Eğitimde Öğrenme –Yaratıcılık ve Üretkenlik Yetisini Geliştiren Proje Bazlı Bir Sistem Yaklaşımı

Sayı 2 - Eğitim Sorunu

1. ÖZET:
Fiziksel bir objenin algılanması veya karmaşık bir olayın anlaşılması beyin düzeyinde gerçekleşir.
Bu nedenle, eğitim/öğrenme tekniklerini veya yöntemlerini ele alan bir çok bilimsel çalışma, beyin algılama ve bilgi işleme yöntemleri üzerinde durmaktadır. Bu çalışmalar, fizyolojik özellikleri gözönüne alarak, beynin bilgi depolama, bilgi işleme ve bilgi ilintileme yapısını anlamaya dayanmaktadır. Zaman zaman bilgisayar yapılarına benzer modeller kurulmaktadır.
Bunun için Temel Bilimler, Sosyal Bilimler ve Sanatsal çalışmalarda “Öğrenci Odaklı, Grup Çalışmalarına Dayalı” proje çalışmaları yaparak elde ettiğimiz sonuçları sizlere aktarmak istiyorum.

2. ÖĞRENMENİN TEMEL BİLEŞENLERİ VE BİR SİSTEM MODELİ:
Öğrenme sözcüğünün alt kavramları;
birim obje bazında TANIMA, ALGILAMA ve ANLAMA’dır.

Buna kısaca, TAA karmaşık bileşeni adını verebiliriz.

Tanıma + Algılama + Anlama = TAA
TAA karmaşık bileşenlerinin beyinde işlenmesi, başka bir deyişle; aralarındaki ilintilerin oluşturulması, bu ilintiler bazında beyinde sınıflandırılması ve sonuçlar oluşturulması kısaca; öğrenme olarak adlandırılabilir.
Bu olayların tamamı, beyin düzeyinde gerçekleşir.
Beyinde yukarıda sıraladığımız olayların gerçekleşebilmesi bir sistem yaklaşımıyla ele alırsak, böylesi bir yapıda beyin, istem bloğunun kendini; duyu organları ile taşınan işaretler, sistem girişlerini; öğrenme öğesi de bu sistemin çıkışlarından birini oluşturur.
Yaratıcılık adını verdiğimiz öğe de; öğrenme çıktısının, beyin içinde geri besleme yaparak daha önce o sistemden çıkmayan yeni bir çıkış vermesi olarak ele alınabilir.
Düşünme Yetisi” ile anılan kavram yukarıda sistem olarak adlandırdığımız kutunun çalışma kuralları dizisinden başka bir şey değildir.
Bu bakış açısı ile, temel çıkışları;
Öğrenme”, “Yaratma” ve “Üretkenlik” yetileri olan sistemimizi tanımlamaya çalışalım.

Sistem Girişleri:
Sistem girişleri görme, işitme, koklama, dokunma temel duygularının türevleridir. Bu türevleri niteleyen bloklara “Giriş Blokları” adını veriyoruz. Çevre koşulları sistem giriş bloklarını oluşturur.

Sistem Bloğu:
Böylesi bir yaklaşımla sistem bloğunu girişleri çıkışlara transforme eden, nonlineer yapıda bir operatör olarak görmek mümkündür. Bu sistem kendini yenileyebilen geliştirebilen, işledikçe öğrenen çalışma kuralları sürekli değişen (gelişen veya bozulan) bir yapıdadır.

Sistem işletim kuralları kendi içinde ve dışında bir çok karmaşık geri besleme blokları üzerinden çalışmayla oluşur. Her olay, her tanıma, her algılama ve anlama bu karmaşık sistem geri besleme blokları üzerinden çalışarak işletim kurallarının oluşmasına katkı verir. Sistem işletim kurallarının gelişmesine katkı verme bu geri besleme bloklarına “uyarı-aktivasyon blokları” adını veriyoruz. İşletim kurallarını oluşturabilecek uyarı blokları “sayılabilen çoklukta” olacaktır. Her türlü problemin çözüm adımları, uyarı bloklarını oluşturur. Bu yazıda sistem adını verdiğimiz beyin, doğuştan ileri yaşlara kadar yeni işletim kurallarını kendi içinde geliştirir, yaşlandıkça bu kuralları unutabilir veya bunları çelişkili hale getirebilir; yani bozabilir veya tam aksini geliştirebilir. Sistem işleme kurallarının gelişimi ile girdiler arasında, nonlineer bağlantılar vardır. Bu yapıları da kendi içinde karmaşık alt sistemler olarak görmek mümkündür.

Sistem Çıkışları:
Sistem çıkışlarını çok değişik bileşenleri içerecek şekilde sınıflamak mümkün olabilir. Yazımızın konusu itibariyle, bu sistem çıkışlarından sadece öğrenme çıkışı yaratıcılık ve üretim çıkışları üzerinde durmak istiyoruz. Ancak, hayatın en temel öğesi “mutlu-insan” olabilme yetisi de sistem çıkışlarından birini oluşturur.
İşletim sistemi kurallarını geliştiren “uyarı geri besleme veya aktivasyon blokları” çevremizde gelişen her türlü problem çözüm olayını kapsamaktadır.
Beyin sisteminin geliştirilmesindeki temel amaçların içinde öğrenme, yaratıcılık ve üretim çıkışlarının verimliliğinin esas alındığı varsayımı ile, bu çıkışları en iyileyen öğelerin veya blokların üzerinde çalışılması tercih sebebi olacaktır. Çıkışları en iyileyen bloklar “giriş” ve “uyarı” bloklarıdır.

Doğayla uyumlu bir beyin sistemi geliştirilmesi “Proje”sinin amacı: Sisteme ilişkin giriş ve uyarı bloklarını sistematik bir yolla geliştirmektir. Böylece, ana hedef olan “Öğrenme/Yaratıcılık ve Üretkenlik Yetileri” en iyilenmiş olacaktır. Proje bazlı öğrenme yönteminde giriş ve uyarı bloklarını kapsayan çözüm koşullarından bazıları bir bakıma kontrollü bir şekilde laboratuvar/atölye ortamı olarak adlandıracağımız koşullar altında oluşturulmuş olmaktadır.

PROJE ÇALIŞMASI ADIMLARI:
SİSTEM UYARI BLOKLARI

Proje adımları sistem yaklaşımında uyarı bloklarını oluşturur.

Alan Seçimi (Uyarı Bloğu – 1)
Öğrenci eğilimi olan çalışma alanını belirler. Örneğin fizik, kimya, biyoloji ve bunların alt alanları gibi.

  • ALAN SEÇİMİ
  • PROJENİN ADLANDIRILMASI
  • PROJENİN PLANLANMASI
  • PROJE BÜTÇESİNİN HAZIRLANMASI
  • PROJENİN HAYATA GEÇİRİLMESİ
  • PROJENİN SONUÇLANDIRILMASI VE TANITIMI

 

PROJENİN ADLANDIRILMASI
(Uyarı Bloğu – 2):

Seçilen alanda proje çalışması adlandırılır. Bu aşamada öğrenciye danışman öğretmeni veya ülkemizin nadide araştırma kurumları veya üniversitelerinden gönüllü sağlanan bir öğretim elemanı yardım eder. Seçilen proje konusunun hayata geçirilmesi önemlidir. Öğrenci yapacağı proje çalışmasının uygulama alanını görebilmelidir. Yaptığı çalışmanın faydasını hissedebilmelidir. Bu amaç hem danışman hem de öğrenci için bir motivasyondur. Bu adımda öğrenci danışman öğretmenleri ve arkadaşları ile tartışarak ikna olur. Bu işlem de modelimizde uyarı bloğu olarak yer alır.
Ön çalışma olarak;

  • Varsa benzeri projeler incelenir.
  • Görsel bilgiler araştırılır (Kitaplık)
  • Duysal bilgiler araştırılır (Yetkililer)
  • Çalışmanın hayata uygunluğu ve yan etkileri incelenir. Tartışılır.

Bir projenin halen uygulanır olması elbette onun özgün olma özelliğini kaldırır; fakat her çalışmanın alanına getirdiği bir gelişme söz konusudur. Bazen başlanan bir projenin kullanılmakta olan bir ürüne tıpa tıp uyması çalışmaları standart eksersiz hale getirebilir. Yine de çalışmanın adımları öğrenciye çok şey katar.
Bu adımı takiben, proje planlama ve bütçeleme adımlarına geçilir.

PROJE PLANLAMASI
(Uyarı Bloğu – 3):

Bu aşamada, proje çalışma yöntemleri belirlendikten sonra, kritik iz yolu benimsenir ve proje zamanlaması yapılır.
Proje uygulaması için gerekli alt yapının ve satın alınması söz konusu olan mal ve hizmetler belirlenmesi yapılır (Laboratuvar techizatı, tüketim malzemeleri, dışardan satın alınması söz konusu hizmetler gibi). Başka bir deyişle proje fizibilitesi tamamlanır. Bu aşama sonucuna göre projenin yapılıp yapılmamasına öğrenci karar verecektir. Öğrenci bu çalışma ile hayatta her zaman kazanmanın mümkün olmadığını da öğrenir. Gene de istenilen sonucu getirmeyen bir projenin çalışmalar sırasındaki eğiticilik değeri tartışılmaz. Projenin gelişmesi öğretmen tarafından periodik olarak izlenmeli gerektiğinde müdahale edilmeli ve bir şerit içinde dalgalanarak giden çalışmaların kritik çizgileri aşmaları önlemelidir.

PROJE BÜTÇESİNİN HAZIRLANMASI
(Uyarı Bloğu – 4)

Projenin bütçelenmesi plânlanmasından sonra gelecektir. Her adımın parasal giderinin hesaplanması öğrenciyi hayata hazırlamada en büyük faydayı sağlayacaktır. Dolayısıyla projenin can damarıdır. Öğrenci bu çalışmanın bu tarafı ile yere basacaktır. Onun için öğretmen veya yol göstericiler bütçenin hesaplanmasında her olası gideri önce öğrenciye hesaplatır.

PROJENİN HAYATA GEÇİRİLMESİ
(Uyarı Bloğu – 5)

Projenin plânlaması takip edilerek, proje hayata geçirilir. Ayrıca iş ilerleme grafiği, proje işletme tablosuna hafta bazında ayrı bir renkle işlenir. Projenin bitiminde rapor hazırlanır.

PROJENİN SONUÇLANDIRILMASI VE TANITIMI
(Uyarı Bloğu – 6)

Tüm sonuçları yazılı getirilmeyen proje tamamlanmış sayılamaz. Son aşamada proje makalesi hazırlanır. Bu adımda öğrenci kendiyle başbaşa kalarak, tüm bilgi ve deneyimlerini süzer, beyin bloklarına yerleştirir. Projenin çekici bir şekilde tanıtılması ayrı bir uzmanlık işidir. Deneyimli öğretmen ve danışman öğrenciye bu çalışmasında gerekli tartışma ortamını hazırlar. Bu adım en önemli uyarı bloğunu oluşturmaktadır.

SONUÇ:
Yukarıda açıklanan proje çalışma adımlarında öğrenci, merkezinde bulunduğu proseste, temel çıktıları öğrenme, yaratıcılık ve üretkenlik yetileri olan sistemin ana öğesidir. Sistem yaklaşımındaki temel giriş bloklarını çevre koşulları oluşturur. Proje adımları sistemin uyarı bloklarıdır. Bu blokların çalışması öğrenci beyninin işleme rutinlerinin gelişmesini sağlar. Böylece öğrenci “sağlıklı veya sistematik düşünce” adını verdiğimiz yapıya ulaşır.
Son toplamda, eğitimin ana hedefi olan mutlu insan oluşturmada, önemli mesafelerden kısa bir adım katedilmiş olur.
Sistemimizin önemli çıktıları arasında sayılabilecek özgüven yetisi, bilim sevgisi bu çalışmalarda oluşmuştur.

ÖĞRENME SÜRECİNİ DÜZENLEYEN İLKELER:

1- Her öğrencinin, kendi “öğrenme profili”ne göre öğrenmesi.
Bu öğrencinin fizikî ve aklî yetenekleri, belirli biçimlerde öğrenmeye uygundur. Öğrenci bunu bilmeksizin öğrenme süreci başarıya ulaşamaz. Bu profilin öğrencinin kendisince keşfedilmesi zaman içinde konular işlendikçe olabilir. İşte, “öğrenmeyi öğrenme” denilen süreç budur ve öğretmenin başlıca görevi, bu keşfi kolaylaştırmaktır.

2- Ortalama tempoda “toplu öğretme” yerine, herkesin kendi hızında bireysel öğrenmesi.
Bu ilkenin pratik sınıf ortamında uygulanması, önbilgileri ve öğrenme profilleri birbirine yakın öğrencilerin gruplandırılması anlamına gelecektir.
Bilgisayar Destekli Eğitim uygulamasının temelini oluşturacak olan “bilgisayar sınıfları” ve “üçer kişilik proje grupları” kavramlarının sebebi budur.

3- “Proje” yani “oyun” yoluyla öğrenme.
Oyun”, tüm canlıların en etkin öğrenme yöntemidir. Kişiye kazandırılması arzulanan tüm bilgi-beceri-tutum ve davranışlar, tüm canlıların kısa süre içinde yaşam becerilerini kazanmasında en önemli genetik araç olan “oyun” yöntemiyle verilmelidir. Fen Bilimleri alanında yaptırılmak istenen tüm deneyler, fiilen oynanacak olan ya da bilgisayar benzetimi (computer simulation) oyunlar haline getirilmelidir. Öğretmen, öğretilecek olanları uygun “Projeler” içinde yerleştirip, onları “öğrenme isteği uyandıracak” oyunlar içine yediren kişidir. Buradaki “oyun” deyimi, “yönetim oyunu”, “Harp oyunu” benzeri anlamındadır.

4- “Gözlem”, öğrenmenin bir başka etkin yoludur.
Kişilere kazandırılması arzulanan tüm bilgi-beceri-tutum-davranışlar (BBTD) çevredeki doğal ve toplumsal ortamlarda mevcuttur. Bunları gözlemeye yönlendirilen bir kişi, buralardan kaynaklanacak BBTD’ı kendinde var olan BBTD örgüsüne eklemekte güçlük çekmeyecektir. Öğretmen, projelerini tasarlarken gözlemlere yer vermelidir. Bu ilkelerin ışığı altında kazanılması arzulanan BBTD’a ilişkin dersin işlenmesi, aşağıdaki özellikleri taşıyan bir “PROJE” biçiminde tasarlanmalıdır:

PROJE TASARLAMA YÖNTEMLERİ:

A- Proje, konu hakkında merak uyandırmalıdır!
Öğrenme sürecinin bu en önemli evresine öğretmenlik mesleğinin sırrı olarak bakılabilir. Meraksız öğrenme ancak ezberle mümkündür. Dolayısıyla, Ezbersiz Öğretim’in “Olmazsa olmaz” koşulu merak uyandırmaktır.
Merak uyandırma, öğrenci grubunun ilgi alanlarına göre değişir. Öğretmen buna göre özgün tasarımlı projelerle konu hakkında merak uyandırmalıdır.
Bunun için:
a) Günlük yaşam içinde dikkat çekmeyen bir gerçeği sergilemek.
Örneğin hava basıncının büyük bir yüzey – meselâ insan bedeni – üzerine büyük bir kuvvet uyguladığını göstermek için, yarısı bir gazete kâğıdı altına sokulmuş uzun tahta cetvel üzerine vurulduğunda cetvelin kırılması hayret uyandıracak bir gerçektir. Böyle basit bir deney, hava basıncı konusunu sıkıcı olmaktan çıkarabilir.
b) Basılı-görsel-işitsel araçlardan yararlanmak.
Merak uyandırmak için, video film veya CD çizgi roman, çevrede yapılacak bir gözlem ya da bilgisayar yazılım yoluyla dikkat edilmemiş bir gerçeği göstermek gibi yollar kullanılabilir. Merak uyandırma, öğretmen yaratıcılığının sonuna kadar zorlanmasını gerektiren bir adımdır. Bundan sonraki adımda öğrencilerden şunlar istenebilir.
B – Konu ile ilgili “gerçekler” hakkında bilgi edinilmelidir.
Öğretmen, konu hakkında bilgi edinilebilecek tüm kaynakları öğrencilere tavsiye eder. Bunlar okul kitaplığı ya da öğrencilerin evlerindeki kitaplar, bilgisayar yazılımları, belirli kişiler ve nihayet öğretmenin kendisi olabilir.
Üçer kişilik her proje grubu, bu kaynakları kullanarak, öğrenilmesi istenilen konuyu içinde barındıran proje üzerinde sınıfta ve gerekirse sınıf dışında hazırlanır.
Bilgisayar Destekli Eğitim (BDE), bu süreç içinde tam olarak yerine oturmakta, bilgi edinme araçlarından biri haline gelmektedir. Dikkat edilirse, eldeki mevcut yazılımların işlenecek müfredatı tam olarak kapsamasına gerek bulunmamaktadır.

C – Proje grupları arasında çapraz tartışma yoluyla, edinilen bilgiler pekiştirilmelidir.
Her proje grubu, konu üzerinde tamamen kendi öğrenme hızlarına göre hazırlandıktan sonra, bir çapraz iletişim ortamı yaratılır ve her grup zayıf yanlarını pekiştirirken güçlü yanlarını diğer grupların yararına açar.

Soru sorma ilkesi şöyle özetlenebilir:
Sorunun, üzerine yapılandırılacağı “ön bilgiler” ya soru metni verilmeli ya da belirli bir kaynak belirtilerek oradan edinilmesi önerilmelidir.
Soru ise, bu “ön bilgiler”in ışığı altında, şu formlardan biri ya da benzeri içinde tasarlanmalıdır:

  • Siz olsanız ne yapardınız?
  • Bu olay karşısında başka neler olabilirdi?
  • Bu olayın ardışık sonuçları ne oldu, niçin?
  • Bu olay olmasaydı ne(ler) olurdu?
  • Bu, niçin oluyor?
  • Bu nasıl oluyor?
  • Bu olay, açıklayamayıp öylece kabul ettiğimiz (ezber) hangi varsayımlara dayalıdır?
  • Bu varsayımlar değişirse bu olay nasıl olur.

İNSANI ETKİLİ KILMA

Toplumlar, insanlarını değerlendirdikleri ölçüde çağdaş dünyadaki yerlerini alabilirler. İnsanlarından gereken yararı sağlayabiliyorlarsa sanatta en üstündürler, teknikte ona ulaşacak güç yoktur, bilimde daha ileriki çağlarda olabilecekleri bile sezebilirler, uygar ilişkileri benzersiz biçimde uygulayabilirler. Yok, durum bunun tersi ise, o toplum ancak hazıra konabilir yaratılanlardan yararlanabilir. Bu da kesesinden yiyen bir mirasyedinin yargısından öte bir anlam taşımaz.
Uzun betimlemelere gitmeden, bizim toplumumuzu ele alalım. Kuşkusuz yukarıda sözkonusu ettiğim ikinci öbeğe girer Türk insanı. Ne yazık ki, kendi yaratıcılığını gösterme olanaklarından yoksundur. Aslında önemli çelişkilerden biridir bu. Ama bu çelişkiden ötürü insanımızı suçlayabilir miyiz? Onu suçlamak kötü bir öğretmenin, öğrencisini tembel bulmasına benzer. Dilinden “Çalışmıyorsunuz” sözcüğünü düşürmez, buna karşın çalışmanın yolu yordamı nedir, buna da hiç değinmek istemez. Çünkü açıklamaları kendi sorumluluğunu gün gibi ortaya çıkaracaktır. Yöneticilerin her suçu topluma yüklemelerinin de bundan ayırımı yoktur. Bizim işgücünden yararlanamadığımız insanımızın ne büyük başarılar gösterdiğine Avrupalılar Avustralyalılar tanıktır. Ne ki, insanımızın adı tembele çıkmıştır.

Aslında bu bir düzen sorunudur.
Düzen, insan emeğini değerlendirir bir düzen olsa, insanın da değeri doğal olarak artacaktır. Onun emeğinin hiçlenmesi için de elden gelen yöntemler uygulanacaktır. Oysa bizde değerlik-değersizlik de egemen güçlerin tekelindedir. Değerli olmak, ancak onların ellerindeki olanaklarla sağlanabilir. Egemen güçlerin yararlanabileceği, çoğunlukla da satın alabilecekleri bir insansanız, değerli sıfatını yakıştırıverir size.
Olanaklarını da alabildiğine önünüze sererler. O zaman da ortada kişilik kalmaz. Değerli gibi görünen yozlaşmış insan türemiş olur böyle. Yurdumuzu kör noktalara götürenler de genellikle bu değerli gibi görünen yozlaşmış kişilerdir.

Öğrenim yapma olanaklarının kısıtlı oluşu, günümüzün çok tartışılan sorunlarından biridir. Tüm yönetimler buna çözüm yolları aramaktadır. Ne ki ne türlü çözüm yolu bulunursa bulunsun, ancak belirli bir düzeye dek öğrenim olarakları bulabilen kişilerin sorunları çözümlenmiş olacaktır. Yurdun asıl olanakları olan eşitlik ilkesi yeterince uygulanabilecek midir? Hükûmetlerin asıl amacı, demokrasiler için kaçınılmaz olan eşitlik ilkesini uygulamak olmasına karşın, okulun, suyun, gelirin girmediği yerlerle alabildiğine gelişmemiş yerler arasında bir çelişki kendiliğinden doğmuş oluyor. Bugün, okuma-yazma oranının düşüklüğü önemli sorun olarak karşımızdadır. Okul çağı gelmesine karşın, okuma olanakları bulamayanların büyük çoğunluk olduğu da bilinmektedir. Bu durum birden değiştirilmez kuşkusuz. Ama bütün bunların yarattığı acı bir sonuç vardır: Ulusal birikim olan insan gücümüzden yeterince yararlanamamak! Çağdaş uygarlığın kaçınılmaz birikimi olan insan emeğinin değerlendirilmemesi, değerlendirilse bile yanlış yollara yöneltilerek boşa harcanması, ülkenin geri kalmışlığının en somut kanıtıdır. Özellikle emeğin yanlış yönlendirilmesi çok önemli bir çelişki doğuruyor. Bu sorunu da deşmek gerekir. Yurdumuzda bir araştırma yapılırsa, soru da, kişinin, işini sevip sevmemesi konusunda düğümlense, bilmem nasıl bir sonuçla karşılaşılır? Sonucun içler acısı olduğunu bir genellemeyle bile belirtebiliriz. Hemen her gün çevrenizdeki kişilerin işlerinden yakındıkları görülür. Giderek bu yakınma çeşitli ruhsal dengenin bozukluğu insan sağlığının en büyük düşmanıdır kuşkusuz. Belirtmeye bile gerek yok.

Bunalımın nedeni, kişinin, yeteneklerini kullanacak alan bulamamasıyla açıklanabilir. Hiç bir iş ötekinden üstün değildir. Her işin kendine göre sorumluluğu vardır ama. Bir de, her işi yapabilecek yaratılışta kişiler vardır. Belki bu yargı eğitimin gücünü yadsır gibi görünüyor. Ama eğitimin, var olanı biçimleme konusunda etkili olacağı da bir gerçektir. Örneğin kişide resim yeteneği varsa, onun başarılı bir sanatçı olmasında eğitim etkilidir. Bu yetenekten yoksun bir kişiye eğitim uygulaması ise, ancak kişiyi o konuda bilgi sahibi kılar, onun sanatçı olmasını gerçekleştirmez.

Sorunu, alışkanlıklar açısından değil de, yaratıcılık açısından alırsak durum daha da aydınlanmış olur.

Yukarıda belirtildiği gibi, kimi öğretmen olabilir, kimi sanatçı, kimi doktor, kimi mühendis, kimi de çoban, bakkal, ayakkabıcı… vb. Her işin bir adamı olacaktır, her iş belirli kişilerce görülecektir. Ama çoban olması gerekenin, profesör koltuğuna oturması, profesör olması gerekenin de dağda koyuna kaval dinletmesi çelişkilerin başıdır. İnsan emeği birikimi de bu noktada görünmeden, doğal olarak boşa harcanmış oluyor. Ayrımında olmadan yitirdiğimiz ulusal güç de budur.

Nice yetenekli kişiler tanıdım. Hepimiz köylerden gelmiştik, ya da küçük kasabalardan. Giysi verildiğinde donu gömlek yerine giyenler vardı aramızda. Bursalı bir Emin vardı ki sınıfımızda, durgun, içine kapanık bu arkadaş, problem çözümünde başka bir insan olurdu.

Ararsanız, kim bilir nerede bulursunuz Emin’i? Resim, müzik alanında nice yetenekler vardı. Hiçbirinin adı sanı duyulmuyor. Yeteneksizliklerinden değil, yeteneklerini geliştirecek alan bulamadıklarından… Bu böyle olduğu sürece de, parası olan eğitim görecektir. Ülkenin kültürel sorumlulukları varsılların elinde olacaktır. İte kaka okumuşlar karşısında, nice yetenekli kişi, boynu bükük kalacaktır. Düzen, bir yazgı gibi, insanımızın boynuna asmıştır bunu. Önemli olan, bu yazgıyı bozup atmaktır. Kuşkusuz bu da gerçekleşecektir. Dişini tırnağına katarak da olsa yazgının karşısına çıkan bir “anlayış” yaygınlaşmaktadır. Sınırsız güçlükler çekerek ülke yönetimine katılan kişiler varlıklarını duyuruyorlar yavaş yavaş. Egemen güçler arasından, kendi-çıkarını yurt gerçeklerinin altında görenlere rastlanıyor bir iki de olsa.

Görülüyor ki sorun, insanı etkili kılma gerçeğinde düğümlenmektedir. Bu da düzeni, insan ölçü alarak yürütmek işidir. Düzen, belirli kişilerin çıkarı doğrultusunda işlerse ister istemez bir gün geri tepecektir. Düzen bozukluğu da herkesten önce düzeni bozanların başında patlayacaktır. Düzen bir çıkar düzeni olursa ne azgelişmişlikten, ne de azgelişmişliğin yarattığı haysiyetsizlikten kurtulabiliriz. Bağımsız gibi görünmemize karşın, her gün yeni bağlarla bağlanmış oluruz.
Geçenlerde Horatius’un bir sözüyle karşılaştım. Azgelişmiş ülkelerin kültürel bağımlılığını somutlayan bu söz acı acı düşündürdü beni. Horatius’un o gün bilincinde olduğu bir gerçeğin bize böylesine uzak oluşu ne acıdır!
Horatius şöyle diyor:

Yenilen Yunan, barbar galibi yendi!
Götürüp kültür ve sanatı Latium’a

Bizim de, Anadolu’da bağımsızlık savaşı kazanmamıza karşın, kültürel savaşta ne denli geri olduğumuzu göstermesi yönünden ilgimi çekti bu söz. Biz tüm emperyalist güçleri yendik, ama onların uyutucu silahlarının etkisi altından kurtaramadık insanımızı. Sanırım ki, bundan sonraki savaş bu yolla olacaktır. Olması da zorunludur. Çünkü neredeyse her ülke kültürünün, sanatının at oynattığı yoz bir alan olacak Anadolu.

Oysa köklü bir kültürümüzün olduğunu biz söylemiyoruz. Onlar söylüyorlar. Anadolu kültürünün insanımızın kültürü olması, Anadolu’dan yetişmiş insanların emek birikimlerinin değerlendirilmesine bağlı olduğu tartışılmaz gerçektir. Eğitimimiz, öğretimimiz bu yolda geliştirilmelidir. Türk, kılıcın hakkını verdiği gibi, sapanın da hakkını verecek güçtedir. Olanaklardan yararlananlar büyük başarılara erişiyorlar, gerçeğimizi yansıtıyorlar. Olayları insanımız açısından değerlendiriyorlar, kalkınmamız için ellerinden geleni yapıyorlar. Böylece insanımızı etkili kılma yolunda büyük çaba gösteriyorlar. “Kuğu Gölü” balesini görünce insanı etkili kılmanın çok somut bir örneğine tanık oldum. İnsan bacağı, insan kolu nice duyguları dile getiriyor, nice incelikler yaratıyor! Oysa biz bacağımızı satılığa çıkarmanın ötesinde bir iş yapmıyoruz. Köylerde, gecekondularda üç yılda bir giysiyi güç edinen insanımızın karşısına televizyonlardan günde en az üç dört kez defileler çıkarıyoruz. Bacaklarımızı ancak buuyduruk giysi gösterilerinde değerlendirebiliyoruz. Bir uzun atlamada, bir buz pateninde, yüzmede, şunda bunda adımız sanımız anılmıyor. Var mı resimli romanlar, iki bacak gösterisiyle sanat yapıldığı sanılıyor. Var mı uyduruk bir iki defile, orada işe yarıyor bacaklar… Oysa bir uzuv, kimsenin yapamadığını yapabildiği zaman değer kazanır, etkili olur. İnsanı etkili kılma, onun bedeni ile beyni arasındaki dengeyi kurmaya bağlıdır. Beden emeğinin kafa gücüyle uyum sağladığı an, o ülkede insan da, emeği de değerlendiriliyor demektir. Gerçek bağımsızlık da böyle sağlanır. Bir ülkede insan, kendi kafasının ve bedeninin ürününü sanatının, kültürün ana kaynağı yaparsa, o ülkenin kültürü ve sanatı dış saldırılara uğramayacaktır. Böylece de insanımız, ülkesinin “gerçek insanı” olacaktır.