dergi sayfalarının bu bölümüne “düşünenler” başlığı altında bir filozofu yazmak alışkanlık haline geldi.
yani bu insanların neler düşündükleri, neden düşündükleri, ne yaptıkları, nasıl yaptıkları ve nasıl yaşadıklarını anlatmak… aslında hepsi biz ölümlü insanlar gibi yer içerler, sever nefret ederler ve uykusuz geceler geçirebilirler, ancak felsefeyi “yapabilmek” tanrıların onlara (akıllara seza) bahşettiği bir ayrıcalıktır, bu nadide insanlar hakkında, ismini hatırlayamadığım (hatırlamak istemediğim) güzel bir insan, “her filozof biraz da ondan bir öncekinin taciridir” demişti, felsefe belki de bu bağlamda alınıp satıldıkça ve her seferinde üstüne değerler eklendikçe giderek yoğunlaşıyor, giderek güzelleşiyor, giderek aklımızı zorlayan, ferahlatan, bazen umarsız kılan bazen aydınlıklara garkeden hayatın anlamı oluyor, anlamın hayatı…
bu sefer burada size sunmak istediğim bir filozof değil, benim ölçülerime göre bir tacir de değil, bir düşünen, onun ne zaman doğup ne zaman bizleri terkettiği, yemeklerden neleri sevdiği, kadınlarla olan ilişkileri ve filozoflarla olan polemikleri hiç önemli değil, onun hakkında önemli olan yazılı olarak bizlere bıraktıkları, aşağıda bir resmini ve yazdıklarının -sadece küçücük bir kısmının- orijinalleri yanında türkçelerini bulacağınız çeviriler var. bunlar ludwig wittgenstein denen bir adama ait. bunlar, yukarıda da değindiğim gibi, tanrıların bir insana bahşettikleri ayrıcalıkları sonuna kadar zorlayıp o tanrılara yaklaşan demeler, bunlara ilave edilebilecek bir tek şey yok.
sadece: bir insan bir kaosu bundan daha yalın yazamaz.
From 1916
What do I know about God and the purpose of life?
ne biliyorum tanrı hakkında ve hayatın amacı hakkında?..
I know that this world exists.
biliyorum bu dünyanın var olduğunu.
That I am placed in it like my eye in its visual field.
ve dünyanın içersinde yer aldığımı; görüş alanı içersindeki gözüm gibi.
That something about it is problematic, which we call its meaning.
ve dünyada birşeylerin sorunlu olduğunu, ki biz ona onun anlamı diyoruz.
That this meaning does not lie in it but outside it.
ve bu anlamın dünyanın içinde değil dışında olduğunu.
That life is the world.
ve hayatın dünya olduğunu.
That my will penetrates the world.
ve irademin dünyanın içine nüfuz ettiğini.
That my will is good or evil.
ve irademin iyi veya kötü olduğunu.
Therefore that good and evil are somehow connected with the meaning of the world.
bunun içinde iyi ve kötünün bir şekilde (her nasılsa) dünyanın anlamı ile bağlı olduğunu.
The meaning of life, i.e. the meaning of the world, we can call God.
hayatın anlamına, mesela dünyanın anlamına biz tanrı diyoruz.
And connect with this the comparison of God to a father.
ve bunu tanrının bir babaya olan mukayesesine bağlıyoruz.
To pray is to think about the meaning of life.
dua etmek hayatın anlamı hakkında düşünmek demektir.
I cannot bend the happenings of the world of my will: I am completely powerless.
dünyanın oluşumlarını irademden söküp atamam; tamamen güçsüzüm.
I can only make myself independent of the world – and so in a certain sense master it – by renouncing any influence on happenings.
ben kendimi sadece dünyadan bağımsız kılabilirim – ve böylece bir anlamda ona hakim olurum – oluşumların her tür etkisini reddederek.
To believe in a God means to understand the meaning of life.
bir tanrıya inanmak demek hayatın anlamını anlamak demektir.
To believe in God means to see that the facts of the world are not the end of the matter.
bir tanrıya inanmak demek dünyanın gerçeklerinin maddenin sonu olmadığını görmek demektir.
To believe in God means to see that life has a meaning.
tanrıya inanmak demek hayatın bir anlamı olduğunu görmek demektir.
The world is give me, i.e. my will enters the world completely from the outside as into something that is already there.
dünya bana vermektir, mesela iradem dünyaya tamamen dışardan girer (nüfuz eder) sanki her zaman orada olan bir şeyin içine girer gibi.
(As for what my will is, I don’t know yet.)
(irademin ne için olduğunu, bilmiyorum halen)
However this may be, at any rate we are in a certain sense dependent, and what we are dependent on we can call God.
her halukarda belki de herhangi bir oranda kesin bir anlamda bağlı olduğumuzdan, ve bağlı olduğumuza da tanrı diyebiliriz.
In this sense God would simply be fate, or, what is the same thing: The world – which is indepedent of our will.
bu anlamda tanrı sadece kader olabilir, veya, ki aynı şeydir: dünya – irademizden bağımsız olan..
I can make myself independent of fate.
kendimi kaderden bağımsız kılabilirim.
There are two godheads: the world and my independent I.
iki tanrı vardır: dünya ve bağımsız ben’im
When my conscience upsets my equilibrium, then I am not in agreement with Something. But what is this? Is it the world?
…eğer vicdanım dengemi (ruhsal) bozarsa, o zaman ben bir ‘şeyle!’ mutabık değilim. fakat bu nedir ? bu dünya mıdır ?
Certainly it is correct to say: Conscience is the voice of God.
cidden şöyle demek dürüsttür: vicdan tanrının sesidir.
The solution to the problem of life is to be seen in the disappearance of the problem.
hayat probleminin çözümü problemin yokolmasında görülmelidir.
Isn’t this the reason why men to whom the meaning of life had become clear after long doubting could not say what this meaning consisted in?
bu sebebten dolayı hayatın anlamının gayet açık olması insanlara uzun bir tereddütten sonra hayatın anlamının neden ibaret olduğunu söyleyememelerinden ibaret değil midir?
It is true: Man is the microcosm:
doğrudur: insan mikrokosmostur:
I am my world.
ben kendi dünyamım.
“Yesterday I was shot at. I was scared! I was afraid of death. I now have such a desire to live. And it is difficult to give up life when one enjoys it. This is precisely what ‘sin’ is, the unreasoning life, a false view of life. From time to time I become an animal. Then I can think of nothing but eating, drinking and sleeping. Terrible! And then I suffer like an animal too, without the possibility of internal salvation. I am then at the mercy of my appetites and aversions. Then an authentic life is unthinkable.”
– wartime diaries, 1916
Fragments from Philosophical Investigations
“Dün şoke oldum. Ürktüm ! Ölümden korktum. Şimdiyse öyle bir arzum var ki yaşamak için. Ve insanın hoşlandığı bir şeyden vazgeçmesi o kadar zor ki. ‘Günah’ da tam olarak budur, hayatı mantıksız kılmak, hayatın sahte bir açısı. Zaman zaman bir hayvana dönüşüyorum. O zaman ise yemekten, içmekten ve uyumaktan başka hiçbir şey düşünemiyorum. Korkunç! Ve bir hayvan gibi de azap çekiyorum, içsel bir selah imkânım olmaksızın. O zaman iştahımın ve nefretimin insafına kalıyorum. Çünkü daha otantik bir hayatın düşünülmesi imkânsız.”
-savaş zamanı günlüğü, 1916
Felsefi Soruşturmalar’dan alıntılar