İnsan Haklarının Sağlanmasında Temel Bir Sorunsal Olarak Demokrasi

İnsan Hakları - 2019

Bu yazı Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi’nde (Cilt: 21, Sayı: 1, 2019) yayımlanmıştır.

Giriş

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB) ilan
edilmesinin üzerinden yetmiş yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen, insan
hakları ihlallerinin dünyanın dört bir tarafında eskiden olduğu gibi devam
ettiği dikkat çekmektedir.[1]
20. yüzyılın sonlarında Bosna ve Srebrenitsa’da yaşanan soykırımlar yakın
tarihte yaşanan insan hakları ihlalinin en bariz örneğidir. Günümüzde ise
Akdeniz’de alabora olan sığınmacı tekneleri, kıyılara vuran ve kaybolan
cesetler[2]
adeta İHEB’in yetmişinci yılının sorgulanması gerektiğine işaret etmektedir.
Bununla birlikte küresel anlamda yaşanan insan hakları ihlallerini temel bir
paradoks olarak nitelendirmek gerekmektedir. Çünkü dünya kamuoyunda bir
taraftan insan hakları söylemleri artarken, diğer taraftan da hak ihlalleri hız
kesmeden devam etmektedir. Şu halde dünya genelinde insan hakları anlayışı ve
bu anlayışın hayata geçirilmesi hususunda belirgin sorunların yaşandığı
yadsınamaz bir gerçektir.

İnsan hakları sorunlarının/paradoksunun
nedenlerinin anlaşılması bağlamında felsefenin eleştirel ve analitik özelliği
önemli katkılar sağlayacak mahiyettedir. Elinizdeki çalışmada yaşanan insan
hakları sorunları insan hakları ve demokrasi ilişkisi bağlamında ele
alınmaktadır. Bu çerçevede temel olarak demokrasilerin insan haklarının sağlanmasında
bozucu bir etki yapıp yapmadığının irdelenmesi amaçlamaktadır. Araştırmamız
kapsamında öncelikle insan haklarının hayata geçmesi bakımından demokrasinin
elzem bir anlayış olduğunu savunan görüşler muhtasar olarak serimlenmektedir.
İkinci adımda ise insan hakları ile demokrasi arasında vazgeçilmez olduğu
düşünülen ilişkinin/bağın mahiyeti farklı örnekleme ve analizlerle tartışmaya
açılacaktır. Bu çerçevede insan hakları konusu demokratik yönetim anlayışını
benimseyen ülkeler bağlamında ele alınmasının yanında, mezkûr ülkelerin başka
ülkelerle olan ilişkileri çerçevesinde de soruşturulacaktır. Son tahlilde ise
insan haklarının sağlanmasında demokrasinin hangi sorunlara yol açabileceğine
dair bazı tespitler somutlaştırılarak, sorunların giderilmesine yönelik felsefi
bağlamda bazı çözüm önerilerine ulaşılmaya çalışılacaktır.

Konu ile ilgili mevcut literatür incelendiğinde
insan hakları ve demokrasi ilişkisi bağlamında temel olarak iki türlü
tartışmanın yer aldığı görülmektedir. Birinci grupta yer alanlar insan haklarının
sağlanması için demokrasinin vazgeçilmez olduğunu savunurken, ikinci
gruptakiler daha ziyade demokrasi ile insan haklarının birbirleri ile
ilişkilendirilmesinin çok doğru bir anlayış olmadığı görüşündedirler. İnsan
haklarının sağlanmasında demokrasilerin vazgeçilmez olduğunu savunan görüşler
öteden beri yaygın olarak kabul gören bir anlayıştır. Ancak demokrasilerin
insan haklarının sağlanmasında nasıl bozucu bir etkisinin olabileceği
akademik/entelektüel açıdan yeteri kadar ele alınmadığı görüldüğünden
çalışmamızda ağırlıklı olarak demokrasinin insan haklarının sağlanmasındaki
bozucu etkisi irdelenmektedir. Söz konusu düşünceleri tahlil etmeye insan
hakları ve demokrasi kavramlarının anlamları üzerinde durarak başlamamız
yerinde bir tutum olacaktır:

Felsefenin temel özelliklerinden biri de
kavramların temellerine inerek özüne uygun bir biçimde ifade etmektir.[3] İnsan
hakları ve demokrasi kavramlarının özüne uygun olarak aydınlatılması her iki
anlayış arasında kurulan ilişkinin anlaşılması bakımından önem arz etmektedir.
İnsan hakları her türlü etnik köken, ten rengi, cinsiyet, din ve mezhep gibi
farklı özelliklerin ötesinde salt insan olmaya bağlı haklardır. Öyle ki bütün
diğer özellikleri öne çıkarılmaksızın, dünyaya insan olarak gelmek, insan
haklarına sahip olmak için yeterli bir nedendir.[4]
Buna göre insan hakları, pozitif hukuk yasalarının tanıdığı haklar değildirler,
bilakis salt insan olmaya bağlı doğal haklardır. Demokrasi ise Yunanca bir
kavramdır ve demos (halk, çoğunluk)
ile kratos (güç, iktidar)
sözcüklerinin birleştirilmesi suretiyle oluşmuştur.[5]
Buna göre demokrasinin genel kabul gören anlamı ise halkın yönetimi ya da halk
yönetimi şeklindedir. Buradaki temel ölçüt ise halkın çoğunluğunun belirlediği
bir hükümetin ülke yönetiminde yer almasının meşru olarak kabul edilmesidir.
Araştırmamız çerçevesinde insan hakları kavramı, belirtildiği gibi, salt insan
olmaya dayalı haklar olarak, demokrasi kavramı ise siyasi bir yönetim biçimi
olarak ele alınacaktır. Demokrasi konusunda ortaya çıkmış sosyal demokrasi,
liberal demokrasi vb. tanımların/anlamların tartışması araştırmamız kapsamında
yer almamaktadır.

İnsan hakları ve demokrasi kavramlarının asli
anlamlarına değindikten sonra mezkûr kavramlar/anlayışlar arasında kurulan
ilişkiyi iki farklı bakış açısından analiz etmemiz gerekmektedir. İnsan hakları
ve demokrasi ilişkisi öncelikle aralarında vazgeçilmez bir bağın olduğunu
savunanların görüşlerine yer vererek tartışılmaya girişilecektir. İnsan hakları
hususunda küresel anlamda yaşanan sorunlara yer verildikten sonra
araştırmamızın da temel konusunu oluşturan insan haklarının sağlanmasında
demokrasinin nasıl bir sorun teşkil edebileceği tartışılmaya çalışılacaktır.

1. İnsan Haklarının Sağlanması Bakımından Demokrasi

Demokrasinin insan haklarının hayata geçmesi
bakımından en uygun siyasi rejim olduğuna dair yaygın bir kanaat mevcuttur.
Siyasi düşünce tarihi incelendiğinde insan hakları kavramının gelişimi ile
modern demokrasilerin gelişimi arasında sıkı bir bağın olduğu ileri
sürülmektedir.[6] Benzer biçimde insan
hakları ile ilgili kaleme alınan birçok yazıda insan hakları ile demokrasi
arasında sıkı bir bağın kurulmaya çalışıldığı dikkat çekmektedir. Söz gelimi
Robert Alexy, ulusal devletlerde insan haklarının sağlanmasına en uygun yönetim
şeklinin demokrasi olduğunu ileri sürmektedir.[7]
Erhan Atiker’e göre insan hakları meselesinin aslında bir demokratikleşme talebinden
kaynaklandığı kuşku götürmez bir gerçektir.[8] A.
Kadir Çüçen ise insan haklarının en iyi biçimde demokratik yönetim şekline
sahip toplumlarda hayata geçtiğini savunmaktadır.[9]
Aynı zamanda “demokrasi ve insan hakları” adı altında okul müfredatlarında bazı
dersler yer almaktadır. Söz konusu derslerde okutulmak üzere birçok ders
kitabının kaleme alındığı görülmektedir.[10]
Bununla birlikte insan hakları ile demokrasi arasında niçin sıkı bir bağın
kurulduğuna dair bir soru akıllara gelmektedir:

Tarihsel olarak insan hakları anlayışının
belgelerde yer almasının demokrasi bilincinin gelişmesi ile başladığı görülmektedir.[11]
İnsan hakları ile demokrasi arasında kurulan söz konusu sıkı bağın oluşmasında
demokrasilerin temel olarak bireylerin/yurttaşların iradesine dayalı bir
yönetim anlayışını meşru sayması önemli bir etkendir. Başka bir deyişle günümüz
dünyasında insan haklarının sağlanmasının yolunun demokrasiden geçtiği anlayışı
demokratik devletlerin bireylerin ve toplumun kanaatlerini dikkate almalarına
dayanmaktadır.[12] Şu halde demokrasi
dışındaki birçok rejimde güçlüler ve siyasal elitlerin hâkimiyeti söz konusuyken,
demokratik yönetimlerde yurttaşların yönetimi belirleme hakkı söz konusudur.[13]
Dolayısıyla monarşiler ve krallıklardaki gibi tek kişinin yönetim anlayışı
karşısında demokratik rejimler, ülkenin yönetilmesi hususunda halkın tercihini
meşru olarak gördüklerinden insan hakları ile demokrasi arasında sıkı bir bağın
kurulmasının olağan hale geldiği anlaşılmaktadır.

Görebildiğimiz kadarıyla insan haklarının
sağlanması için demokratik yönetimlerin elzem olduğu anlayışı yaygındır.
Yurttaşların düşüncelerini ve onların oyları ile belirlenen hükümetleri meşru
gören demokrasilerin insan haklarının sağlanması bakımından öteki rejimlerle
kıyaslandığında çok daha yetkin/uygun bir sistem olduğu anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte insan hakları ile demokrasi arasında kurulan ve vazgeçilmez
olduğu düşünülen mezkûr rabıtanın çok da sağlıklı olmadığını düşünenler de yok
değildir. Şu halde demokrasi ile yönetilen ülkeler ilk bakışta insan haklarının
sağlanması için en uygun mecra olarak görülebilirler. Ancak her iki anlayışın
temelleri ve insan hayatına uygulanışı etraflıca irdelendiğinde aslında iddia edildiği
gibi sağlıklı bir demokrasi – insan hakları ilişkisinin olmadığını ileri süren
fikirler de ortaya çıkmıştır.

2. İnsan Haklarının Sağlanması Bakımından Demokrasi Sorunsalı

Evrensel Bildirge’nin (İHEB) ilanının üzerinden
yetmiş yıl geçmesine rağmen neredeyse her gün dünyanın değişik yerlerinden
insan haklarının ihlallerine dair haberlere rastlanmaktadır. Bunlardan savaş ve
çatışmaların yol açtığı kıtlık, açlık, katliam ve sığınmacılık durumları
başlıca hak ihlalleri olarak dikkat çekmektedir. Birçok insan hakları
ihlallerinin yaşandığı dünyamızda demokrasi ile insan hakları arasında nasıl
bir bağın mevcut olduğu irdelendiğinde oldukça düşündürücü durumların yaşandığı dikkat çekmektedir. Bu bağlamda insan
hakları ile demokrasi ilişkisini (a. Demokratik Ülkeler Bağlamında İnsan
Hakları, b. Demokratik Ülkelerin Diğer Ülkelerle İlişkileri Bağlamında İnsan
Hakları olmak üzere) iki kategoride analiz etmeye çalışalım.

a. Demokratik Ülkeler Bağlamında İnsan Hakları

Bir Afrika ülkesinde yapılan seçimlerle ilgili
anlatılan bir anekdot, demokrasi adına önemli bir fikir vermektedir: “Oy
verme kulübelerinde demokrasi pupa yelken gidiyordu. Bir adam karılarını
getirmediği için azarlanıyor. – “Gelmek istemediler” – “Onları dövmeliydin”.
Pek çok Dowayo’ya ne konuda oy kullandıklarını sordum. Boş gözlerle baktılar
bana. Kimlik cüzdanımızı aldık, orada duran görevliye verdik, o da mühürledi,
böylece de oyumuz işaretlendi, diye cevap verdiler. Evet, ama niçin oy
kullanıyorlardı? […] Hiçbiri seçimlerin ne için yapıldığını bilmiyordu”
.[14]
Bu örnek demokratik yönetime geçmiş bir ülkede birden fazla karısı olan ve
onları oy kullanmadıkları için dövmesi istenen adamdan söz edilmesinin yanında
insanların niçin oy kullandıklarına dair bilinçten oldukça uzak oldukları da
anlaşılmaktadır. Ancak politik anlamda demokrasinin sağlanmasına rağmen birçok
insan hakları ihlalinin yaşanması mümkündür. Çünkü demokratik yönetimlerde
siyasi partiler seçim dönemlerinde yurttaşların daha fazla oyuna alabilmek
adına insan hakları ile uyuşmayan çalışmalar ve vaatlerle ortaya
çıkabilmektedir.

Almanya’da Nazi Partisinin iktidara gelmesi bu
türden demokratik bir anlayışa verilebilecek belirgin bir örnektir. Hitler,
seçim dönemlerinde salt Almanlığa dayalı ve refah bir ülke vaat ederek, halkın
oyunun önemli bir kısmını alarak iktidarı elde etmiştir. Ancak bu dönemlerde,
başta toplama kampları (KZ) olmak üzere, işlenen insan hakları ihlalleri
tarihte eşine az rastlanır türdendir. Dolayısıyla siyasi rejimin demokratik
olarak işlediği birçok ülkede insan hakları ihlallerinin yaşanmadığını iddia
etmek oldukça zor görünmektedir.[15]
Buna göre siyasi bir rejim olarak demokrasi, yukarıda üzerinde durulduğu gibi,
insan haklarını sağlamaya uygun siyasi bir rejim olmakla birlikte, söz konusu
haklara zarar verici bir özelliği de içinde barındırmaktadır. Şu halde bazı
ülkelerde çoğunluğu memnun edip, onların oylarını almak uğruna, azınlıkların
hakları görmezden gelinerek, insan hakları ihlalleri işlenebilmektedir. Ronald
Dworkin’e göre sayı olarak çoğunluğu elde etmeyi meşru gören demokratik anlayışlar
çoğunluğun istedikleri gerçekleştirilmeye çalışılırken, azınlığın hakları
önemsenmeyecektir/ görmezden gelinecektir.[16]
Buna göre demokratik yönetimlerde esas olan insan haklarının sağlanmasından
ziyade demokratik anlayışın hayat bulmasıdır. Başka bir ifadeyle çoğunluğun
belirlediği bir partinin iktidara gelmesi ve çoğunluğun aldığı kararların uygulanması
demokratik olmakla birlikte insan haklarının gerçekleştiği anlamına
gelmemektedir.

Bununla birlikte insan hakları ihlallerinin
yalnızca dünyanın geri kalmış bölgelerinde değil, ekonomisini geliştirmiş ve
ileri demokratik rejim olarak nitelendirilen bölgelerinde de yaşandığı dikkat
çekmektedir. Söz gelimi Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) elli eyaletinin
otuz sekizinde verilen idam cezaları bunun en bariz örneklerinden biridir.
Özellikle Texas, California ve Florida’da verilen cezaların çoğu siyah tenli
erkeklere yönelik olduğu belirlenmiştir. Bunun yanında ABD’de çocuk yaşta
olanların ve zihinsel özürlülerin idamının arttığı dikkat çekmektedir.
Dolayısıyla dünyanın ileri demokrasisine sahip olduğu düşünülen bir ülkede
insan haklarının temelini oluşturan ilkelerden yaşama hakkının ihlali oldukça çarpıcı bir durum olarak karşımıza
çıkmaktadır. Aynı zamanda yetmiş yıl önce İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin
ilan edilmesine öncülük eden bir ülkede bu derecede insan hakları ihlallerinin
yaşanması oldukça düşündürücü bir durumdur.[17]
Bu noktada, “demokrasi ile yönetilen ülkelerde insan hakları ihlallerinin
yaşanmasının en önemli nedeni nedir?”
diye bir soru akıllara gelmektedir.

Kanaatimize göre demokratik yönetimlerin çoğulcu
katılımcı anlayışı temel bir meşruiyet kaynağı olarak görmesinden kaynaklanan
insan hakları ihlalleri ortaya çıkmaktadır. Bu anlayışta devlet haklarının
insan haklarının üstünde görülmesi nedeniyle insan hakları hususunda önemli
derecede ihtilaller yaşanabilmektedir. Aynı zamanda devlet, siyasi düzenin
korunması adına insan haklarının sınırlandırılmasına yönelik kamuoyu
oluşturarak, hakları ihlal eden kararlar alabilmektedir.[18]
Şu halde demokrasi bir ülkede çoğunluğun karar verdiği bir iktidarın yönetimi
olarak düşünüldüğünde bireysel haklar ve özgürlükler için bir tehdit unsuru
haline gelebilmektedir. Çünkü (mutlak) monarşi rejimlerinde tek kişide olan
iktidar, demokrasi ile birlikte toplumun belli bir çoğunluğunun eline geçmiş
bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle tek kişinin hâkimiyeti belli bir kitle hâkimiyetine (mass domination) dönüşmüştür ve bu durumda bireysel haklardan
ziyade iktidarı belirleyen kitlenin talepleri önemsenecektir. Bu durumu halkın
hâkimiyeti anlamına gelen demokrasi ile insan hakları arasındaki bir paradoks
olarak nitelendirmek yerinde bir tutum olacaktır.[19]
Mustafa Erdoğan’a göre söz konusu paradoksun nedeni bütün çekiciliğine rağmen
demokrasinin içeriğindedir. Çünkü demokrasi çoğunluğun iradesini hedeflemesine
karşın ayrılıklar, bölünmeler ve çekişmeler üzerine kurulu bir rejimdir. Bu bağlamda
etnik, dinsel ve bölgesel bölünmeler ise demokrasilerde karşılaşılan en büyük
sorunlardır.[20] Dolayısıyla demokratik
rejimlerde halkın çoğunluğunun ülkenin yönetimini belirlemesi ile birlikte
insan haklarının sağlandığını iddia etmenin oldukça zor olduğu anlaşılmaktadır.
Söz konusu sorunsalın temel nedeni ise demokrasilerin çoğunluğun belirlediği
hükümetleri meşru olarak kabul etmeleri ve buna bağlı olarak toplumsal anlamda
gruplaşmaların/bölünmelerin ortaya çıkmasıdır.

Bununla birlikte demokrasinin mahiyetini oluşturan
eşitlik anlayışı ile insan haklarını belirleyen eşitlik anlayışının birbirinden
farklı ögeler olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü insan haklarında tek tek bütün
bireylerin eşitliği esas alınırken, demokrasiler halkın çoğunluğu tarafından
belirlenen bir eşitliği meşru olarak görmektedirler. Dworkin’e göre halkın
çoğunluğunu önemseyen demokrasiler insan haklarının sağlanmasının değil, belki
de sağlanamamasının temel nedenidirler. Çünkü çoğunluğun iradesinin gerçekleşmesi
insan haklarının sağlandığı anlamına gelmemektedir. Bir toplumda iradesi ve
hakları görmezden gelinen azınlıklar demokratik anlamda çok fazla sorun teşkil
etmemekle birlikte insan haklarının hayata geçmediğinin temel göstergesi
olacaktır.[21] Buna göre devletin ortaya
çıkmasından/oluşmasından bağımsız olarak salt insan olmaya bağlı hakları
demokratik bir anlayışla özdeşleştirmek oldukça tartışmalı bir durum
kazanmaktadır. Diğer bir ifadeyle insan haklarının sağlanmasını demokrasinin
sağlanmasına bağlamak içinde önemli açmazları barındıran bir tutum olarak
karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla demokratik devletlerin halkın çoğunluğunun
tercihini ülke yönetimi olarak meşru olarak görmelerinden kaynaklanan insan
hakları ihlalleri yaşandığı anlaşılmaktadır.

Görebildiğimiz kadarıyla insan hakları ve
demokrasi mahiyeti gereği birbirinden iki ayrı unsura işaret ettiklerinden, iki
anlayışın da kavramsal olarak birbiriyle çok fazla ilişkilendirilmesinden
kaynaklanan sorunlar yaşanmaktadır. Ernst-Wolfgang Böckenförde’ye göre
demokrasi, devletin iradesinin halk oylamasına bağlı olan yönetim sistemleri
ile ilgili politik bir düzeni ifade ettiğinden, bu kavramın, insan hakları ile
birebir uyuştuğunu iddia etmek, her şeyden önce bir kavram kargaşasına yol
açması kaçınılmazdır. İnsan hakları salt insan olmaya bağlı olan ve meşruiyeti
insan onuruna dayalı haklar iken, demokratik sistemde meşruiyet halkın
tercihine bağlıdır.[22]
Bununla birlikte insan hakları kavramının özüne uygun bir biçimde aydınlatılamamasından/tanımlanamamasından
kaynaklanan birçok insan hakları ihlalleri yaşandığı vakıadır.[23] O
halde insan hakları tanımlanırken her türlü sosyo-kültürel şartlardan, politik
sistemlerden, cinsiyet ve etnik kökenden bağımsız olarak salt insan olmaya
bağlı evrensel haklar olduğunu gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Bununla
birlikte insan haklarının evrenselliğine karşın, demokrasi bir yönetim şekli
olarak, uygulandığı devlete göre geçerliliğe sahip olan hukuk sistemi ile
yakından ilişkilidir. Dolayısıyla demokrasiler çoğunluğun iradesini meşru
görmesinin yanında uygulandığı devletin politik şartlarına göre de değişiklik içereceğinden
dolayı insan haklarının evrenselliği anlayışı ile uyuşmamaktadır. Çünkü politik
sistemler kendi önceliklerini gerçekleştirmek çabası içindedirler ve seçimlerde
yurttaşların oylarına talip olduklarından halkın çoğunluğunun faydasını
gözetmeyi amaçlarlar. Demokrasinin çerçevesi bunu gerçekleştirmek için uygun
bir mecradır. Buna göre demokrasi ve insan haklarının birbiriyle sıkı bir
ilişki içinde olduğu tezinin açmazları giderek belirgin bir hal almaktadır.

Söz konusu uyuşmazlığı bariz bir biçimde göz
önünde seren diğer bir husus ise demokrasilerin evrensel etik ilkelerden ziyade
mevcut ülkedeki mutabakatı meşru bir zemin olarak görmeleridir. Öyle ki
mahiyeti gereği demokrasiler meşruiyetini konsensüs/uzlaşma üzerinden
sağlamaktadır ve seçimler de halkın oyları üzerinden bir konsensüs oluşturmak
üzere yapılmaktadır. Albrecht Wellmer’e göre özü itibarıyla adaletsiz/haksız (ungerecht)
olan hususlar üzerinde de konsensüs oluşturmak da mümkündür. Dolayısıyla demokratik
olup da, hak ihlali olabilecek birçok durumla karşılaşılabilir. Buna göre
demokratik sistemler/meclisler Nazi suçlularının ve vergi kaçıranların beraat
edeceğine, sığınmacıların sınır dışı edileceğine, kürtaj yaptıran kadınların ve
protestocuların cezalandırılacağına dair kararlar alabilirler.[24]
Çünkü mevcut yapı içindeki oy çokluğunu ve mutabakatı meşru/legal bir ölçüt
sayan bir anlayıştan genel geçer etik ilkeleri dikkate alması beklenemez. Bu
durum aynı zamanda kamuoyunda yaygın olarak kullanılan “Demokrasilerde çare
tükenmez”
sözünün neden yaygınlaştığına dair bir fikir de vermektedir.
Çünkü demokratik anlayışlar evrensel ilkeleri kendi sistemlerine uydurmak
maksatlı, yorumlama hakkını meşru olarak görmektedirler.

b. Demokratik Ülkelerin Diğer Ülkelerle İlişkileri Bağlamında İnsan Hakları

İnsan haklarının sağlanması bakımından
demokrasinin vazgeçilmez bir rejim olduğunu savunan anlayışların yanında
demokrasilerin söz konusu hakların sağlanmasında nasıl bozucu etki
yapabileceğini tartışmaya çalıştık. Bununla birlikte insan hakları – demokrasi ilişkisini
uluslararası boyutuyla anlayabilmek içim demokratik yönetim anlayışını
benimseyen ülkelerin diğer ülkelerle ilişkilerini ele almamız yerinde bir tutum
olacaktır. Önceki bölümde demokratik bir yönetim anlayışına rağmen ABD’de
uygulanan idam cezalarına değindik. Bununla birlikte bu ülkede yaşanan insan
hakları ihlallerini yalnızca bir iç mesele olarak sınırlandırılmaması
gerekmektedir. ABD’nin dünyanın başka bölgelerine yönelik tutumu da birçok
insan hakları ihlaline yol açmaktadır. Söz konusu sorunsalı bazı örneklemelerle
serimlemeye çalışalım:

Bu çerçevede öncelikle ABD’nin
“demokratikleştirme” adı altında Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinin ve
binlerce insanın bu süre zarfında hayatını kaybetmesinin insan hakları ile pek
uyuşmadığını ifade etmemiz gerekmektedir.[25]
Hatta ABD, 2003 yılında Birleşmiş Milletler insani müdahale ilkesini de
çiğnemiştir. O sıralar ABD Başkanı olan George W. Bush, Irak’a yönelik
savaş kararı alıp almamaları konusunda Birleşmiş Milletler’in onayına gerek
duymadıklarını, karar verdikleri şeyi gerçekleştireceklerini ifade etmiştir.[26]
Söz konusu işgallerle birlikte demokratik olmayan ülkelere demokrasi getirmeyi
amaçladıklarını iddia etmektedirler. Ancak belli bir ülkeyi demokratikleştirme
maksadıyla başvurulan, savaş ve işgaller bariz bir biçimde insan hakları
ihlallerine yol açmaktadır.[27]
İşgal ve savaşlar nedeniyle insanların hayatını yitirmesi insan haklarının yaşama ilkesi bağlamında düşünüldüğünde
kabul edilebilir bir durum değildir. Bununla birlikte işgal ve savaşların yol
açtığı sığınmacılık sorunsalı küresel anlamda ciddi boyutlara ulaşmış
durumdadır.

Savaş, tecrit ve tehdit gibi insan hayatını
doğrudan etkileyen olumsuz şartlar nedeniyle birçok insan doğup büyüdüğü yeri
terk etmek zorunda kalmaktadır. Bernd Ladwig’e göre sığınma arayışı içinde olan
insanların büyük riskleri göze alarak zorlu yolculuklara çıkmalarının nedeni,
yaşadıkları yerlerdeki hayat şartlarının güçlüğüdür. Ancak demokratik
yönetimlere sahip batılı ülkeler savaşlar ve işgaller nedeniyle oldukça zor
durumda kalmış bu insanlar için vicdanlı davranmaktan oldukça uzaktır.[28]
Sığınmacılara yönelik Alman havalimanlarında sınır polisleri tarafından işkence
uygulandığı dikkat çekmektedir.[29]
Sözgelimi geçen yıl (2018) Almanya’nın sınır dışı ettiği Afgan bir sığınmacının
intihar etmesi[30] üzerine insan haklarının
temelini oluşturan yaşama hakkı ilkesi
demokratik ülkeler özelinde tartışılmaya başlanmıştır.

Diğer taraftan demokrasi ile yönetilen ülkelerde
de gizli diplomasi ve politikaların yürütüldüğü ortaya çıkmaktadır. Özellikle
Julian Assange tarafından 2006 yılında WikiLeaks belgelerinin yayımlanması ile
birlikte ABD’nin küresel anlamda tasarladığı birçok gizli plan deşifre edilmeye
başlanmıştır.[31] Bununla birlikte Edward
Snowden tarafından ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) dünya genelinde bazı
internet sayfaları ve e-postalar vasıtasıyla birçok kişinin özel bilgilerini
elde etmesi deşifre edilmiştir.[32]
Dünya kamuoyunda ileri seviyede bir demokrasi ile yönetildiğine inanılan
ABD’nin dünyanın başka ülkelerine yönelik yürüttüğü gizli politika[33]
açıkçası birçok ülkeyi güvenlik bakımından rahatsız/tedirgin etmektedir. Söz
konusu gizli politikaların nelere yol açabileceği hususunda Kant’ın
düşüncelerine kulak vermek gerekmektedir. O, özellikle uluslararası diplomasilerde/politikalarda
şeffaflığın olmamasını bir hak ihlali olarak nitelendirmektedir. Ona göre
insanlar ve ülkeler şeffaflık prensibine uyulması etik ve hukuki bakımından
elzemdir.[34] Aynı zamanda o, ülkelerin
dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan hak ihlalinin (Rechtsverletzung) gizli kalmaması için uluslararası politikada
şeffaflık prensibine önem vermektedir.[35]
Dolayısıyla Kant’ın düşünceleri bağlamında küresel anlamda yürütülen gizli
diplomasiler önemli bir savaş nedenidir. Dünya üzerinde savaşların sona ermesi,
insan hakları ve barışın gelişebilmesi için gizli diplomasilerden uzak
durulması ve şeffaflık prensibine uyulması gerekmektedir.

Görebildiğimiz kadarıyla demokrasiyle yönetilen
ülkelerin başka ülkelere yönelik tutumlarında insan haklarına riayet
ettiklerini ileri sürmek oldukça zor görünmektedir. Dolayısıyla demokrasi ile
yönetilen ülkelerin kendi içlerinde insan hakları ile ilgili sorunlar yaşanabildiği
gibi, başka ülkelere yönelik insan haklarını ihlal edici tutumlara yöneldikleri
de yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Buraya kadar yapmaya
çalıştığımız analizlere göre ilk bakışta insan haklarının sağlanmasında en
uygun siyasi rejimin demokrasi olduğu görüşü öne çıkmaktadır. Ancak birçok ülke
demokratik bir siyasi anlayışı benimsemesine rağmen insan hakları ile uyuşmayan
tutumları meşru görebilmektedir. Yapılan analizlere istinaden insan hakları ile
demokrasi arasında kurulmaya çalışılan yaygın anlayışın ciddi anlamda
tartışmalı bir hal aldığını iddia edebiliriz. Bu durumu, insan hakları ile
demokrasi arasındaki bir paradoks, açmaz ya da çelişki olarak nitelendirmemiz
mümkündür. Aynı zamanda bu durum Derrida’nın da üzerinde durduğu iki değerli
karşıtlık mantığı sorunsalını akıllara getirmektedir.[36]
Buna göre salt insan olmaya bağlı insan hakları ile çoğunluğun iradesini meşru
gören demokrasi arasında ortaya çıkan belirgin bir karşıtlığın görmezden
gelinmemesi gerekmektedir. Dolayısıyla insan hakları ve demokrasi ilişkisi
sorunsalını sadece bir yönüyle ele almak yerine çift taraflı düşünmek küresel
anlamda yaşanan insan hakları sorunlarının anlaşılması ve düzeltilmesi adına
önemli bir adım olacaktır. Son tahlilde buraya kadar yapmaya çalıştığımız
analizler bağlamında bazı bulgular elde etmeye ve insan hakları – demokrasi ilişkisi
bağlamında yaşanan açmazların giderilmesine yönelik bazı önerilere ulaşmaya çalışalım.

Sonuç Yerine

İnsan haklarının sağlanmasında demokrasinin vazgeçilmez
bir rejim olduğunu ileri sürenler ile insan haklarının hayata geçmesinde
demokrasinin bozucu bir rol oynayabileceğini savunanlar arasında belirgin bir
karşıtlık olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte her iki cenahtaki yazarları
buzdağının görünen ve görünmeyen kısmını yorumlayanlar olarak da değerlendirmek
mümkündür. Öyle ki görünüş itibariyle insan hakları ve demokrasi arasında
yurttaşların iradesini önemsemek bakımından bir ilişki olduğunu yadsınmaz bir
gerçektir. Diğer taraftan demokrasilerin halkın/yurttaşların iradelerini
belirgin bir kitle hâkimiyetine dönüştürme ve bağlamda söz konusu çoğunluğun
içinde yer almayanları ihmal etmeleri muhtemel bir durum olarak karşımıza
çıkmaktadır.

Araştırmamız bağlamında yer vermeye çalıştığımız
analizler demokrasi ile yönetilen ülkelerde yaşanan insan hakları sorunlarının
neden kaynaklandığına dair birtakım fikirler sunmaktadır. Buna göre insan
hakları özü itibariyle herkesin doğuştan getirdiği evrensel haklar iken,
demokrasilerin çoğunluğun belirlediği bir siyasi iradeyi meşru olarak
görmelerinin temel bir sorunsal teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda
temel birey hakları olan insan haklarının, demokrasilerin kitle hâkimiyeti ve
çoğunluğun iradesinin meşruiyeti anlayışı ile göz ardı edilmesi durumu ile
karşılaşılmaktadır. Dolayısıyla insan hakları ile demokrasi arasında yaşanan
temel açmazın çoğunluk/kitle ile birey arasında ortaya çıkan karşıtlığı
olduğunu ifade edebiliriz. Buna göre demokrasiler halkın çoğunluğunun iradesi
ile bir meşruluk kazanırken, tek tek bireylerin iradeleri çoğunluk içinde
görmezden gelinebilmektedir. Bu noktada “çoğunluğun iradesi/kitle hâkimiyeti
ile meşruiyet kazanan demokrasilerde insan hakları özüne uygun olarak
sağlanabilir mi?”
diye bir soru akıllara gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, “buzdağının
tamamını göz önünde tutarak, insan hakları ve demokrasi arasındaki mezkûr açmazların
giderilmesi mümkün müdür?”
diye sormak da mümkündür. Son tahlilde insan
hakları ve demokrasi arasında olagelen mevcut sorunların/açmazların
giderilmesi/iyileştirilmesi bağlamında bazı öneriler sunmaya çalışalım.

Demokrasi ile yönetilen ülkelerde insan haklarının
aslına uygun olarak hayata geçirebilmesi için öncelikle demokrasinin
yorumladığı ve belirlediği insan hakları anlayışından vazgeçilmesi gerekmektedir.
Bunun sağlanabilmesi için de demokrasi ile özdeşleşmiş olan çoğunluğun yönetimi
anlayışından vazgeçilmesi, toplumdaki bütün bireylerin ve farklılıkların
(etnik, dini, mezhepsel vb.) eşit bir biçimde korunup gözetilmesi gerekmektedir.
Demokratik rejimlerin söz konusu dönüşümü gerçekleştirebilmesi ile birlikte
insan haklarının sağlanmasında demokrasinin önemli bir rol oynayabileceğini iddia
etmek mümkün olacaktır. Bu bağlamda demokrasinin meşru gördüğü kadar uygulanan
insan hakları düşüncesi yerine insan haklarını toplumda yaşayan bütün bireyler
için eşit bir biçimde hayata geçirmek için demokrasiyi motor bir güç olarak
belirlemek yerinde olacaktır. Diğer bir ifadeyle temel amacın demokrasinin
işlevselliği olan bir toplum anlayışı yerine insan haklarını gerçekleştirmek ve
hayata geçirmenin temel amaç olduğu bir topluma doğru evrilmek önemli bir adım
olacaktır. Buna göre insan haklarının demokrasi kurumu altında
konumlandırılmasından ziyade, demokrasinin en üst değer olan insan hakları
altında konumlandırılması anlayışının yaygınlaştırılması gerekmektedir. Söz
konusu anlayışın gerçekleştirilebilmesi için temel olarak demokrasiyi asli amaç
olan insan haklarının sağlanmasının bir aracı/yolu olacak şekilde belirlemek
önem arz etmektedir.

Söz konusu anlayışın hayata geçirilmesi ile
birlikte öncelikle siyasi partilerin seçim dönemlerinde halkın oyunu alabilmek
adına başvurabileceği insan hakları ihlallerinin önüne geçilebilecektir.
Bununla birlikte demokratik yönetimlerin çoğunluğu temsil ederek azınlıkları ve
farklılıkları görmezden gelmesi ya da çoğunluğun faydası için onları baskı
altına alması anlayışının önlenebilmesinin yolu açılmış olacaktır. Böylelikle
sadece çok partilik, seçimlerde herkesin oy hakkının olması ve çoğunluğu elde
edenin yönetimde söz sahibi olması gibi tutumlar olarak düşünülen demokrasi
anlayışı genişleyerek/dönüşerek insan haklarını sağlayıcı bir mekanizmaya
evrilmiş olacaktır. Şu halde insan haklarının sağlanması bakımından en fazla
oyu alan partinin politik gücü ele geçirdiği ve kendisini iktidara taşıyan
kitleyi/grubu memnun edici politikalar icra ettiği anlayışından vazgeçilmesi
elzem görünmektedir.

Siyasi partilerin kendilerini iktidara taşıyan
kitleye verilen sözleri yerine getirmek ve onları memnun ederek sonraki
seçimlerde yine onların kendilerine oy vermelerini sağlamak için girişecekleri
politikalar insan haklarına ters düşebilmektedir. Öyle ki insan hakları
iktidarı elinde bulunduran siyasi gücün karar verme mekanizmasına
dönüştürülemeyecek derecede insanın temel/kadim haklarıdır. Şu halde bu haklar
belli bir kitlenin ya da grubun hakları olmanın ötesinde bireyin haklarıdır.
Demokrasilerin de o ülkede yaşayan herkesin tek tek insan haklarını sağlayıcı
bir mekanizmaya dönüşmesi yerinde olacaktır. Ancak demokrasinin öncelendiği ve
insan haklarının demokrasinin meşruiyetine ve karar verme mekanizmasına bırakılması
devam ettiği sürece söz konusu sorunların yaşanması kaçınılmaz olarak devam
edecektir. Bunun önüne geçebilmek için öncelikle insan hakları demokrasi
ilişkilerinde insan haklarının öncelenmesi, demokrasinin; söz konusu hakların
prensiplerine göre şekillenmesi gerekmektedir. Böylelikle insan haklarına
dayalı demokratik yönetimlerin hakları sağlayıcı birer mekanizmaya dönüşmesi
sağlanmış olacaktır.

İnsan hakları ve demokrasi ilişkisi bakımından her
iki anlayışın özüne uygun bir tutum benimsenmemesinden kaynaklanan birtakım
sorunların yaşandığı anlaşılmaktadır. Küresel anlamda yaşanan insan hakları
ihlallerinin temel nedenlerinden birinin de insan haklarının demokratik karar
alma uğruna söz ardı edilmesi olduğunu ifade etmemiz mümkündür. Her iki
anlayışın/kavramın aralarında daha sağlıklı bir bağın oluşması adına insan
hakları ve demokrasi eğitimlerinde bazı iyileştirilmelere gidilmesi önemli bir
adım olacaktır. Bu çerçevede demokrasiyi önceleyen ve insan haklarını
demokrasinin altında konumlandıran bir eğitim anlayışından vazgeçilerek, insan
haklarının temel/çatı değer olduğu hususunda eğitimcilerin bilinçlenmesi
gerekmektedir. Aynı zamanda insan haklarını ikinci planda ele alan, sözgelimi
“Demokrasi ve İnsan Hakları” ya da “Vatandaşlık ve İnsan Hakları” gibi,
derslerin ve ders kitaplarının yeniden gözden geçirilerek, insan haklarını
aslına uygun olarak çocukların/gençlerin eğitilmesi gerekmektedir. Şu halde
insan hakları insanlığın en üst değeri olduğundan farklı kavramlarla
ilişkilendirmeden salt İnsan Hakları adı altında eğitiminin icra edilmesi
yerinde bir tutum olacaktır. Söz konusu pedagojik tutumun gerçekleştirilmesi
ile birlikte demokrasi ve insan hakları arasında kurulan kavram kargaşasının
önlenmesinin yolu açılmış olacaktır. Bununla birlikte insan haklarının
sağlanmasında demokratik rejimlerin niçin bozucu bir etki yaptığının
aydınlatılması ve söz konusu bozucu etkinin önlenmesi adına da önemli bir
kazanım sağlayabilecektir.


Kaynakça:

Alexy, R.: “Die Institutionalisierung der
Menschenrechte im demokratischen Verfassungsstaat”, Philosophie der
Menschenrechte, ed. Stefan Gosepath, Georg Lohmann, Suhrkamp Verlag, Frankfurt
am Main 1998, s. 244-264.

Atiker, E.: “İnsan Hakları Üzerine… Bir Yöntem
Denemesi”, Sosyoloji Dergisi, 3/5, 1999, s. 93-110.

Bingöl, O.: “70. Yıldönümünde İnsan Haklarını
Yeniden Düşünmek”, Mavi Atlas, Çağdaş Felsefe Tartışmaları Özel Sayısı, Aralık
2018, s. 63-76.

Böckenförde, E.-W.: “Ist Demokratie eine
notwendige Forderung der Menschenrechte?”, Philosophie der Menschenrechte, ed.
Stefan Gosepath, Georg Lohmann, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main 1998, s. 233-243.

Can, N.: Siyaset Felsefesi Problemleri, Elis
Yay., Ankara 2005.

Çüçen, A. K.: İnsan Hakları, Sentez Yay., Ankara
2013.

Derrida, J.: Platon’un Eczanesi, (Çev. Zeynep
Direk), Alfa, İstanbul 2016.

Dworkin, R.: “Freiheit, Selbstregierung und der
Wille des Volkes”, Philosophie der Menschenrechte, ed. Stefan Gosepath,
Georg  Lohmann, Suhrkamp Verlag,
Frankfurt am Main 1998, s. 292-309.

Erdoğan, M.: Anayasal Demokrasi, Siyasal
Kitabevi, Ankara 2004.

Fox, G. H.: Humanitarian Occupation, Cambridge
University Press, Cambridge 2008,

Geis, A.: “Diagnose: Doppelbefund – Ursache
ungeklärt? Die Kontroverse um den demokratischen Frieden”, Politische
Vierteljahresschrift,  42 (2), 2001, s. 282-298.

Gosepath, S.: “Universalität der Menschenrechte –
Ein Erklärungsansatz”. Gelten Menschenrechte universal? Begründungen und
Infragestellungen, ed. Günter Nooke, Georg Lohmann, Gerhard Wahlers, Herder,
Freiburg 2008, s. 195-203.

Greenwald, G.: Saklanacak Yer Yok, (Çev. Türkan
Çolak), Profil Yay., İstanbul 2015.

Hamm, B.: Menschenrechte Ein Grundlagenbuch,
Springer Verlag, Opladen 2003,

Kant, I.: Zum ewigen Frieden, Ein philosophischer
Entwurf (1795), Kants Werke, Akademie Textausgabe VIII, Walter de Gruyter,
Berlin 1968, s. 341-386.

Kuçuradi, İ.: İnsan Hakları: Kavramları ve
Sorunları, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2016.

Ladwig, B.: “Offene Grenzen Als Gebot Der
Gerechtigkeit?”, Migration Und Ethik, ed. Andreas Cassee, Anna Goppel, Mentis
Verlag, Münster 2012.

Menke, C./Pollmann, A.: Philosophie der
Menschenrechte zur Einführung, Junius Verlag, Hamburg 2007.

Nida-Rümelin, J.: Demokratie will Öffentlichkeit, Die Zeit, 16.12.2010: http://www.zeit.de/2010/51/Wikileaks/komplettansicht, Erişim Tarihi: 01.03.2019.

Özek, Ç.: “İnsan Hakları
Kavramında Yeni Anlayış ve Sınırlamalar”, İstanbul Üniversitesi Hukuk

Fakültesi Mecmuası, 60/1-2, 2002, s. 135- 160.

Sirleschtov, A./ Monath, H./ Woratschka, R.: “Seehofer bedauert Suizid von abgeschobenem Afghanen”: https://www.tagesspiegel.de/politik/ asylpolitik-seehofer-bedauert-suizid-von-abgeschobenem- afghanen/22789716.html, Erişim Tarihi: 01.03.2019.

Tepe, H.: “Sosyal Haklar ve İnsan Hakları: Sosyal
ve Ekonomik Haklar Olmadan İnsan Hakları Korunabilir mi?”, Uluslararası Sosyal
Haklar Sempozyumu Bildiriler, ed. Nergiz Mütevellioğlu, Mehmet Zanbak,
Belediye-İş, Ankara 2009, s. 97-104.

Tomasevski, K.: Development Aid and Human Rights
Revisited, Pinter, New York 1993.

Touraine, A.: Demokrasi Nedir?, (Çev. Olcay
Kunal), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002.

Tosun, G. E.: “Birleştirici Demokrasi
Devlet-Sivil Toplum İlişkisinin Yeniden Yapılandırılması İçin Bir Aracı
Olabilir mi?”, Sivil Toplum ve Demokrasi, ed. Lütfi Sunar, Kaknüs Yayınları,
İstanbul 2005, s. 23-54.

Tüzün, G.: Ortaöğretim Demokrasi ve İnsan Hakları
Ders Kitabı, Ada Matbaacılık, Ankara 2018.

Üçbaş, T.: Demokrasi ve İnsan Hakları Liseler
İçin Ders Kitabı, Fil Yayınevi, İstanbul 2010.

Yeşilçayır, C.: Ebedi Barış, Pax Romanadan
Birleşmiş Milletlere, Tezkire Yay., İstanbul 2017.

Yeşilçayır, C.: “İnsan Haklarının
Aydınlatılmasında Felsefi Bilginin Önemi”, Kaygı Uludağ

Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe
Dergisi, 31/2, 2018, s. 239-261.

Yeşilçayır, C.: “Sığınmacılar Hakkındaki Ön
Kabulleri Belirleyen Etmenler Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme”,
Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları 32, 2016, s. 121-138.

Wellmer, A.: “Menschenrechte und Demokratie”,
Philosophie der Menschenrechte, ed. Stefan Gosepath, Georg Lohmann, Suhrkamp
Verlag, Frankfurt am Main 1998, s. 265-291.


Dipnotlar:

[1] Stefan Gosepath, “Universalität
der Menschenrechte – Ein Erklärungsansatz”, Gelten Menschenrechte universal?
Begründungen und Infragestellungen
, ed. Günter Nooke, Georg Lohmann,
Gerhard Wahlers, Herder, Freiburg 2008, s. 195.

[2] Celal Yeşilçayır, Sığınmacılar
Hakkındaki Ön Kabulleri Belirleyen Etmenler Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme
,
Kutadgubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, 32, 2016, s. 122.

[3] İoanna Kuçuradi, İnsan
Hakları: Kavramları ve Sorunları
, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2016, s. 1.

[4] Celal Yeşilçayır, İnsan
Haklarının Aydınlatılmasında Felsefi Bilginin Önemi
, Kaygı, Uludağ
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 31/2, 2018, s. 247.

[5] A. Kadir Çüçen, İnsan Hakları,
Sentez Yay., Ankara, 2013, s. 170.

[6] Nevzat Can, Siyaset Felsefesi
Problemleri
, Elis Yay., Ankara 2005, s.
285.

[7] Robert Alexy, Die
Institutionalisierung der Menschenrechte im demokratischen Verfassungsstaat
, Philosophie der Menschenrechte, ed.
Stefan Gosepath, Georg Lohmann, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main 1998, s. 244.

[8] Erhan Atiker, İnsan Hakları
Üzerine… Bir Yöntem Denemesi
, Sosyoloji Dergisi, 3/5, 1999, s. 93.

[9] Çüçen, s. 53.

[10] Ders kitaplarına bazı örnekler: Tüzün, Günsu: Ortaöğretim
Demokrasi ve İnsan Hakları Ders Kitabı
, Ada Matbaacılık, Ankara 2018;
Üçbaş, Tevfik: Demokrasi ve İnsan Hakları Liseler İçin Ders Kitabı, Fil
Yayınevi, İstanbul 2010.

[11] Gülgün Erdoğan Tosun, Birleştirici
Demokrasi Devlet-Sivil Toplum 
İlişkisinin  Yeniden
Yapılandırılması İçin Bir Aracı Olabilir mi?
, Sivil Toplum ve Demokrasi,
ed. Lütfi Sunar, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2005, s. 43.

[12] Orhan Bingöl, 70. Yıldönümünde
İnsan Haklarını Yeniden Düşünmek
, Mavi Atlas, Çağdaş Felsefe Tartışmaları
Özel Sayısı, Aralık 2018, s. 72.

[13] Alain Touraine, Demokrasi
Nedir?
, çev. Olcay Kunal, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002, s. 100.

[14] Katarina Tomasevski, Development
Aid and Human Rights Revisited
, Pinter, New York 1993, s. 15. Aktaran:
Kuçuradi, s. 187.

[15] Kuçuradi, s. 186, 187.

[16] Ronald Dworkin, Freiheit,
Selbstregierung und der Wille des Volkes
, Philosophie der Menschenrechte,
ed. Stefan Gosepath, Georg Lohmann, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main 1998, s. 299.

[17] Brigitte Hamm, Menschenrechte,  Ein Grundlagenbuch,  Springer 
Verlag,  Opladen  2003, s. 11.

[18] Çetin Özek, İnsan Hakları
Kavramında Yeni Anlayış ve Sınırlamalar
, İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Mecmuası, 60/1-2, 2002, s.
137.

[19] Christoph Menke /Arnd Pollmann, Philosophie
der Menschenrechte zur Einführung
, Junius Verlag, Hamburg 2007, s. 172-174.

[20] Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi, Siyasal
Kitabevi, Ankara 2004, s. 253.

[21] Dworkin, s. 294-296.

[22] Ernst-Wolfgang Böckenförde, Ist Demokratie eine
notwendige Forderung der Menschenrechte?
, Philosophie der Menschenrechte,
ed. Stefan Gosepath, Georg Lohmann, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main 1998, s.
236.

[23] Harun Tepe, Sosyal Haklar ve İnsan Hakları: Sosyal ve
Ekonomik Haklar Olmadan İnsan Hakları Korunabilir mi?
, Uluslararası Sosyal
Haklar Sempozyumu Bildiriler, ed. Nergiz Mütevellioğlu, Mehmet Zanbak,
Belediye-İş, Ankara 2009, s. 97-101.

[24] Albrecht Wellmer, Menschenrechte und  Demokratie,  Philosophie 
der  Menschenrechte, ed. Stefan
Gosepath, Georg Lohmann, Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main 1998, s. 272.

[25] Anna Geis, Diagnose: Doppelbefund – Ursache ungeklärt?
Die Kontroverse um den demokratischen Frieden
, Politische
Vierteljahresschrift, 42 (2), 2001, s. 282-298.

[26] Gregory H. Fox, Humanitarian Occupation, Cambridge University Press, Cambridge
2008, s. 185.

[27] Celal Yeşilçayır, Ebedi Barış, Pax Romadana Birleşmiş
Milletlere
,  Tezkire  Yay., 
İstanbul 2017, s. 81.

[28] Bernd Ladwig, Offene Grenzen Als Gebot Der
Gerechtigkeit?
, Migration Und Ethik,
ed.. Andreas Cassee, Anna Goppel, Mentis Verlag, Münster 2012, s. 68.

[29] Hamm, s. 11.

[30] Antje Sirleschtov / Hans Monath / Rainer Woratschka, Seehofer bedauert Suizid von abgeschobenem Afghanen, https://www.tagesspiegel.de/politik/asylpolitik-seehofer- bedauert-suizid-von-abgeschobenem-afghanen/22789716.html, Erişim Tarihi: 01.03.2019.

[31] Julian Nida-Rümelin, Demokratie will Öffentlichkeit, Die Zeit, 16.12.2010: http://www.zeit.de/2010/51/Wikileaks/komplettansicht, Erişim Tarihi: 01.03.2019.

[32] Glenn Greenwald, Saklanacak Yer Yok, çev. Türkan
Çolak, Profil Yay., İstanbul 2015, s. 331-338.

[33] ABD’nin söz konusu açığa çıkarılmış gizli politikalarının
yanında PKK gibi terör örgütlerine aleni olarak lojistik ve silah desteği
vermesi başka bir sorunsal olarak karşımıza
çıkmaktadır.

[34] Immanuel Kant, Zum ewigen Frieden, Ein
philosophischer  Entwurf
  (1795), 
Kants Werke, Akademie Textausgabe VIII, Walter de Gruyter, Berlin 1968,
s. 381.

[35] Kant, 360.

[36] Jacques Derrida, Platon’un Eczanesi, Çev. Zeynep
Direk, Alfa, İstanbul 2016, s. 70.