Anahatlarla Değerler Sorunu

Sayı 6 - Değerler Sorunu

ÖNSÖZ

  1. Bir kavramı sorun olarak ele almak demek o kavramı anlağın alışık olduğu yalıtık biçiminden,tek yanlı belirlenimindenkurtarmak ve kendi oluşum sürecineçözerek özsel ilişkilerini (dilde ve bilinçte) yeniden kurmak ve anlamlandırmak demektir. Bu bağlamda bir kavramı sorun olarak almak aynı zamanda bir anlamlandırma ve ilişkilendirme sorunudur da.
  2. Anlamlandırma araçlarımız ise ilişkilendirme süreçlerinin işlediği ansal yetilerimizden başka bir şey olamaz. Anlağa giriş.

GİRİŞ

Tanım 1:

  1. Anlakile doğal usumuzda bir dizi ansal ilişkiler sonucu oluşan anlama yetisini anlıyorum ya da ansal sürecin kendisi anlama olarak anlaktır.

VURGU

  1. Anlak için bir kavram, ister mantıksal, ister törel olsun, ilkin öz içeriğinden soyutlanmış olarak bulunur ve onun yerine salt biçim olarak sarıldığı bilincinin duyusal içeriğidir, e.d. bir kavram olmayandır, bu yüzden onun için birsorunoluşturmaz ya da sorun olarak yalnızca dışsal nedenleri bulur.

Tanım 2:

  1. Doğalusile dolaysız düşünme yetimizi anlıyorum.

Tanım 3:

  1. Sorunile anladığım, herhangi bir olgunun kavram olarak çelişkisinin ortaya çıkmasıdır.

VURGU

  1. Şöyle ki kavram soyut ve düşünsel bir şey olarak, olgu ise kavramından özgür, dolaysız ve somut bir şey olarak görülür. Bilinç sürekli bu karşıtlıkta devinir. Ve karşıtlığın üstesinden kuşkusuz kendi için soyut olanı dışlayarak gelir. Oysa dışladığı kendidir, çünkü kavram kıpısını kendi anlağı oluşturmaktadır. Bu insanın bir anlamda özdeksel yaşamını sürdürmesinin de tözsel ilkesini oluşturur.

Çözümleme:

  1. Ancak kavram olgusundan ayrılmaz ve bu ikisinin çelişik birliğini kavramış bilinç için sorun henüz yeni başlamıştır. Bu bağlamda tüm sorunlar, ki buna değer de dolaysızca katılır,anlama sorunuçerçevesinde belirlenebilir.

Vargı:

  1. Öyleyse anlağın doğasına kısaca bir göz atmamız gerekecektir. Kuşkusuz böyle bir taslak çalışmada tüm tanıtlamanın eksiksiz serimlenmesi beklenemez, ama ancak belirli ve zorunlu kıpılara değinmekle yetinebiliriz. Daha öte bir çözümleme bu çalışmanın dışına düşen bir mantık bilimi çalışmasıdır, ki en kapsamlı biçimi Hegel’in mantık biliminde sunulmuştur.Biz burada daha çok temel sorular üzerinde durmaya çalışalım.

Soru 1:

  1. Anlak neden nesnesini bütün olarak kavramak yerine ayırarak anlar?

Yanıt 1:

  1. Anlak yapısı gereği kendine nesne gördüğü şeyi ayırarak anlar – bir dizi yargılama ve tasım biçimi buna dayanır – ve ayırdıklarının ayırımında onların özsel birliklerini atlayarak diretir. Çünkü anlak duyusal verileri ilişkilendirir ve ilişki ayırım demektir.

VURGU

  1. Neden böyle davrandığının çözümlemesi bir yanıyla ruh bilimsel temele dayanır, bir yanıyla da nesneninkendindeliğiniirdeleyen mantığın alanına. Biz burada bir ruh bilimsel irdeleme de yapmayacağız. Ama sorunun bağlantılı olduğu disiplinlere değinmek en azından sorunun yüzey ve derinliğine ilişkin bir ön izlenim verebilir.

Çözümleme:

  1. Anlağın sorun olarak gördüğü daha çok soyut içerikli kavramın başka bir soyut içerikli kavram ile sınırlanmasıdır ki gerçekte o soyutluğu kendi bilincidir ve sınırını kendisi getirmektedir. (Tanım1-Vurguda belirtilmişti.)

Çıkarsama:

  1. Örneğin değerler söz konusu olduğunda olduğu gibi, değerler anlak için ilk bakışta sorun oluşturmaz, çünkü ona göre daha şimdiden değerlere iyedir ya da değildir. Ve iye ise değerler onun için yarar sağladığı ölçüde kutsaldır ve eğer iye değilse bu onu ya değersizlikle tutacak ya da değer arayışına itecektir. Bu iki durumda da devindirici güçduygusal sevgi bağı ve törel duyunçile ilgilidir. Duygusal sevgi bağının ve törel duyuncun nesnesi soyut değildir ama idealdir, e.d. bildiğidir.

Tanım4:

  1. Soyutile bir kavramın karşıtından uzaklaştırılmış olmasını ve bu biçimsel yanıyla tek yanlı olarak düşünülmesini anlıyorum.

Tanım5:

  1. İdeal olan ile Tanım3’de belirtilen kavramın karşıtıyla birliğini anlıyorum.

Çıkarsama:

  1. Bir şey ne ise o olmayı karşıtına borçludur ya da daha doğrusu bir şey karşıtı yoluyla ne ise odur. Öyleyse burada sorun olarak koyduğumuz kavramı ele alalım. Değer sorunu diyoruz. Neden onu sorun olarak görüyoruz? Çünkü bir değerler çatışması var. Değerlerin göreliliğinden söz ediliyor. Öte yandan değerlerin ortadan kaldırılması gibi bir sorun var. İlginç olan şu ki, insan iyeliğinde olanı yitirdiğinde onu bilmediğini anlıyor. Ve gerçekte bilmediği aradığı değildir ama aradığı bulduğu şeydir. Mevlana’nın bir sözünü anımsadım: “İnsanlar arayıp bulmak isterler, oysa biz bulduğumuzda ararız,” diyor. Bulunduğunda aranan nedir?

Tanım6:

  1. Ben bu bulunduğunda aranan şeye “oluş süreci” diyorum.

Tanım7:

  1. Bir kavramın oluşum süreciile öncelikle o kavramın olgusu ile yalın birliğinden ayırımı ve sonra bütün ilişkilerinin yeniden kavram-olgu birliğinde kurulmasını anlıyorum. Bu ise beni o kavramın özsel sınırlarını sorgulamaya ve irdelemeye götürüyor.

Tanım8:

  1. Kavramın sınırıile o kavramın başka kavramlarla kurduğu ayırt edici ilişkileri anlıyorum. Bu ilişkiler birer olgu olarak ayrı özelliklerdir ve özseldirler.

Tanım9:

  1. Özsel olanile kavramın gene kendi olan başkalaşma kıpılarının kendinde içerik olarak bulunuşunu ve o yoluyla başkasından ayırt edilme nedenini anlıyorum. Tıpkı insanın özsel belirleniminin düşünmek olması gibi

Çıkarsama:

  1. Bu irdelemenin gereçlerini ise özneye ait olanlar ve nesneye ait olanlar olarak ikiye ayırıyorum. Özneye ait olanları evrenseller, nesneye ait olanları ise ulamlar olarak buluyorum. Hemen ardından şunu söyleyebiliriz ki, ister evrensel ister ulam olsun her iki belirlenim de temelde düşünce olarak kavramlara dayanırlar. Öyleyse kavram irdelemesi bir dizi ontolojik sorgulamayı beraberinde getirir.

VURGU

  1. Bir şeyin en temel düşüncesine, kavramın ilişkilerini anlamak üzere sorduğum sorular ve o soruların yanıtları arasındaki ilişkiler yoluyla varıyorum.

Çıkarsama:

  1. Bu bağlamda sorun dediğimde soruyu doğrudan barındırıyor.

Tanım10:

  1. Soruile bir şeyin herhangi bir ilişkisinin ya da bütününde kavramının anlak tarafından dolaysızca sezilişinden ya da imgesinden kaynaklanan bilgisizliğinin o şeyin kavranmasına yönelik dolaylı kılınma etkinliğini anlıyorum. sorun bu bağlamda bir soyutlama etkinliği olarak karşıma çıkıyor.

Açıklama:

  1. Dolaysızca sezilişidedim, çünkü anlak herhangi bir şeyle ilişki içindeyken onda dolaysızca sezinlediği, onu anlağının henüz bilmeyişi ve bu bilmeyişin yanı sıra onunla tanışık olmasıdır. Soru sormanın öz belirlenimi budur diye düşünüyorum.

Çözümleme:

  1. Yani ben bir şeyi bilmek isterim ve ona ilişkin sorular sorarım, doğrudan yanıtlarını beklediğim yalın sorulardır bunlar; ne, nasıl, ne kadar, ne için, nerede gibi. Oysa insanın bilmediğini sorması bilmenin içerdiği ile çelişir. Çünkü eğer bilmiyorsam bilmiyorumdur ve sormam olanaksızdır ve gereksizdir. Ve eğer soruyorsam bildiğimin üzerine soruyorumdur ya da daha doğrusu onunla belirli bir tanışıklık ve ilişki içindeyim demektir. Ama ekinin eğitiminde eğer ben yabancı dil ile karşılaştığımda o dilde bir sözcüğün ne anlama geldiğini soruyorsam, gene burada sözcüğün kendisi ile ilişkide olduğumun bilincindeyimdir.

Açıklama:

  1. Dolaylı kılma etkinliğidedim, çünkü soru yoluyla bir şeyi düşüncebelirlenimine dönüştürmüş olurum ve bu bir bağlamda dolaylı kılmadır. Dolaysızca bilmede, böylece yalın olarak, soru sormanın gereksizliğini de kendimce göstermiş oldum.

Tanım11:

  1. Varolan hiçbir şey kendinde tek yanlı değildir.

Çıkarsama:

  1. Tersine herhangi bir şeyin gerçekliğini sorguladığımızda, onun kendi bütünselliği içinde çeşitli ve giderek kendine karşıt belirlenimler taşıdığını görürüz. Örneğin tüze ile ilgili belirli bir yasadan söz ediyorsak, kavram içinde belirli bireyselliğin istencini ve özgürlüğünü ve dolaylı yanını içerir, mülkiyetin haksızlığı ve istençler arası çatışmayı içermesi gibi.

VURGU

  1. Bir kavram pek çok kavramı içinde barındırır. Bu yüzden bir çözümleme ussal olduğu ölçüde anlam yaratır ve anlam tarihsel ise değerlidir.

Açıklama:

  1. Ussaldedim, çünkü ussallık tutarlılığı beraberinde getirir.

Açıklama:

  1. Anlam tarihsel ise değerlidirdedim çünkü tarihsel olan aynı zamanda kalıcıdır ve kalıcı şeylerin pek değer gördüğü en azından görgül bir pekinliktir.

Tanım12:

34.Öncelikle ve özellikle bir çözümleme olgu, nesne ve kavramların kendileri ile çeliştiklerinin ayırt edilmesidir.

Açıklama:

  1. Ayırt etmenin önemi büyüktür, çünkü temel sorun anlama ise anlamanın başat koşulu neyi kendinde olduğu gibi anladığına ya da anlamadığına dayanır. Ve söz konusu sorun değer sorunu ise değerin kendinde neleri içerdiği göz önüne alınmalı ve içerdiği her bir belirlenim ve sınırları ortaya koyulmalıdır.

VURGU

  1. Buraya kadar şu ortaya çıktı ki anlama olarak ortaya koyulan sorun sınırların açıklık kazanmaması ve tanımlayamamadır. Bilinç için kavramların tanımlı olmayışı nedenlerden yalnızca bilgi yanına aittir. Diğer yandan başta da belirttiğim gibi, ruhsal belirleyici etkiler de var ki buranın çözümlenmesi de“oluş süreci”olarak belirttiğim kavramın altına düşer, çünkü bir olgunun oluş süreci aynı zamanda kavramın da oluş sürecidir. (Psiko-ontolojik sorun ve Odyseus sendromu)

Çıkarsama:

  1. Öyleyse çözümleme iki yönlü ilerleyen bir yöntemdir.

Açıklama:

  1. Çözümlemededim, çünkü herhangi bir sorunu sanki daha şimdiden çözüme kavuşturulmuş biçimiyle tanırız ve doğal olarak bir sorun olarak bile kabul etmeyiz. Oysa şu veya bu yolla onunla tanışığızdır. Öte yandan yalnızca tanışık olmadığımız şey bilincimizi rahatsız eder. Bu ise anlağı belirli sorulara yanıt aramaya yöneltir. Örneğin ölüm olgusunda olduğu gibi. Onu biliriz, çünkü onun içinde yaşıyoruzdur, ama yaşamı anlamlandırma çabaları yaşamın anlağımıza sunulan içeriği ile çelişir ki bu özünde yaşamın kendisi ile çelişmesidir. Çünkü yaşam ölümle olumsuzlanır ve insanlık yaşamdan sonra ölümün varlığını dolaysızca kabul eder, çünkü ona dışsal olarak tanıktır ve bilmediği kendinin tanıklığında kendisinin olmayacağıdır.

VURGU

  1. Sorun olarak belirtilen bir kavrama onun çözümlemesi anlamında bir giriş yapmanın en büyük güçlüğü özellikle modern dönemde o kavrama yüklenen dışsal, olumsal ve dar anlamının yaygın bir biçimde bilinç tarafından onanmasından ileri gelir.

Çıkarsama:

  1. Anlak için onanmak inanmak kadar kolay ve bir o kadar da kuşku çelişki doludur, çünkü tanıtlamaya gereksinimi yoktur ve doyumunu toz ve dumanda bulur.

Çözümleme:

  1. Özellikle söz konusu olan değer sorunu ise bu güçlük daha da katılaşır çünkü değer sorunu modern yaşamla birlikte ortaya çıkmış bir olgudur ve böyle bir geç döneme ait olguyu irdelemenin ve çözümlemenin ve giderek tanıtlamanın yolu daha derin kökenlerin araştırılmasında ve ayrımlaştırılmasında yattığından, kavramın doğasında bulunan yalınlık hemen kayboluverir ve anlak kendini birden karmaşık bir yapının içinde bulur. Bunun sonuçları üzerinde durmama gerek yok, çünkü o sonuçlar çalışmanın gidişatı sırasında kendini gösterecektir. Bundan pekinim.

Soru2:

  1. Sormamız gereken ilkin şudur: Değer nedir?

Yanıt:

  1. Bu soruya yanıt aradığımızda karşımıza pek çok görgül gereç çıkar. Bu gereçler üzerinden sorunu ele alırken tarihsel verilerin güvenilirliğine ve çıkarsamaların ussal tutarlılığına sonsuz ölçüde gereksinimimiz vardır. Öyle ki bu yalnızca değer sorunu değil ama başka her türlü kavram için geçerlidir.

İrdeleme:

  1. Şimdi ilkin değere ilişkin yaygın anlayış ve düşünceleri ele alalım.

Çözümleme:

  1. Değer kavramı gündelik dilde pek çok şey için değişik biçimlerde kullanılır. (1-) Değerli eşya, değerli insan, değerli yaşam gibi belirli kavram ve olguların toplumsal ve tecimsel öneminin vurgulanması bağlamında kullanılır. (2-) Para değerlidir, güç değerlidir, emek değerlidir gibi yüklem durumlarında olduğu gibi özenin içeriğini belirleyen nesnel bir gereksinim ve yararcı belirlenim olarak karşımıza çıkar. (3-) Bir üçüncü olarak da ideal olanın törel, sanatsal ve tüzel konumlarına ilişkin insanın tinsel öz belirlenimlerini oluşturur; örneğin güzellik bir değerdir, dürüstlük bir değerdir, haktanırlık ve onur bir değerdir, dendiğinde olduğu gibi.

Çıkarsama:

  1. Ama soruna tarihsel olarak baktığımızda onun henüz bir sorun olmaktan öte boş ve karışık bir imlem taşıyan sözcük olduğunu görürüz. Sorun olma gibi bir özelliği taşımasının yeğinliği ise – ki burada onu bir sorun olarak koyduk, çünkü ne olduğunu bilmediğimiz bir şeye sahip olduğumuzu varsayıyoruz – modern insanın bu yüzyılın başında onu yitirmiş olduğunu anlamasına bağlıdır.

Çıkarsama:

  1. Evet. Modern insan“değeri(ni)”yitirmiştir. Nietzche’nin “Tanrı öldü!” bildirimi bunun belki de ilk göstergesiydi. Modern insanın değersizleşme olgusu onun kişiliğinde anlatım buldu dendiğini duydum. Gene varoluşçuların bunalım dedikleri şey değerleri olmayan insanın ölümcül sıkıntısını dile getiriyordu. Anlamsız bir dünya, anlamsız bir yaşam, değersiz insan, değerini yitirmiş erdemler yerini yeni değerlere ve giderek yeni bir değer ilkesine bırakıyordu: yararcılığa ve onun sağın destekçisi pozitivist dünya görüşüne.

İrdeleme:

  1. Batı dünyasını çok gerilere gitmeden izlediğimizde ve kısaca çözümlediğimizde şunları buluruz:

Çözümleme:

  1. Luther’in Katolik ve Ortodoks kiliseye karşı çıkışı ile kurumsal dinin egemenliğinde tuttuğu inanç ilkesinin topluluktan kurtulup toplumun özgür vatandaşı olan bireyin duyuncuna geri çekilmesi, Fransız devrimiyle uluslaşma sürecinin aynı zamanda bireysel özerkliği güçlendirici dürtüsüne dönüşmesi ki bağımsız duyunç artık bağımsız ulusun özerk ilkesi durumuna geliyordu ve böylece inanç özgürlüğü denen “anlayış” gelişecekti . Diğer yandan Fransız aydınlanması ile klasik tinden farklı olarak usun dünya tahtına oturtulması, batı aydınlanmacılarının kurumsal dini yadsımasıyla devletler arası dengelerin bozulması, sanayi devriminin ardından dünyayı saran ekonomik emperyalist politika, dünya savaşlarının yaratmış olduğu toplumsal ve bireysel ruhsal bunalım, anamalcılığın insanı araç durumuna düşüren yararcı etkisi ve kuşkusuz ekonomik gücü elinde bulunduran ülkelerin bireylerden başlayarak ülkelere kadar taşıdıkları yarış ve barış ilkeleri ve pozitivist bilimlerin saplanıp kaldığı özdeksel dünyada yatmak istediği soliptik adam kadmon insanı sonunda değersizleştirmeyi başarmıştır.Ne ilginç!! Us kendi gelişimi içinde usdışını yaratmıştır. – (1)

Ek:

  1. Modernleşme ile birlikte uygarlık tarihinde bir değerler çözülüşü ve yitişi tablosu ortaya çıkmaktadır. Sonraki çalışmalarda geliştirilmek üzere bazı noktalara yalnızca değinmek istiyorum. Bu noktalar üzerinde daha derinlemesine eleştirel bir çalışma ile modernizmin kökenleri daha sağlıklı bir biçimde irdelenebilir düşüncesindeyim. Kuşkusuz “bir sorunu çözmenin yolu onu anlamaktan geçer.”– (2)Bir sorunu anlamanın yolu ise onun köklerini sorgulamaktan geçer.

Soruna ilişkin irdelenmesini öngördüğüm alt-başlıklar:

  1. Yazılı tarihin başlamasıyla Küçük Asya, Grek, İonya, Anadolu, Ortadoğu, Kuzey Kafkas, Hint, Çin ve Mısır’da gelişen uygarlıkların doğuya ve batıya Helen döneminde Büyük İskender önderliğinde evrensellik ve belirli bir uygarlaşma anlayışı adına taşınması ki bu dünya tininin değerleri yaşamın ayrılmaz olgularıydı.
  2. İsa’nın öğretisinin Aziz Pavlus ile kurumsallaşma sürecine girmesi ve kiliselerin ruhbanlığa dayalı temelinin atılması ile tinsel olanın dünyevi yaşamda egemen bir role dönüştürülmesi
  3. Roma’nın onura ve tinsel güce dayanan uygarlaştıma eylemi ve tüzel üretkenliğinin değerleri kamulaştırıcı tutumu. Batı krallıklarının onur ve tinden yoksun yapılanmaları
  4. Doğuda gelişen tinsel derinlik ve kendi içine kapanık tutumu
  5. Osmanlının İslamın etkisiyle dünyaya taşıdığı ekinsel varsıllık
  6. İnsanın doymak bilmeyen arzu ve istekleri
  7. İnsanın zulüm karşısında ümit ettiği kurtuluş – (3)
  8. Batıda Protestanlığın ortaya çıkışı ile Katolik dünyada çözülme
  9. Protestanlığın ruhbanlığı ortadan kaldırışı
  10. Reform ve Rönesans hareketleri
  11. Fransız devriminde burjuva/kentlilerin başat rolü, Napolyon’un tutkulu özgürlük savaşı
  12. Fransız devriminde aydınların etkisi
  13. İngiliz görgücülüğünün Fransız aydınlarına etkisi
  14. Fransız devrimiyle yurttaşın ortaya çıkışı ve yasa karşısında herkesin eşit olduğu düşüncesi
  15. Halkın istencinin parlamentoya yansıması
  16. İngiliz soyluları kendilerini modernleştiriyor
  17. Rusya soyluları kendilerini modernleştiriyor
  18. Fransız soylularının tini bu modernleşmeye ters düşüyor
  19. Almanya’da Prusya devleti denemesi
  20. Alman idealizminin ortaya çıkışı
  21. Sanayileşme sürecinin ürünlerini vermesi
  22. Pozitivist bilimlerin ekinsel her alanda üstünlüğü
  23. Osmanlının yıkılışı
  24. Oryantalist araştırmaların yoğunlaşması
  25. Sömürü ve emperyalist güçler dengelerinin ortaya çıkışı
  26. Uluslaşma
  27. Dünya savaşları
  28. Ekonomik kriz
  29. Ortak Pazar arayışları
  30. Doğu bloğunun oluşumu
  31. Birleşmiş milletler ve NATO
  32. Silahlanma, uyuşturucu, köleliğin tüzelleşmesi, doğunun ülkelerinin insan dışı görülmesi
  33. Dünyayı insanca bir yaşama hazırlamak için yeni paradigma arayışları

VURGU

  1. Bu süreçte sözümona evrensel olduğu söylenen – ama en azından batı insan usunun biçimlenişi için böyle – modernleşme deneyimine tanık olmaktayız. İdeal olanın kıpıları bir yandan kendilerini gösterirken diğer yandan da insanın daha henüz ham olan özgürlüğünün bu zorunluk üzerinde yarattığı güçlü etkiyi de görüyoruz. Bu ise bana Kant’ın sözünü anımsattı, “Tüm hatalarıyla bile insan, daha yücedir istençsiz meleklerden,” diyorduArı Usun Eleştirisi’nde. Gene doğa bilimi çalışmasına önsözde Hegel, tüm zalimliği ile bile insanın yasalarına uygun devinen yıldızlardan ve suçsuz bitkilerden daha yüksek bir şey olduğunu, çünkü böylesine yanılgıya düşen şeyin bile henüz tin olduğunu söylüyordu. Burada batı felsefesini etkileyen bu iki filozofun gözünde insan tinini böylesine değerli kılan şey nedir?

İrdeleme:

  1. Sanırım değerler söz konusu ise en önemli olguduyunçtur. Çünkü bizi gündelik yaşamda değerleri sorgulamaya iten şey edimlerimizdir. Eğer bu edimlerimizde yanlış olan bir şey varsa ve birey bundan dolayı kendiyle ya da başkalarıyla çelişiyorsa, bunun rahatsızlığını öncelikle duyuncumuzda duyuyoruz.

Çözümleme:

  1. Toplumdan topluluğa geçiş modernleşmenin ilkesi olarak görüldüğünde, bu sürecin tözü olan bireyin de kavramsal olarak evrildiğini görürüz. Birey artık belirli bir sınıfın üyesi değil ama bir yurttaştır. Onun bu evrenselleşme olgusu yasa karşısında belirginleşir. Yasa karşısında herkes eşittir ve yasa ne ise yurttaş da odur ve yasa tüzel anlamda devletin somut biçimidir. Buradaki çözümlemededuyunç, özgürlük, yasa ve adaletkavramlarını iç içe buluruz.

Çıkarsama:

  1. Yasa karşısındaduyunçlubir insan devletin adalet güvencesi altındadır. Yasayı çiğneyen biri, karşısında devletin adalet mekanizmasını bulur ve ceza adalet olarak belirir.

Sorun:

  1. Törel yasa törel değerleri belirler, ama birey değerlerini yaşama isteğini özgürce gerçekleştiremez, çünkü bir başka bireyin istenci ile karşı karşıyadır. Yürek yasası da böyledir, her ne kadar onun buyrukları tanrısal olsa da.

İrdeleme:

56.Şimdi değerin neleri kapsadığına bakalım. Öncelikle değer tine ait bir kavramdır. Doğada salt kendiliğinden değerli bir şey yoktur. Değer bir gereksinim olabilir, gereksinimden doğan bir şey de insan için değerli olabilir, ancak gereksinimin kendisi bir değer değildir.

Tanım13:

  1. Bu bağlamdadeğerdediğimde insanın çevresi ile ilişkisinde ekinsel bir kavram olarak karşımıza çıkan bir şeyin ya da birinin salt kendisi olmasının yanı sıra başka bağlamda da insan için bir ya da çok özel ilgi uyandırma kipinde ekonomik, dini, törel, ahlaki, estetik ve düşünsel başka özelliklerle donanmasını anlıyorum.

Çözümleme:

  1. Örneğin toprağın doğada kendinde ele alındığında ölçünleri olan bir değerliliği yoktur, ancak yaşam ideası içinde değersiz hiçbir şey yoktur. Bir de ekinde ve törede etik, estetik ve dini olarak belirlenen ahlaki değerler vardır ki bunlar anlama ve değer sorununun özeğini oluştururlar.

İrdeleme:

  1. Şimdi de kısaca buna değinelim. Genelde değerli olan şey iyi, güzel, doğru ve giderek gerçek belirlenimleri ile birlikte ele alınır. Eğer bir şey değerli ise o saltık olarak iyidir de. İşte bu gerçekten usa uygun mudur? Bunun sorgulanması gerekir. Öte yandan değerler nasıl oluşur? Çünkü toplumdan topluma değişen değer yargıları vardır. Bunlar bir çatışma nedeni değil midir?

Sorun:

  1. Değerler göreli midir saltık mıdır? Bir başka açıdan sorun bu biçimiyle karşımıza çıkar. Bunun mantığını anlamalıyız.

VURGU

  1. Modern yaşamın gerekleri bir ödev gibi bizden olması gerekenleri buyurmaktadır. “Olması gerekenler” uğruna “olan” çiğnenmektedir. Başarı, şöhret, şehvet, güç, para kazanma hırsı karşısında dürüstlük değerini yitirmiştir günümüzde. Neden? Buna neden olan yalnızca dışsal etkiler mi yoksa doğuştan koşulu altına alan temel belirlenimler midir?

Sorun:

  1. Bir şey ne zaman değerini yitirir? Ondan daha değerlisi ortaya çıktığında, o şey kendini tükettiğinde, gereksinimleri karşılamaz olduğunda ya da insan öldüğünde!

İrdeleme:

  1. Para değerlidir. Öyle denir. Ama ne kadar para? Güçlü olmak bir değer olarak koyulur. Ama ne için güçlülük? Haktanırlık değer diye gösterilir. Ama sınırı nedir?

Açıklama:

  1. Aslında sorun açıktır. Ölçüyü nasıl belirleyeceğiz? Anadolu bilgelik geleneğinden Adanalı sufi İsmail Emre emeğin ölçüsünün ne olduğuna ilişkin kendisine yöneltilen bir soruya sohbet sırasında şöyle yanıt verir: “Emeğin ölçüsü şuurdur,” der. Bu anlama sorunu ile yakından ilişkili bir önermedir aynı zamanda. Şuurluluk, bilinçlilik, ayırdında olmayı ve anlamayı gerektirir. (Krishnamurti ile karşılaştırılmalı).

İrdeleme:

  1. Tarih içinde değer yargıları dizgeleri oluşturulmuştur. Platon’dan Aziz Thomas’a ve Max Weber’e kadar uzanan bu dizgelerde değerler, en tepeyi tanrısalın bilgisi almak üzere hiyerarşik bir yapıda bulunur. Aynı biçemde doğu dünyası da hiyerarşik bir değerler dizgesi oluşturmuştur.

Genel çıkarsama:

  1. Şimdi genel çıkarsama yaparsak değerleri yedi başlık altında toplayabiliriz. Burada hemen belirtmem gerek ki ana başlıkların çıkarsanmasında sayısal olarak yedinin hiçbir azizliği yoktur.

İndirgeme:

  1. Gene ilişkiyi formülize edersek yalın paradigmamız şudur: Değer bir özne-nesne ya da özne-özne ilişkisidir.

Çıkarsamalar:

    1. Tecimsel değer: Toplumsal ve bedensel gereksinime bağlı olarak ortaya çıkmış metaya bağlı değer.
    2. Tinsel değer: Bireyin iç dünyasına ilişkin kendi varlığını dünyada anlamlı kılan ölçü.
    3. Ahlaki değer: İlk iki değer ölçülerinin bir bireşimi gibi görünür.
    4. Sanatsa değer: Estetize edilmiş ahlaktır.
    5. Törel değer: Ahlakın yürek buyruğuna dönüşmüş biçimidir.
    6. Tüzel değer: Törel olanın yasa altında güvenceye alınmasıdır.
    7. Tarihsel değer: Yasa ideal biçimini kazandığında Tin en gelişmiş biçimiyle kendini bildiği alanı üretir. Bu insanı sevgi ve Bilgi ile birleştiren felsefedir, ki Değer olan Değerdir.

Şiir:

  1. Bu çalışmayı bir şiir ile sonlandırmak istiyorum. Bu şiiri değerleri sorgulamak adına ayrıcalıklı bir önemi olduğunu düşündüğüm için seçtim. Öyküsünü anlatmadan geçemeyeceğim. Sevgili filozof Hegel felsefe dizgesindeTin Felsefesiadlı kitabının saltık Tin başlıklı son bölümünün son satırlarını Dünya Tininin yetiştirmiş olduğu iki büyük bilgeden söz ederek sonlandırıyor. Bunlardan biri sevgili Aristoteles, diğeri güzel Mevlana. Mevlana’nın kendi dizelerine yer veriyor Hegel. Hayatımda beni iki şey hayretten ağlatma noktasına getirmiştir. Bunlardan ilkini kendime saklamak istiyorum, ama Hegel’in tininin Mevlana’ya Saltık Tin noktasındaki özsel bağıdır.

 

IV.

Yukarı baktım, tüm yıldızlı göklerde Biri gördüm,
Aşağı baktım, tüm dalgaların köpüklerinde Biri gördüm. 

Yüreğe baktım, bir deniz, bir evrenler enginliği vardı.
Binlerce düş gördüm, tüm düşlerde Biri gördüm. 

Bire kaynaşır korkundan hava, ateş, toprak ve su,
Göze alamaz hiçbiri karşı çıkmayı sana. 

Yaşayan hiçbir yürek yoktur ki yer ve gök arasında,
Duraksamadan atmasın sana tapınmada. 

V.

Senin ışınlarından bir demet olsa da güneş,
Birdir sonsuza dek senin ışığın ve benimki. 

Ayağına toz gibi olsa da yükseklerde dönen gök,
Birdir benim varlığım ve seninki sonsuza dek. 

Gök toza dönerken, ve toz göğe dönerken,
Gene de Birsin, ve Bir kalır benimki ile varlığın. 

Nasıl dinginleşir göğün içinden geçen yaşam sözleri
Yüreğin ufacık kutusunda? 

Nasıl gizlenir güneş ışınları daha güzel ışıldayabilmek için,
Mücevher taşının pürüzlü yüzüne? 

Nasıl tüm görkemiyle çiçeklenebilir gül korusu,
Yerin çamurundan beslenip su birikintisinden içerek? 

Nasıl dönüşür tuzlu deniz suyunu yudumlarken sessiz istiridye,
Bir inci ışıltısı olup günışığının sevincine?

Ah, yürek! Sellere gömülsen, korlarda yansan da,
Tek bir öğedir seller ve korlar; yeter ki arı ol sen. 

IX.

Sana insanın nasıl çamurdan biçimlendirildiğini anlatayım:
Tanrı çamura Sevginin soluğunu üflediği için 

Sana göklerin niçin her zaman döndüğünü anlatayım:
Tanrının tahtını Sevginin yansısı ile doldurmak için. 

Sana sabah rüzgarının niçin estiğini anlatayım:
Sevginin gül korusunu yeniden çiçeklendirmek için 

Sana niçin gecenin dünyayı tüllere bürüdüğünü anlatayım:
Sevginin gelin çadırını kutsal gölgelikle örtmek için. 

Tüm bilmecelerini anlatabilirim yeryüzünün sana:
Çünkü Sevgidir tek çözüm tüm bilmecelere. 

XV.

Son verse de yaşamın yoksunluğuna ölüm,
Ürker yaşam gene de önünde onun. 

Yine öyle, ürker yürek Sevgi önünde,
Sanki ölümün gözdağı varmış gibi onda. 

Çünkü nerede Sevgi uyansa,
Ölür orada Ben, o karanlık despot. 

Bırak gecede ölsün o,
Özgürce soluk al sen şafakta. 

(Rücker çevirisi)

İDEA YAYINEVİ 1999

SONSÖZ

Felsefe insan anlağının kendini, evreni ve varoluşunun anlamını sorgularken ürettiği disiplinli bir değerler alanıdır. Bu alan ekinsel ve tarihsel olması nedeniyle toplumsal ve nesnel bir bütünlük oluşturmakta ve dolayısıyla insanın bireysel yaşamında düşünme etkinliği dolaysızca yer aldığından insan üretimlerinin de biricik tözünü oluşturmaktadır.

Değerlerin çözümlenmesi bize bu düşün alanının önemini gösterir.

İnsan tüm edim ve üretimlerine kendini bireysel iç dünyası, tarihsel arkatasarı ve ekiniyle birlikte katmakta ve ekin olarak adlandırılan iletişim zemininde bir “anlam ağı” ve bir “değerler zinciri” oluşturmaktadır. Bu ortam içinde insan nesnesiyle örgensel bir bağ içinde durmakta ve nesnesini çözümlerken kendini de çözmektedir.

İnsan duyumsama ve duygulanımın yanı sıra, imgeleyen, tasarlayan, simgeler aracılığıyla bir başkası ile iletişime geçen, belleyen, düşünen ve eyleyen toplumsal bir varlık olarak kendi türü dışında başka her şeyden ayrılır ve bu özellikler bütünü onu evrende özgün bir yere koyar. Bu yanıyla insan çevresinde oluşan ve gelişen her türlü olay, olgu ve nesneyi anlamak için üzerine giden, onları anlama çabası içindeyken etkileyip dönüştürürken gene onlar yoluyla kendini de dönüştüren ve giderek bunlarla da yetinmeyip kendine nesneleri yoluyla ideal hedefler koyup tinsel dünyasını yaratan ve bu süreçte öznesini de sorgulayan bir özbilinç varlığıdır.

Bu özbilinç alanında insanlık tarihine baktığımızda gerçekte bütün olay ve olguların temelinde insanın bir arayışının yattığını söylemek yanlış olmaz, insanlık tarihi insanın üretimleri ve bunlara karşı eleştiri ya da karşı eylemleriyle doludur. Bu da dünyayı özbilinçli kılan etmenlerden biridir.

Dünya özbilinçli insanın kendisidir. Çünkü dünya ile demek istediğim dirimli doğa süreçlerinin bütünü olan varoluş değil, ama kendini onun merkezinde dolaysızca konuşlandırıp kendi ürettiği ikinci doğa olarak ekindir.

Yeni Türkiye: Bir Batı Devleti
Georges Duhammel

Kendisine haklı olarak Atatürk, yani Türklerin atası denilen Mustafa Kemal, beslediği umutları, giriştiği işleri bir yaygara konusu yapmaksızın çalışmıştır. Bunun içindir ki, bu göz kamaştıran eserin büyüklüğü gereği gibi bilinmemektedir.

Öbür yandan bu eser, İngiliz, Fransız, Rus devrimlerinin başardıklarından bambaşkadır. Hiçbiri mesela dil, yazı gibi konulara el atmamıştır. Ne Cromwell, ne Robespierre, ne Lenin, ne de ondan sonra gelenler, çekip çevirdikleri ulusların bilim felsefesini, düşünme metotlarını, kısacası bütün bir alınyazısını değiştirme yükünü omuzlarına alamamışlardır.

 (1) Aziz Yardımlı ile sohbet notlarından derlenmiştir.

 (2) Metin Bobaroğlu ile sohbet notlarından alınmıştır.

 (3) Bu son tümcede yatan kurtuluş sözcüğünü felsefede özgürlük olarak buluruz. Dünyanın gidişatına baktığımızda burada bireyleri aşan bir ussallığın ve ereğin yattığını görürüz.