Kadim Bilgeliği Yeniden Keşfetmek

22 Ekim 2016

Aydınlatma değil ama bir “aydınlanma vakfı” olarak amacımız, her şeyden önce kendi üzerimize dönmektir. Her etki bir tepkinin, her olgu bir etkileşimin eseridir şüphesiz, yine de ötekini yargılamadan evvel kendine dönüp bakmalıdır insan. Ya da daha açık bir ifade ile, insan, dönüp kendisine bakandır. Ve Fernand Schwarz’ın eserine uygun bulduğu isim gibi, kadîm olan, her seferinde yeniden keşfedilmelidir. 

Kadîm tabii ki eski olan değildir. Mâzinin anılarını taşıyor olsa da, zamana aşkın olarak kadîm, şimdi ve buradadır. Oysa şimdi ve burada benden gayrı ne vardır? 

Keşif, insanın en latif sezgilerinde daima kendisine dair bir şeyler fısıldar kulağa. Keşfetmek yeni yolları, kıtaları, gezegenleri… Ama nihayetinde en içte olan insanı keşfetmektir. Budur aslında kadîm olanın keşfi. 

Peki hangi kitap yazar insanı? Hangi ayna gösterir benliğini kendisine? Tek kitap ve tek bir ayna sadece; hayatın kendisi. Rab dışarıda değildir elbette, içeridedir, gönülde. O gönül ile seyreder insan doğayı, doğadaki insanı, insanın doğasını. 

Bilgiyi ve bilgeliği yeniden keşfetmek ilkin şüphesiz o bilgiye ve tabii ki bilgeye önsel bir farkındalığı zorunlu kılar. Madem ki yeniden keşfediyorum, öyle ise hiç bilmediğim bir zamanda bu bilgi ile zaten doluydum demektir. Madem ki yeniden keşfediyorum, demek ki biliyordum ve unuttum demektir. 

Nedir insanın unuttuğu? Unutkanlığının içinde yitirdiği nedir? “Siz insanlar” diyor Platon, “Tanrılarsınız fakat bunu unuttunuz! Bu nedenledir ki tüm bilmeleriniz sadece hatırlamalardır.” Öyle ise insan tanrısallığını yeniden elde etmelidir, ama nasıl? Bir çiçek yetiştirmek kolaydır saksıda. Tohum, su, hava, biraz da güneş… Pekiyi kendi ebediyet tohumunu yeşertmek, yine kendi varlık toprağında… Üstelik kendi kaynağından akan bilgelik suyu ve saf vicdanın sıcaklığı ile… Kolay mı? 

Bir yarıştır hayat; ümitler ve tasalarla süslenmiş. Çılgınca bir koşu, ama nereye bilinmez. Kim kazanmış koşuyu, kazandığı ne? Kelâmullah İsa kazanılacak zaferin bu acılar dünyasında olmadığını söylese de, uyarır Habîbullah: 

“… Mukarribler (yaklaştırılanlar) ona tanık olurlar ve berî olanlar (ebrâr / temizler), işte bu nimetin içindedirler. Divanlar üzerinde oturup seyrederler. Yüzlerinde, içinde bulundukları nimetin sevinç ve parıltısını hissedersin. Onlara mühürlenmiş, hâlis bir şaraptan sunulur, ki sonu misktir. Yarışanlar bunun için yarışsınlar…”  (Kuran-ı Kerîm Mutaffifîn Sûresi 21-26) 

Yoksa bu hayattan murad başka nedir?