Bir şeb-i nûrânûr ki mahitabın sekriyle bedmestim bu gece,
Hâlık-û hallâk ile vuslattayım, hem bezm-i ellestim bu gece…
Dilde aşk, elde sâgar, her cür’ada Lebbaleb hayal-i cânanla,
Âşık-u ma’şûkun bu ilahi vahdetinde sermestim bu gece…
Bu nasıl cûş-u hurûş, bu ne cümbüş, bu ne nûr, bu nasıl kaynaşma?
Cânan da can da aynı kadehteler, mehtab da; bu nasıl anlaşma?
Sâcid de mescût ile hemhal bu şeb; aşık da secdede, ma’şuk da;
Ney sarhoş, neyzen sarhoş, taşıyor lâ vü illâ, hem nasıl bir taşma?..
Her yanda raks-ı nücûm, zikirde hep sabit-ü seyyar “Hû” diyerek,
Cuşişde cümle ecrâm nûrdan birer sikke-yü tennûr giyerek;
Her yanda bir semâ-î raksâraks, her yanda bir âlem- şemsaşems,
Tesbih-ü tehlil üzre her şey peryâd ediyor; hâk dost, dahîlek…
“Bişinev…” Âvâziyle gök kubbede mevlâna başlarken devrâna,
“Bismişah” diyerekten hünkâr Hacı Bektaş da çıkıyor seyrâna;
Haykırırken “Noldu Bu Gönlüm” diye “Şârın minarestinde” bayrâm,
Veliler saf saf olmuş, kanad açmış uçuyor menba-ı gufrâna…
Bu nasıl bir haşr-ü neşr, bütün ervâh ve bütün kâinat uyanmış?
Bu nasıl bir gece ki yedi kat gök beyzâbeyz bir renge boyanmış.
Semada bir şehrâyîn, kandil kandil bir şelale-î nur akmada;
Yıkanmış ma’siyetler; ne defter, ne mizân kalmış; hepsi kapanmış…
Ankara 20/06/1959