Kimi uğraşıları karşıtını temsil eden düşüncelerle tartışmak, onları değerlendirirken daha hızlı yol alınmasına yardımcı olabilir. Koleksiyonculuk için de istifçilik, böylesi bir zıtlığı işaret etmektedir. İlk bakışta görülebileceği üzere hakiki koleksiyonculuk; yalnızca sahip olmak manasına gelmediği gibi, parayla kıymetli eşyaları satın alma olgusuna da indirgenememektedir. Öte taraftan istifçilik ise, kara günleri de hesaba katan, temkinli-tedbirli olmaktan çok daha farklı bir tutuma işaret eder. Henüz en başından maksatsız ve aşırı bir eylemdir; daha çok tıkıp tıkıştırmayı göstermektedir.
Tüketim toplumu, birtakım göstergeler edinme uğruna, insanlara çeşitli metaları satın almayı buyurur. Bu sahiplik, herhangi bir işlevsel değeri gerektirmediği gibi, dahası sıklıkla insanların kendilerini tanımasını ve hatta başkalarına kim olduklarını sunmasını sağlayan metalara yönelmeyi ifade etmektedir. Değişim değerinin, kullanım değerine oranla yükselmesi (metafetişizmi), reklamların da ürünler hakkında hedef kitlesine fonksiyonel bilgiler aktarmasını haliyle gereksiz kılmıştır. Böylece nesneler, her zaman birtakım göstergeler (statü, sınıf, itibar vb. temsil eden) olarak kullanılmaktadır. Bireyler arasındaki ilişkiler, göstergeler üzerinden kuruldukça, insanın bizatihi kendisi de metalaşmaktadır. Herhangi bir kişi, belirli malları tükettiği için, belirli bir sınıfın üyesi olarak kendisini konumlandırmaya çalışmaktadır.
Tüketici olan insan, kendisini (reklamların yarattığı beklenti nedeniyle de) haz almak zorunda olan biri olarak tanımaktadır. Dolayısıyla haz aldığı kadarıyla yaşadığını duyumsayacaktır. Buradaki haz, daima bir sonraki sahipliği gereksindireceği için (tabii ki reklamlar da bunu teşvik etmektedir) bir an durup bakıldığında tablo; tıpkı eşeğin, önüne bağlanan havuç peşinde koşma telaşına benzemektedir. Peki, bir sonraki satın alma davranışı için ne gerekmektedir? Kuşkusuz, yeni hazlar ve dahası yeni ihtiyaçlar! Oysaki gerçek ihtiyaçlar sınırlıdır. Fakat arzuları ihtiyaç olarak sunan tüketim toplumu, böylece bitmeyen bir koşturmaca yaratır (Baudrillard, 2018). Satın alınan metalara ne olur dersiniz? Hiçbir zaman satın alma maksadına (vaadine) tam olarak cevap vermediği veya zaten en başından beri veremeyeceği[1]; fakat gene de para ödendiği, eş deyişle insan emeğiyle takas edildiği için, metalar vazgeçilemez, elden çıkarılamaz olarak addedilir hale gelir. Nihayetinde tabii ki istiflenir.
İstifçilik, aralarında herhangi anlamlı bir ilişki bulunmayan nesnelerin, onlara üstün bir gayeden de yoksun olarak bir yere yığılmasıdır. İstifleme gelişigüzel, özensizdir. Ancak buna karşın koleksiyoncu; belirli ilkeler altında, kendi gayesine[2] hizmet eden spesifik nesneleri bir araya getirmektedir. Bugünün gösteri kültürünün aksine koleksiyoncu afişe etmek yerine saklar, muhafaza eder ve dolayısıyla koleksiyonuna da gözü gibi bakar. Ancak ve ancak değerini paylaşabilecek olan insanlara koleksiyonunu açar. Bu da onun seçici ve titiz doğasını ilişkilerinde de sürdürdüğünü göstermektedir. “Koleksiyoncu yalnızca geçmişi özetlemekle kalmaz, insanların hayat ortamlarını, şimdiki yabancılaşmayı amaç haline getirmiş gündelik hayatın gereksindirdiği metaların oluşturduğu çöplük olmaktan da kurtarır” (Oskay, 2016). Koleksiyoncu hakkında Walter Benjamin ise şu nitelikleri saymaktadır:
“Koleksiyoncu, nesneleri yüceltmeyi görev edinmiştir. Nesneler üzerindeki mülkiyeti aracılığıyla, onları mal olma niteliklerinden arındırma gibi umutsuz bir işlevi de üstlenmiştir. Sonuçta yaptığı, yalnızca mala kullanım değeri yerine koleksiyoncu değerini kazandırmak olur. Koleksiyoncu yalnızca uzak ya da artık geçmişe karışmış bir dünyayı değil, daha iyi bir dünyayı da düşleyen insandır; insanlar, günlük yaşamlarının dünyasında olduğu gibi, düşlenen dünyada da gereksindikleriyle donatılmış olmaktan uzaktırlar, ama nesneler açısından da yararlılık niteliğini taşımak diye bir yükümlülük, söz konusu değildir” (Benjamin, 2018, s. 97-98).
Bir istifçinin ardında bıraktığı yaşantının herhangi bir anlamı yoktur. Bir başka deyişle, istifçinin ne ardılı ne de öncülü bulunur. Çünkü satın alma ve yığma davranışı, Benjamin’in “Bay Ölüm! Bay Ölüm![3]” alıntısıyla dile getirmeyi seçtiği “moda” ekseninde şekillenmektedir (2018, s. 95). Öyleyse biriktirilen ne varsa, gösterge olmak bakımından modası geçeceği için, sonunda mazideki yerini alacaktır. Oysaki koleksiyoncu, pazarın popülaritesine endeksli yaşamadığı için, yalnızca anlam atfettiği nesneleri bulup, çıkarır ve inşa ettiği düzenli bir ilişki ağında onları bir araya getirir. Koleksiyoncu daha en başından başkalarının mirasını toplamıştır (gerek nesnenin kendisi gerekse bir başkasının zanaatı) ve tabii ki koleksiyonunu da bir gün miras bırakma tutkusuyla hareket etmektedir. Bu bakımdan koleksiyon, koleksiyoncunun vefatıyla ayrılıp, dağıtılmaz; bilakis el değiştirerek tarihin farklı uğraklarında çeşitlenerek, manevi zenginlik kazanmaya da devam eder. İstifçinin yığıntısı kendi öznel zamanını işgal edip, nihayetinde tarih dışı kalırken; koleksiyoncunun seçkisinden ise yeri gelir tarihin kendisi okunur. Özetle, zamanın gözünden bakacak olursak, önünde sonunda istifçilerin evlerindeki eşyalar dağıtılıp, temizlenirken; koleksiyoncunun evi ise her daim yeniden ve yeniden keşfe açık kalır.
İstifçilik ve koleksiyonculuk tutumlarını, düşüncenin kendisi için değerlendirmek bu yazıyı aşacağı için, bu konu okuyucunun tefekkürüne bırakılmıştır. Çünkü bilgi edinme yolunda da aynı tutumlar kendisini kolayca gösterir. İstifçi bilgi tuzağı, bilgiye sahip olmak ve daha da fazlasına ulaşmak, yığmak ve bir çırpıda sayıp dökmekle yetinirken; bir gaye altında birliğe getirilen bilgilerin dönüştürdüğü koleksiyoncu insan, bu sefer kendi hayatını adeta bir koleksiyonmuşçasına yaşamaya, kendi varoluş gayesi için ince eleyip sık dokuduklarını, kendi seçkisine katmaya çalışacaktır.
Sözü uzatmayayım, diyeceğim o ki; henüz vakit varken, bir koleksiyoncudan toplamayı, bir araya getirmeyi muhakkak öğrenmek gerekir. Koleksiyoncuların, istifçileri bertaraf edeceği günlerin özlemiyle!
Kaynaklar:
Baudrillard, J. (2018). Tüketim Toplumu. (F. Keskin, & N. Tutal, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Benjamin, W. (2018). Pasajlar. (A. Cemal, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Oskay, Ü. (2016). Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım. İstanbul: İnkılâp Kitabevi Yayınları.
[1] Sözgelimi mutluluğa sahip mi olunur, yoksa mutlu mu olunur? Dolayısıyla reklamlar vaatlerini başından beri zaten yalan üzerine kurmaktadır. Sahip olunamayacak bir şeyi, bir de üzerine parayla sahip olunabilirmişçesine sunmaktadır.
[2] Buradaki “kendi gayesi” sözüyle, öznelliği kastedilmemektedir. Zira koleksiyonun değeri de, yaşamdaki her çıktı gibi dolaşımda ortaya konacağı için, evrensel gayeleri taşımalıdır. Kendi gayesi sözü yalnızca, evrensel olanlar arasından koleksiyoncunun hangisiyle ilgileneceğini kendisinin seçtiğine vurgu yapar.
[3] Modayı tanımlamak için oldukça isabetli bir vurgu: “Bay Ölüm!” Modanın sürdürülmesi, her vakit her yüceltilenin bir sonraki adımda öldürülmesine borçludur.