Darwin: Dünü, Günü, Bugünü

Bu
makalemde, Darwin’e giden yolda kimler vardı, Darwin neler söyledi ve Darwin’den
sonra bu yolda bugüne dek neler oldu, anlatmaya çalışacağım. Darwin’den
bahsederken kitaplarının konularına da kısaca değineceğim.

Darwin’in
pragmatist[1] mi
yoksa yararcı[2]
olduğunu düşünürsek, bana göre ikisi de değil. O bir meraklı. Bu yola meraklı
olduğu için girmiş. Kendisi bir felsefeci değil. Merak kediyi öldürür, derler.
Darwin de dindarlar bana ne yaparlar diye korkudan ölecekmiş. Bu nedenle de ilk
eseri olan Türlerin Kökeni’nin yayınlanması oldukça gecikmişti.

Evrim
konusunun Türkiye’de ilk kez çevrilme hikâyesine de bir göz atalım. 1872
yılında, romancı, düşünür ve siyaset adamı olan Mithat Efendi, Darwin’i
tanıtır. Osmanlının o günkü anlayış tarzı çerçevesinde ve Batı’nın etkisiyle bu
tanıtımı gerçekleştirir. Böylece Osmanlı için oldukça yeni bir yaklaşımı
açıklar. Bu tanıtım birçok yanlışlarla doludur. Özellikle de insanın atalarının
maymun olduğu söylemi bugüne kadar uzanan bir yanlıştır.

Anlatımlarında
üç tane temel yanlış düşünce var:

1.
Atalarımızın maymundan gelmiş olduğu düşüncesi, bugün hala maymunların neden
var olduğu sorusunu aklımıza getiriyor. Aslında, maymunlar bizim
kuzenlerimizdir. Onlarla beraber, maymun benzeri başka atalardan gelmiş
bulunuyoruz. Bu atalardan bugüne gelirken bir kısmımız maymuna, bir kısmımız
insana evrilmiş.

2.
Darwin’in ateist olduğu düşüncesi. Darwin ateist olmadığı gibi dindar bir aileden
geliyor. Öte yandan o, bir bilim insanıydı ve gözlem yapmayı ilke edinmişti.

3.
Yaşam mücadelesinde güçlü olan türünü sürdürür. Yaşam mücadelesinde güçlü olan
türünü sürdürseydi, bugün ayılar, filler, vs. dünyaya hâkim olurlardı. Darwin,
çevreye en iyi uyum sağlayan türünü sürdürür, demektedir. Bu arada “Kontrolsüz
güç, güç değildir”
reklam sloganını da burada bir kez daha anımsatmak
istiyorum.

Bir
de Thomas More ve Charles Darwin arasındaki bir benzerliğe değinmek istiyorum.
Her ikisi de ünlendikleri konuları ilk kez ortaya atan kişiler olmamakla
birlikte, “ütopya” kavramı (Ütopya adı zaten ona ait) More ile, “evrim” kavramı
da Darwin ile özdeşleşiyor. Başka bir benzerlik de, ikisinin de kafasının
karışık olması. Konumuz Darwin öncesini de kapsadığı için aşağıda evrim
kavramının Darwin’e kadar uzanan macerasının kısa bir özetini vereceğim.

Darwin,
modeli konusunda emin, ama nasıl sunacağı konusunda kafası karışık, çünkü genel
geçer anlayışa zıt bir anlayış ortaya koymak durumunda ve hem kendisinin hem
eşinin aileleri geleneksel yaklaşımlı. Zengin bir ailenin kızı ile evli ve
başını belaya sokmak istemiyor.

More
ise iyi bir Hristiyan. Öte yandan yeni devlet modelleri ortaya koyarken din
ağırlıklı ve yozlaşmış devlet modellerine karşı çıkıyor. Böylece bir iç
huzursuzluk yaşıyor.

Darwin
öncesinde evrim yolunda kimler vardı diye bakmaya başlayalım.

İlk
evrimci düşünce M.Ö. 500’lü yıllarda yaşayan Anaksimandros’a aittir. Var olan
ilk canlıların suda yaşadığını, karakterlerinin ise onların gelişimiyle
oluştuğunu söylemiştir. Ancak bu düşünceler bilimsel bir temele veya
araştırmaya dayanmamaktaydı.

M.Ö.
400’lü yıllarda Empedokles, “Canlıların varlığı için doğaüstü bir güç
gerekmez,”
demişti. Bu da sistematik olmaktan çok spekülatif bir yaklaşımdı.

940
– 1030 yılları arasında yaşayan Şii filozof İbn Miskeveyh, El-Fevzü’l-Asgar adlı eserinde evrimden bahseder. Şii
filozofa göre yüksek âlemden inen ruh, çeşitli dünya varlıkları içinde
gelişerek, maymuna ve oradan da insana ulaşır. Bu gelişim, en basit canlılardan
(bitkiler dâhil) başlayarak en gelişmiş olan insana doğru ilerler.  

1377
yılında İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde
insanların maymunlar dünyasından çıkarak geliştikleri fikri yer alır. Ayrıca
türlerin sayısının artabileceğinden de bahsedilir.

Evrim
kelimesi bugünkü bilimsel anlamıyla ilk kez 1762 yılında Charles Bonnet
tarafından kullanılmıştır.

18. yüzyılda doğa bilgini Buffon, gördüğümüz bütün türlerin
belli bir türün farklılaşmış versiyonları olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre
aslanlar, kaplanlar ve kediler aynı türden geldiler.

Bunların dışında, evrim konusunda çalışan Diderot ve Brunnet de
sayılabilir.

Charles Darwin’in dedesi olan Erasmus Darwin, 1796 tarihli
kitabı Zoomania’da tüm sıcakkanlı türlerin tek bir türden
farklılaştığını yazmıştır.

1788 yılında James Hutton, jeolojik olayların çok yavaş ama
sürekli biçimde değiştiğini ileri sürerek, gezegenin değişmezliği savına ilk
darbeyi vurmuştur.

1796 yılında George Cuvier, mamut ve mastodon fosillerini bulmuş
ve günümüz filleri ile aralarındaki farklılıkları ortaya koymuştur. Böylece ‘canlıların
soyu tükenmez, yoksa varoluş amaçları boşa çıkar’ düşüncesi yıkılmış,
canlıların herhangi bir amaçla var olmadıkları, soylarının tükenebileceği
saptanmıştır.

1830’lu yıllarda Charles Lyell, jeolojik yapıları doğaüstü
etkilerle anlatmak yerine, doğal ve yavaş işleyen süreçlerle açıklamıştır.

Lamarck (1774-1821), ilk kez türlerin birbirlerinden
evrildiklerine dair ayrıntılı bir biyoloji kuramı ortaya koyan kişidir. İlk
önce bu kuramın aksini savunmuş ve daha sonra fikrini değiştirmiştir. 1800
yılında ünlü eseri Philosophie
Zoologique
kitabını yazmıştır. O da bu gelişimin çok yavaş olduğu
için hissedilmediğini belirtmiştir.

Bu gelişim sürecini anlattıktan sonra Darwin’e geçebiliriz.
Darwin, 1809 yılında bir doktor çocuğu olarak doğdu. Çömlek endüstrisi kralının
kızıyla evlendi. Darwin’e kadar birçok insanın evrim konusunu çeşitli
yönleriyle ortaya koyduğunu gördük. Peki, bu bomba neden Darwin ile birlikte
patladı? Belki de dini fikirlerle yetişmiş olsa da toplum bu yeni fikirlere
oldukça hazır bir hale gelmişti. İlk kitabı çok ilgi çekti, çok sattı ve birçok
tartışmaya yol açtı.

Migren ağrıları nedeniyle Darwin’in sıkıntılı bir yaşamı vardı.
Detaycılığı ve dinsel çevrelerden çekinmesi sonucunda ilk kitabının baskısı
gecikti. Bu kitaba son noktayı koymasında Beagle adlı gemiyle Galapagos
adalarına yaptığı seyahatlerin büyük katkısı oldu. Darwin Galapagos adalarında
araştırma yaparken, Wallace de Malay takımadalarında araştırmalar yapıyordu.

Darwin, tıp ve teoloji okuduktan sonra doğaya yönelmişti. Beagle
gemisi ile yaptığı beş senelik yolculuklar sırasında Lyell’in ortaya attığı,
geçmişteki jeolojik süreçlerin bugünkülerle aynı olduğunu destekleyecek birçok
gözlem yaptı. Tümevarımcı bir yaklaşımla kuramlarını gözlemlerine dayandırdı.
Bu seyahatler esnasında türlerin dönüştüğüne dair kanıtlar buldu.

Böylece iki temel kavrama ulaştı: a. Doğal seçilim; b.
Rastlantısal mutasyon. Bu buluşlarını yaygınlaştırmak konusunda tereddüt
yaşarken1858 yılında Wallace ona bulgularını yollayınca, Wallace’ın da aynı
sonuçlara ulaştığını anladı. Böylece iki buluş da bilimsel bir topluluk olan
Linnean Society’ye sunuldu. Daha sonra da ilk kitap olan Türlerin Kökeni
yayınlandı.

Şimdi de Darwin’in fikirlerini özetleyelim:

1. Bütün canlılar bir veya birkaç türden gelişmiştir.

2. Bütün canlılar bir anda ve her yerde yaratılmamıştır. Göçle
yer değiştirirler.

3. Canlılar göçle uzaklaşıp, yeni ortamlara uyum sağladıkça yeni
türler ortaya çıkar.

4. Doğal seçilimle canlıya yararlı olan özellikler saklanır.

5. Yararlı özellikleri biriktirip kalıtımla aktarabilen türler
varlıklarını sürdürebilirler.

6. Nüfus hızla arttığı için çevreye uyum sağlayamayan türler yok
olurlar.

7. Bu savların kanıtlarını bulmak kolay değildir, çünkü zaman
izleri silmiştir.

Gen bilimi bugünkü kadar gelişmediği için, Darwin, birçok
bulgusunu bugünkü kadar iyi bir biçimde açıklayamadı.

Olaya sosyal açıdan yaklaştığında ise savı şuydu: Değişime en
iyi uyum sağlayan toplumların soyları sürer. Bu bakış açısı çok tartışma
yarattı. Nietzsche’nin ve Darwin’in, Hitler’e ilham kaynağı olduğu ileri
sürüldü. Kuramı karşısındaki başka bir eleştiri de tümevarım yöntemini
kullanması yönündeydi. Bu yöntem yalnızca ön yargıları destekleyici bir biçimde
kullanılabilirdi veya veriler yetersiz kalabilirdi. Ayrıca, yaradılışın böyle
olmadığına dair dinsel eleştiriler de oldu.

Benim de çevirdiğim iki kitabını kısaca tanıyalım:

Türlerin Kökeni: Doğal seçilim kuramını açıklar. Türlerin evrimle geliştiklerini
belirtir. Türün devamı için, türe zararlı olan yönler ortadan kalkarken yararlı
olanlar gelişmelidir. İnsan eliyle olan, hayvan evcilleştirilmesi gibi yapay
seçilime (iyileştirmeye) karşı çıkar. Ona göre doğanın seçilimi çok daha derin,
ayrıntılı ve nüfus dengeleyicidir. Değişen koşullara en iyi uyum sağlayan
türler yaşayacaktır. Öte yandan, neden bazı türlerin daha iyi uyum sağlayabilme
özelliklerine sahip olduklarını açıklayamamıştır. Mendel’in kalıtımla ilgili
bilgileri vardı ama henüz genetik bilimi gelişmemişti. Tabii ki sıkıntıları da
vardı. Doğadaki değişim biçimlerini açıkça görmek kolay değildi. Jeoloji
kayıtları yetersizdi. Benzer iklimlerde yaşayan bazı canlılar birbirlerinden
farklıydı ve farklı iklimlerde yaşayan bazı canlılar benzerdi. Bunun nedeni
aslında göçtü. Ayrıca türler rastlantısal mutasyonlarla değişiyorlardı. Kitapta
örnekler vererek bazı türlerin yok olmasının ekosistemi nasıl etkileyeceği de
anlatılıyordu.

İnsanların Türeyişi: İlk kitabında, insanın türeyişine geçeceğine dair izler vardır.
Doğadaki otlar ve böcekler evrim geçiriyorsa, insanın da evrim geçirmesi
gerekmektedir. İnsan evriminin Tanrı ile olan yakın ilişkisi nedeniyle, önce
doğadan bahsederek toplumu buna hazırlamaya çalışmaktadır.

İlk kitabının sonuna doğru toparlama yaparken bir öngörüde
bulunur: “Uzak gelecekte çok daha önemli araştırmalar için açık
alanlar görüyorum. Psikoloji, gerekli olan zihinsel güç ve kapasite
kazanımlarına kademeli biçimde ulaşıldığı yeni bir temele oturacak.
İnsanoğlunun kökeni ve tarihi aydınlığa kavuşturulacaktır.”
Bunun dışında Türlerin
Kökeni
’nde insanın evrimsel gelişiminden bahsetmez. 

Tartışmaların
tansiyonunun düşmesini bekleyen Darwin, çalışmalarını sürdürür ama İnsanın
Türeyişi
’nin basılması için biraz bekler.

İnsanın
Türeyişi
iki
ana bölümden oluşur. Birinci bölümde insanın da diğer canlılar gibi doğal
seçilim ve rastlantısal mutasyona tâbi olduğunu anlatır. İkinci bölümde ise
eşeysel seçilimden (cinsel seçilim) bahseder. Kitap yayınlanınca, beklentisinin
aksine oldukça olumlu karşılandı. Kitapta, insanın daha basit bir soydan
türeyerek geldiği anlatılıyordu. Örneğin insanın biyolojik yapısı tüm
memelilerle aynıydı. Bu da ortak bir atadan gelme olasılığını arttırıyordu.

Canlıların
yapısını inceleyen Darwin, işlevsel olmayan birçok organ ortaya çıkartır.
Böylece şu sonuca varır: Canlılar baştan mükemmel yaratılmamışlar ve
evrimleşirlerken baştan işe yarayan bazı organlar zamanla işlevsiz kalıyorlar.
Darwin’e göre, insan zihinsel ve bedensel olarak yüksek bir gelişim yeteneğine
sahiptir. Bunlara da doğal seçilimle sahip olmuştur.

Evrimde,
doğal seçilim dışında da bazı mekanizmalar olduğunu düşünür ve kitabın ikinci
bölümünde eşeysel seçilimden bahseder. Bu, bir eş bulma seçilimidir. Karşı
cinsi ne kadar çok cezbedip, ne kadar çok çocuk sahibi olabilirseniz, türünüzü
o kadar uzun süre sürdürebilirsiniz. Bu çekici farklılıklar sonraki nesillere
aktarılır.

Darwin’e
göre zihinsel yetenekler de evrim yoluyla gelişmektedir. Hayvanların da
insanlar gibi zevk aldıklarını, acı çektiklerini, mutluluk ve mutsuzluk
yaşadıklarını söyler. Algı, dikkat, öz bilinç, soyutlama, muhakeme yetenekleri
insanlarda çok gelişmiştir, ama Darwin’e göre bunlar hayvanlarda da ilkel
düzeyde vardır. Örneğin arılar ve karıncalarda oldukça üst düzeyde organizasyon
yeteneği bulunur.

Darwin
sonrasında üstünde durulan konulardan birisi de “Sosyal Darwincilik” olmuştur.
Buna göre uygar toplumların uygar olmayanları egemenlik altına alacakları
ortaya çıkmaktadır. Organizmalar arasındaki sosyal rekabette çevreye en iyi
uyum sağlayanlar diğerlerine egemen olacaktır.

Darwin’den sonraki yeni buluşlarla “Yeni
Darwincilik” akımı ortaya çıkıyor. Mendel’in kalıtım kuramı, modern moleküler
biyoloji ve matematiksel popülasyon genetiği ışığında yeni modeller gelişir. Yeni Darwinciliğin kurucularından birisi olan Theodosius
Dobzhansky, “Sentetik Kuram” ve “Evrimin Biyolojik Kuramı” deyimlerini
kullanmayı tercih etmektedir. O da bu konu içerisine genetik, karşılaştırmalı
morfoloji, fosil bilim, embriyoloji, ekoloji dallarını da katmaktadır. Yeni
Darwinciler’de genel eğilim genetik değişimleri de evrim içine katmak olmuştur.

Yeni Darwinciliğin en önemli düşüncesi, sonradan kazanılan
özelliklerin aktarılamayacağıdır. Embriyo gelişimi ve fosil benzerlikleri
incelemeleri bu varsayımla gerçekleştirilir.

Edward O. Wilson, genlerimizdeki biyolojik kodların sosyolojik
yapımızı ve kültürümüzü oluşturduğunu ileri sürdü. Stephen Jay Gould ve onun
gibi düşünenler sosyo-biyoloji adı verilen bu yaklaşımın temelsiz olduğunu
söylediler. Niles Eldredge ve Stephen Jay Gould gibi Yeni Darwinci biyologlar,
asıl evrimsel değişimlerin, önemli çevresel değişimler sürecinde oluştuğuna
dair  “kesintili denge” kuramlarını
ortaya koydular. 

Richard Goldschmidt gibi bazı biyologlar, ufak mutasyonların
birikmesiyle yeni bir türün oluşumunu olanaksız gördükleri için, ancak büyük
bir mutasyonla yeni bir türün oluşabileceğini ileri sürdüler ve “umulan
canavar” kuramını ortaya koydular.

DNA keşfiyle birlikte genetik bilginin DNA’larda kodlu olduğu
öğrenildi. Mutasyonların, kodları içeren nükleik asitlerin değişimiyle oluştuğu
kabul edildi. Bu da büyük veya sıçramalı mutasyon fikrine darbe vurdu çünkü bu
yapılar bu tür değişimleri kaldıramazdı.

Bu arada Darwinciliğin din bilgisiyle çatışmadığını öne sürenler
oldu. Theodosius Dobzhansky “Evrim Teorisi” ile dinlerin çatışmadığını ve
kendisinin hem yaratılışçı, hem de evrimci olduğunu söyledi.

Son olarak biraz daha günümüze doğru gelerek okunması
gerektiğine inandığım üç kitabın kısa özetini yapacağım:

Birincisi; Richard
Dawkins, Gen Bencildir adlı kitabında evrimin itici gücünün genler
olduğunu ileri sürdü. Bu genler kendilerini kopyalarlar ve zaman içerisinde
değişerek nesli sürdürürler. Genlerde yaşlanmayla artan değişimler oluşmaktadır
ve bu değişimlerin düzenli olmamaları hastalıklara yol açmaktadır.

Dawkins bu bilgilere ek
olarak rahatsız edici savlar da öne sürmektedir. Ona göre asıl olan genlerin
sürdürülmesidir ve genler evrim sürecinin temel taşlarıdır. Bu düşüncesini de
“bencil gen” metaforuyla ilgi çekici bir hale getirmiştir. Dawkins, bu metaforu balıkların intiharı, babunların
cesareti gibi canlı davranışlarının açıklanmasında kullandı. Bencil genler
evrimleşerek kendilerini koruyabilecek canlılar oluşturmuşlardı.

Dawkins’e
göre kültürel genler olan “memler”
de vardır. Çünkü ona göre insan davranışları yalnızca genler yoluyla
açıklanamaz. Memler, tıpkı genler gibi hareket ederler. Ancak bunları genler
gibi somut olarak saptayamamaktayız. Dawkins bu düşüncesinde İtalyan
genetikçi Luigi Cavalli-Sforza’dan etkilenmişti. Örneğin, dünyanın bir
bölgesinde mandıracılığın gelişimi gibi bir kültürel değişiklik, sütün içindeki
laktozun sindirimi için ihtiyaç duyulan genlerin kalıcılığını etkiliyordu.

Açıkça
söylenmese de bu kitaptan çıkabilecek olan, genlerin insanları robot haline
getirip kontrol edebildikleri düşüncesi, birçok eleştiriye neden olmakla
birlikte, Dawkins evrim konusunda çok ilgi çeken bir yazar oldu.

İkincisi;
Hariri daha çok sosyal evrimden bahseder. İlk kitabı olan Sapiens’de
türümüzün uzun bir evrim yolculuğu sonucunda çok da önemi olmayan hayvan
türünden bugüne nasıl ulaştığını anlatır. İnsanlar organizasyon ve düş kurma
yetenekleri nedeniyle diğer türler karşısında üstünlük kurmuşlardır. Paranın,
insanın düş gücüyle, büyük bir ekonomik organizasyon sağladığını anlatır. Bir
mülakat sırasında “Tanrılara dönüşmenin eşiğindeyiz,” der. Burada
bahsedilen yaratma ve yok etme güçleridir.

İkinci
kitabı olan Homo Deus’da bu gelişime paralel olarak geleceğe ışık
tutmaya çalışır. Bu kitapta çeşitli olası senaryolar vardır. Böylece insanları
tehlikeli senaryolara karşı uyarmaktadır.

Üçüncüsü ise
Kendi Evrimimizi Yönetmek adlı kitaptır. Bu kitabın yazarları Juan Enriquez (Meksika kökenli Amerikalı bir
akademisyen, işadamı, yazar ve konuşmacı) ve
Steve Gullans (bilim adamı, iş adamı ve yazar) artık doğal olmayan bir seçilim
ve rastlantısal olmayan bir mutasyon olduğunu açıklarlar. Yani insan doğanın
yerini almaktadır. GDO ile besinler değişti, hayvanların gelişimine müdahale
edildi. İnsanlar bile değişiyor ve daha çok değişecek. Artık genlerle ve
hormonlarla oynanabiliyor. İnsanlar yok olmuş türleri geri getirebilecekler.

Kitap, hiçbir şeyin eskisi
kadar doğal olmadığı dünyamızda evrim kuramının Darwin tarafından anlatıldığı
biçimde işleyip işlemediğini sorgular. Genetik yapımızı yalnızca DNA’lar değil
aynı zamanda epigenomlar (açık/kapalı olarak işleyen kimyasal anahtarlar) da
belirler. Böylece çevresel ve kültürel birikimler de nesillere aktarılır.

Ayrıca evrimimiz konusunda
virüslerin ve bakterilerin çok fazla önemi vardır. Onlarla birlikte yaşar ve
karşılıklı olarak etkileşiriz. Yani evrim sürmektedir ama anlamak için yeni
bakış açıları gerekmektedir.

Son noktayı koyarken son
sorumu sormak istiyorum: “Acaba insan ölümsüz de olabilecek mi?”

Kaynakça:

– www.bilimvegelecek.com.tr

– www.evrimagaci.org

– www.evrim.gen.tr

Türlerin
Kökeni
, Charles Darwin, Çev. Orhan Tuncay, Gün Yayıncılık,2003.

İnsanın
Türeyişi
, Charles Darwin, Çev. Orhan Tuncay, Gün Yayıncılık, 2002.

Gen
Bencildir
, Richard Dawkins, Çev. Tunç Tuncay Bilgin, Kuzey Yayınları, 2014.

Hayvanlardan
Tanrılara, Sapiens
, Yuval, Noah Hariri, Çev. Ertuğrul Genç, Kolektif Kitap,
2015.

Kendi
Evrimimizi Yönetmek
, Juan Enriquez, Steve Gullans, Çev. Olcay Sevimli, YKY,
2018.


[1] Pragmatizm:
Duruma, gerçeğe ve eyleme yönelik
olarak, pratik sonuçlara yönelik düşünme temelleri üzerine hareket etmek.
William James (1842-1910) tarafından popüler hale getirilmiştir.

[2] Yararcılık:
En doğru ahlaki eylemin, faydası
en yüksek olan olduğu savunulan etik kuram. Yararcılığın kurucusu Jeremy
Bentham’dır (1748-1832).