Duyguları İşitebilme Yeteneği: “Etkin Dinleme”
“Benlik, iletişim süreci içinde oluşan bir kavramdır. Ancak iletişim içinde insan kendi içinden çıkıp, sanki diğerlerinin gözüyle bakabilmeyi öğrenir. Böylece bu etkileşim ağı içinde benlik ortaya çıkmaya başlar. Benliği toplumsal yaşantının dışında düşünme olanağı yoktur. Toplumsal yaşantının olmadığı, yani iletişim olmayan yerde, benlik bilincinin oluşabileceğini düşünemeyiz. Benlik bir kez oluştuktan sonra, bireyler uzun yalnızlık sürelerine dayanabilirler. Çünkü birey bir arkadaş olarak kendini kullanabilir. Benlik oluştuktan sonra kişi, diğerleriyle olduğu gibi kendisiyle de iletişim kurabilir. Kendisiyle kurulan iletişim sonsuza dek sürmez, mutlaka bir süre sonra bu iletişimin başkalarıyla kurulan toplumsal iletişim biçimine dönüşmesi gerekir”(George Herbert Mead, 1970).
Psikolog Virginia Satir’e gore, insanlar doğuştan beş temel özgürlüğe sahiptir:
1. Şimdi ve burada olanı duyma ve algılama özgürlüğü,
2. Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü,
3. Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü,
4. Bir şeyi kendi isteklerine göre isteme ya da reddetme özgürlüğü,
5. İstediği yönde gelişerek kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü.
Sağlıksız aile ve okul ortamları bu özgürlüklerin kaybedilmesine neden olur. Bu özgürlükleri kaybede kaybede yetişen gençler sağlıksız toplumun gelecekteki ebeveynleri olurlar. Çocuğuna, “Sana çok emek verdim, sınavları kazanamazsan bu emeklerim boşa gider” diyen anne, çocuğunun dikkatini kendi emeğine çekerek onun “şimdi ve burada olanı duyma ve algılama özgürlüğü”nü elinden almakta; ileride olması gerekeni zorla kabul ettirmeye çalışarak gelişmesine ket vurmaktadır. Okulun kıyafet kurallarından hoşnut olmadığını belirten bir gence, “Nasıl giyinmek istediğini unutman gerek, bu okuldaki kurallar esnemez” diyen bir eğitimci, bu gencin “kendi düşüncelerini ifade edebilme özgürlüğü”ne engel olarak onu belli kalıplar içinde davranmaya itmektedir. Bu gencin kendi giyim anlayışına gore davranmak istemesinin bu eğitimci açısından hiçbir önemi yoktur ve onun düşüncelerine saygı göstermemiştir. Oğluna, “Erkek çocuklar ağlamaz” diyen bir baba, oğlunun “kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü”nü kısıtlamakta ve üzülme hakkını elinden almaktadır.
Yüksek öğretimde Güzel Sanatlar okumak isteyen çocuğuna, “Mühendis olursan çok para kazanırsın, benim dediğimi yapazsan ileride pişman olursun” diyen bir baba, çocuğunun “kendi isteklerini isteme ya da reddetme özgürlüğü”nü elinden almaya çalışmakta ve kendi kararlarını verme sorumluluğunu üstlenmesini engelleyerek bağımsızlığını kaybetme yolunda ilerlemesine neden olmaktadır. Evlenmek isteyen oğluna, “O kızla evlenmeni istemiyorum, bu kararında diretirsen şimdiden bu evden git” diyen bir baba, onun “olmak istediği yönde gelişerek kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü”nü elinden almakta ve kendi dünyasını kurma isteğini baskıyla durdurmaya çalışmaktadır. İnsanların doğuştan sahip oldukları bu özgürlüklerin korunabilmesi için ailede ve okulda sağlıklı ve etkili bir iletişimin olması gerekir. Etkili iletişim becerilerine sahip olan ve bunları kullanabilen aileler, kendi bağımsız kararlarının sorumluluklarını alabilen, sorunlarına kendi çözümlerini üretebilen ve benlik savaşı içinde olmayıp kendini kabul eden bireyler yetiştirme olanağını elde ederlerken, etkili iletişim becerileri kullanılarak yetiştirilenler “etkili yaşamak” için gereken temeli alma olanağına, diğer bireylere göre daha çok sahip olurlar.
Etkili yaşam, insanların inandığı ilk eve değerleri günlük yaşamda davranışlarına yansıtabilmeleriyle gerçekleşir. Günümüzde, anne-babalara ve öğretmenlere, etkili yaşayabilen bireyler yetiştirebilmeleri ve kendi yaşamlarını da etkili kılabilmeleri amacıyla iletişim becerileri kazandırılabiliyor. Çocuk ve gençlerin eğitimiyle ilgili olmayan, ancak çevresindekilerle, işyerindekilerle ve arkadaşlarıyla etkili ilişkiler geliştirmek isteyen herkes bu becerileri kazanabiliyor. Birçok konuda olduğu gibi, bu becerileri kazanabilmek için de “değişme cesareti ve isteği”ne sahip olmak gerekiyor. Becerileri kazanma istek ve çabası içinde olmak yaşantıda bilinçli olarak davranışları değiştirme çabasını gerektiriyor. Uzakdoğu düşünürlerinden birinin söylediği gibi:
“Kırılmamak için bükül,
Düz olmak için eğril,
Dalmak için boşal,
Parçalan ki yenilen.”
Etkili iletişim becerileri temel olarak dinlemek, konuşmak ve çatışmaları çözümlemekle ilgili konuları kapsıyor. Etkileşim içinde olmayı amaçlayan, her iki tarafın da kazandığını hissedebileceği çözümlere ulaşabilen, sağlıklı aile ilişkileri kurabilen, kısacası “gerçekten” demokratik bir aile düzenini gerçekleştirmek için gereken bu becerilerden biri, dinlemekle ilgili.
Dinlerken kendi duygu ve düşüncelerinden “etkilenmeyen” kişilerin daha iyi dinleyici oldukları ve bunun dinleyen kişiye de “Senin duygularına değer veriyorum” anlamına gelen iletiler verdiği saptanmış. Kendi duygu ve düşüncelerini bir an için geriye çekerek karşısındakini dinlemek için zaman ayırma, ne yazık ki çoğu kişide önceden kazanılmamış bir davranış olduğu için, sonradan çaba harcayarak değiştirilmesi gerekiyor. Etkili iletişim becerilerini kazanarak uygun şekilde kullanabilen anne – babaların çocuklarının ise, bu davranışları anne – baba modeli üzerinden öğrenmeleri nedeniyle doğal olarak kazandıkları da belirlenmiş. “Duyularak” yetiştirilen bu çocuklarda benlik sorunlarına daha az rastlandığı, kendini seven bireyler oldukları, gelişmeye açık olup yaratıcılıklarını rahatlıkla kullanabildikleri de psikologların öne sürdüğü olumlu özelliklerden.
Dinlerken “anlamak” her zaman gerçekleşemiyor. Yanlış anlama ve anlaşılmalar da ortaya çıkabiliyor. Yanlış anlama ve anlaşılmaları önlemenin bir yolu, dinleyen kişinin dinlediğinden ne anladığını geri iletim yoluyla belirtmesi olabilir. Geri iletim kullanarak dinlemeye “etkin dinleme” adı verilir. Dinleyenin, konuşanın yalnızca duygularını açarak geri iletmesi ve kendi yorumunu ya da duygularını bu işe katmaması gerekmektedir. Duyguların açılarak geri iletilmesi bireylerin kendi iç dünyalarında hapsolmalarına engel olarak karşılarındaki kişilerle etkili bir iletişim içine girmelerine yardım eder. Bireylerin birbirlerinin iç dünyalarına duyguların açılması yoluyla ulaşması derin ve doyurucu ilişkilerin yaşanmasını sağlar. Duygular, özellikle olumsuz olanlar söylenerek tüketildikleri zaman etkilerini kaybederler. Burada sözü edilen etki, duyguların insan ruhu üzerinde yaptığı küçük ya da büyük bir ağırlığa benzetilebilir. Tüketilerek kaybedilmesi bu yüzden insanın psikolojik durumuna rahatlık getirebilir. Özellikle çocuklar duygularını ayırt ederek ifade etmekte güçlük çekerler ve onları dolaylı bir şekilde açığa çıkarırlar: Ağlama, bağırma, oyuncağı fırlatma gibi davranışlar çocukların kızma, üzülme, sevinme gibi duygularının göstergesidir. Çocukluk döneminden itibaren duyguları açık ve dolaysız ifade edebilmeyi öğrenmek, sağlıklı iletişimlerin kurulabileceği bir yetişkinlik dönemi için olumlu bir temel oluşturur. Bu davranışı kazanmamış bazı yetişkinler de “zor insan” olarak yargılanmaktan belki böyle kurtulabilir – kızgınlık duygusunu açamayarak kızgınlık duyduğu kişinin her davranışından rahatsız olup tepkisel davranan bir bireyde olduğu gibi.
Etkin dinleme becerisini kullanmak isteyen kişinin kendini bir an için karşısındakinin yerine koyması gerekiyor. Bunu gerçekleştirdiği zaman karşısındakinin duygularını hissedebiliyor. Empati olarak adlandırılan bu durum, sempati kavramından önemli bir fark taşıyor.
Karşısındakinin duygusunu anlama olan empati, karşısındakiyle aynı şeyleri hissetme ya da duygudaşlık anlamına gelen sempatiden oldukça ayrı. Etkin dinleme becerisini kullanan kişinin karşısındakiyle aynı duygulara sahip olması gerekmiyor; ama karşısındakinin duygularını anlaması ve anladığını ona uygun yollarla geri iletmesi oldukça önemli. Bireysel farklılıklara saygı duymanın temeli işte burada atılıyor.
O Halde Nasıl Dinliyoruz?
(Doğan Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana’)
Dinlemenin değişik türleri vardır. Bunlardan en yaygın olanı “Görünüşte Dinleme”dir. Bazen karşınızdaki kişi dış görünüşüyle dinliyormuş gibidir, fakat iç dünyası bambaşka yerlerdedir ya da kafasında sizin söylediklerinizden daha önemli bir konu vardır. Bazı kişiler de kendi söyledikleri ve söyleyeceklerinin dışında başka bir şeyle ilgilenmezler. Bu kimseleri karşılarındakiyle konuşuyor sanırsınız. Oysa bunlar aslında konuşmuyordur, konuşuyor gibidir. Söz konusu olan bir diyalog değil, o kişinin kendi kendine konuşması, bir tür söylev vermesidir. Buna halk arasında “nutuk atma” denir.
Kimileri de konuşanın söylediklerinden sadece ilgilendikleri bölümü duyar, diğer söylenenleri dinlemez. Bu tür dinleyiciler “Seçerek Dinleyen” kategorisine konabilir. Bunlar dikkatlerini çekecek bir sözcük ya da ifade ortaya çıkıncaya kadar “görünürde dinleyici” olarak kalırlar, daha sonra ilgilendikleri bölümü dinlemeye başlarlar. İlgilerini çeken para, bir meslek, belirli bir kimse ya da cinsiyet, hattâ ne yazık ki “Muhabbet olsun” konuları olabilir. Eğer onların ilgilendiği bir konuda konuşmuyorsanız, bu bir duvarın karşısına geçip konuşmanızdan pek farklı olmaz.
Duygusal yönden “Saplanmış Dinleyiciler” vardır. Sürekli olarak belirli bir duygusal tonu taşımak isterler; ne söylerseniz söyleyin ondan bir hüzün çıkarmak isteyenler olabileceği gibi, her söylenenden bir espri, gülünecek bir şey çıkarmaya çalışanlar da vardır. Böyle belirli bir duyguya saplanmış dinleyiciler kendi ilgilendikleri duygunun dışında işittiklerini hemen o anda unuturlar, bir daha da hatırlamazlar.
Bir başka dinleyici türü “Savunucu Dinleyici”dir. Ne duyarsa duysun her söyleneni kendine yönelmiş bir saldırı sayar ve hemen karşı savunmaya geçer. Siz tüm iyi niyetinizle bir gün önce gittiğiniz yerde yediğiniz nefis pastadan söz ederken karşınızdakinin size tuhaf tuhaf baktığını görürsünüz. Bir süre sonra arkadaşınızın “kendi yaptığı pastayı beğenmediğinizi dolambaçlı yollardan değil de, doğrudan doğruya yüzüne söylemediğiniz için” kırıldığını öğrenebilirsiniz.
Bir başka tür dinleyici de, “Tuzak Kurucu” olarak tanımlanabilir. Bu tür dinleyiciler hiç seslerini çıkarmadan dinlerler, çünkü bunlar dinledikleri bilgilerden yararlanarak karşısındakini zor duruma sokacak fırsatlar yakalamaya çalışırlar. Siz bir konuda başınızdan geçeni anlatırken, bir anda karşınızdakinin, “Geçen gün bana tatlıyı sevmediğini söylemiştin, şimdi de arkadaşlarınla grup halinde baklavacıya gittiğini söylüyorsun!” gibi sözleriyle karşılaşabilirsiniz. Oysa konu farklı bir sohbetle ilgilidir; sizin tatlı yeme alışkanlığınızla değil.
Bazı dinleyiciler de, “Yüzeysel Dinleyen” olarak adlandırılabilir. Bu tür dinleme özelliğine sahip kişiler konuşanın kullandığı kelimelerin yüzeyinde kalır ve altta yatan anlama ulaşamazlar.
Toplumun geleneksel kesimlerinde açık seçik doğrudan iletişim kurmak genellikle “ayıp” sayıldığından kelimelerin altında yatan anlamların anlaşılması beklenir; söylenenleri yüzeysel düzeyde anlayan kişi “saf” biri olarak algılanır.
Birçok ülke var olan eğitim sistemlerini sorguluyor. Bu sorgulamanın hareket noktası ise kalıplaşmış zihinler üreten eğitim sistemlerinin yararlarının pek fazla olmaması ve toplumların düşünen, yaratan, sorun çözen insanlara daha çok gereksinim duyması. Bu düşüncelerden hareketle toplumlar öğrenciyi eğitim sistemi içinde daha etkin bir konuma getirmeye çabalıyor. Kısacası, artık sessizce oturup yalnızca verileni almakla yetinmeyecek öğrenciler: Görecek, duyacak, çözümleyecek, söyleyecek, yapacak, katılacak ve paylaşacak. Öğrenmeyi öğrenecek. Böylece bilgiyi yalnızca tekrarlamayıp bilinenleri sorgulayacak ve “kendi bigisini kendisi üretecek” (Tınaz Titiz 1996/İstanbul).
Duyguları anlamaya açılan kapılardan biri de “kabul”dür. Kabul, başkalarının düşüncelerini tolere etmeye istekli olunduğunu gösterir; ancak “onaylamak” demek değldir. Oğlunun küpe takmasını “onaylamayan” bir annenin, onun bu davranışına, benlik algısını zedelemeden olumsuz duygularını iletmesi de bir tür “kabul” davranışıdır. Bu genç küpe taktığı için annesinden olumsuz bir ileti almayacak, kendi tercihlerine saygı duyulduğunu hissedecek ve küpe takması yüzünden annesiyle çatışma yaşasa bile, birbirlerinin benlik algısını sarsmadan çatışmalarını etkili olarak çözümleyebileceklerdir.
Etkin dinleme becerileri empati, kabul, beden dili gibi birçok beceriyle desteklendiğinde, etkili ilişkiler adına daha yapıcı adımlar atılabiliyor. Etkin dinlemeyi kullanmanın da bir zamanı var. Özellikle karşıdaki kişinin sorunu olduğunda ya da bir çatışma söz konusu olduğunda kullanılması olumlu sonuçlar veriyor; sorunu olmayan bir kişiye etkin dinleme yapılması her durum için gerekli olmayabiliyor. Etkin dinleme becerisinin sorunların ve çatışmaların çözümünde kullanılması için, sorunun kimde olduğunu iyi ayırt etmek gerekiyor. Resmî bir toplantıya “Kot” pantolonuyla gitmek isteyen çocuk kendini sorunlu hissetmiyor. Bu durumda sorun anne babanın oluyor. Yetişkinler arasında sıklıkla rastlanan ve kavga olarak adlandırılan iletişim çatışmaları da çoğunlukla anne-bebek arasında olduğu gibi gerçekleşiyor. Üst kattaki komşusunun balkondan aşağı tozları süpürmesinden rahatsız olan bir kimse, bu rahatsızlığını dile getirmediği süre içinde komşusunu gördüğünde selâm vermiyor (pasif olarak saldırıyor) ve üst komşu da bu davranışa pek bir anlam veremeyip, alt komşusunu “soğuk, sevimsiz” olarak değerlendirebiliyor; böylece, iletişim çatışmaları başlayabiliyor ve bir sonraki olayda belki de çok büyük tartışmalar çıkabiliyor. Rahatsızlığı olan alt komşu duygusunu içinde biriktirmeden, “ben dili” adı verilen bir beceriyi kullanarak, üst komşusuna kendi duygularını açarsa, sorun iki komşu birbirine karşı olumsuz duygu birikimi yaratmadan çözülebiliyor. Etkili iletişim becerilerinin en önemli yapıtaşlarından biri olan “Ben Dili” de kişinin kendi duygusunu olumsuz iletiler vermeden karşıya iletebilmesine dönük bir davranış biçimi; onun tam tersi olan çoğu insanın kullandığı “Sen Dili” ise, karşıdakine olumsuz duygu iletileri veriyor ve etkisiz bir iletişime kaynak oluyor. Sen dili ifadeleri karşıdaki kişiyi suçluyor, onun özsaygısını zedeliyor ve kişinin kendi duygularıyla ilgili bilgi vermediği için etkisiz oluyor. Ben dili ifadeleri kişinin ne düşündüğünü, gereksinimlerini ya da neye değer verdiğini belirtiyor ve suçlama, küçük düşürme gibi olumsuz yargı ve değerlendirmeleri içermiyor.
Ben dilini kullanabilmek kişinin öncelikle kendi iç dünyasına bir göz atıp duygusunun ne olduğunu ayırt etme becerisini kazanmış olmasını gerektirir.
Etkin dinleme becerilerinin en büyük düşmanı da insanların sıklıkla kullandıkları “iletişim engeli” niteliği taşıyan davranışlar. Emretme, gözdağı verme, ahlâk dersi verme, öğüt verme (mesaj kaygısı), mantık yoluyla inandırma, yargılama, eleştirme, suçlama, övme, teşhis koyma, lâkap takma, gülünç duruma düşürme, sorgulama, güven vermeye çalışma, teselli etme, konuyu değiştirme, şakacı davranma gibi davranışlar tipik iletişim engelleridir. Bu engellerle karşılaşarak yetişen çocuklar, engellerin yarattığı olumsuz duyguların yapıtaşı olduğu bir iç dünyaya sahip olurlar. “Sulugöz” diye ad takılan bir çocuk kendisini değersiz hisseder. Sürekli “Harika şeyler yapıyorsun” gibi övme biçiminde engellerle karşılaşan bir çocuk, ebeveynlerinin yüksek beklentileriyle karşı karşıya olma duygusunu hissederek kaygılanabilir. “Hiç çalışmıyorsun” yargısıyla yetişen çocuk kendini yetersiz hissetmenin temelini atmış olur. “Aslında öyle demek istemiyorsun” tanısı koyulan bir çocuk, inanılmama, yanlış anlaşılma, korunmasızlık gibi duygular hissedebilir. “Senin sorumluluğundu; bu işi yapman gerekirdi” sözleri suçluluk duygusu, güvenilmeme, sorunu çözmekten aciz olma duyguları yaratabilir. “Kotunu giymeyeceksin!” gibi emretme engeliyle karşılaşan çocuk isyankâr davranışlar içine girebilir ve kabullenilmediğini düşünebilir. Korkaklık, uysallık, düşmanlık, küskünlük, kişilere bağımlılık, aşağılık duygusu, umursamazlık gibi kişilik özelliklerinin ortaya çıkmasına belirli tip iletişim engellerine sıklıkla maruz kalınması neden olur. Etkin dinleme becerileri kazanan kişiler iletişim engeli koymamayı öğrenirler. İletişim engelleri koyan kişilerin çevrelerindekilerle etkili bir iletişim içinde olmalarına olanak yoktur ve çatışma yaşamaya sıklıkla mahkûm olurlar. Etkin dinleme yapabilme ve iletişim engellerine başvurmama, kendi içine bakma cesareti olanların ancak yaşantılar yoluyla öğrenebileceği becerilerdir. Etkin dileme becerisini kullanmaya kararlı ve hazır olmalıyız. Çocuk ve genç, sorunları ve duyguları duyulabildikçe kendini değerli hissedecek; ebeveynleri ergenlik döneminde anne-babaya karşı içe kapanma gibi bir tehlike beklemeyecektir. Bu ebeveynlerin çocuğu kendi gücünü etkili olarak kullanabilme becerisini kazanma şansına sahip olacak; bu anne-baba çocuklarının kendileri gibi düşünmesi gerektiğine inanmayacak ve dünyayı kendi gözleriyle görmesine izin verecek; çocuklarını değiştirme çabası içinde olmayacak; çocuklarıyla dürüst ve saydam bir ilişki içinde olacaktır.
Başarıya Götüren Öğrenme Yöntemlerinden Biri Olarak Etkin Dinleme
Eğitim zengin ve varlıklı bir hayat sürmeyi garanti etmez. Ancak unutmamak gerekir ki, hayata sadece sahip olunacak maddeye bağlı değerlerin ötesinde bir anlam verebilmek ve hayatı sevebilmek için temel şart, bilgili ve donanımlı olmaktır. Bilgi ise yatırım ve zaman gerektirir. Bu açıdan insan hayatının en avantajlı dönemi eğitim gördüğü dönemdir. Bu nedenle eğitim döneminde olan çocukların ve gençlerin, hayatlarının bütününü gerçekten anlamlı yaşayabilmeleri için “öğrenme”nin, “ilgilenme”nin ve bunların sonucu ulaşılacak olan “donanım”ın, hayatlarında ne iş yaparlarsa yapsınlar, işlerini sevmelerini ve ondan zevk (haz) almalarını sağlayacak temel faktör olduğuna inanmaları gerekir.
Maddesel değerler ve varlıklılık hiç şüphesiz hayatın daha güzel yaşanmasına olanak verir. Ancak “maddenin bile keyfini – ilk hevesin verdiği heyecanın ötesinde – çıkartabilmek, düşünmekle ve sahip olunana yeni boyutlar katmakla mümkündür. Çünkü insan sadece bildikleriyle düşünen bir canlıdır. Düşünce ufkunu genişletmek için iyi bir eğitim, okumak ve daha çok bilmek bugüne kadar keşfedilebilmiş tek yoldur. İnsanın dünyada geçirdiği sürenin yoğunluğunu, yaşamının kalitesini artırmak bilgi ve donanımla mümkündür.
Topluma katkıda bulunabilmek için de bireyin kendisinin olgunlaşması gerekir. “Yapmanın yolu” “olmak”tan geçer. Kendisi “olma”dan –olgunlaşmadan- insan ancak canını vererek topluma katkıda bulunabilir. Oysa artık günümüzde canını değil, beynini adayarak topluma katkıda bulunacak gençlere gereksinim vardır. Kahramanlara gereksinim göstermeyen bir toplum yaratmak, iyi eğitim görmüş gençlerin çabalarıyla mümkün olacaktır.
Etkin Dinleme (İFİKAN)
Amaç: Dinleme sırasında hangi bilginin “önemli bilgi”, hangisinin “ek bilgi” niteliğinde olduğunu ayırmayı sağlayacak etkin dinleme tekniğini ve bu bilgileri not alabilme becerisini kazanmayı sağlama.
Sorular:
1. Derse ön hazırlık yaparak gelmek ne ölçüde yararlıdır?
2. Anafikir ve anahtar kavramlar nasıl kazanılır?
3. Dersi dinlerken “önemli bilgi”leri “ek bilgi”lerden ayırma kriterleri nelerdir?
4. Derse katılımın sınırları nedir?
5. İyi not tutmak için dikkat edilecek noktalar nelerdir?
6. “Etkin Dinleyici” olmak ne anlamına gelir?
İyi not tutmanın anahtarı iyi dinlemektir. Size anlatılanları duymanızın, onları dinlemiş olduğunuz anlamına geldiğini bilirsiniz. Aşağıda etkin bir dinleyici olmanızı sağlayacak 6 BASAMAK’tan oluşan İFİKAN adlı bir yaklaşım anlatılmaktadır:
İ – İleriye bak
F – Fikirler
İ – İşaretler
K – Katıl
A – Araştır
N – Not tut
“İ”, “İleriye bak” anlamına gelir. Dersi, konuyu dinlerken öğretmenin anlatmakta olduğundan kalkarak, daha sonra ne söyleyeceğini önceden tahmin etmeye çalışın.
Bunun dört yararı vardır:
1. Uyanık kalırsınız.
2. Dikkat kopmalarını önler, dikkatinizi sürdürürsünüz.
3. Aktif katılımda bulunursunuz.
4. Motivasyonunuz artar.
Üç aşamada “İleriye Bak”mak mümkündür:
1 – O gün derste öğreneceğiniz konuları önceden okuyun. Bu, dersi dersten önce çalışmak anlamına gelmez. Yapılacak ön okumanın amacı o konuyla ilgili temel kavramları tanımaktır. Böylece fikirler, isimler, yerler, ilkeler veya formüller derste karşınıza çıkınca onları daha kolay anlarsınız. Bu da dersi dersten sonra daha iyi hatırlamanıza imkân verir.
2 – Dersten önce konuları okurken cevaplandırılmasını isteyeceğiniz soruların neler olabileceğini düşünün. Yapılan araştırmalar sorulara cevap olacak şekilde dinlemenin ve okumanın daha iyi öğrenmeyi sağladığını ortaya koymuştur. Örneğin: Psikoloji’de “Algı” konusuna hazırlanyorsanız, “İllüzyon” ve “Halüsinasyon” kavramları arasındaki farkın kaynağının ne olduğunun, bunların hangi durumlarda ortaya çıkabileceğinin açıklamaları öğretmenden istenebilir.
3 – Yukarıda anlatıldığı gibi bir ön hazırlık olmasanız bile, dersi dinlerken öğretmenin daha sonra ne söyleyeceğini düşünün. Öğretmenin anlattıklarını gözönüne alarak, bir sonraki aşamada neyin gelebileceği konusunda fikir yürütün. Öğretmen sizin düşündüğünüzü söylememiş bile olsa, zihninizi konu üzerinde yoğunlaştırdığınız için dersi daha iyi anlar, sonra daha çok şey hatırlarsınız.
“F”, “Fikirler” anlamına gelir ve size önemli fikirlere kulak kabartmanız gerektiğini hatırlatır. Ders konusu, bir konunun temelini oluşturan belirli fikirleri içerir. Bu fikirlerin neler olduğuna dikkat edin. Genellikle anahtar fikirler örneklerle, açıklamalarla, kanıtlarla desteklenir ve sık sık tekrarlanır. Kendi kendinize sürekli olarak şu soruları sorarak anahtar fikirler bulabilirsiniz:
Bu sorulalra anahtar fikirleri, temel fikir ve kavramları bulmanız mümkün olacaktır. Bir süre sonra ise, anahtar fikirlerin tekrar tekrar geçtiğini göreceksiniz. Bir anlatım sırasında anlatılan birçok şeyin, az sayıdaki anahtar fikir ve temel kavramı ortaya koymak ve bunları desteklemek için tekrarlandığını fark edeceksiniz.
“İ”, “İşaretler” anlamına gelir. Öğrenme mekânı ve içerikleri bir oyundur. Bu oyunun kurallarını bilerek ve bu kurallara uyarak oynarsanız hem başarılı olur, hem de bu oyundan zevk alırsınız; öğretmenlerin işaretlerine karşı dikkatli ve uyanık olmak “oyun”un en zevkli yönlerinden biridir. Bir öğretmen hemen hiç bir zaman açık açık “dikkat çekmez”. Ancak bir konunun önemli bir noktasını anlatırken belirli kelimeler kullanarak veya ses tonunda farklılıklar yaratarak size ipucu anlamına gelecek işaretler verir.
Bu işaretlere örnek olarak şunlar sıralanabilir:
Eğer öğretmen anafikri destekleyici kanıtlar veriyorsa muhtemelen şu kelimelerle işaret verecektir:
Öğretmeniniz önemli bir açıklama yapacaksa şöyle diyecektir:
Bu işaretlere dikkat ederseniz, zihinde kalıcı bilgileri donanabilirsiniz. Çünkü öğretmenler bu işaretleri dersi ve konuyu dikkatle dinleyen öğrenciler için hiç çekinmeden pek sık verirler.
“K”, “Katıl” anlamına gelir. Aktif bir dinleyici olabilmek aynı zamanda eldeki imkânladan en iyi biçimde yararlanmayı gerektirir. Bunun için yapmanız gerekenler şöyle sıralanabilir:
“A”, “Araştır” anlamına gelmektedir. Bunun için:
“N”, “Not Tut” Anlamına gelir: Not tutmak, duyduklarınıza mantıklı bir çerçeve sağlayarak, dersi etkin bir şekilde dinlemenize yardımcı olur. Not tutmak, öğrenme olayının önşartlarını yerine getirmeye imkân verir. Bunlar:
Not tuttuğunuz zaman notlarınızı bütünüyle düzenleyebilmeniz için fikirleri ve önemli noktaları araştırma gereğini duyarsınız. Not tutmak öğrenilen malzemenin hatırda tutulmasını, dolayısıyla unutulmayıp kişiye “mal olmasını” sağlar. Bu da eğitim başarısını yükseltir.
Not tutulmadan dinlenen bir konu veya konuşma önemli ölçüde ziyan edilmiş – hiç değilse yeterince yararlanılmamış – bir zamandır. Ders dinlerken tuttuğunuz notların kolay okunabilen, kısa, açık, kolay anlaşılabilen notlar olabilmesi için şu önerilere önem verin ve bunları uygulayın:
Türkçede sık geçen kelimeler için örnek:
Ve &, gibi *, kadar =, ek olarak (ayrıca) +, örneğin ör., birbirine 11, sonuç olarak son ol…
Bundan başka, dersin konusunu oluşturan kavram veya kavramlar bir tek kez yazılarak önemli bir tasarruf sağlanabilir. Örneğin Psikolojide Davranış dersinde bütün d.’ler “davranış”, Algı dersinde bütün a.’lar “algı” anlamına gelir.
I, II, III, vb. Ana başlıklar,
A, B, C, vb. Ana başlıklar altındaki noktalar,
1, 2, 3, vb. Daha az önemli noktalar,
a, b, c, vb. Daha da az önemli noktalar,
i, ii, iii, vb. En az önemli noktalar.
İFİKAN Yöntemini kullanarak:
KAYNAKÇA: