Tarih boyunca insanoğlunun kendisini hak ve
adalet yönünde olgunlaştırma çabası bir inşai yapılanma sistemi olmakla birlikte
manevi bir ergenliğe geçiş sürecini de kapsar. Ergenliğe geçişin ise birçok deneyim
yolları vardır. Bu deneyim yollarının katedilmeye başlanmasıyla insanın kendi
yetileri de faaliyete geçer. Varlığından yansıyan bu içsel yetilerinin sezgileriyle
birçok keşiflere adım atar. Bu keşiflerin ise birçok anlamı,
sembolü ve manası olmakla birlikte, düşünce- eylem (fail) birlikteliği
ile insanın kendisini sorgulamasını ve bu haliyle de asli hürriyetine
kavuşması yolunda öz kimliğini-zatını (hüviyetini) tanımasını zorunlu kılar. Bu
nedenle hüviyet ve hürriyet oldukça derin iki kavram olmasının yanında derin
birer anlayış da içermektedir.
Bunun olgusallığı ise kendisini bilme yönüyle
had, hudut ve sınırının bilincinde olmasıyla birlikte, sahip olacağı haklarının
da bilincinde olmasını ifade eder. Bu haklar insanın değerini, onurunu,
haysiyetini tüm yönleriyle; fiziksel, biyolojik, kişisel, kültürel, inançsal,
yaşamsal, eylemsel vb. yönleriyle korumayı amaçlayan evrensel ilke ve kurallar
bütünlüğüdür.
İnsan hakları insanı sadece korunmanın dışında
kendisini geliştirmeyi de amaçlar. Bu anlamda gelişim, bireyin yaşam
kalitesini artırmakla birlikte hakların korunması için de gereklidir. İnsanın
en temel hakkı yaşam hakkının olmasıdır. Bu hakkın yanında;
▪ Dokunulmazlık
hakkı
▪ Özgürlük ve can güvenliği hakkı
▪ Çalışma
hakkı
▪ Sosyal hakkı
▪ Barış ve toplumsal çevre hakkı gibi birçok
hakları vardır.
Bu nedenle insanlar; dili, dini, cinsiyeti,
rengi, etnik kökeni, ekonomik, sosyal ve kültürel özellikleri ne olursa olsun
bütün bu haklardan eşit olarak yararlanmaktadır. Ayrıca insan, bir
ülkenin vatandaşı olduğu için değil evrensel insanlık ailesinin bir üyesi
olduğu için bu haklara sahip olmaktadır.
İnsan hakkının temel hürriyeti, tüm insanlığın
doğumuyla birlikte vazgeçilmez kazanılmış düşünce hakkıdır. Bu nedenle bireylerin
dini kaideleri, felsefi fikir-görüşleri kanun ve yasalarla garanti altına
alınması zorunlu kılınmıştır. Bunların korunması, geliştirilmesi devletin başta
gelen en önemli görevidir. Bunlara uyulması ve tam olarak uygulanması
hürriyetin, adaletin ve barışın temeli sayılmaktadır. Tarihe baktığımızda insan
hakları düşüncesi ilk kez Medine vesikasıyla önem, değer kazanmış ve adım adım
geliştirilmiştir.
Bu gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:
▪ 1698 İngiliz İnsan Hakları Bildirgesi
▪ 1776 Amerikan Bağımsızlık
Bildirgesi
▪ 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları
Beyannamesi
▪ 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi
▪ 1949’da Londra’da 10 Avrupa ülkesinin
imzaladıkları Avrupa Konseyi Anlaşması; içerik ve gaye bakımından insan Hakları
evrensel Bildirgesi muhtevasının bir devamı mahiyetini taşımaktadır.
▪ 01 Kasım 1998 yılından itibaren 21 bağımsız
yargıçtan kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise görevini halen günümüzde
sürdürmektedir.
Yasallaşmış olan bu evrensel haklara bir de kutsal
metinler yoluyla bakacak olursak, Kuran’daki hak kavramı birçok anlamı
ifade etmekle birlikte özü itibariyle;
▪ Bir şeyi hikmetinin gereğine uygun olarak icat
eden; bundan dolayı hak Allah’ın bir ismi ve sıfatı sayılmıştır.
▪ Hikmetinin gereğine uygun olarak yapılan iş
(ameller); Allah’ın bütün fiilleri bu anlamda
haktır.
▪ Bir şeyin aslına (hakikatine) bağlı ilim. Bu
doğrultuda kazanılmış bilgidir.
▪ Hak, zorunlu (gerekli) düzeyde gerekli
ölçüde ve gereken zamanda yapılan doğru ve adaletli iş.
▪ Terbiye edilmesiyle birlikte kulluğunun
bilincinde olan, kendisini hak ile sınırlayarak adaletinin ve doğruluğunun sürekli
farkında olan.
Dile gelen hak ve hakikat arasında farklar
vardır. Hak, bir şeyin hikmeti gereği konulmuş özüne bağlı sözü olurken,
hakikat ise; güzel olsun çirkin olsun her şeyin zatındaki özüne bağlı
olarak tamamlanmış sözüne denir. Her ikisini de kapsayarak, hak ettiği
yere koyarak doğruluk ile hükmetmeye ise bir çok anlamı olmakla birlikte
tahakkuk denir.
Bununla ilgili Kuran-ı Kerim’deki ayetlerden
örnek vermek gerekirse:
Mümin 20: Allah hak ve adaletle hükmeder. Allah’tan başka taptıkları
ise hiçbir hükümde bulunamazlar. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.
İsra 8: Deki hak geldi batıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.
Nebe 39: Bu gün hak günüdür.
Mümin 62: Ve biz hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemeyiz zira
bizim katımızda hakkı hakikati
olduğu gibi dile getiren bir kitap
(kayıt) bulunmaktadır. Sonuçta onlar asla zulme uğramayacaklardır.
Yine Kuran-ı Kerim’deki hak kavramlarının
bazıları açılacak olursa:
Hayat Hakkı: Her insanın
doğal olarak sahip olduğu hayatta kalma hakkıdır.
İsra 33: Sakın haklı bir gerekçe olmaksızın Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana
kıymayın.
Mâide 32:
Kim bir cana veya toplum içinde
bozgunculuğa bir karşılık olmaksızın bir başka cana kıyarsa bütün insanlığa
kıymış gibi olur. Kim bir canı kurtarır olursa bütün insanlığı kurtarmış gibi
olur.
Bu iki ayetteki örnek insanın hayat hakkının dokunulmaz
olduğunu dile getiriyor.
Hürriyet Hakkı: Özgür birey olma hakkıdır.
Bakara
256: Bu dinde zorlama yoktur.
Mâide 99: Elçimiz üzerine düşen sadece açık bir tebliğden ibarettir.
Gâşiye
21-22: Sen sadece bir hatırlatıcısın
onların tepelerine dikilecek değilsin.
Mülkiyet Hakkı: Helal kazançla mülkiyet edinme hakkıdır:
Nisa 29: Ey iman edenler, mallarınızı aranızda haksız
bir şekilde yemeyin, karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret yapın, birbirinizi
öldürmeyin.
İsra 34l: Yetimin malına olgunluk çağına erinceye kadar
yaklaşmayın.
Kuran-ı Kerim’deki hakkın doğruluğu hakkındaki
bu açıklamalarla birlikte Tevrat’taki On Emir’in hak ve adaletinin hükmü
dışında, İncil’de de birçok anlatım vardır. Bunlardan biri ise İsa’nın
tanık olduğu bir olaydır ve anlatım şöyledir:
Luka 18: Kendi doğruluklarına güvenip başkalarına tepeden bakan bazı
kişilere İsa şu benzetmeyi anlattı. Biri ferisi öbürü vergi görevlisi iki kişi
dua etmek üzere tapınağa çıktı, ferisi kendi kendine şöyle dua etti. “Tanrım
öbür insanlara, soygunculara, hak giyenlere, zina edenlere ya da şu vergi görevlisine
benzemediğim için sana şükrederim.” Haftada iki gün oruç tutuyor bütün
kazancımın ondalığını sana veriyorum. Vergi görevlisi ise uzakta durdu.
Gözlerini göğe bile kaldırmak istemiyordu. “Tanrım ben günahkârlara merhamet et,”
diyordu. İsa size şunu söyleyeceğim, ferisi değil bu adam aklanmış olarak evine
döndü, çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaktan ise
yücelecektir. İsa, gurur ile yapılan iyilik ve ibadetin hakkın
katındaki doğruluğunun geçersiz olduğunu dile getiriyordu ki alçakgönüllülük, samimiyet ve ihlasla yapılan
her türlü fiilin hakikatte en önemli şey olduğu İncil’in
anlatımıyla anlaşılmış oluyordu.
Bunun dışında hak ve adaleti farklı bir
geleneğin inançlarıyla da örnekleyecek olursak Anadolu Aleviliğinde bunu görebiliriz.
Bu geleneğin inancındaki manevi yola girme erkânında dede, talibi (talep
edeni) cemdeki herkesin huzurunda sorgular. Buradaki amaç hak rızasını
alabilmektir. Bunun için de halkın rızasının şahitliğine başvurularak
talip yargılanır. Bunun anlamlarından bir tanesi ise talibin doğru yolu
bulmasıyla Allah’ın ahlakına ulaşabilmesini sağlamaktır, bu nedenle bu liyakatle
arınma ve aydınlanma yolu ritüellere bağlı manevi, dinsel bir törenle
gerçekleşir.
Şayet talibin daha büyük bir günahı, hatası var ise
düşkünler ocağı denen Hıdır Abdal Ocağı’na yollanır ve talip orada ikinci
kez hizmete girer ve oradaki hizmetiyle de tam olarak kendini arındırırsa
tekrar halkın içine dönerek kendini aklamış olur. Dikkat edilirse buradaki
geleneğin inancında tamamen toplumdan men edilme yoktur. Hizmet ile hakka ulaşmada erdemli,
faziletli, kâmil bir insan olmanın yoludur. Bu nedenle
hakk, insanın ünsiyete kavuşması yolunda, istidadındaki kabiliyetlerini
harekete geçirerek, dehasının öz bilinciyle (Rabbinin) farkında
olarak, özgür iradesiyle düşüncesine sınır getirerek, kulluğu ile
kendisini hizmete adayarak, hak, hukuk ve adaleti ile asli gayesine
ulaşarak, ikinci yaratılışı ile marifetini anlayışa getirerek tekrar
var oluşun özünü zorunlu kılmıştır.
Selam olsun hakk ile içi özgür dışı hür
yaşayanlara…