Biz bu sevdaları dost
gönül zulasında beledik toprağımızın
nice bin yıl muhabbet emip
tuzu, biberi, kendiri
zifti, kükürtü, nemrutu kara kara
gözyaşlarımızla
kara kara
memeler kurduk ki hey anam
her ulu dağ bir Uludağ kurar gibi
kurar gibi İbrahim sofrasını
ve kuru üzümünden muhabbet emip
Kibele ananın iri göğsünden
alıp buğdayı size getirmenin
ve açlığın kolordusunu
dize getirmenin
dersini talim eyledik
çekicin alnında
örsün dizinde
kömür ocaklarının
kara denizinde
kara gözledik
gözler gibi
yavuklu yollarını
Güne sırtımız dönüktü
Bir dolap beygiri kadar masum
ve kör dünyayı
döndürüyorduk
Umudumuz katmer katmer acılardan
hüzünlerden höyüktü
yüreğimiz barışa mayalanmış
denizlerden büyüktü
ve mutluluk kazma uçlarımızda
kürek kemiklerimizde
sızıldayan, inildeyen
bir yüktü
Tohumun güneşle sevişme tutkusunu
nice bin türküye sardık
kaçak tütün sarar gibi
ağrıda muşta
gökçe bakışımız dikse de
gök tuğlu başımız eğikti
Ve kaçak tütün tüttürür gibi
başımız bağrımızda
nice bin türkü tutturduk
buğday ekmek olanda
ekmek kavga olanda
kavga sevda olanda
dönen bizdik
devran değildi.
Değirmen şakşaklarında, bir TANE
beklerken sırasını
NASIL ÇEKER ZEMBEREK ACISINI
DÖNÜŞÜMÜN
bilir misiniz?
Hele siz
özenin ki gönülcüğünüzün
azı dişlerinde paralanan ekmeğin
çoğu benim
bir düşünün damak tadı hangi ezgisinde
bu serüvenin
Bir düşünün yetmişinde yaşlanıp
bin yetmişinde doğuveririm ellerinize.
YALNIZ AK SÖZCÜKLER DİZEDURUN SİZ
KARA TAHTASINA MEMLEKETİMİZİN