Bir “Çeviri” Tercümesi

Hayır!

Ucuz bir kelime oyunu yapmıyorum.

Sizi, yaptığım çalışma üzerine düşünürken kendime ortak etmek istiyorum.

Yıllar evvel Kur’an’ı anlamaya gayret ederek yaptığım okuma çabalarım bir türlü yol alamazken, Türkçeye çevrilmiş olan meallerin dil sorunlarından rahatsız olduğumu fark edip çeviri hatalarını düzelterek çalışmaya karar verdim. Bu yöntemle kendimi disipline edebilir, bu disiplinle Kur’an çalışabilir, sonuçta kendi dilimde ve idrakimde bütünlediğim tatminkâr bir metin elde edebilirdim. Çünkü okuduğum çeviriler bir türlü yüreğime dokunmuyor ve aklım da bu çeviri hatalarının arasında bir anlam bulamıyordu.

Lafı evirip çevirmeden söylemek isterim ki, Türkçeleştirilen Kur’an metinlerinin büyük çoğunluğu, teknik olarak Türkçe sayılamayacak kadar olumsuzluklar içeriyor. Aslına oranla büyük anlam kayıplarının yanında, çevrildiği dilde az da olsa bütünlüklü bir anlam yaratmaktan oldukça uzak, gramer kurallarından ve özellikle de edebi estetikten yoksun olduklarını söylemek yanlış olmaz. Çevirmenlerin anlam kaygılarını paylaşmakla birlikte, çoğu çevirmenin Arap dilini bilmelerine karşın, kaliteli bir metin yazacak kadar kendi dillerine de hâkim olmalarını dilerdim.

Ben bir Arap dili uzmanı, hatta bir Dinler Tarihi ya da Kur’an uzmanı da değilim. Tüm gayretim Kelâmullah’ı kavramaya çalışırken ana dilimde kendimce anlamlı ve zarif bir tavır geliştirmek oldu. Ancak bu çalışmalar sırasında Türk dili, Arap dili, Dinler Tarihi, Tasavvuf, Felsefe ve Yorum Bilim uzmanlarından oluşan dostlarıma, sıklıkla çalışmamı denetlemeleri için başvurdum.

Hz. Peygamberin dilinden dökülen vahyin anlam derinliklerini anlayabildiğimiz ölçüde de olsa, başka bir dilde parantezlerle açımlamadan ifade etmek elbette olanaklı görünmüyor. Hatta bir meta dil olarak Kur’an Arapçası, anadili Arapça olan insanlar için dahi açıklamaları zorunlu kılıyor.

Surelerin anlam katmanlarını açmak, yorumlamak ve anlatmayı işin uzmanlarına bırakırken, yaptığım bu çalışmalar için, “Hz. Muhammed’in sesini aramak” diyebilirim.

Ses ile kastım, “kelâm”dır. Kelâm, Arapça “yara/iz” anlamlarına gelir. Ne yazık ki dilimizdeki “söz-sözcük” bu anlamları karşılamak için uygun değil. Kelâm ile aynı köke sahib (sahip değil) olan ‘kalem’in neden “kılıçtan keskin” olduğu da sanırım bu hatırlatma ile daha anlamlı hale geliyor.

Bir metninde hâl, içerik ve biçimin ayrılmaz bütünlüğünde içkindir.

Söylenen, seslendirilen sözün, kelâm olabilmesi için ise muhatabında bir yara/iz bırakması gerektiğini göz önüne alırsak kelâm, söyleyenin hâlini de muhatabı da içerip aşan bir kavramdır. Kelâm, hitap-muhatap ikiliğinde bir berzah olarak karşımızdadır. Bir başka deyişle kelâm, söyleyen ve dinleyeni birliğe getirir. Bu itibar, hitabın sahibi ve muhatabını kelâm’da seyretme olanağı verir. Bu kavrayış, çalışmalarım sırasında o kelâmın anlamı kadar, ona bürünmüş ve yüklenmiş olan hâlin zarafetini de sezebilmemi sağladı.

Bilindiği üzere, düz yazı akılsaldır. Akla konuşur. Belli bir düzen ve mantık gayesi ile inşa edilir. Bu yapı, sadık bir okuyucuda ise yeniden inşa olur.

Kur’an metinlerini okuma ve anlama gayretim ile kendimce çevirileri düzeltirken, şiirsel bir metni düz yazıya aktarmanın tuhaflığı ile göz göze geldim. Biçimsel sorunları düzeltmek isterken başka bir biçimsel sorun yarattığımı fark ettim. Bu bir anlama gayreti de olsa, aslına karşı bir sadakat sorunu olarak yakama yapıştı. Anladım ki çeviri, namus meselesiydi.

Şiir, birçok edebi sanat formundan farklı olarak yazılmak zorunda değildir. Ancak seslendirilmek zorundadır. Ve yazıya aktarılsa da yani onu aklımızın önüne de koysak, şiir imgelem gücüyle akla değil ruha konuşur. Sanat olarak şiir, şairde bir şafak sızıntısı gibi doğandır. Düz yazı gibi bir amaca bağlı olarak akılsal bir düzlemde inşa olmaz. Elbette bir şiir hayâl edebiliriz. Ve onu aşamalarıyla yapılandırıp kurabiliriz de. Ancak bu durumda adına sanat değil, tasarım demek daha uygun olur. Sanatın zorunlu ilkesinin yaratım olduğunu hatırlatarak, sanatın, Tanrı’nın mevhibesi ile insandan doğduğunu, O Ekber sanatçının, yaratmaya insan eliyle her an devam ettiğine inanıyorum.

Tüm hakiki sanat eserlerinde olduğu gibi şiir de bütünseldir. Özeti olamaz. Bu itibarla şiir ruhsaldır, bir dönüşme sahası olarak kâlblere (kalp değil) konuşur. Bir parçasını eksiltemez ya da değiştiremezsiniz. Bu, bütünlüğünü bozar onu başka bir “şey” kılarsınız demektir. Onun içindeki anlam, estetik değerleri içinde kendini peçesiyle örtmüş gibidir. Şiirin çekiciliği gizemindendir. O çekim, içerip sakladığı hakikat için bir davetiye gibidir. Dileyen ve bu zahmeti göze alanlar tekâllüb ederek, yani dönüşerek o hakikate kendini beğendirebilirse, belki o zaman peçesinin açılmasına rıza gösterecektir. Ancak tüm bu zahmetten önce o perdenin ardındakini sezebilmek de değerli bir mertebedir.

Sureleri Arapça okuyan hemen herkesin fark ettiği gibi, ses uyumları ve ritmiyle Kur’an form olarak şiirseldir. Salt bir yazı biçimi olarak dahi bu formun çevirilerde düz yazıya dönüştürülmesi ne yazık ki ruhsal etkisi ve bütünlüğünde kayıplara yol açmakta.

Ben ilk değilim. Tarihimizde ve günümüzde Kur’an çevirileri arasında onu şiirsel olarak yazma gayretleri de oldu. Ulaşabildiğim şiirsel çeviriler ise günümüz edebi anlayışından bir ya da birkaç dönem eskiye uygun çalışmalardı. Benim çalışmalarım, edebi açıdan “serbest nazım” denilen nispeten daha güncel bir yaklaşımla kuruldu.

Çalışmalarım sırasında ulaşabildiğim tüm meal ve tefsirleri karşılaştırarak ve surelere yön veren hemen her bir kavramın etimolojik köklerini, o kökten türeyen söz ailesini araştırdım. Bunun yanı sıra kullanıldığı bağlamdaki yerini, gereğini kavramaya çalıştım. Arapçada benzer anlamları ifade eden farklı sözcükler olmasına karşın ille de o kavramın kullanılmasında bir hikmet aradım. Yaptığım araştırmalardan sonra o kavramlara uygun bir Türkçe karşılık bulmaya gayret ettim. Bulduğumla yetinmedim. O karşılıkların bugünkü dil erozyonunun gazabına uğramamış olmasına da dikkat ettim.

Çalışmalarımda, anlam derinlikleri kadar beni etkileyen diğer bir husus da Hz. Peygamber’in şefkatli zarafeti oldu. Hemen ardından, ‘Bu hâl, anlam kaygıları kadar özeni hak etmiyor mu?’ sorusu benim için büyük bir sorun haline geldi. Bu sorun, çalışmalarımdaki anlam tutarlılığı ile o zarafete de yakışır bir tercümeyle yazılması için yakamı hiç bırakmadı. Bu sayede, dilimizde bulduğum karşılıklarla aslına uygun bir tavır geliştirmeye koyuldum.

Türkçe çevirileri üzerinden aslına yaklaştırmaya gayret ettiğim bu tercümede, surenin Arapça aslında olmayan bir kavram kullanmadığım gibi, bir kavram dahi eksiltmeden, bir kavramı farklı bir kavramla da karşılamadım.

Tercümede konu bütünlüğünü korumak ve giriş-gelişme-sonuç bakımından tutarlı olabilmesi için ayetleri kendi anlam pasajları içinde grupladım. Yayınlanmış çevirilerin genelinde sık sık kullanılan birtakım kavramların yerine, surenin ilgili konu içinde anlam bütünlüğüne hizmet edecek Türkçe karşılıklar göreceksiniz. Bu tercihler, hassas bir okuma ve araştırmayla neden kullanıldığını size açacaktır. Bazı Arapça kavramlar ise hem dilimizde kazanılmış olmaları hem de tam uygun Türkçe karşılıkları olmadığı için korundu.

Kamer Suresi için yüzü aşkın deneme ve yaklaşık beş yıllık gayretten sonra, Hz. Muhammed’in zarafetine ulaşamadığımı, fakat ana dilimizde bütünlüklü bir metin elde ettiğimi düşünüyorum.

Çalışmalarıma bu gaye ile başlamamış da olsam, artık dostlara ikram edilecek bir düzeye ulaşmasından dolayı memnunum. Bu çalışma süreci ve meyvesinden aldığım zevki sizinle paylaşmak benim için bir onur.

Ortaya çıkan bu çalışma, elbette ne anlam ne de biçimsel olarak asıl metinlerle kıyaslanamaz.

Surenin tüm anlam derinliklerini vermek bir yana, birkaçını dahi ifade edebilmek oldukça güç iken, bu çalışmanın yalnızca asıl metinlere ve onun çoklu anlam dünyasına bir davetiye olarak kabul edilmesini dilerim.

Saygılarımla.

 

Kamer / Ay
(54. Sure)

Rahman ve Rahim Allah’ın ……… ismi ile

1
Yaklaştı o saat
Ve yarıldı Kamer.

2-3
“Yine o sihir” der
Yüz çevirir
Görse de ayetleri onlar

Yalanlayıp
Heveslere de uysalar
Külli emrin takdiri var

4-5-6
Bil ki nice haberle

Onlara da gelir uyarılar
Yüz çevir
Hikmetli belagatler de
Fayda etmezse onlara

Ve onları davet eden
Çağırdığı gün inkârlarına

7-8
Gözlerinde ki dehşetle çıkıp
Gömüldükleri yerden
Çekirgeler gibi saçılıp
“Kara günümüz” der kafirler
Davete doğru
Koşarak giderken

9
Onlardan da önce
Yalanlamıştı Nuh kavmi de
“Yalancı bir mecnundur o” deyip
Engel oldular hizmet edene

10-11-12-13-14
Ve yakardı Rabbine
“Ben yenildim
Yardım eyle”

Biz de açtık
Semai kapıları böylece
Ve kavuştu su ile

Taştı kaynağından sular
Coşup bir emir üzere
Ve çağlayınca
Takdiriyle yeryüzünde

Sakınarak taşıdık zatını
Bağlı levhalar üzere
O küfredilen
Geçip gitti cezâen
Gözlerimiz önünde

15
Bil ki ayetler bıraktık
Yok mu zikreden yine de

16
Nasılmış uyarıların azabı

17
Bil ki zikr için
Kolay kıldık Kur-an’ı
Yok mu zikreden yine de

18
Adlar da yalanladı
Nasılmış uyarıların azabı

19-20
O gün
Onların üstüne
Biz gönderdik şüphesiz
Arkası gelmez
Sağır eden rüzgarları

Ve köklerinden ayrı
Aciz hurmalar gibi
Savurdu insanları

21
Nasılmış uyarıların azabı

22
Bil ki zikr için
Kolay kıldık Kur-an’ı
Yok mu zikreden yine de

23
Yalanladı
Semudiler de uyarıları

24-25
“Bizim gibi
Bir beşerin
Uyarsak eğer sözüne
Şüphesiz ki düşeriz
Şuursuzca dalȃlet içine”

“Bu zikr
Aramızdan
Hadsiz bir yalancının
Üstüne mi vazife”

26-27-28-29
Hatırlat onlara mutlaka
Hazır olan içsin
Şüphesiz ki pay ettik suyu
Külliyen aralarında

Sabret ve gözle
Bilecekler yarın
Yalancı ve hadsiz kim

Şüphesiz ki
Biz gönderdik onlara
Fitneten dişi deveyi
Ve kestirdiler o lütfu
Çağırıp sahiblerini

30
Nasılmış uyarıların azabı

31
Şüphesiz ki
Biz gönderdik onların üstüne
Ve biçilmiş otlar gibi
Savurduk bir sayha ile

32
Bil ki zikr için
Kolay kıldık Kur-an’ı
Yok mu zikreden yine de

33-34-35-36-37-38-39
Yalanladı uyarıları
Lût kavmi de

Bil ki uyarmıştı gözeten
Kuşku duyup
Israrla akıbetlerinden
Göz koydular konuklara
Bil ki körelttik gözlerini
Uyarının azabıyla

Bil ki
Uyarının azabı takdirinden
Ve tattılar
Bir sabah erkenden
Kasırgalar gönderip üzerlerine
Biz kurtardık şüphesiz
Lût ehlini bir seherde

Karşılıktır indimizden
Nimetler şükredenlere

40
Bil ki zikr için
Kolay kıldık Kur-an’ı
Yok mu zikreden yine de

41-42-43-44-45-46
Bil ki uyarılar geldi
Fir’avn ailesine de sürekli
“Kurtulmuş
Bir cemiyetiz” deyip
Yalanladılar tüm ayetleri

Aziz Muktedir
Vaad edilen o saat
Güdünce acılara
Dönüp kaçtılar o saat
Dağıldı cemȃati hezeyanla

Ya sizin için
Beraat mı yazılı kitaplarda
Kafirleriniz onlardan
Daha mı hayırlı yoksa

47-48
Ki suçlular
Dalȃlet içinde şuursuzca
Tadacaklar o gün şüphesiz
Mess olmuş acılar ile
Yüzüstü sürünürken ateşe

49-50-51
Biz halk ettik şüphesiz
Kaderiyle külli şeyi
Ve bil ki
Değil emretmek
Göz kırpmak kadar
Kısacık bir bakışla
Helȃk ettik nice şeyi böyle

Yok mu zikreden yine de

52-53
Yaptıkları her şey
Küçükten büyüğe
Yazılıdır kitabda bütünüyle

54-55
Şüphesiz ki
Sadakȃt üzre sakınanlar
Cennetin nehirleri
Ve
Muktedir Melikin indinde.

Özgür Ülker
Haziran 2017 – Mayıs 2022