“Dünya sorunlarına
felsefeyle baktığımızda, hangisine bakarsak bakalım hepsi insan haklarıyla
ilgili görünmektedir.”
–İoanna Kuçuradi–
Bugün insanlık olarak
sahip olduğumuz değer korumaya yönelik en temel ilkeler, temel insan hakları
dediğimiz ilkelerdir. Bu haklar bir ülkede yasal güvence altına alındıklarında,
toplumsal özgürlük kavramının içeriğini oluşturan özgürlükler olurlar ya da
özgürlüklere dönüşürler. İnsan haklarını şu anda dünya politikasının
yönlendiricisi yapabilmek oldukça düşük bir olasılık olarak görünüyor. Ama
yapılabilecek bir şey vardır. Bugün, dünya ülkelerinde eğitimin ana amaçları
olarak “insan olma bilinci”ni kazandırmayı ve doğru değerlendirme yapabilmeyi
öğretmeyi koymak. Bu olanaklı görünüyor.
Adı insan olan
varlığın yeryüzünde eşref-i mahlûk ismine yakışır bir şekilde hayat
sürebilmesi, hakikî insan olabilme yolunda atılacak hak ve hukuk temellerine
bağlı olduğu görülmektedir. İnsanın günlük yaşamında nasıl temel hakları varsa,
kültürel alanda da temel hakları vardır. Ulusları medeni yapan birinci unsur
olarak, o ulusun kültür ve sanat alanlarındaki haklarının hukukla güvence
altına alınması, sanat eseri üreten sanatçılar ve eserleriyle bunlara kaynak
olabilen geleneksel kültürün korunması hakkı sayılabilir. Hemen söylemek
gerekir ki konuyu salt ekonomik boyuttan ayrı incelemek lazımdır, zirâ insan
hakları bunu gerektirmektedir. Konuyu bazı başlıklar altında incelemek yerinde
olacaktır.
İnsanların
Sanata Ulaşma Hakkı:
Nereden bakarsak
bakalım sonuçta her şey hak hukuk kapısına dayanmaktadır. Çünkü zamanımızda
gerek belli ederek gerekse belli etmeden insan hakları ihlâl ve gasp
edilebilmektedir. “Bireyler”, ki toplumu oluşturan kişilerdir, doğrudan sanata
ulaşma hakları olmalı ve bu hak hiçbir şekilde engellenmeden devlet tarafından
güvence altına alınmalıdır. Tabii ideal anlamda sanatı kastetmekteyiz. Burada
devletin kademelerindeki söz ve güç sahibi olanların, kanunlarla güvence altına
alınmış bu hakları koruması, kollaması, gözetmesi ve sanatı toplum tarafından
ulaşılabilir kılması gerekmektedir. Bu noktada kişisel zevk ve anlayışlar en
sonuncu sırada bile yer almamalıdır.
Sanat, sanatçı ve
sanat eserleri toplumu pozitif yönde etkileyen, düşündüren, araştırmaya sevk
eden ve soru sorduran hale dönüştürebilecek güçte olabilirler. Tarihte
örnekleri görülmektedir. Çünkü estetik değerler yönünden bakılarak
değerlendirilebilen sanat eserleri, bunları yaratan sanatçılar tarafından uzun
yıllar çalışarak, emek vererek ortaya çıkan, birikimleri ve felsefi değerleri
bağlamında ortaya konmuş eserlerdir. Ve bu eserler dikkatle incelendiğinde
toplumu derinden etkileyip hayatlarına yön verebilmektedir. Bir toplumun sanat
ve sanatçıları çok kıymetlidir ve kolay yetişmemektedir. Dolayısıyla devlet,
toplumun sanata ulaşma hakkını kanunlarla güvence altına almak ve korumak
zorundadır.
“Türkiye
Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.”
M.K. Atatürk
Ulu önderimiz Atatürk,
aslında konuyu dehâ görüşüyle bir cümlede özetlemiştir. Bu veciz sözünün gösterdiği
istikametten baktığımızda devletimizin bir kültür politikası olması gerektiği
görülmektedir. Temelini kültür üzerine kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devletinin
bir kültür politikasının olması ise gayet doğal olacaktır. M.K. Atatürk
devletimizin kültür politikasını da çizmiş ve insanlık tarihinde şahsına
münhasır projesi olan Köy Enstitülerini hayata geçirmiştir. Bu yolla yurdun
dört bir yanında insanlarımız köyden kente kadar uzanacak şekilde sanat ve
sanat eğitimine ulaşacak, gelecekte de yurdumuzdan milli kültürüne vâkıf dünya
sanatçılarının çıkmasını sağlayacaktı. Bu proje yeni kurulmuş bir devlet için
muhteşem bir kültürel kalkınma projesi idi. Bu yolla toplum; doğru ve iyi
müziğe ulaşma hakkı ve doğru müzik eğitimi alma hakkı kazanmış
oluyordu. Çünkü bu haklar bu projeyle devlet tarafından güvence altına alınmış
ve korunmuştu. Türk toplumunun kültürel kalkınması için ideal olan bu projenin
hayata geçirilmesi ile, yetişen genç öğretmen ve sanatçı adayları gelecekte müzikte
yozlaşmayı önleme hakkını elde edeceklerdi.
Günümüze geldiğimizde
son elli yıl içinde ülkemizde “müzik sanatı” adına bir şeyler yapıldığı
söylenemez. Çok kısıtlı imkânlarla ve şahsî gayretlerle birtakım faaliyetler
olsa da “temeli kültür olan” bir devlete yakışır çalışmalar maalesef
yapılamamıştır. Araştırıldığında ise sosyoekonomik, politik sebepler
gösterilerek bunların arkasına sığınılmaktadır. İnsan hakları ve müzik
konusunda ana temel, estetik değerlere vâkıf müzik sanatı eserleri ve bunlara
kaynak olabilen geleneksel kültürün korunması hakkı olmalıdır. Buradan, müzikte
yozlaşmayı önleme hakkı çıkabilir. Günümüzde yozlaşmaya götüren yegâne
anlayış “ben yaptım oldu” anlayışıdır. Bilgisi yok, fikri çok, anlayışı olmayan
kişilerce geleneksel kültürümüzün ana unsurlarından olan geleneksel müziğimiz,
keyfi bir şekilde, estetik değerlerden tamamen uzak yapılan son derece kötü
müziklerle yozlaştırılmaktadır. Bu ise telâfisi mümkün olmayan, çok büyük
kültürel kayıplara yol açabilmektedir. Burada “özgürlük var, istediğimi yaparım”
fikri oluşabilir. Bu fikre cevaben ulu önderimiz M.K .Atatürk’e kulak verelim:
“Bireyin birinci
hakkı, doğal yeteneklerini özgürce geliştirebilmesidir. Bu gelişmeyi sağlamak
için en iyi araç, bireye başkasının aynı değerdeki hakkına zarar vermeksizin, tehlike
ve zarar kendisinin olmak üzere, ona, kendi kendini istediği gibi yönlendirmeye
ve yönetmeye izin vermektir. İşte bu özgür gelişmeyi sağlamak, bireysel
hakların oluşturduğu çeşitli özgürlüklerin bütün amacıdır. Bu haklara saygı
göstermeyen siyasal toplum, temel görevinde kusur etmiş olur ve devlet, varlığının
amaç ve anlamını yitirir.”
Çağdaş demokraside, bireysel
özgürlükler özel bir değer ve önem almıştır, artık bireysel özgürlüklere
devletin ve hiç kimsenin karışması söz konusu değildir. Ancak, bu kadar yüksek
ve değerli olan bireysel özgürlüğün uygar ve demokrat bir ulusta neyi
anlattığı, özgürlük sözcüğünün yalnız (mutlak) olarak düşünülebilen anlamıyla
anlaşılamaz. Söz konusu olan özgürlük, sosyal ve uygar insan özgürlüğüdür. Bu
nedenle, bireysel özgürlüğü düşünürken, her bireyin ve sonuç olarak bütün
ulusun ortak çıkarı ve devlet varlığını göz önünde bulundurmak gerekir. Anlaşılıyor
ki, bireysel özgürlük salt (mutlak) olamaz. Başkasının hak ve özgürlüğü ve
ulusun ortak çıkarı, bireysel özgürlüğü sınırlandırır. Bireysel özgürlüğü
sınırlama devletin de bir çeşit temeli ve görevidir. Çünkü, devlet bireysel
özgürlüğü sağlayan bir örgüt olmakla birlikte, aynı zamanda bütün özel
çalışmaları, genel ve ulusal amaçlar için birleştirmekle yükümlüdür. “Özgürlük,
başkasına zarar vermeyecek her türlü kullanım yetkisinde bulunmaktır”[1]
dendiği zaman, yurttaş özgürlüğünün, yalnız, bunun amaç olduğu, devletin bu
amacı sağlamak için bir araç olduğu anlatılmış olur. Fakat, bu araçtır ki,
ulusun genel çıkar ve amacını koruyacaktır. O halde, bireysel özgürlüğe sınır
olarak “başkalarının özgürlüğünün sınırını”[2]
gösterirken bireysel özgürlüğün, ulusun genel çıkarının gerektirdiği dereceden
daha fazla kısıtlanamayacağı kabul edilmiş oluyor.
Bu düşünce basittir, fakat
uygulanması çok güçtür. Çünkü, bireysel özgürlüğün derecesinin devlet
etkinliğini zayıflatmaması gerekir. Devletsiz bir toplum ya da zayıf bir devlet
hayatının sonucu, herkesin herkese karşı savaşımıdır. Bu savaşımın, çoğunluğun
özgürlüğünü boğmayacak biçimde değiştirilerek gerçekleştirilmesi gerekir. Bu
değiştirilme işi, bireyin sorumluluğuna, girişimlerine ve gelişimine zarar
verecek ölçüye götürülmemelidir. Yurttaşların girişim ve sorumluluk duyguları
ne kadar gelişirse devlet için o kadar iyidir.
Doğru Müzik Eğitimi
Alma Hakkı:
Toplumun doğru müzik
eğitimi alma hakkı söz konusudur. Bilmeyen, yetersiz, liyakatsiz kişilerce
verilen “müzik eğitimi”nin önüne geçmek ve bunu denetim altına alarak, insanların
doğru müzik eğitimi alma hakkını korumak devletin görevlerindendir. Günümüzde
toplumumuz TV, sosyal medya vb. yerlerde her gördüğünü sanatçı ve yaptıklarını
da sanat sanmaktadır. Hangi müzik türünde olursa olsun bütün insanların doğru
müzik eğitimi alma hakkı vardır. Doğru müzik eğitiminden kastedilen, müzik
sanatı eğitim literatüründe bulunan ve yıllar içinde giderek temeli
sağlamlaşmış, standartlaşmış ve bir disiplin haline gelmiş olmazsa olmazların
olduğu bir eğitimdir. Bu hak mutlaka korunmalı ve denetim altına alınmalıdır.
Sanatçının
Eserlerini Sergileme Hakkı:
Her sanatçı gibi
müzik eseri üreten sanatçının da eserlerini profesyonelce sergileme hakkı
vardır ve olmalıdır. Devlet özellikle bu konuda sanatçıyı ve eserini
sergilemeyi kanunla güvence altına almalı ve takip etmelidir. Burada
bahsettiğimiz sanat ve sanatçı, estetik değerler üzerinden bakmak suretiyle
anlaşılan sanat ve sanatçıdır. Bu bağlamda devletin iyi yetiştirilmiş
sanatsever, liyakate göre görevlendirilmiş elemanlarının olması gerekmektedir. Hayatın
her alanında olduğu gibi bu alanda da sosyoekonomik sorunlar olacaktır, ancak
devlet, bunları tolere etmeli ve sanatçıya gereken değeri vermelidir.
Müziğin İnsan
Hakları Bağlamında Vicdanla İlişkisi:
“İnsan onuruna,
kendi onurumuza, uğradıklarımızla değil, yaptıklarımızla zarar veririz. Çünkü
yaptıklarımızdan sorumluyuz, başkalarının bize yaptıklarından değil. Bir şeyi
yapmak veya yapmamak kendi elimizdedir.” (İ. Kuçuradi)
İnsan ancak bir birey
olabilirse, yani sorumluluk alabilirse hak ve hürriyete sahip olabilir. Sorumluluk
ise öncelikle bilgi gerektirmektedir. Müzikte de bu böyledir. Hangi müzik tarzı
olursa olsun, eğer sağlam temelli bir eğitiminiz yoksa söz söyleme hakkınız
oluşmamaktadır. Bunun bir adım daha ilerisi vardır ki o da uzun yıllar verilen
emekler sonucu elde edilebilen ve çok kıymetli olan, tecrübedir. Hem iyi bir
eğitimiz hem de tecrübeniz varsa o zaman müzik hakkında bir birey olarak söz
söyleme hakkınız olabilir. Ancak burada üzerinde durmak istediğimiz, tüm
dünyada olduğu gibi özgün sanat eserleri yaratmada kaynak vazifesi görebilen
geleneksel müziklerdir. Kültürümüzün temel taşlarından olan geleneksel
müziklerimiz bir deryadır ve tüm dünyada eşi benzeri olmayan zenginliğe
sahiptir. Bu eşsizliğinden dolayı son derece kıymetlidir. Türk ulusunu bir
bütün haline getiren yegâne unsurlardan biridir. Keyfi şekilde bu ezgileri
kullanmak, aslından uzaklaştırıp bozmak suretiyle yozlaştırmak ve adına
”yorumculuk” demek, vicdanları acıtan ve telâfisi olmayan yaralar açmaktadır. Hiç
ayrım yapmadan bütün müzik sanatçıları eserlerini üretirken beslendikleri
geleneksel müziğimizi oluşturan temel ögelere mutlak surette sahip
çıkmalıdırlar. Öncelikle bu bir vicdan meselesi ve görevi olmalıdır, olmazsa
olmazdır. Eğer biz sahip çıkmazsak yakın bir gelecekte Avrupa ya da Amerika’dan
gelip bize kendi müziklerimizi öğretenler olacaktır.
Son söz olarak, insan
haklarının bütün konuları birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve öncelikle
bireyselleşme ve özgürlüğün sağlanması gerekmektedir.
Kaynakça:
– İoanna Kuçuradi, İnsan Hakları
– M. K. Atatürk, Medeniyet Bilgileri
[1] Teşkilât-ı Esâsiye
Kanunu, Madde 68.
[2] Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu, Madde 68.