Akl-ı Hikmet ve Hak

İnsan Hakları - 2019

İnsan;
fıtratı gereği, doğal olarak heyecan duyar ve arzularının tamamını kendine hak
olarak görür. Süleyman mabedinin girişinde bulunan iki sütun Boaz ve Yakin
sırasıyla, heyecanın ve arzunun sembolleri olarak yorumlanabilir. İslam’ın Hac
ritüelinde de Kâbe’yi tavaf etmeye yine iki sütunlu Hacer-ül Esved ve Makam-ı
İbrahim arasından başlanır. Aynı şekilde semitik öğretinin bir merhalesinde de Sufi
geleneğinde ifade bulan “eşikte durulmaz” sözünden kasıt, bu iki sütun
arasının durulmaması gereken, aşılması elzem bir zorunlu durum (derviş)
olduğudur.

Psikoloji
biliminin babası Sigmund Freud, vahşet – şehvet çifti olarak bu iki sütunu
psike paradigmasında temel alır. Arzu ve heyecan ikilisinin, hayatta kalma ve
üreme içtepi çiftiyle köken olarak birliği vardır. Aristoteles, “Metafizik”
ismiyle tanıdığımız eserine şu cümlesiyle başlar: “İnsan doğal olarak bilmek
isterler.”
Bu ifadenin en çok öne çıkarılmış olan öğesi “bilmek” işlevi
olmuş, hatta Latince “sapiens” kelimesinden hareketle bilen-insan “homo sapiens”
tamlaması literatürde yerini almıştır.

Ancak
cümlenin yükleminin özellikle “istemek” olduğuna vurgu, pek de yapılmamıştır. “Bilmek”
kelimesini bir an için kaldırsak, önerme; “İnsan doğal olarak ister”
şeklini alacaktır ve insan tabiatı gereği her isteğinin hak olduğundan hareket
edecektir. Buradan referans aldığımızda ise; insan en azından eşik formu olarak
“istek” ya da “irade” varlığı yani “homo voluntas” diye anılabilmektedir.

Beşer
aşamasındaki insansı, bu mertebede her istediğini kendinde hak olarak görür. Bu
istek; diğer canlı türlerinde olduğu gibi beşer için de vazgeçilemez tarzda
baskın olmakla beraber bilinen evrim sürecinin son basamağında kendisini
tahtından indirebilir bir yeti ile karşı karşıya gelir. “Arzu” kelimesi Farsça
olup Türk Dil Kurumu tarafından “istek ve heves” şeklinde çevrilmektedir. “İstek”
karşılığı olarak Farsça “arzu” kelimesini eksik ifade etmekle beraber tam
karşılığı Arapça “heves” kelimesidir. Türkçede “arzu” kelimesinin anlamdaşı
aslında “istek” değil “geçici istek”tir. “Heyecan” kelimesi de Arapça olup TDK
Türkçe karşılığını “güçlü ve geçici duygu durumu” diye ifade etmektedir. Tüm bu
tanımlamaları da “eşikte durulmaz” bağlamında değerlendirmek gerekir. Çünkü
eşik durumu evrim ürünü insan formu için geçici olmalıdır.

En başa
dönersek; her isteğini hak görmesine neden olan arzuları ve heyecanlarının
idrakinde olarak akl-ı hikmetle idare eden insan bu bağlamda da “homo sapiens”dir.
Hak olarak görülen heyecan ve arzular; kolayca öfke ve harislik gibi fahiş
duygulanımlara yol açar. Akl-ı hikmet ise zaman ve mekândan, dolayısıyla
şartların eseri olan arzu ve duygulanımlardan münezzehtir.

Akıl
kelimesi de heyecan ve arzu kelimeleri gibi Türkçe bir kelime olmayıp Arapçadır.
Akıl kelimesi “ukl” kökünden geliyor olup “bağ” “ilişki” anlamındadır. Bir şeyi
akletmek, o şeyi bir başka şeyle ilişkilendirmek bağlamaktır. Kendini idare
edebilen insan, hikmete bağlı akılla haklarının sınırlarına riayet edebilendir.
İdare etmek veya yönetmek “müdür” olmak demektir. İnsan duygulanımları da
içinde bulunulan durumun koşullarına yani şartlarına göre değişir. Bir yeni
varoluş kıpısının ortaya çıkması için ise gerekli şartların olgunlaşması ve
koşulların tamamlanması olmazsa olmazdır.

Arapça
“vakit” kelimesinin karşılığı “şartların oluştuğu, münasip olduğu an’dır”.
Örneğin; doğumun ve ölümün saatinden veya zamanından değil vaktinden, diğer bir
deyişle şartlarının hâsıl olmasından bahsedilebilir.

Arzu
ve heyecanlar yani “geçici istek” ve “güçlü geçici duygu” durumlarına bürünerek
her irad ettiğini hak görmek, insanın zorunlu doğasıdır ve içtepilerinden
kaynaklanır, demiştik. Geçici olmaları ise evrim içinde bulunan şartların da
değişiyor ve gelişiyor olmasından ileri gelir. İnsan için her şey içsel ve dışsal
koşulların bir bileşkesi olarak oluşa gelmektedir. Mevcut şartların değişmesi
ile arzu ve heyecanların nitelik ve mertebeleri de değişecektir.

Arzular;
eğer akıl (değerlere bağlıysa sezginin devreye gireceği) hikmet ile birleşir ve
değerlerle yüceltilirlerse iffet olurlar. Heyecanlar ise şecaat mertebesine
dönüşürler. Öyleyse mevcut şartları (değişmeyenlere yani “değerlere/ilkelere” bağlı
olarak) hayata bir anlam verecek tarzda dönüştürmek, dolayısıyla akl-ı hikmetle
idare etmek ve vakti yönetmek, vaktin müdürleri olmak mümkün müdür?

Volontarizm
akımına göre; böyle bir şey mümkün değildir. Yani “istek” ya da “doğal irade”
akla göre daha evvel ve daha üstündür. Volontaristlerin kullandığı irade
kavramı kendi savları içinde arzu kavramı ile aynı anlamı içermektedir. Her ne
kadar arzu ve heyecanların Schopenhauer tarafından volontarist bir anlayışla
yetkin bir şekilde konu edildiğine rastlasak da literatürde arzulara uygun
davranmayı esas alan Stoacıların ilk sıraya koyulduklarını görürüz.

David
Hume; iradenin yönelimlerinde aklın hiçbir rolünün olmadığını söylerken “Akıl
sadece arzuların kölesi olabilir ve onlara hizmet etmekten başka bir işlevi olduğunu
da asla iddia edemez,”
demektedir.

Prof.
Dr. Mustafa İnan ise; “Akıl hayatın manasını ve gayesini anlayamaz, onu
ancak ruh yükselmesiyle kavramak kabildir,”
demektedir. Öte yandan William
James düşüncelerini kendine has şu deyişiyle taçlandırır: “İnsanlar, diğer
haklarına ve diğerlerinin haklarına engel olmadan ‘en az zararla’ sahip
oldukları arzularını gerçekleştirmek zorundadırlar.”

İnsanın
“irade varlığı” diye konuşlandırıldığı volontarizm akımının yaptığı olumlama
hep irade üzerineyken, James’in son hükmü altında yatan şey ise “olumsuz irade”
olmuştur. Olumsuz irade kullanmak yani insanın arzu ve heyecanları dolayısıyla
ihtiyaç ve kendisinde hak görmesine rağmen “isteği yapmamayı – istemek”
literatürde “ihtiyar etmek” ifadesiyle yerini almıştır. Bu noktada ihtiyar
edebilmeyi sağlayan ise bireyde “değerlerden kaynak alan akl-ı hikmetle” arzu
ve heyecanları yaratmış olan koşulları değiştirebilmektir.

“Homo
sapiens” arzu ve heyecanlarını, (değerlerden sezgilerle hayatın gayesine
erişmiş hikmetten sibernetik beslenen akıl ile) süreci ve vakti idare eder
mertebeye geldiğinde artık ona “homo sapiens” demek de eksik kalacağından
“kendini yani bileni bilen”, haklarını özgürce sınırlayabilen anlamında “homo sapiens
sapiens” nitelemesi yapılır. Bu yüzdendir ki vaktin müdürleri, yani ihtiyar
edebilenler koşullardan etkilenmezler ve akl-ı hikmetle değiştirebilirler, ihtiyarlar
lâ mekân ve lâ zamanda “şimdi”de ya da “an-ı daim”dedirler. Yine
aynı nedenle onlara yaşları sorulamaz; vakt sürerler ve daim – şimdi’de
olduklarından hiç yaşlanmazlar.

Kaynakça:

1- Pragmatizm,
William James

2- Prof.
Dr. Mustafa İnan Konferans ve Makaleleri, İTÜ

3- Felsefe
Sözlüğü
, Orhan Hançerlioğlu

4- Çağdaş
Felsefe Tarihi Ders Notları
, Ömer Yıldırım

5- Bilmek
ve İstemek
, Schopenhauer