Hakîm

Hilmi Ziya Ülken / Felsefeye Giriş adlı kitabından derleyen: Sadık Acar

Hakîmler, peygamberler ve velilerin yeryüzü tarihinde birbirine az çok yakın zamanlarda, belirli bir çağ içinde meydana çıktığını görüyoruz. Sosyo-antropolojik verilere göre ilkel dinlerde, ilkel cemiyetlerde, klanlarda bu örnek insanlara rastlamıyoruz. Bu cemiyetlerin yalnız büyücüleri, Mobung’ları, kabile resileri vardır. Daha ileri kalanların birleşmesiyle oluşmuş ilk sitelerde ise halk arasında sivrilen hükümdarlara, dini otoriteye sahip rahiplere ve kâhinlere rastlıyoruz. Fakat bunlar henüz ne hakîm ne de peygamberdiler. Kâhinlerin gaipten haber verme güçleri vardır. Sitenin siyasi kudreti üzerinde manevi bir otoriteye sahiptirler. Kâhinler peygamberlere benzeseler de, kâhinlerin gaiple ve sırlar âlemi ile temasları yalnızca olağanüstü zamanlara mahsustur. İradeleri dışında bir kudretle beşeri güçlerin üstünde bazı şeyleri görürler. Fakat bu gördüklerini iradeleriyle halka naklederek onu bir kanun haline getiremezler. Peygamberler ise üstün âlemden (gaipten) haber almakla kalmaz, bu haberi kanun haline koyar ve iradelerini cemiyete kabul ettirirler.

Hakîmlere gelince, onlar da aynı çağda fakat peygamberlerden farklı şartlar altında meydana çıkmışlardır. Hakîmler, kâhinlerin gaipten haber alma gücüne sahip değillerdir. Başka insanlardan üstün zekâları, akıl yürütme güçleri vardır. Bütün hayatları peygamberlere benzer. Fakat peygamberler gibi haber verici oldukları söylenemez. Şayet üstün duyuları nadir olarak başka insanlardan farklı sezgilere sahip olursa, bunu ilan etmezler. Ölçüleri, kâhinlerin ölçüsü gibi iradeden başka ve akıl üstünde değil, bizzat aklın haberleri içindedir. İnsanlıkta aklın hüküm sürmeye başladığı devirde hakîmler meydana çıkmıştır. Yunanda yedi hakîme paralel olarak İran’da Avesta’nın bahsettiği hâkimleri, Hint’de Buddha ve Jaina’dan önce ve sonra gelen hakîmleri, Çin’de Kong-t’seu, Meng-t’seu vb. hakîmleri görüyoruz. Onların peygamberler gibi halktan uzakta, inzivaları, uzletleri, bu uzlette zahitliğe ve düşünceye dalışları, ilk “hakikat”a bu yalnızlık içinde ulaştıktan sonra onu halka öğretmek için tekrar cemiyete dönüşleri vardır. Peygamberlere her bakımdan benzeyen hakîmler akıl-üstü’nün hükmü ile iradelerini cemiyete kabul ettiren peygamberlerden, yalnızca aklın egemenliği altında cemiyete bilgi öğretmeleri ve cemiyeti yetiştirmeleri ile ayrılırlar. İlk hakîmlerden elimize geçen bütün parçalar peygamberlerin bize bıraktığı kutsal kitaplardan mutlak “Emir” olmak bakımından ayrılır; fakat “ahlâk” olmak bakımından onlarla birleşirler.