Gülizar Akkanat Ropörtajı

Soru: Değerli Gülizar hocam, öncelikle uzun zaman önce planladığımız bu söyleşiyi gerçekleştirebilmekten ötürü duyduğum mutluluğu ifade etmek isterim. Uzun yıllardır gerek çok yönlü bir sanatçı gerekse bir müzik eğitmeni olarak yaptığınız çalışmalara girmeden önce, söyleşimize çocukluğunuzla başlayalım istiyorum. Doğum yeriniz, aileniz, yaşam öykünüzün başlarında size yön ve ilham veren olaylar ve kişiler hakkında neler paylaşmak istersiniz?

Gülizar Akkanat- 1953 yılında annemin tabiriyle “arpa orakları zamanı” Muğla ilinin Yatağan ilçesine bağlı Gibye / Yeşilbağcılar köyünde doğdum. Benden küçük iki erkek kardeşim var. İlkokulu köyümde öğretmenliğini Kızılculu Köy enstitüsü mezunu dayım Abdullah Yüksel’in üstlendiği birleşik sınıfında okudum. Şimdilerde bilinmez; öğretmen ve derslik yetersizliği nedeniyle ilkokulda 1-3.sınıflar ve 4.ve 5.sınıflar beraber eğitim-öğretim görürlerdi. İlkokulu bitirince öğretmen okulu sınavına öğretmenim Abdullah Yüksel’in ısrarı ile girdim. Eskiden Köy Enstitüsü olan Aydın ili Ortaklar Öğretmen Okulu’nu yatılı olarak kazandım. Altı yıllık öğretmen okulu süreci sonunda mezun oldum. Öğretmen okulunda iki misyon bilincime kazınmıştı: Öğretmen ve sanatçı olmak.

Türkiye Cumhuriyetimizin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.”  “İşte sanatçı da toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır,” ifadelerindeki hedef göstermeleri ile vizyon ve misyonumu belirlemiştim.    

 

Soru: Bu misyonla eğitim – öğretim yaşamınıza ve öğretmenlerinize dair neler anlatmak istersiniz?

Gülizar Akkanat- Muğla ili Milas ilçesi Bencik köyü ilkokuluna öğretmen olarak atandığımda bu iki misyon yani öğretmen ve sanatçı olmak bilincime kazınmıştı. Fakat, neredeyse yaşım küçük olduğundan öğretmenlik ataması yapılamayacaktı. Çare olarak da mahkeme kararı ile yaşım bir yaş büyütüldü (1952).

Öğretmen okulundaki müzik öğretmenim kemancı Ali Oğuz’dan okulda özel olarak ilk keman eğitimini almıştım. Onun tavsiyesi ve Öğretmen Okulu “Öğretmenler Kurulu Kararı” ile İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü özel yetenek sınavlarına katılmam için yönlendirildim. İşitsel ve ritim performans ve sözlü/mülakat sınavlarını başararak kayıt oldum. Müzik bölümünde Devlet Operası sanatçılarından Saadet İkesus Altan ve son sınıfta da Müveddet Günbay’ın şan, keman sanatçısı, daha sonraları İstanbul Devlet Operası genel müdürü olacak Okan Demiriş ve İbrahim Muslu’nun keman, sanatçı Filiz Ali ve Fuat Türkay’ın piyano öğrencisi oldum.

Mezun olma sınavları sırasında keman öğretmenim İbrahim Muslu’nun bitirme sınavı için hazırlanmam gereken Haendel’in “Fa minör Keman Sonatı”na, kendisinin askere gitmesi nedeniyle tam hazırlanamadım, bir de bu sırada evlenmiştim, eşim Hulisi Akkanat da ilkokul öğretmeni ve İAEE’de Resim Bölümü öğrencisi idi. Hem mentorsuz kalmam hem de evlilik ve o sıralarda yüksek öğretimde çok fazla hissedilen toplumsal huzursuzluklar eğitim-öğretim sürecini etkilemekteydi. Vizelerde, keman sınavında başarısız oldum.

Zaten gerek Saadet İkesus Altan gerekse de Müveddet Günday’ın yönlendirmeleri asıl özel yetenek alanımın ses üzerine şan öğrenimi olduğu yönünde idi. Keman dersi, yardımcı/ek ders gibi bir konumdaydı. Ama sınav komisyonu bu durumu kabul etmemişti. Keman öğretmeni mentorum yoktu.

Bu sırada komisyonda jüri olarak yer alan ABD’den yeni gelmiş devlet sanatçısı Sn. Prof. Dr. Fethi Kopuz hocanın beni mağdur görerek sahiplenmesi ve çalıştırmak istemesi, yaşamımın dönüm noktalarından ilki olmuştur. Dört ay boyunca, haftada üç gün olmak üzere sınav etüdünü ve keman/viyola tekniklerini de kapsayan etkin bir çalışma ile Eylül final sınavına hazırlandım, tam puan alarak mezun oldum.

Evlilikle birlikte dönemin siyasi olayları ve iktidarda olanların tutumları dolayısıyla tayin olamadım. Öğretmen okulu ve yüksek öğretimi yatılı okuduğumdan mecburi hizmete tâbi idim ama maalesef ne öğretmen olarak atamam yapılabiliyor ne de borcumu ödemek kaydıyla Devlet Operası’na katılmam mümkün olabiliyordu. Devlet Operası Genel Müdürü Aydın Gün, baş solist Müveddet Günbay’ın ısrarla benim İstanbul Devlet Operası’na katılmamı istemeleri, Millî Eğitim Bakanlığı ile Kültür Bakanlığı arasındaki çekişmeler beni ortada bırakmıştı, tam bir açmazdı.

Bakanlıklar arasındaki çelişkiye ve çatışmaya sürüklenmiştim. Neyse ki hukuki zorlamalarla öğretmen olarak Kadıköy Çiftehavuzlar’da yeni açılmış İstanbul 50. Yıl Tahran Lisesi’nin ilk müzik öğretmeni olarak atanabildim.

Soru: Buradan itibaren nasıl devam etti bir öğretmen olarak çalışmalarınız?

Gülizar Akkanat- Lisede müfredata bağlı olmak kaydıyla ama farklı bir müzik atölyesi etkinliğini de sunmayı görev bilinci bildim. Bu bilinçle eğitim alan öğrenciler günümüzün sanatçıları olmuştur: Metin Özülkü, Mor ve Ötesi Grubu’dan Burak Güven vb.

Öğretmen olarak atanmam, sorunlarımdan birini asgariye indirmişti; çünkü eşim ilkokul öğretmenliğinden ayrılmış, yüksek öğretimde son sınıftaydı, ama sınavlara toplumsal olaylar (1975) nedeniyle girememiş, mezun da olamamıştı, geçici işlerde çalışıyordu. Neyse ki o da mezun oldu, ortaokul kurmak üzere müdür vekili olarak Kartal, Samandıra bucağına tayin edildi (1977).

Bunu neden belirtiyorum: hayatıma ikinci yönü kazandıracak olan, eşimin okulunda tarih öğretmeni Nuriye Ateş’in tanıdığı olan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Yardımcı Doç. Dr. Rahmi Oruç Güvenç’i tanıma fırsatını ortaya çıkarması idi. Çünkü rahmetli Rahmi Oruç Güvenç, o zamanlar kuruculuğunu üstlendiği TÜMATA (Türk Müziği Araştırma ve Tanıtma Vakfı)’ya beni davet etmişti.

Soru: Ne güzel, TÜMATA’daki çalışmalarınız ve sonrası hakkında neler anlatmak istersiniz?

Gülizar Akkanat- Sanki sihirli bir değnek dokunmuş gibiydi yaşamıma, hem müzik öğretmenliği yapıyorum hem de ücretli olarak İstanbul Devlet Operası’nda soprano koristlik. Ve de hep gönlümde olan Türk Etnik Müziği’ni araştırabilmek, özgün sesimi bulup, kullanabilmek kapıları açılmıştı.

İstanbul Devlet Operası’nda 1976 – 1982 yılları arasında Tosca, Madame  Butterfly, La Bohème, Sevil Berberi, Figaro’nun Düğünü, La Traviata, Köroğlu opera/eserlerinde koroda soprano olarak yer aldım. Bu arada Ruhi Su’nun daveti üzerine Türkü Korosu’na da katılmıştım.

Soru: Misyonlarınızı gerçekleştirmek adına Aydın Ortaklar Öğretmen Okulu mezuniyetinizle başlayıp köy ilkokulu öğretmenliğiniz ile devam eden yolculuğunuzun, İstanbul Devlet Operası salonlarında, Ruhi Su Türk Korosu’nda yer alan bir soprano olmanıza uzanmasıyla, TÜMATA çatısı altında solist ve araştırmacı olarak yaptığınız çalışmalarla söyleşimiz biyografi niteliğinde bir perspektife oturmuş oldu. Buradan sonra sizi hiç kesmeden dinlemek isterim günümüze kadarki çalışmalarınızı.

Gülizar Akkanat- Keman öğretmenim Merhum Prof. Dr. Fethi Kopuz, ABD’den Türkiye’ye döndükten sonra eğitmenliğe devam etmesinin yanı sıra, 1982 yılında Kopuz Oda Orkestrası’nı kurmuştu. Vefat ettiği 1995 yılına kadar hem şefliğini hem de keman ve viyola sanatçılığını yapmıştı. Hocamızın vefatından sonra orkestra etkinliklerimize ara vermemiş, Fethi Kopuz Oda Orkestrası adı ile tescillenerek konser etkinlerini kültür merkezlerinde, üniversitelerde, hastanelerde, kütüphanelerde ve benzeri konser salonlarında devam ettirerek üç yüzün üzerinde konserler vermiştik. Ben de bu orkestraya Fethi Kopuz öğretmenimin daveti üzerine 1982 yılında katıldım. Halen de İkinci Keman olarak konser etkinliklerine aktif olarak katılmaktayım. 1982’den beri dile kolay nerdeyse 40 sene olmuş. Sürdürülebilirlik bu olsa gerek; hiçbir maddi beklenti olmadan hem de.

Müzik öğretmeni olarak 1975-1999 yılları arasında İstanbul’daki 23.Nisan Ulusal Egemenlik, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı vb. gibi İstanbul Valiliği’nin stadyumlardaki etkinliklerinde, öğrencilerin jimnastik hareketlerine müzikle eşlik etme görevini üstlendim. Bu sırada İstanbul Müzik Öğretmenler Korosu’nun da kurucu üyeliğini yaptım, yurtiçi konserlerine korist/solist olarak katıldım.

TÜMATA grubuyla da 1978 – 2000 yılları arasında İstanbul ağırlıklı olmak üzere yurtiçinde resmî veya özel kurumlardaki konser etkinliklerine ses sanatçısı olarak katıldım. Konser etkinliklerimizin yanı sıra Türkiye’deki sanat ve kültür hayatının etkili simaları ile de karşılaşmalarımız, dostluklarımız gelişmişti; eşimin Resim Atölyesinden öğretmeni Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kardeşi Topkapı sarayı restöratörü, Hasanoğlan Köy Enstitüsü mimarı Mualla Anneger Eyüboğlu, yazar Yaşar Kemal, sanatçı Ruhi Su vb.

Bu etkinliklerden Konya’daki Mevlâna adına her yıl düzenlenen Şeb-i Arus törenlerindeki konserlerimiz sonrasında Millî Eğitim Bakanlığı da yapmış olan, Marmara Üniversitesi kurucu rektörü Sayın Prof. Dr. Orhan Oğuz’la tanıştım. Orhan Oğuz beyin İstanbul’da görüşelim daveti üzerine, icabet ettim. “Marmara Üniversitesi Müzik Bölümünde çalışır mısın?” diye bir teklif yaptı.

Üniversite bünyesinde çalışmamın, yetenekli kişilere eğitim vermemin daha olumlu olacağı düşüncesini ileri sürdü. Ne yapmayı istediğim soruluyor ve teklif/proje getirmem öneriliyordu. Eşim Hulisi Akkanat ile Rahmi Oruç Güvenç’in Türk eğitim sistemine ilişkin ne yapılmalı tartışmaları ve bu tartışmalara farklı disiplinlerden akademisyenlerin de katılmaları düşünsel ufkumda, Marmara Üniversitesi’ndeki öğrenci ve öğretim üyelerinin katkı ve katılımlarıyla Bilim-Sanat-Kültür Disiplinlerarası Öğrenme Dinamikleri üzerine araştırma-inceleme-uygulama yapabilecekleri “Evrimleşme Merkezi” projesini hayata geçirebilmeyi açımlıyordu.

Bu projeyi eşimle hazırlayıp, rektör Orhan Oğuz’a arz ettim. Projeyi akademisyen ekibiyle değerlendirip, uygulama için Fen Fakültesi’nde yer gösterildi ama faaliyete geçemeden rektör Orhan Oğuz’un emekliye ayrılmasıyla proje sahipsiz kaldı.

Orhan Oğuz hocanın etkisiyle Marmara Üniversitesi Spor Eğitim Fakültesi’nde geçici görevlendirilmeyle, Ritmik Jimnastik alanının uzmanı Dr. Ertuğrul Günışık hocanın “Ritmik Hareket Müziği” asistanı olarak çalıştım. Ama içimde ukde olarak “Evrimleşme Merkezi” projesi kalmıştı. Bu sırada İTÜ’ye bağlı Türk Müziği Konservatuarı kurulmuştu. Kurucusu üstat Cahit Atasoy hocanın, bestekar/sanatçı Erol Sayan hocaların teşviki ile Spor Eğitim Fakültesi’nden ayrılıp, solfej/armoni öğretmeni olarak altı aylık süre ile bu kurumda öğretmenlik yaptım.

1977’de oğlum Özgür doğmuştu. Kulağının hassas, eve gelenlerin müzik, resim, edebiyat, tiyatro sanatçısı dostlarımızın olması onu da etkiledi. Oğluma ilkokuldan itibaren piyano ve solfej eğitimi vermekteydim. Daha sonra yarı zamanlı olarak İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı trompet nefesli sazlar bölümüne öğrenci de oldu. Türk Müziği alanında ilkokul düzeyinde henüz çocuk korosu yoktu. Daha çok Batı müziği formlarında çocuk şarkıları üzerine çocuk korosu ve müzik çalışmaları yapılıyordu. Benim hem TÜMATA’da hem de İTÜ Türk Müziği Konservatuarı’ndaki çalışmalarım, Sn. Cahit Atasoy ve Sn. Erol Sayan’ın desteklemeleri, Türk Müziği Çocuk Korosu’nu oğlumun da öğrencisi olduğu Göztepe Pansiyonlu İlkokulu’nda idarecilerinin talebi ve desteği ile kurmamı sağladı. Başarılı konserler verildi. Türk Müziği bestekârlarının çocuklar üzerine eserler bestelemeleri teşviklerin en kapsamlısı idi. Bu kapsam ve içerikle İstanbul Radyosu’nda Türk Müziği Çocuk Korosu kuruldu.

Ayrıca Kadıköy Selamiçeşme’de Türk Alaturka Müziği Derneği’nin fasıl heyetine ara ara katıldım. Burada Cahit Karahanlar, İsmail, Kadri & Zeki Şençalar kardeşler, Safiye Ayla, Zehra Bilir, Ünal Ensari vb. üstat sanatçılar vardı.

Üniversiteye veya Anadolu Liselerine daha çok Matematik ve Temel Bilimler alanında, o da test çözümleri hazırlık dershaneleri vardı. Niye müzik alanında özel dershaneler olmasın, konservatuar dışında da eğitim-öğretim ve öğrenim yapılabilir düşüncem vardı. Bu düşüncemi sanatçı Timur Selçuk (kendisi de şan öğretmenim Saadet İkesus Altan’ın öğrencisi idi, tanışıyorduk), sanatçı Arif Sağ (oğlu Tolga Sağ, liseden öğrencim idi)’a açtım. Öncelikle sayın Timur Selçuk, Taksim Sıraselviler’de Müzik ve Şan Öğretimi Dershanesi açtı, üç aya yakın orada solfej ve ses eğitimi dersi verdim. Sayın Arif Sağ da İstanbul Aksaray’da Türkü Evi Dershanesi açtı. Orada da solfej dersi verdim. Tabi ki bu emekler ücret karşılığı değildi, müziğe ve bu öğretimi bulamayan öğrencilere kapı aralayabilmek arzusu idi motivasyonum.

Bu arada İsveç’ten caz sanatçısı Okay Temiz Türkiye’ye gelmiş, yerleşmeye karar vermişti. Kadıköy Ocak Sineması’nda verdiği konser (1998) sırasında, birden müziğin içinde kendimi buldum, onun sahneye davetiyle de etkinliğin paydalarından olmuştum. Kurucusu olduğu gerek Oriental Wind Grubu ile gerekse de farklı sanatçılarla yaptığı konserlerinde birlikte olmaya başlamıştık. Atatürk Kültür Merkezi /AKM, Etiler Harvard Café, Babylon, Beyoğlu / Çubuklu Hayal Kahvesi düzenli konserlerinde yer aldım. Halen Galata Kulesi muhitinde eşim Hulisi Akkanat’ın projesine katkı verdiği Okay Temiz Ritim Atölyesi’nde zaman zaman solfej etkinliğini sürdürmekteyim. 1998 yılında yapılan “Derviş” isimli LP plak ve kasetinde Erkan Oğur, Arto Tunçboyacıyan, Nedim Nalbantoğlu, Hacı Tekbilek gibi sanatçılarla birlikte vokalist olarak yer aldım. Gruba zaman zaman merhum saksafoncu Levent Altındağ, merhum trompet üstadı Ergün Şenlendirici ve oğlu klarnetçi Hüsnü Şenlendirici, merhum ney üstadı Saffet Ündeğer, merhum neyzen Aka Gündüz Kutbay gibi sanatçılar katılırdı. Levent Altındağ’ın İstanbul Big Band Caz Orkestrası’nda yer alması ve daveti üzerine Şef Önder Bali ile tanıştım. Zaman zaman İstanbul Big Band Caz Orkestrası konserlerinde de vokal olarak yer aldım.

Sanatçı Orhan Gencebay’ın idari işler genel direktörlüğünü yapan Vedat Yıldırım Bora’nın Okay Temiz ve grubuyla Beyoğlu Hayal Kahvesi kulübü konserinde tanışması ve sayın Orhan Gencebay’a önermesiyle Orhan beyin plak ve CD kayıtlarında vokalist olarak yer aldım. Talebiyle kendisine şan ve nefes alma teknikleri ile ilgili dersler uyguladım. Sayın Orhan Gencebay’ın menajerliğini yaptığı sanatçı Sibel Can’ın genç yaşta oryantal dans yapmasından ziyade ses sanatçısı olması yönünde ısrarı vardı. Ses sanatçılığına hazırlanması için benden Sibel Can’a solfej, şan ve nefes kullanma teknikleri uygulamamı rica etti. Bunun üzerine Sibel Can hanımefendi ile özel bir ders programı yaptık. Sahneye hazırlanmasının altyapısına katkı vermiştim. Sayın Orhan Gencebay, eşim Hulisi Akkanat’ın Beyoğlu Tünel’deki Anadolu Bankası ilk resim sergisine katılmış (1986) ve iki resim satın almıştı. Ayrıca eşime evine rölyef ve vitray tasarımları uygulaması teklifi yaptı. Sanıyorum eşi Sevim Emre’nin huzursuzluğundan eşim bu projeyi tamamlamadı.

Daha sonraları bireysel piyano/vokal olarak Beyoğlu Vakko, Çubuklu ve Beyoğlu Hayal Kahvesi, Çatalpınar B/S Café, Caddebostan Büyük Kulüp, Moda Deniz Kulübü’nde etkinlikler yaptım. Hatta bir ara Dörtlü Çigan Grubu ile de çeşitli resmî ve özel sektör kurumlarında konserler verdik. Caz gitaristi Hasan Cihat Örter’le Cemal Reşit Rey’de ve çeşitli Üniversite mekanlarında konserler verdik. Müzik anlayışımın caz müziğindeki İmprovisation / Doğaçlamaya uygunluğu beni farklı sezgi ve hissetmelere götürmesinin kapılarını zaten Rahmi Oruç Güvenç ve Okay Temiz’le olan müzikal deneyimlerimde yaşamıştım. Bu beni farklı kılmaya yetmişti. Piano ile Vokalimi birleştirerek bireysel konser etkinliklerimin farkını ortaya çıkarmıştı.

Soru: Değerli eşiniz eğitim bilimci Hulisi Akkanat hocamızla nasıl tanıştınız peki, birlikte yaptığınız çalışmalardan da söz etmenizi dilerim bu noktada…

Gülizar Akkanat– Denizciğim, çok özel konulara giriyoruz ama olsun. Hulisi Hoca sizin de tanıdığınız ve sevdiğiniz bir insan; hatta benden önce kendisiyle röportaj yapmıştın yine vakfımızın bu bülteni için. Tanışma öykümüz şöyle:

İAEE Müzik bölümünde yatılı okurken Matematik, Fen Bilimleri, Türkçe, Resim, Spor ve Beden Eğitimi ve Rehberlik bölümü öğrencileri ile büyük bir aile gibiydik. Çünkü çoğunluk öğretmen okulu mezunu öğrenciler vardı ve eğitim enstitüleri de orta öğretime öğretmen yetiştirmek üzere kurulmuştu. Öğrenciler ve öğreticiler ile disiplinler arası ortak etkinliklerimiz, paydaşlıklarımız doğal olarak olurdu. Hele ülkemizin farklı farklı bölgelerinden gelmiş öğretmen adayları arasında sosyal ilişkiler yaygındı. Ama maalesef buna gölge düşürmek, kutuplaştırmak isteyen siyasal bir iktidar (I.MC dönemi) vardı. İlk tepkiyi veren yüksek öğretim öğrencileri idi. Hulisi Bey de aktif muhalefet eden öğrenci liderlerinden biri idi, hem de biraz hemşehrilik vardı, o Burdurlu ben de Muğlalı idim. Neyse okulumuzda çıkan öğrenci olayları sırasında Hulisi Bey yaralanmıştı, güvenlik güçlerinin elinden kız arkadaşlarımla birlikte onu alıp kaçırdık.

Bu olay ertesinde aramızda bir yakınlaşma oldu. Ama ben son sınıftayım, yatılı okuyorum yani mezun olunca mecburi hizmet olarak devlet nereye adres gösterirse oraya tayin edilecektim. Hulisi Bey ise İstanbul Beylerbeyi’nde hem ilkokul öğretmeni hem de Resim Bölümü öğrencisi idi. Eğer evlenirsek benim de eş durumundan tayinimle İstanbul’da kalmam olasıydı. Karar verdik, ailelerimize danışarak, muhalefetliklerine rağmen 1975 yılı Kasım ayında nişanlandık, 11 Aralık’ta da evlendik. Tayinim de Kadıköy 50.Yıl Tahran Lisesi’ne yapıldı.

Ne mutlu ki tam 47 yıl olmuş, yüksek metalurji mühendisi / müzisyen bir oğlum, gelinim ve bir erkek torunum var. Şükürler olsun süreç esenlikle devam etmekte…

Eşimin idarecilik görevinin dışında resim yapma sevdası devam etti, biraz da zorlamamla Bahariye Akbank sergisinde (Mayıs /1987) Türkiye’de ilk defa “Müzikle Resim İç İçe” adlı ikinci kişisel sergisini açtık, çok ilgi çekti. Böyle açılışlar yaygınlaşmaya başladı. Ressam Cuma Ocaklı’nın Taksim/Vakko, Ressam Ramiz Aydın Taksim Sanat Galerisi sergisinde bazen keman, piyano eşliğinde bazen de sesimi enstrüman gibi kullanarak sergilenen yapıtlara görselliğin yanı sıra işitsel estetik beğeniyi kazandırdık.

Hatta Vakko’daki bu sergiden sonra merhum Vitali Hakko, düzenli konserler verme teklifi yaptı, kabul ettim. Haftanın üç günü piyano/ses olarak Klasik Batı ve Türk eserlerini “Afternoon Tea / Beş Çayı” konseptiyle sunmaya başladım, bu süreç de bir seneye yakın devam etti. Az daha unutuyordum, daha önce bahsettiğim, “Marmara Üniversite’sindeki öğrenci ve öğretim üyelerinin katkı ve katılımlarıyla Bilim-Sanat-Kültür Disiplinlerarası Öğrenme Dinamikleri üzerine araştırma-inceleme-uygulama yapabilecekleri “Evrimleşme Merkezi” projesi uygulamaya geçirilememişti.

Bu projenin hazırlanmasında eşimin de katkıları vardı. Millî Eğitim Bakanlığı’nın 1993 yılında gerçekleştirdiği “Eğitimde Genel Sorunlar” başlıklı kurultayda alınan kararlardan biri de, Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde “Özel veya Üstün Yetenekliler” bölümü oluşturulması idi. Böyle bir projenin hazırlanmasının ardından, eşim Hulisi Akkanat ilk seçilen mentor olmuştu. Ve görev olarak İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi/BİLSEM kurucu müdürü ve proje koordinatörlüğüne atandı. Yapılaşma çalışmaları sırasında İstanbul BİLSEM’e mentor öğretmenlerin seçmelerine ben de katıldım, çok sayıda kurs ve seminerler sonunda başarılı olarak merkeze İşitsel/Ritimsel Sanatlar alanında program hazırlamak üzere mentor olarak geçici görevle atandım. İçimde ukde olarak kalan “Evrimleşme Merkezi” projesi, başka bir isimle de olsa hayata geçmişti, hem de eşimin koordinatörlüğünde.

Bu bana samimiyetle olan dileklerin bir gün gerçekleşebildiğinin göstergesi oldu.

Soru: Felsefeye olan ilginiz, bu alandaki çalışmalarınız ne zaman başladı?

Gülizar Akkanat- Denizciğim, Osho’nun “İnsan kalbinde bir soru işaretiyle doğar,” sözü vardır. Bu can alıcı soru küçücük yaşlarda zihnimde, evimizde, bahçede ve tütün tarlasında, zeytin toplarken ve okul yaşamımda hep vardı.

Şöyle ki; kişilik denen olgu karmakarışıktır: Annen & baban bir şeyler koyar, komşuların, arkadaşların, eşin, öğretmelerin, din adamların, liderlerin bir şeyler koyar. Kişilik kırk yamalı bohça gibi, bölünmez değildir. Her an dağılacak gibidir -küçücük bir olayda- paramparça oluverir. Tüm parçaları tutan bir tin ve akıl bağı yoktur; bütünlüğü yoktur, sadece parçaları vardır. Sen her an nefes alırsın. Varoluşun senden ayrı değildir, sen ayrı olduğunu düşündüğünde bile. Aslında ayrı olmadığını bildiğin zaman da dahil…

O zaman o itibarımı, kişiliğimi kaybetme korkum kaybolmaya başlar. Kendime dönmeyi, ebedi ve ezeli olana, evrensel olana varmayı arzularım. Bu duyum benim kendimi keşfetme yolculuğumdur, diye düşünmüşümdür, nedense…

Hayatıma baktığımda küçük şeylerden oluşan ve her eylemimi önemli/değerli hissettiğim; kötüyse ıstırap çektiğim, iyiyse hayatın tadını çıkardığım anlarım olmuştur, hâlâ olmaktadır. O zamanlarda da farkındalığımla, uyanıklığımla, temkinliliğimle her küçük şeyi güzel eyleme dönüştürmek zorunda hissederim: Derim ki, olağan şeyler olağanüstü olabiliyor ve bir varlık olmakla bir şey olmanın farkı, hayata katma değer sunabilmektir, o halde devam Gülizar…

Bu düşünsellikle ve müzik serüveni arayışımın başlangıcında TÜMATA’nın ve kurucusu merhum Rahmi Oruç Güvenç’in etkinlikleri sadece Türk Müziği araştırma ve icrası üzerine değildi. Ülkemizin akademisyen ve düşün adamlarının muhabbet tadındaki sohbetleri, tartışmaları örgün eğitimde alamadığım lezzeti sunmaktaydı. Hatta öyle ki oğlum Özgür’e hamileyken (1976) başlayan süreç doğumla (1977) birlikte de devam etti.

Bu konserlerin birinde, sanıyorum bir konser etkinliğimiz sonrasında, zaman zaman TÜMATA merkezinde gördüğüm ama karşılıklı sohbetimiz olmayan Sayın Metin Bobaroğlu ile tanışmam ve Sayın Mualla Eyüpoğlu’nun evinde de muhabbet etmemiz, usumu ve gönlümü yakan sorularıma menfaatsiz, dosdoğru samimiyetli yanıtlar bulabileceğim güvenini uyandırdı, 1979’dan itibaren 2022’ye kadar bu dostluk sürecimiz hararetle devam etmekte.

Soru: Bu vesile ile son olarak Anadolu Aydınlanma Vakfımız ile tanışma öykünüzü de duymak isteriz…

Gülizar Akkanat– Daha önce de belirttiğim gibi Sayın Metin Bobaroğlu ile tanışmam, usumu ve gönlümü yakan sorularıma menfaatsiz, dosdoğru samimiyetli yanıtlar bulabileceğim güvenini uyandırmıştı. 1979 tarihinden itibaren Sayın Metin Bobaroğlu ile yapılan felsefe merkezli çalışmalar yaşayan devinen evimiz olmuştu. Bu çalışmalara katılan arkadaşlar, farklı kültürlerden, disiplinlerden katılıyor ve sohbet sonralarında da çalışmalar, kritikler yapılmaya devam ediliyordu. Hatırlıyorum da çalışmalar İstanbul’un Avrupa yakasında olduğundan, Anadolu yakasından katılan arkadaşlarla da çalışmaların öncesinde ve sonrasında yolda unutulmaz sohbetler olurdu. Hele Pendik’ten gelen arkadaşlar Tayfun Özgiray, Dr. Refik Algan, Dr. Ercan Çakır, Kadıköy’den Süleyman Kâmil Yenerer, Dr. Fikret Tüblük, Dr. Ümit Emre ile felsefe, bilim, tasavvuf, sanat, kültür ve edebiyat üzerine workshop tadında yaptığımız çalışmalar, söyleşiler… Tabi ki müzik de yaparak… Tüm bu çalışmalar yeni bilişsel-zihinsel ve duygusal beslenme kaynağımız olmuştu.

Bu dönemde İsmail Emre’nin Doğuşları’nın besteye dönüşmesi adına da çalıştık arkadaşlarımızla. Dr. Refik Algan’ın edebiyatla olan yakın ilgisi doğuşlar arasından seçimleri, Dr. Ercan Çakır’ın aynı zamanda besteciliği (Ergüder Yoldaş’ın öğrencisi idi), icrası için de benim vokal olarak katılımımla “Emre Doğuşları” bestelenmeye başlandı. Ayrıca bende de doğuşları bestelemek arzusu yoğunlaştı ve bu dileğimi paylaştığımda cesaretlendirildim ve doğuşların bestelenmesine de giriştim. Ellinin üzerinde doğuşa ait besteler oluştu ve bunları evimizde amatörce kayda almaya başlamıştık. İlk kaset çalışması merhum Atilla Özdemiroğlu’nun stüdyosunda gerçekleştirildi. Ve doğuşların seri olarak bestelenmeleriyle de bunların kayıtlarının olması ihtiyacı doğdu. Hatta Metin ağabeyin de olduğu bir gün 38/39 derece ateşle gripli, boğazım şişmiş halde sayın Baha Boduroğlu’nun stüdyosunda yapmıştık kayıtları. “Özgün Damlalar” adıyla matbaacılık yapan Süleyman Kâmil Yenerer ve Grafik tasarımcı Doğan arkadaşın çabalarıyla belli sayıda kaset yapılmıştı.

Özetle, uzun yıllar süren felsefe merkezli çok disiplinli tüm bu çalışmaların sonunda Anadolu Aydınlanma Vakfı 1996 yılında kuruldu bildiğin gibi. Eşim ve ben resmi görevde olduğumuzdan 1996 yılı kuruluşunda üye olamadık, ancak emekli olduktan sonra 2005 yılında, kurulma amaçlarından ve kuruluşundan onur duyduğum vakfımıza eşimle resmi üye olabildik.

Bu söyleşi için sana ve tüm AAV yöneticilerine içtenlikle teşekkür ediyorum Denizciğim.