Öykümüzde bahsi geçen kişiler ve anlatan tamamen hayal ürünüdür. Gerçek yaşam yaklaşımları ve yaşam öyküleriyle oluşabilecek benzerlikler tamamen rastlantısaldır. Amacım, yalnızca bir öykü çerçevesinde kuşaklar arası çatışmayı, yani başka bir deyişle, yaşama bakış açılarının farklı olması nedeniyle aynı frekansta oluşamayan iletişimi yansıtmaktır.
Çocukluğumu anımsadığım zamanlar oluyor. Sevgili annem ve babam gözümde her canlandığında onları rahmetle anıyorum. Sanırım ben de herkes gibi o eski güzel günleri özlüyorum. Zira yaşam her gün daha çok zorlaşıyor ve çevre her geçen gün daha çok kirleniyor. Oysa eskiden böyle miydi? Ya da, yoksa ben yaşlanıyor muyum?
Canlanan anılar yaşamımın değişik kesitlerinden bana ulaşmakta. Ben ise daha çok ergenlik çağım üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. Yani, özgürlük, iyimserlik ve dünyayı kucaklama çağıma. Şu tutucu ebeveynlere karşı çıkma çağı. Belki de onların kimliğinde düzene karşı çıkma çağı!
Şu anda pencerem hafif aralık. Dışarıda yağmur çiseliyor ve yağmurun toprağa karışarak çıkardığı kokuyu duyuyorum Bu tanıdık koku evde kaynamakta olan ıhlamur kokusu ile birleşince hafızamda geçmiş bir döneme ait bir kapı açılıyor Bu koku, o kapının anahtarı.
On Sekiz, On Dokuz yaşlarındayım. Ankara’daki o küçük evimizde olduğumu anımsıyorum. Sevgili annem ve babam henüz yaşıyorlar. Yine bu günkü gibi bir sonbahar ve yine ıhlamur kokusu, yağan yağmurun kokusuna karışıyor. Sokaktaki insanlar fazla ıslanmamak için hızlı hızlı yürüyorlar. Kimisi şemsiyeli, kimisi daha çok ıslanıyor. Arabalar suları sıçratarak geçiyor. Damdan bir kedi atlıyor, sırılsıklam. Evet anımsıyorum, hem de tüm detaylarıyla, sanki biraz önce yaşanmış gibi.
Biraz içim ürperiyor. Kokuyu içime doğru çekerken pencereden uzaklaşarak, kalorifer peteğine doğru ilerliyorum. Ihlamurun kokusu da adeta içimi ısıtıyor. Hayal etmeye devam ediyorum.
Ihlamur, annemin en çok sevdiği sıcak içecek. Hayret herkes çay sever ama, annem farklı demek. Karanfille, limonla, elma kabuğuyla, belki de şimdi anımsayamadığım başka katkılarla zenginleşen ve mis gibi kokan sıcacık içecek. Ben de seviyorum.
“Yavrum, kahvaltıya gelsene. Okula aç gidersen, sonra başarılı olamazsın.”
“Tamam anne, geliyorum.”
Kahvaltı sofrası kurulmuş. Bal, peynir, zeytin ve her zamanki gibi kızarmış ekmekler. Ihlamur da masaya gelmiş, kahvaltıyı tamamlaması için. Ve sokağa çıkılmadan önce ailecek kahvaltı edilecek.
Babam masada gazetesini okumaya devam ediyor. Annem ev kadını, babam devlet memuru, iç güveysinden hallice geçinip gidiyoruz. Ben de lise son sınıf öğrencisiyim. Altıyı aşma, beşi şaşma öğrencilerden olmaya çalışıyorum. Ama daha önceleri bir kez beşi şaştık ve ikmale kaldık. Devlet memuru olan babam için okuyup adam olmak çok önemli. Adam olup devlete millete hizmet etmek de.
Benim başımda ise kavak yelleri esiyor. Yakışıklı, ukala ve geleceğin efendisi olacak olan benim. Her şeyin en iyisini ben bilirim ve ben yaparım. Ha şu ikmal meselesi mi? Hocanın biri bana gıcıktı da ondan. Yoksa beşi şaşar mıydım hiç!
Şair yönüm de ortaya çıkınca dizelerde kendimi anlatıyorum adeta.
Dantel dantel umut gençlik çağları
Aşk fırtınaları ferman dinlemeyen
Başımda esmekte kavak yelleri
Hayallerim bulutlarda yükselen
Çağıl çağıl çağlayanda gençliğim
Sonsuzlukla kucaklaşan tazeliğim
Ben gençliğin ta kendisiyim
Benim melodilerde bestelenen
Şiddetim, arzuyum, sevgiyim, doluyum
Duygu yumağıyım işte buyum
Narinim, kem gözlerden koruyun
Geleceğin efendisi, ben.
Kendimden eminim, savulsun dünya ben geliyorum diyorum ve evden çıkmadan önce ailemle birlikte kahvaltı yapmak üzere masaya oturuyorum.
Babam biraz somurtkan ve ciddi. Annem, babamla beni yetiştirebilmek için telaşlı ve bu arada da kaçamak bakışlarından endişe süzülüyor.
Babam gazetesini boş olan sandalyenin üzerine koyuyor. Artık üçümüzde masaya oturmuş durumdayız. Annem ıhlamurları koymaya başlarken, babam hafif bir öksürükle boğazını temizleyerek söze başlıyor.
“Evladım biz sizin yaşınızda böyle miydik? Soba karşısında tir tir titrerken ders çalışır. Geceleri kandil ışığında okuduğumuzu zor anlar yine de şikayetçi olmazdık. Üstelik biliyorsun ki ben kalabalık bir ailenin çocuğuyum. Senin gibi kafamı dinleyebilecek ne halim ne de vaktim vardı. Ama biz ailemize karşı saygılıydık. Laf, söz dinlerdik.”
“Ihlamuru soğutma canım.” diye annem söz kesti.
Babam ses çıkartmadan sadece sıkıntılı bir biçimde anneme baktı, biraz durdu sonra tekrar bana doğru yöneldi.
Doğrusu yine canımı sıkmaya başlamıştı babam. “Vaaz vakti geldi.” diye düşündüm. Canım hiç de dinlemek istemiyordu.
Bir yandan kahvaltımı etmeye devam ederken, bir yandan da boş gözlerle ona bakarak hayal etmeye başladım. Artık ne diyeceklerini adım gibi biliyordum ve dinlemeye de hiç niyetim yoktu.
Kulağıma uzaktan gelen yağmurun sesinin şırıltısını düşledim. Bu şırıltı aslında aşağıya doğru yuvarlanarak akan bir şelalenin sesiydi. Gökyüzü masmaviydi ve ısıtan bir güneş beni sarıyordu. Üzerimde çizgili mavi mayom vardı ve su beni kendisine doğru çağırıyordu. Babamın sesi ise şiddetini arttırma eğilimi gösteren rüzgârın uğultusuydu.
“Beni dinlemiyor musun sen?” sorusuyla eski dünyama dönüş yaptım.
“Kuzum bağırmasana çocuğa” diye çıkıştı annem.
Demek son anda duyduğum gök gürültüsü değildi. Babamın sesiydi.
Babam cevap verdi. “Sen karışma lütfen, çocuğu hep sen şımartıyorsun. Bak sonunda ne hale geldik.”
Bütün bu girizgâh, bu anlatılanlar, biz seni iyi yetiştirdik, sen de bize layık bir evlat gibi davranmalısın yaklaşımları, kız arkadaşı seçimimle ilgiliydi. Verilmek istenen mesaj, “Biz saçımızı süpürge ettik, yemedik yedirdik, sen de bunun karşılığını ver ve cici bir çocuk ol, sözümüzü dinle” olmalıydı. Ama hatlar parazitli olduğu için ne anlamak ne de dinlemek istiyordum.
Öte yanda kıvırcık saçlı mavi gözlü sülün gibi süzülen Mesude. O benim için bir içim suydu. Derinden bakan buğulu gözleri, kıvrak yürüyüşüyle adeta içimi eritiyordu.
Neymiş efendim! “Çok frapanmış, babası ayrı yaşıyormuş, tembelmiş, gözü partilerden başka bir şey görmüyormuş, muş, muş…”
“Alo orası neresi ses gelmiyor duyamıyorum. Ha, evet evet Mesude’m bir içim sudur. Doğru.”
Hem sahi bu kadar bilgiyi nereden topluyorlardı, anlamakta güçlük çekiyordum doğrusu. Aile mi, yoksa çok telli Milli İstihbarat Teşkilatı mı? Bu kadarı da pes yani.
Mesude ise benim için tam aşık olunacak kızdı. Zaten oldum olası hayale dalmayı severim. Bu hayallerime Mesude de eşlik ettiğinde keyfime deymeyin gitsin. Tülden bir bulut içersinde bana doğru süzülerek koşar. Ben kollarımı açarak onu kucaklarım.
Görüldüğü gibi benim ailem aşktan falan anlamıyor. Gelsin formaliteler, gitsin soylu aileler. Böylece onlar konuşuyor ben anlayamıyorum.
Zaten onlar da görücü usulüyle evlenmişler. Babamın aile reisliğinde yuvarlanıp gidiyoruz. Annem ve babam aynı fikirdeler ama, neyse ki annem daha yumuşak başlı beni daha az uğraştırıyor.
“Benim acelem var. Hem bu gün sınav da var.” diye bir şeyler uydurarak, hızla masadan kalktım.
Babamın kızgınlığı yüzünün önce kızarıp sonra da sararmasından belli oluyordu. Annemin de kaşları çatılmıştı.
“İkinizi de öpüyorum.” diyerek, sanki hiçbir tartışma olmamış gibi sehpa üzerinde duran okul çantamı aldım. Ceketimi giydim kapıdan çıktım.
“Oh be! Dünya varmış.”
Yağmur altında ıslanarak hızlı bir tempoyla yürürken içerde arkamdan konuşulanları duyuyor gibiydim. Evden de o kadar acele çıkmıştım ki, şemsiye almayı unutmuştum. Ne tedbirsizlik. Sanki o günü yaşıyor gibi yeniden içim titredi.
“Hanım, bak beni dinlemedi bile, çarptı kapıyı çıktı dışarıya, sanki onunla değil kendi kendime konuşuyorum.”
“Haklısın bey. Onu anlamak imkânsız. Daha gencecik. Tutulmuş şırfıntının birine. Biz onun gibi genç olmadık sanki. Güzelce anlatmaya çalışıyoruz, bizi hiç dinlemiyor.”
Babam da herhalde coşmaya ve konuşmaya devam etmektedir.
“Daha kaç yaşında bu çocuk. Hâlbuki okulunu bir bitirse. Ona uygun kız mı yok? Elimizi sallasak ellisi. Oğlumuz akıllı, yakışıklı, saygıdeğer bir ailesi var, gün görmüş.”
İşte böyle anlaşılmaz bir terane evde devam ediyor herhalde. Ben ise büyüdüğümde asla onlar gibi davranmayacağım.
Bir araba kornası beni daldığım düşüncelerde yaşadığım dünyaya tekrar geri getirdi. Tekrar bu güne döndüm Üzerimdeki hafif uyuşukluğu atmıştım ki, eşim beni çağırdı.
“Hadi canım kahvaltıya gel. Bak ıhlamurunu da getirdim.” Masaya oturdum, eşim de tam oturmak üzereyken sordum, “Bizim oğlan kalkmadı mı hala?” Aldığım cevap “Bu akşam Ayşe’lerde kalmış” oldu.
Bu cevapla birlikte içinde bulunduğum rehavet, dalga dalga beni saran kızgınlıkla yer değiştirdi ve bağırmaya başladım.
“Daha kaç yaşında bu çocuk. Hâlbuki okulunu bir bitirse. Ona uygun kız mı yok? Elimizi sallasak ellisi. Oğlumuz akıllı, yakışıklı, saygıdeğer bir ailesi var, gün görmüş.”
Masadan kalktım, iştahım kaçmıştı. Bu esnada ise yağan yağmurun kokusu masada tüten ıhlamurun kokusuna karışıyor ve dünü, bu gün yapıyordu.