırmıştır.
3- Memphis Kozmogonisinde, en eski tanrı Ptah aklı ile dünyayı düşünmüş, söz (kelam) ile dünyayı yaratmıştır. İlk ve düzenleyen ilkedir. Ptah dünya üzerinde yaşamaları için Ka ve Kaou’yu yaratmıştır. Ptah sekizli tanrı grubuyla bir bütün teşkil eder. Ptah’ın kalbinde Horus vardır. Ptah’ın isteği ise Tanrı “Tot” tur. “Tot” ise tanrılarla insanlar arasında katiplik yapan, “bağ” kurabilen tek tanrıdır.
Tanrı “Ptah” isim benzerliği olarak Antik Mısır’da eğitim gördüğünü bildiğimiz büyük sayı mistiği “Pytha-Goras”ı hatırlatmaktadır. Mısırlılar çok eskiden beri “Pi” sayısını biliyorlardı. Daha önce belirttiğimiz gibi, Th = Tah = Tha kelime kökü olarak Tanrı anlamındadır. Goras Aydınlatan anlamına gelir. (P) = Pi (3,1416…) gerçekte sonsuza gitmektedir. 3 sayısı 4 ile sınırlıdır. Ancak Pi sayısında ise sınırlı olduğu halde sonsuza gitmektedir. Bu bağlamda;
PTAH; sınırlı sonludan sınırsız sonsuza ile bağ kurulabilen tanrının ifadesidir.
Bu bağı kurabilen ise sadece Hermes “Tot”tur. Bu sınırlı sonsuzluk aynı zamanda bilginin kesin değil ama yaklaşık olduğunun ifadesidir.
Osiris-İsis-Horus üçlemesi ile ilgili, 4000 yıl boyunca çok çeşitli ve az çok farklı anlatımlar yapılmıştır. Bu anlatımlar içerisinde en eski olanları şöyledir:
“Seth karanlıkların, kötülüklerin Tanrısıdır. Osiris’in ışığını yutarak onu yok eder. Osiris’in eşi İsis onu her yerde arar, ama bulamaz. Osiris’i bulmak için Horus’u (Mısır dilinde Haraou) doğurur (Dul Kadının Çocuğu). Horus, Seth ile amansız bir mücadeleye girişir, Seth Horus’un gözünü çıkartır, Horus çıkan gözüne rağmen Seth’e saldırır, onun erkeklik organını koparır. Sonunda bütün Tanrılar, Horus’u galip ilan ederek Osiris’in tahtına oturturlar. Seth de sonsuza kadar Osiris’i tanımaya mecbur olur.”
Piramit kitabelerinde en eski bir diğer anlatımda şöyle denir:
“İsis şahin olarak Osiris’in ölmüş vücuduna girerek Horus’a gebe kalır, Horus doğduktan sonra babasının öcünü almak için tanrı Seth ile karşılaşır. Seth önce Horus’u yener, onun gözünü (Oudjat: sürmeli göz) çıkarıp saklar. Horus yılmaz, Seth ile mücadeleye devam eder ve Seth’ten gözünü geri alır, yerine takar, mücadeleye devam ederek Seth’i yener, babası Osiris’in tahtına oturur, Seth de tanrısal cezaya çarptırılarak ömür boyunca Osiris’in cesedini sırtında taşır.”
Osiris: Tümel Zeka – İsis: Tinsel niteliklerin tümü – Horus: Nesnel niteliklerin tümü.
Eski Mısır inançlarında Tanrı Osiris’in zengin bir anlatımı vardır. Mısır Tanrılar Dünyasında önemli bir yeri olan, öbür dünyanın sahibi, yargılama kurulu başkanı, yeryüzünde de Mısır Hükümdar sülalesinin kurucusu sayılan, tanrısal bir doğumla yaratılmış tanrısal bir insan olan Osiris, aynı zamanda insanlar arasında yaşamış olduğuna inanılması, insanlara çok şey öğretmiş olması ve insanlar ile Tanrılar arasında köprü olmasıyla mitolojik zenginliğe neden olmuştur. Yüzyıllar boyunca Tanrı Osiris hakkında yapılmış dinsel spekülasyon, Tanrı Osiris’in kimliğini, özelliklerini oldukça karışık bir bilgi haline getirmiştir. Ancak, Mısır panteonundaki diğer Tanrılardan farklı olarak, Osiris hakkındaki düşünceler ve yakıştırmalar, onun insan yaşamına benzer bir özelliği olduğunu göstermektedir. Diğer tanrıların hiçbirinin insanlara yaklaşmadığı göz önüne alınacak olursa, Osiris halka çok yakın olduğu için hakkında bu kadar çok spekülasyon olmuştur. Osiris’e, eski Mısır dilinde Usire de denir. Kozmik Tanrı Shou (hava tanrıçası) ile Tanrıça Nout’un (gökyüzü tanrıçası) oğullarından olduğu söylendiği gibi, Tanrıça Nout’un Tanrı Shou’dan ayrıldıktan sonra Thot’un yardımıyla Osiris’i ikinci günü yarattığı da söylenmektedir. Osiris inancının çıktığı kent olarak da Busiris gösterilmektedir. Ancak tarih öncesi çağlarda da Osiris’in var olduğu sanılmaktadır. Tanrı-insan kişiliği vardır. Kozmik olarak dünyaya geldiği için Evren’e ait olduğu da bilinmektedir. Tanrı çoban Andjty’nin halefi olmuştur. Doğanın her yıl sonbaharda ölümünü ve ilkbaharda canlanışını simgeleyen Osiris’in öyküsü, Teogonia’nın en ayrıntılı öyküsüdür. Bu öykü, Sümer, Hitit, Babil, Fenike’nin Adonis öyküleriyle ve Anadolu’nun Frig Attis öyküsüyle benzerlik gösterir. Tanrısal bir olayı anlattığı gibi, siyasal bir olayın da simgesidir.
Ayrıca Tanrı Osiris, toprak altına girip ekilen tohumlara yaşam verdiği için “Ekim Tanrısı” olarak da düşünülmüştür. Geç devirlerde Osiris kültü, Eski Yunan dünyasına ve Yakın Doğu inançlarına girmiştir. Mezopotamya’nın “Tammuz Öyküsü” Osiris öyküsüdür.
Osiris’in kendisi, inananları için gök’ün merdiveninin sembolü olmuştur. Gerçekten piramit metinlerinde gök kavramı mutat bir kavramdır, bir halat veya katı malzemeden merdiven olarak görülür ve dikey ucu “djed-sütun” (Buğday başaklarının üzerlerinde sıra sıra dizildiği sırıktır, kırsal mümbitlik rituslarında rol oynar, içinde tanenin enerjisinin korunduğu gücün bir sembolüdür) olarak temsil edilirdi ki bu Osiris sembolizmine özgüdür. Merdiven, dirilme ve yukarı çıkma tanrısı Osiris için tasarlanmıştır. Piramit metinleri, basamakları tanrıların kollarından teşekkül etmiş bir merdivenden söz eder ki ölüler bununla gök’e tırmanırlar. Ölüler kitabına göre, “ışıkların melekleri” “gök merdiveninin” her iki yanında dururlar.
Kabbala (İbrani) Merdiveni