Etik, ahlaki prensipler sistemidir, yani güven, sadakat, doğruluk gibi bütünselliğe ait değerleri içeren bir kavramdır.
İyi ahlak ise, doğru ve adil olanı idrak ederek onu tüm yaşama yaymak suretiyle kazanılan, en üstün insanlık erdemidir.
İman, şefkat, merhamet, saf ve beklentisiz bir sadakatle kendini adamak gibi teolojik anlamda erdemler olarak anılan kavramlar, insana ait üstün değerlere iyilik, doğruluk ve adalet şeklinde yansır.
İyi ve erdemli olmak, insanlığın evriminin tamamlanmasının tek yoludur. Yaratılanlar içinde en gelişmiş olduğu kabul edilen insanın ontolojik programdaki yeri bu olmalıdır.
Zira, asıl amaç olan, adaletin kurulması için, önceden katedilmesi gereken yolların, ihtiyatla, itidalle, metanetle ve ümitle aşılarak, insanlar için adaleti getirecek sulh ve esenlik temeline dayalı davranışlar, sistemler ortaya konulabilir.
Hemen akla “İnsanlar böyle soyut ve göreli imiş gibi zannedilen ve gerçekleştirmesi sancılı ve hatta zor olabilecek bir işi neden yapsınlar?” sorusu gelebilir.
Dışsal özelliklere bakarak bireyleri ve onların oluşturdukları toplulukları ‘öteki’ olarak niteleyen ve dışlayan; siyasal veya teknolojik gücü sınırsız ölçüde kötüye kullanan; ‘ötekiler’in sonuna kadar sömürülüp sonra da çöpe atılabileceğini zanneden zihniyetin, dünyayı getirdiği durumun ne kadar vahim olduğu meydandadır.
Bazı görüngül güçlerin ortak kararlarıyla yasal kabul edilen kurşunlar, bombalar veya akla gelemeyecek kadar zararlı biyolojik, kimyasal ve nükleer silahlar, tükenmeyen bir hükmetme ve sahip olma iştahının tezahürleri olarak sergilenmekte ve insanların hizmetine sunulmaktadır!!!
‘Moral’ sözcüğüne, Cicero tarafından etik sahibi adil insan anlamında bir tanım verildiği görülüyor. Moral kavramı doğru ile yanlışı ayırt edebilme gücü ve ona ait prensipler bağlamında ele alınabilir. İyi ahlaklı olmak, yaradılıştan gelen olumlu ve olumsuz yanların farkındalığı ve onların erdem sayılan değerler bağlamında geliştirilmesiyle gerçekleşebilir.
Görülen odur ki, günümüzde genellikle, tüzel kişilere yani kurum veya oluşumlara ait bir kavram olarak ele alınan ‘etik’, öncelikle bireyde başlar ve bireylerin oluşturdukları topluluklar içindeki ilişkilerle adil bir sistem oluşturacak yönde şekillenir, sistemleşir.
Esas itibarıyla etik kavramı bilim insanlarının yıllar boyu sabırla, özveriyle çalışarak, düşünerek ortaya koydukları emeğin, kendi aralarında hakça paylaşımını ve onların onayı ile insanlığın hizmetine sunulmasını sağlamayı içerir.
Bu sunuluşun adil ve barış üzere olmasını sağlamak bilim dünyasının ahlakıyla ilgili olduğu kadar siyasal erkin ahlakıyla da ilgilidir.
İnsanların oluşturduğu topluluklar söz konusu olduğunda, her özel veya tüzel kişi için genel geçer olan değerlerin farkındalığı ve hayata geçirilmesi önemlidir.
İleri teknoloji çağımıza şekil veren, onu olumlu veya olumsuz anlamda değiştirip dönüştüren, bundan da öte, ahlaki ve moral değerleri içermeden atılacak en küçük bir adımla insan neslini ve doğayı yok edebilecek bir güç haline gelmiştir. Bu nedenle bilimsel etik, bilim adamlarının ve tüm insanların bu gidişatı değerlerden haberdar olarak algılamaları, anlamlandırmaları ve gerektiğinde topyekün tavır koymaları zorunluluğunu gündeme getirmiştir.
Ölçüsüz şefkatin zulüm getirmesi gibi, ilmin bahşettiği teknolojik olanakların sınırsız kullanılmasının da insanlık için felaketlere yol açacağı aşikârdır.
Burada sözü edilen sınırlar, aslında doğa tarafından hassas bir programla belirlenmiştir. Doğa, yani fizikteki bu oranlar, estetik bağlamda ele alındığında daha kolay anlaşılan ‘altın oran’ kavramıyla özünde örtüşür. Bundan da öte, varlıksal düzeyde zorunlu ve mutlak olarak geçerli olan kavramlar doğanın ‘logos’udur.
Doğaya, onun doruk noktası olan insana ve insan topluluklarına ait belirli oranlar bozulduğunda veya aşıldığında, sistemler kendi özüne aykırı ve hiç hesapta olmayan, akla gelmeyen tarzda davranmaya her an başlayabilir.
Örneğin, malzeme biliminde, üzerine belirli sınırların üstünde gerilim uygulanan bir maddenin “akma sınırı” aşıldığında o sistem artık önceki haline dönemez ve tamamen farklı davranışları sergiler.
Yaklaşık %75’i su’dan oluşan insan yapısında ise etkiler ve tepkileri daha yavaş ortaya çıkan süreçleri içerse bile eninde sonunda, adaletli olmayan tutumlar, insan topluluklarına en azından psikolojik ve sosyal anlamda bir kaos ortamı getirecektir.
Örneğin, genetik mühendisliği bağlamında bazı özellikleri değiştirilen birçok ürüne ait tohumlar kendi neslini tekrar devam ettirecek potansiyeli kaybetmiş hale gelmektedir. Özellikle uzak doğuda ve bazı üçüncü dünya ülkelerinde kullanılan temel gıdaların ömrü bir seferlik… Yani onların tohumları artık ilk özü içermez hale gelmiş durumda.
Böyle bir gıda zincirinin insan metabolizmasında yapacağı değişimlerin neler olabileceği bu işin uzmanlarına bırakılsa bile sezilen odur ki, bu durum insan metabolizmasında bazı temel unsurları tahrip edebilecektir.
İnsan klonlamaya girişen teknoloji ahlakı, hangi kriterleri temel alacaktır, hangi erdemlerden yola çıkacaktır??
Daha ötesi, İkinci Dünya savaşında insanlığın yüz karası atom bombası denemesinden sonra ders alınacağına, soğuk savaş sürecinde geliştirilen biyolojik, kimyasal ve nükleer silahlarla her şeyin sonunu kolaylıkla getirecek donanımlar geliştirilmiş durumda. Ve maalesef onları denemeğe can atan topluluklar var!!!
Bunlar ve başka birçok nedenden ötürü, insanlık için erdem olan değerlere ciddi biçimde eğilmek için seferberlik yapmak zamanıdır.
Böyle bir süreçte bilim dünyasının, siyasi gücün ve tek tek bireylerin irade ve tavır koymasının çok önemli olduğu bir çağ yaşanmaya başlandı.
Görüngül güçler bağlamında, dünyanın geleceği ile ilgili görebildiğim tek güvence, uzayda yapılandırılmaya çalışılan enerji kaynaklarının temini ve canlı yaşamı için gerekli uygun psikolojik ortamın, ileri teknolojinin sahibi etkin güçler tarafından henüz sağlanamamış olması nedeniyle, yaşlı dünyamızdaki canlı nesli ve diğer olanakların onlar tarafından hiç değilse kendileri için bir süre daha korunacağını tahmin etmemdir.
Parasal güce tapım, dizginlenemeyen hükmetme güdüsü, nefsani zevkler ve kavramsallaşmamış her tür dini inançlardan hangisi veya hangileri, yaşamın ereğine alınırsa alınsın toplumların gelebildiği yerin tam bir kaos olduğu meydandadır.
Tarihsel süreç içinde izlenecek olursa, tekrarlanma periyodu uzun olmasına rağmen insanlar için sefalet ve mutsuzlukların, maddi ve manevi topyekün yok oluşların tekrar etmekte olduğu görülür.
Bütün bunlar, insanlık tininin evrilmeden hep bulunduğu düzeyde kalmasında, bir çeşit kendi üzerine katlanmasında, kısırdöngü içinde kendini tekrarında görülmelidir.
Doğa bilimlerinin bakış açısıyla bu durum, merkezine bir şeyler alarak, dairesel yörünge üzerinde hareket eden ve bu nedenle daima, bir maksimum noktaya ulaşmış gibi görülse de bunu takiben sıfıra gitmesi kaçınılmaz olan dairesel bir hareketle modellenebilir. Zira, bu hareketin izdüşümü olarak, dümdüz, değişmeden giden bir çizgi üzerine modüle olmuş ‘sikloid’ denilen bir referans düzeyinde kalan, tamamlanmamış bir görünüm ortaya çıkar.
Kuşkusuz bu durumun kaynağı olan insan beynine gidildiğinde yine böyle kısır döngüde giden bir dairesel hareketin sözkonusu olduğu görülüyor. Bu tip düşünce tarzı, doğal bilinç düzeyini tasvire yetebilir.
Ancak, çağımızda gelinen noktada bu kısır döngülerin aşılıp düşüncenin faal akıl yardımıyla dairesel yörüngenin bir noktasından çıkıp bir üst bilinç düzeyine giderek, galaksimiz ‘saman yolu’ yörüngesindeki harekete uygun, evrenin temel yapısıyla örtüşen, devinim içeren ve helis şekliyle tasvir edilebilen bir yol izlemeye gereksinimi olduğu anlaşılıyor.
Böyle bir kontrollü ve bilinçli girdap ile us’a erişebilecek insanlık tininin artık oluşmasının zorunlu olduğu görülmekte.
Yani, faal aklın devreye girmesiyle, ‘hikmetle bilme’ döneminin başlatılması zamanıdır.
Bu durumun ancak, merkezdeki yalan yanlış, değer denilen unsurların atılmasıyla başlatılabileceği aşikâr.
Kanımca, bunu yapmak sadece özel insanlara has bir yeti değildir. Zira, her insan varlıksal düzeyde olanı sezebilme yetisine, muhakeme ederek, ‘doğruluğu’bulup çıkartma kapasitesine potansiyel olarak sahiptir.
Bu potansiyelin uygulamaya konulması için gerekenin, sadece, ferasetle (akıl ve sezgi birlikte) bilmek yoluyla ulaşılabilen, insanın vicdanen farkındalığı ve kendi özgürleşen iradesi olduğunu düşünüyorum.
Doğal bilinç düzeyinden us’a geçme sürecini bir an önce başlatmak ve hızlanmasına elden geldiğince destek vermek kaçınılmaz hale geldi.
Aksi taktirde, günümüz insanı için, içlerindeki, karun, firavun ve belamla başa çıkamadıkları için yok olan, ‘zavallı dünyalılar’ olarak adımızın, kutsal metinlerdeki Nuh, Lut, Semud ve bunlar gibi kavimlerin arkasına şimdiden eklenmesi kaçınılmaz olabilir.
Kendi kültüründe, insani değerler bağlamında muhteşem bir zenginlik taşıyan bizler için ise, sadece bunları hatırlamak ve onları, insanlık bazında hayata geçirmek gerek.
Evrensel anlamda, etik, moral ve ahlak bağlamında ortak olan değerlerden, doğruluk-sadakat, doğruluk-adalet, iyi ahlak-edep kavramları kültürümüzdeki sırasıyla ‘Sıddık olmak’, ‘Faruk olmak’ ve ‘Zinnur olmak’ şeklinde ifade edilen değerlerle tamamen örtüşür.
Bundan da öte, ilmin verdiği gücü, insanlığın iyiliğini, esenliğini amaçlayarak kullanmaya yetkin olmakla tesis olunan adalet ‘Fetha olmak’, evrensel adalet kavramının en yetkin ifadesidir.
Bu yolda aşkı olan iradelerin, ihtiyat, itidal ve cesaretle ortaya çıkarak sağlayacağı esenli ve adaletli günlere varılacağı ümidiyle.