Geçmişten günümüze dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Hindistan topraklarında da tarihi etkileyecek sınırsız sayıda sanat eseri ve sanatçılar var olmuştur. Bu büyük uygarlığın yüzyıllarca dönüştürerek sürdürdüğü felsefe, din, ideolojilerini yansıtan sanat eserlerini incelemek ve açıklamak için yine yüzyıllara ihtiyacımız olacak fakat genel bir bilgi elde etmek için Hint sanatını anlamamıza yardımcı olan, bilinen ilk kaynakları inceleyerek başlamak günümüzdeki etkileri az çok görebilmemizi sağlayacaktır.
Tarih öncesi dönemlere bakıldığında, Hindistan alt kıtasında taş devrine ait yerleşim bölgelerinin kalıntıları günümüze kadar ulaşmıştır. İnsanların mağara ve taş kovuklarını yerleşim yeri olarak kullanmaları, bu yerlerin günlük hayatlarını yansıtan kalıcı izlerinin de zemini haline getirmiştir.
Yaklaşık MÖ 10.000’lerde Ajanta, Bagh, Armamalai, Bhimbetka ve Vindhiyan vadisinin mağaraları günümüze önemli bilgiler aktarmaktadır. Bu mağaralarda yaşamış insanların günümüz sanatını da etkileyebilecek teknik ve tarzda muhteşem eserlerin sanatçıları olduğu görülebilir. Bu eserlerde duygu ve düşüncelerin ifadelerinin yanı sıra ölümler, cenazeler, ritüeller, insan figürleri ve genellikle de boğa, inek, fil, antilop, aslan, maymun gibi hayvan figürleri duvarlara resmedilmiştir.
Renkli boyaların da kullanıldığı bu resimlerde boyalar doğadan hazırlanmış, kalıcı ve etkili renkler keşfedilmiştir. Örneğin sarı, turuncu, kahverengi ve kırmızı rengi elde etmek için hematit ve demir oksit, beyaz renkler için kalsiyum ve kaolin, mor renk için manganez gibi maddeler kullanılmıştır.
Resimlerin bulunduğu binden fazla kaya sığınaklarının yarısından fazlası kuzey-orta Hindistan’da Bhopal civarında olduğu görülmüştür. Bu barınaklardaki resimlerin hepsinin erken döneme ait olmadığı, zaman içinde diğer kültürlerden etkilenerek yeni kompozisyonların yüzyıllar boyu eskilere eklenerek, tarihi farklılıklarla günümüze ulaştığı arkeologlar tarafından tespit edilmiştir. Neolitik dönemde yapılan çömlekler, mühürler, heykellerde bu farklılıklar açıkça görülebilir.
Daha sonraki yıllara ait “Doğu Pencap’ın Harappa” ve “Sind’in Mohenjo-Daro” yani İndus nehrinin bulunduğu bölgede çok gelişmiş bir uygarlık kalıntıları arkeologlar tarafından bulunmuştur. Bu uygarlığın yaklaşık bin yıl var olduğunu gösteren kalıntılar arasında günlük kullanılan aletler, silahlar ve bunların dışında fildişinden, topraktan bakırdan yapılmış sanat eserlerine de rastlanmaktadır.
Erken yerleşik dönem toplumlarında MÖ 4000 yıllarında İndus nehri civarında yerleşenler, önemli gelişmeleri başlatmış oldular, bronz ve bakırın kullanıldığı ve ayrıca el yapımı çömleklerin de bu dönemlerde yapıldığını gösteren kalıntılar arkeologlar tarafından bulundu. Erken dönem İndus bölgesi sanatında da görülen motifler, boğalar, bitkiler daha sonraki dönemler de tekrar ederek yeni temalar oluşturmuştur. Bazı soyut motiflere daha sonraki dönemlerin dinsel sembollerinde de rastlandığı görülmektedir.
MÖ 3500’lü yıllara ait Mehrgarh bölgesinde bu yöreye özgü kırmızı üzerine siyah süslemeleri olan çok sayıda çömlek bulunmuş olması o dönemde çömlek tekerleğinin keşfedilmesine bağlanmıştır. Daha sonraki dönemlere ait kuzey bölgelerinde ise Mehrgarh çömleklerinin farklı tarzları ortaya çıkmıştır. Özellikle Mohenjo-Daro bölgesinde bordo üzerine siyah çiçekler, geometrik desenler belirli bir tarz oluşturmuştu. Küçük sabun taşlarına yapılmış mühürlerin üzerinde yazılar ve insan, rahip figürleri, boğa, fil gibi hayvan figürleri ya da swastika gibi geometrik desenlerin muhteşem tasviri ile eşsiz sanat eserlerine dönüşmüşlerdir. Mühürlerin ipe geçirilip asılması için delikler de yapılmıştır.
Günümüzde araştırmacılar İndus vadisi uygarlığının Harappa ve Mohenjo-Daro bölgelerinin ortak yönetiminde olduğunu düşünmektedir. Bu uygarlıkların zayıflaması, kuzeyde bulunan Aryan halkının bu bölgeyi ele geçirmesini kolaylaştırmıştır.
Aryanların İndus bölgesine yerleşmesi ile MÖ 1500-450 yıllarında Vedik dönem, yani “Veda” olarak adlandırılan kutsal metinler ve bunların felsefî yorumları Upanişadların daha sonra destanların ve şiirlerin olduğu epik dönemin de başlamasını sağlamış ve Hint sanatına yeni bir etki katmıştır.
Aryanların istila ettiği bölgede yerli halk olan Dravidler yaşıyordu. Mamallapuram’da bulunan, Shore Tapınağı, monolitik kaya kabartması ve Hindû tanrılarının heykelleri erken Dravidyen mimariyi gösterir. Dravid ve Aryan kültürü ile etkileşimleri sonucunda farklı tarzda tanrısal öğelerin vurgulandığı, geleneksel bir sanat ortaya çıktı. Ayrıca çok çeşitli insan topluluklarının ve uygarlıkların var olduğu Hindistan’da çeşitli etnik köken, dil farklılıkları, din farklılıkları, özellikle Hindûizm ve Budizm gibi iki önemli dinin bu bölgede ortaya çıkmış olması bu farklılık ve çeşitliliğin dışa vurumu olan sanatına da yansımıştır. Korkular ve inancın getirdiği dinî ifadeleri de resme yansıtmaları, içinde barındırdığı tanrılar ve kahramanlar, sanatın konusunu dinsel kaynaklar olarak belirlemiştir.
Hint sanatının Vedik ve Upanişadik bu dönemlerinde, Jainzm’i tanıtan aydınlanma yolunda her şeyi terk etmiş olan Mahavira, Sakya kabilesinden gelen ve MÖ 563-483 yıllarında yaşadığı düşünülen mânevî rehber aydınlanmış bilge kişi Sakyamuni Buddha ve Magadha Krallığının yükselmesi etkili bir dönüşüme sebep olmuştur.
Din ve Kültür değişiminin dışında siyâsî iktidarların da sanatta önemli etkileri olmuştur. Erken Hanedanlıklar döneminde; Maurya dönemi (MÖ 323-185 yy), Sunga dönemi (MÖ 2 -1 yy) Gupta Dönemi ( M.S. 4 – 6 yy) siyâsî açıdan olduğu gibi kültür, sanat ve bilimde de önemli bir yere sahiptirler.
Maurya Hanedanlığı (MÖ 4 – 2)
Hanedanlığın kurucusu 25 yaşında lider olan Candragupta Mauryadır. Büyük İskender Hindistan’a girdiğinde istilacı olarak kabul edilmiş ve İskenderin Hindistan’dan ayrılması ile Chandragupta Maurya Hindistan’da politik birliği sağlamış ve ilk imparatorluğu kurmuştur. Kendinden önceki kral Dhana-Nanda nın kötü yönetiminden halkı kurtararak iyi bir lider olduğunu ispat etmiş ve başarılarla dolu bir hayatı olmuştur. Brahman bir baba ve çiftçinin kızı annenin çocuğu olan farklı kast sistemine rağmen önemli bir kimlik oluşturmuş sadece siyâsî değil kültürel ve sanat alanında da önemli gelişmelerin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Bu dönemde sanatsal gelişmeler Maurya dönemi olarak tarihe geçmiştir. Mimarlık alanında özellikle “stupa” (anıt, tapınak) mimarisi, Budist tapınakların yapılmasında önemli bir yer almıştır. MÖ III. yy. ’da yapıldığı bilinen Sanchi stupasının evreni sembolize ettiği düşünülür. Düzen, dinamizm, tekrar eden desenler, tanrıları, ölüm ve yeniden doğuşu anlatır. Ayrıca heykelde Maurya dönemi bugünkü dönemden bile daha etkili sayıldığı araştırmacılar tarafından açıklanır. Resimlerden ise günümüze ulaşanlar çok azdır. Maurya döneminin önemli krallarından biri de Aşoka olmuştur. (MÖ 268-283)
Budist Sanat
Büyük bir zenginliğin içinde doğan Sakyamuni Siddharta Buddha, hayatın içindeki acıların nasıl yok edilebileceğini keşfetmek ve gerçeklik arayışı için tüm maddî varlığını ve ailesini terk ederek bir yolculuğa çıkar ve derin düşünce (meditasyon) tekniği ile kendi öğretisini keşfeder. Aydınlanma sürecinin ardından, etrafında bulunan keşişlere rehberlik ederek Budist keşişler topluluğunu kurar. Buddha sınıf ayrımına tamamen karşıydı ve karşılaştığı her insanla konuşup, kendi öğretisini aktardı. Keşiş olarak sürekli dolaştı ve gittiği yerlerde konaklamak ve sohbet etmek için yapılar inşa edildi ve bu yapıların mimarî özellikleri Budist sanatın temellerini oluşturmuş oldu.
Daha sonra Buddha heykelleri Budizmin sembolü haline geldi. Yunan heykel sanatından etkilenen Hindistan’da, Buddha’nın heykelleri de Yunan heykellerine benzemeye başladı. Gandhara’da MS. 2. yy. ‘da yapılan Buddha kabartması Budist sanatın ilk örneklerinden olmuştur.
Maurya döneminin ardından Budist sanat gelişerek devam etmiştir. Budist sanatta Buddha heykelleri kullanılmıştır ve daha sonra Hindûizm figüratif sanatında da bu figür etkili olmuştur.
Sunga dönemine ait Budist anıtların en önemlileri VidÎsâ yakınlarındaki tepede olan Kum manastırıdır. Budizm adına binlerce anıt tapınaklar (stupa) yaptırılmıştır.
Sunga Hanedanlığı ( MÖ 185 – 75)
Maurya hanedanlığının yıkılmasından sonra, günümüzün Doğu Hindistan, Nepal ve Bangladesh bölgesini kapsayan Antik dönem Magadha bölgesinde, Sunga Hanedanlığı imparator Pushyamitra tarafından kurulmuştur. Sanat ve bilimde ilerlemeler bu dönemde de devam etmiştir.
Sanat Afganistan ve Pakistan’da Antik Yunan tarzının da kullanıldığı Gandhara okullarının etkisinde bulunan Mathura okulunda yükselişe geçti. Genelde Budha ve Jakata’nın hayatı, sanatın konusunu oluşturuyordu. Bihar, Bodh-Gaya bölgesinde bulunan Mahabodhi manastırında, Budha’nın aydınlanmaya ulaştığı, dikdörtgen içine alınan Bodhi ağacı, Sançi Stupa’sının kapıları Sunga sanatına önemli bir örnektir.
Mathura Sanatı Sonrası (50-320)
Gandhara okulları sanat tarzı ve buna paralel alçı kullanarak süsleme heykelciliği gelişirken, Hindistan’ın güney bölgelerinde eski Hint geleneklerine ait tarzı devam ettiren heykelcilik okulları gelişti. İndus bölgesinde yüzlerce yıldır kullanılan, geleneksel sembolik tarzdan yararlanılan Mathura tarzı, tamamen Hindistan’a özgü bir tarzdır.
Gupta Hanedanlığı (3 – 5)
Kuzey ve Orta Hindistan bölgelerini kapsayan Gupta hanedanlığı bilim, kültür ve sanatta çok ileri bir seviyeye gelmiş, önemli eserler ortaya çıkarmıştı. Tarihçiler Gupta hanedanlığını klasik uygarlığın modeli olarak gösterirler. Bu dönemde Hindûizm yeniden ön plana çıkmıştır.
MÖ II. yy. ‘da Maurya imparatorluğunun çöküşü ile yaklaşık 500 yıl Hindistan zor bir dönem geçirmiş, Sakalar ve Kuşanlar gibi yabancı hanedanların kendi aralarında savaşmaları ve kuzey Hindistan bölgesine kısa süreli yerleşmeleri kültürel etkileri de beraberinde getirmiştir. Afganistan ve Pakistan merkezi olan Kuşan hanedanlığının Perslere yenilgisi Hindistan’daki etkisini de azalttı. Perslerin Romalılar ve Müslüman Araplarla yaptıkları savaşlarla kültürel etkileşim Kuzey ve Orta Hindistan da yerleşmiş olan Kuşan hanedanlığına da geçmiş, Kuşanların zayıflamaya başlaması ile Guptaların (Magadha devletinin içinden) yükselişi başlamış ve dış güçlerin etkisi ile sanatta Gupta döneminin ortaya çıkmasının temelleri atılmış oldu.
Hindistan’da Gupta hanedanlığından önce her ne kadar zor bir dönem geçirmiş olsalar da önemli gelişmelerin hareketliliği başlamış oldu, bu dönemde Hindûizmin kast sistemini benimsemeyen yabancıların Budizmi benimsemeleri ile Budizmin gelişmesine sebep olmuşlardı. Ayrıca Kuşan döneminde Roma sanatından etkilenen “Ganhara sanat okulunun” Hint tarzı benimseyen “Mathura sanat okulu” ile birleştirilmesi Roma ve Hint kültürünün sentezlenerek yeni bir tarz olan Gupta tarzının ortaya çıkmasına sebep oldu.
1510’da Hunlar tarafından Kuzey Hindistan ele geçirilmiş, kısa süreli olmasına karşı etkileri kalıcı olmuştur. Bu dönem Kuzey Hindistan’da bilim, edebiyat, sanatta klasik çağın sona ermesi ve Orta çağ döneminin başlamasına sebep olmuştur. Maurya ve Gupta dönemlerinin arasındaki en önemli fark ise Maurya son hanedanı Aşoka’nın Budizmi savunması, daha sonra kuzey Hindistan’a gelen yabancıların da Budizmi benimsemesi, Guptaların ise Hindûizmi yeniden canlandırmaya başlamalarıdır. Guptalar tekrar Sanskrit dilini kullanmaya başlamış ve edebî yazılarda, yazıtların çoğunda Sanskrit dili kullanılmıştır. Şair ve yazar olan Kalidasa Sanskrit dilinde eserler yazmıştır. Puranaların (efsaneler) sembolik ifadeleri de Gupta döneminde oluşturmuştur.
Bu dönemde mimarî ve Heykel birlikte kullanılmıştır. Heykel sanatında insan bedeninin kıvrımlarını ortaya çıkartarak, ölçülü ve uyumlu şekiller verildi. Orantılar, matematik hesaplarıyla yapılarak kurallar üretildi. Bedenlerin üzeri ince örtülerle örtülmeye de başlandı. Konusunu din ve efsaneler oluşturdu.
Yunan sanatından da esinlenerek Budha heykellerini antik yunan heykellerinin biçimlerine yakın olarak yapmaya başlamışlar ve Budha heykellerinin arkasına haleler yerleştirdiler ve bu haleler zamanla değiştirilerek renklendirilip, süslenip büyük çember görüntülerini almıştır.
Gupta tarzı mimarîde ise kaynaklar Kuşan, Mathura ve Gandhara’dan esinlenmiştir. Küçük sanchi tapınakları yapıldı, daha sonra tek bir dikdörtgen bloktan oluşan Garbha Griha tarzı tapınaklar yapıldı. Puranaların içinde geçen mitolojik sahneler ve karakterler, çok süslü paneller kullanıldı. Mimarî açıdan yeni tarzlar oluşturuldu, süslü çok katlı çatılar, sütunlar yapıldı. Gupta mimarîsi daha sonraki dönemlerde de etkili olmuştur.
Hindistan’ın Parçalanması
Gupta döneminden sonra Hindistan bağımsız devletlere ayrıldı. Hindû dini resmî din kabul edildi ve dinin sanata etkisi ile resim ve heykellerde figürler genellikle Hindû Tanrıları ve karakterini konu aldı.
Güney Hindistan bölgesinde yaklaşık 7. yy. ‘da Mavalipurani, heykelleri anıtsallaştırarak Ganj nehrinin hareketini anlatan eserler yapmıştır. Daha sonra bu tarz Orta Hindistan Dekkan bölgesi, Ellora’daki Kailasal tapınağına kaymıştır. Burada Ramayana efsanesini anlatan, kaya duvarlarına yapılmış heykeller bulunur.
1000’li yıllarda Gazneli Mahmut da Hindistan’a seferler yapmış ve İslâm – Hint kültürünün etkileşimine sebep olmuştur. Daha sonra 1206 yılında Müslümanların Hindistan’a gelmesi ile Hindistan’ın geleneksel özgün sanatı değişim geçirerek İslâm sanatının birçok dalından etkilenmeye başlamıştır. Özellikle minyatür resim, kuyumculuk, dokuma, halı ve mimarî açıdan İslâmî tarzı yansıtan önemli eserler yapılmıştır. En önemli mimarî eserler; Tac Mahal ve Fatehpur Sikri Câmii, Kuvvet-ül İslâm Câmiidir.
Yeni Delhi bölgesinde, 1526 yılında kurulan Moğol-Türk İslâm Devleti olan Babürlerin döneminde minyatür sanatında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Hindistan’da Babür resim akımının öncüleri İranlı Mîr Seyyid Ali ve Abdüssamed olmuştur.
Babür minyatürleri İslâm sanatından farklı olarak perspektif, ışık, renk kullanımında insan ve hayvan tasviri bakımından batı tarzına daha benzer eserler ortaya çıkartmıştır.
Müslüman Türk mimarisinde sade düz duvarlar, geniş avlu yapılırken, heykel ve figürün olmamasına önem verilirdi. Hint mimarisinde ise heykel ve sembollerle süslenmiş yapılar önemliydi.
İngiliz Sömürgeciliği Dönemi (1841-1947)
Hıristiyanlık dini Hindistan’a ilk kez MS 52 yıllarında Havari Thomas’ın Güney Hindistan’ın Malabar sahiline gelip Hıristiyanlığı yaymaya başlaması ile bu dinin öğelerinin kullanıldığı sanatın da Hindistan’a ulaşmasına neden oldu. Hıristiyan sanatçıların eserlerinin Hintli sanatçılar tarafından kopya edilmesi, özellikle Îsâ’nın çarmıha gerilme ve çarmıhtan indirilme konularının sıklıkla işlendiği görülmektedir.
Ticarî sebeplerle 15. yy. ‘da Portekiz’in Ümit Burnu’nu geçerek Hindistan’a ulaşmaları ile Portekizliler batı Hindistan kıyılarında yerleşmeye başladı ve ardından Hollanda, Fransa, İngilizler ve Danimarkalılar da geldi.
İngiliz şirketler ticarî açıdan gelişip arttıkça 1600’lü yıllarda küçük bir ticarî şirketten 18. yy. ‘da, o bölgede siyâsî bir devlet halini alması Hindistan’ın en büyük pamuk ve ipek üreticisi olduğunu anlaması ile başlamıştır.
İngiliz sömürge döneminin Hint sanatında büyük etkileri olmuştur. Batının sanat tüccarları maddî açıdan zayıflayınca, Avrupalı müşteriler için hazırlayacakları sanat eserlerini daha uygun fiyatlarla yaptırabilecekleri sanat okullarını Hindistan’da açarak, Hintli sanatçılara batı tarzlarını tanıtıp uygulatmaya başladırlar. Örneğin Bombay Sanat Topluluğunun 1888 yılında kurulması ile önemli eserlere imza atılmaya başlandı. Raja Ravi Varma’nın resimlerinde de Avrupa Hint tarzlarının çok etkileyici bir şekilde kaynaştığı görülebilir.
Resim alanında 1800’lerde Kalküta’da toplumsal ve ekonomik gelişmeye tepki olarak sulu boya tekniği ile yapılan Kalighat resim tekniği gelişmiş Hintli ve Batı sanatının sentezi olan bir tarz ortaya çıkmıştır. Anlatımlar zaman içinde sadeleşti ve daha cesur ifadeler aldı. Bu teknik litografi (kireçtaşı ve mürekkeple baskı) ve diğer baskı tekniğine karşı daha fazla dayanamadı ve 1930’larda son buldu.
Çağdaş Sanat
1947 yılında Hindistan bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Hindistan sanatının önemli bir merkezi olan Bombay’de altı kişiden oluşan “Yenilikçi Sanatçılar Grubu” kuruldu ve birçok çeşitliliğin sentezi olarak yeni bir tarz ile kendilerini ifade etmeye başladılar. 10 yıl boyunca etkili oldular ve önemli sanatçıların ortaya çıkmasını sağladılar.
Günümüz Hintli sanatçılardan olan Bose Krishnamachari ve Bikash Bhattacharya da bu akımın etkisinden çıkmıştır. Bharti Dayal ise günümüzde Mithila bölgesine ait Madhubani tarzı resimleri kendine göre yorumlayarak önemli eserler yaratmıştır.
Sadece Hindistan’da değil tüm dünya da büyük beğeni kazanan sanatçıların eserleri açık arttırmalarda milyon dolarlara alıcı bulmaya başladı. Vasudeo Gaitonde, Francis Souza, Tyeb Mehta modern resmin ustaları arasındadır. Yeni dönemde ise Anish Kapoor, Atul Dodiya, Bharti Kher örnek gösterilebilir.
Hindistan’da resim ve heykelciliğin dışında sinema, dans ve müzik de önemli bir yer tutar. Dans ve müziği kapsayan dramatik teori çalışması olarak, MÖ 200 yıllarında yazıldığı tahmin edilen “Natyasastra” gelenekleri ve dinsel metinleri tiyatral bir yaklaşımla müziğin teori ve pratiği ile sözlü olarak gelecek nesillere aktarılmasını sağlayan, aktörler tarafından uygulanan bir eserdir ve bu uygulama günümüz Bombay film çalışmalarını da etkilemiş ve popüler filmlerin içine müzik ve dansı da dâhil etmiştir. Hint müziğinde tüm sazlar insan sesine benzetilir ve ritm çok önemlidir. Müzikteki makamları konu edinen minyatürlerde 17. yy. sonlarına doğru etkili olmuştur. Hint danslarında melodi ve ölçü ile saf dans (nrtta) ile seslendirilen şiir dizeleri ile mim dansı yorumlanır. Müzikte ise yaylı bir saz olan Sitar özellikle Kuzey Hindistan’da çok önemli bir yere sahiptir.
Şiva’nın dans eden tanrı görüntüsü olan Nataraj’ın davulunu çalıp dans etmesi, sanatın tanrısal boyutunu ifade eder ve hala günümüz Hint filmlerinde bu temalar kullanılır. Dram, komedi, romantizmin önemli yer tuttuğu sinema sektörü, yaklaşık iki milyon çalışanı ile bir sanayi haline gelmiş ve dünyanın birçok yerinde Hint kültürünün özünü açığa çıkartan bu filmler büyük taleplere ulaşmıştır.
Kaynakça
Hindistan’da Türk-Müslüman Mimari ve Resmi Sanatı, Prof. Dr. İnci Macun
Hint Dünyası, Gordon Johnson, İletişim Yayınları,1998
Art of Ancient India, Susan L. Huntington
Sanatın Öyküsü, E.H. Gombrich, Remzi Kitabevi, 1993